Logo
Bu sayfayı yazdır
Türkiye ve Avrupa Birliği… Uzun Zamandır Çökmeyi Bekliyor Üstad Halid El-Eşkari’nin (Ebu El-Mutaz) Kaleminden

بسم الله الرحمن الرحيم

Türkiye ve Avrupa Birliği… Uzun Zamandır Çökmeyi Bekliyor

Üstad Halid El-Eşkari’nin (Ebu El-Mutaz) Kaleminden

Avrupa Topluluğu 1950’lerin başlarında Avrupa Birliği’nin çekirdeğini oluşturan Avrupa ülkelerinden oluşuyordu. Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin girmesiyle buna katılan ülkelerin sayısı arttı ve onun şemsiyesi altındaki ülkelerin sayısı 28’e kadar ulaştı. Bu ülkelerin tamamı hala tek bir akideye, ülkelerinin dini de tek bir dine sahip olup değerleri ve amaçları da yaklaşık olarak birdir. Dolayısıyla bu birliğin ülkelerinin arasında herhangi İslami bir ülke bulunmamaktadır.  Avrupa Birliği’nin, tüm üyeleri için geçerli olan kanun ve yasaları bulunmakla birlikte birtakım kurum ve kuruluşlardan oluşur ve onu takip eden ülkelere karşı da bir üstünlüğü vardır. Birliğin kanun ve yasaları, yirmi sekiz ülkeden oluşan üyeleri için bağlayıcı olup yasaları uygulayan sözde Avrupa Parlamentosu’dur… Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Anayasası tarafından kabul edilen birliğin yasaları, AB ülkeleri arasındaki ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Avrupa Birliği, geçen yüzyılın doksanlarının başlarında bir adım atarak Maastricht Antlaşması'nda ekonomi, siyaset, güvenlik, savunma ve para birimi noktasında kendi ülkeleri ve üyelerini yöneten kanun ve yasalar koydu ve Avrupa Birliği hala bu kanunlar çerçevesinde devam etmektedir. Özellikle güvenlik, savunma ve para birimi ile ilgili hususlar olmak üzere bu anlaşmayı belirleyen büyük olasılıkla ilk Körfez Savaşı olmuştur.  Zira Amerika, Birinci Körfez Savaşı’nın ardından dünyayı neredeyse kendi nüfuzu altına aldı ve dünya nüfusuna kölesi gibi davranmaya başladı. Dolayısıyla “Maastricht”, Avrupa Birliği için yaşamsal bir zorunluluk oldu. Bu nedenle Avrupa Birliği içerindeki iki büyük ülke olan Fransa ve Almanya, birliğin içerisindeki üye ülkeleri ortak savunma ve ekonomi kanunlarının alınmasını gerektiren birliğin anayasası ile daha uyumlu ve güçlü hale getirmeye, özellikle İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasının ardından birliğin içerisindeki iki güçlü ülke olan Fransa ve Almanya’da dahil kanun ve yasaları tüm ülkeler için uygulanır hale getirmeye çalıştı. Eğer Fransa ve Almanya’yı saymazsak Avrupa Birliği ülkelerinin kayda değer bir yanı yoktur. Zira o, kanun ve yasalar tarafından dikte edilen ve daha önce bir etkisi olmayan beşeri guruplardan öte bir şey değildir. Dolayısıyla birliğin kanunlarını çıkaran genellikle Fransa ve Almanya olup diğer ülkelerin üzerine düşen sadece bağlılıktır.  Bazı Avrupa Birliği ülkelerinin kasıp kavrulduğu ve isteği dışında çözümlerin ortaya konulduğu son finansal krizde yaşananlar, söylediklerimize dair en çarpıcı kanıttır. Dolayısıyla Belçika, Yunanistan ya da İtalya’nın birlik içerisinde hiçbir değeri yoktur. Çünkü Avrupa’ya liderlik eden Fransa ve Almanya olup birliğin dahili ve harici politikası da bu ikisinin elindedir.

Avrupa içerisindeki tek İslam ülkesi Türkiye’dir. Türkiye, coğrafi olarak farklı bir konuma sahip olup Asya’yı Avrupa’dan ayıran bir ülke olmasının yanı sıra küçük bir kısmı da Avrupa kıtasında bulunmakta ve nüfus açısından en büyük Avrupa ülkesi olan Almanya ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin büyük bir nüfusa sahip olduğu görülmektedir. Aynı şekilde Türkiye,  dünyanın en zengin su kaynaklarına sahip olmasının yanı sıra ekonomisi sanayi ve tarımsal çeşitlilikle karakterize olmuştur… Allah’ın bahşetmiş olduğu tüm bu zenginliklere rağmen politikacıları hala Avrupa Birliği’ne girme talebiyle nefes tüketiyorlar. Nitekim Erdoğan, birkaç gün önce aşağılık ve zelil konumunu gösteren kelimeler kullanarak yapmış olduğu açıklamada şöyle dedi: “Türkiye yaklaşık 50 yıldır Avrupa Birliği’nin kapısında bekliyor.” Nitekim Romanya’dan birliği muhatap alarak şöyle konuştu; Türkiye birliğin kendisi için koymuş olduğu tüm sınav ve testleri geçti ancak Avrupa hala Türkiye’nin kendisine katılmasını reddediyor. İnanın bana (onun bu sözünün) nedeni nedir bilmiyorum… Fransa’nın Macron’u üyeliği unutup birlik ile işbirliği yapmasını teklif etti.

Erdoğanlı Türkiye, hala dünya ve AB önünde kendini cüceleştirme konusunda ısrar ediyor ve başta Erdoğan olmak üzere politikacıları da yönettikleri ülkenin değerini bilmedikleri gibi Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu ve nimetlendirdiği servetin değerini de bilmiyorlar. Erdoğan neredeyse Türkiye veya Somali yönetimi arasında herhangi bir ayırım yapmıyor. Tüm bunların öncesinde o, Türkiye’nin krizinin coğrafyasından veya tarihinden dolayı değil de yöneticilerinden dolayı olduğunu bile fark etmiyor. Oysa Avrupalılara boyun büktüren ve onları kapısının eşiğinde bekleten bu Türkiye, Erdoğan’ın atası olduğunu iddia ettiği Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Muhammed’in olduğu Türkiye’dir!! Halifesi kükrediğinde veya ordu hazırladığını fısıldadığında Avrupalıları tir tir titreten yine aynı bu Türkiye’dir.  Dolayısıyla tek derdi bu devletin yayılması ve genişlemesinin karşısında durmak olan Avrupalılar, onun karşısında durmayı hayal bile edemiyorlardı. Dolayısıyla onunla savaşmayı düşleyenler, onu tedavi edilmesi gereken bir hastalıkla itham ettiler… Erdoğan’ın Avrupa’ya yalvarıp yakardığı bu Türkiye’nin Halifesi Nübüvvet makamına dil uzatan tiyatroyu engellemiş, bunun öncesinde III. Sultan Selim Fransa’da erkeklerin kadınlarla dans etmesini engellemiş ve onun otoritesi altında bu asla olmamıştır… Her ne kadar üzerindeki adamlar değişmiş olsa da toprakları, suları ve konumu ile Türkiye hiç değişmemiştir. Dolayısıyla eğer kendi Kanuni ve Fatih’ine geri dönerse ilk siretine de geri dönecektir.

Mevcut Türkiye’nin yöneticileri hala Avrupa Birliği’ne girmek için her şeyden taviz veriyorlar. Ancak (Fransa ve Almanya’nın) olduğu Avrupalı politikacılar ise kendilerine Avrupa Birliği’ne tam üyelik vermeyi reddediyorlar. Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilen maksimum şey, özellikle askeri kullanımlar olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin gerektiğinde Türkiye’yi kullandıkları bir ortaklık dönemidir. Zira böylece NATO’nun Afganistan'daki kardeşleriyle savaşmak için Türk askerlerini kullandığında yaptığı gibi gerekirse son Türk askeri kalıncaya kadar savaştıracaktır. AB ile Erdoğan arasındaki görüşmelerin başarısız olduğu hayrını müjdeleyelim. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması demek, ülkesinin ve halkının tarihinden ve coğrafyasından kopması demektir. Dolayısıyla zaman geçtikçe insanlar kendilerini Avrupa kıtasının ve kültürünün bir parçası olarak görmeye başlayacaklar ki bu içerisinde kötülük barındıran bir durumdur. Oysa Avrupa, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istemiyor. Zira bu onlarda mefhum haline gelmiş olup bunu defalarca tekrarladıkları halde Erdoğan duymak istemiyor. Çünkü onlar,  80 milyon Müslümanın Birliğin demografik yapısını değiştirmesine izin vermeyeceklerdir. Allah korusun AB Türkiye’nin girmesini kabul ederse bu, birliğin kanunlarına göre olacak ve Türkiye’deki Müslüman orduyu ileride Müslümanlar ve kafirler arasında olacak herhangi bir savaşta kardeşleriyle savaşmaya sevk edecektir.

Allah’tan Türkiye ve ordusunu, Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Nizamıyla yönettikleri İslam Nizamının olduğu dinleriyle ve akideleriyle izzetli günlerine geri döndürmesini temenni ediyoruz.     

Kaynak: 14/02/2018 tarihinde yayınlanan Raye Gazetesi’nin (169.) sayısı.

Template Design © Joomla Templates | GavickPro. All rights reserved.