Logo
Bu sayfayı yazdır

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Vai Dergisi

ERDOĞAN ve İSLAMCILIK:

ERDOĞAN İSLAM ÜMMETİNE LİDERLİK EDEBİLİR Mİ?

Yılmaz ÇELİK

Bu makalede Erdoğan’ın yürüttüğü politika hakkında, insanlarda olan kafa karışıklığını bir nebze olsun gidermeyi amaçladım. Zira kimilerine göre Erdoğan, İslamcı ve Yeni Osmanlıcı politika yürütmektedir. Erdoğan’ı destekleyen ve İslami hassasiyetlere sahip olan bazı kimseler buna inanmakta ve bunu dillendirmektedirler. Ulusalcı/laik birtakım çevreler ise laiklik hassasiyeti olan kimseleri motive etmek için Erdoğan’ın gizli bir İslami ajandası olduğu vurgusunu yapmaktadırlar. Kimilerine göre ise Erdoğan, İslami gömleği çoktan çıkarmış ve İslami söylem ve hedefleri elinin tersiyle itmiştir. Müslüman halkların desteğini koruyabilmek adına sadece söylem bazında zaman zaman İslami renge bürünmüş çıkışlar yapmaktadır. İşte Erdoğan’ın yürüttüğü politikanın ne olduğunu açıklığa kavuşturmak için somut olaylar üzerinden ve delilleri ile birlikte ortaya koymaya çalışacağım.    

3 Mart 1924 tarihinde Hilafetin ilgası ile birlikte bu topraklar artık verimsiz ve çorak bir hale gelmiştir. Yaklaşık 1400 senelik İslam tarihi boyunca her yönden birçok siyasi lider yetiştiren bu topraklar, yaklaşık 100 senedir adam gibi adamlar çıkartamamaktadır. Bugün bizler bunun ağır neticelerine şahit olmaktayız. Ne kadar da güzel söylemiş Sultan II. Abdülhamid, “Mesele Kaht-ı Rical (Adam kıtlığı) meselesi” diye. Tabii ki Sultan II. Abdülhamid’in bahsettiği adam kıtlığı, İslam Akidesi ile yoğurulmuş, İslami fikir ve duyguya sahip olan, Batı’dan ve Batı kültüründen etkilenmemiş ve siyasi basirete sahip devlet adamı vasfındaki adamların kıtlığıydı. Yoksa günümüz yöneticileri ve siyasileri kalitesindeki adamlar(!) o zaman da çoktu. Ancak basiretli Halife, bu tip adamları siyasi ortam ve yönetim organlarının kapısına dahi yanaştırmak istemiyordu.  

Hilafet yıkıldıktan sonra aynen Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde işaret ettiği üzere ümmetin başına zalim diktatörler gelmiştir. Öyle ki bu zalim diktatör yöneticiler, tarihte belki de eşi benzeri görülmemiş katliamlara imza atmışlardır. Bunlar Müslümanları hapseden, onlara zulmeden ve katleden yöneticilerdir. Yöneticiler bu cürümleri işlerken hiçbir ahdi gözetmemişler, tabiri caizse demir yumrukla ümmeti yönetmişlerdir. Türkiye de bundan payına düşeni almıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca iktidara gelen yöneticilerin birçoğu aynı anlayışla toplumu yönetmişlerdir. Nice alimler asılmış, darağaçları, işkenceler ve zindanlar bir kâbus gibi Müslümanların üzerine çökmüştür. İslami değerler ve şiarlar ayaklar altına alınmış, Müslümanlar sürekli bir tahkirle karşı karşıya kalmışlardır. Zaman zaman yönetime gelen bazı siyasetçiler bundan berî olsalar da genellikle aynı siyaset devam ettirilmiş, Erdoğan iktidara gelinceye kadar da böyle olmuştur.

Erdoğan jakoben İngiliz anlayışını terk edip yerine daha yumuşak olan Amerikan demokrasisi ile halkı yönettiğinde toplumun kendisine olan teveccühünü görmüştür. Tabii ki bu anlayış tam bir Amerikan kurnazlığıdır. Erdoğan Amerika’nın kendisine vermiş olduğu siyasi destekle halkı memnun edici birtakım icraatlar ortaya koymuştur. Bu icraatların neler olduğunu zikretmeden önce, Erdoğan’ın nasıl iktidara geldiğinden ya da Amerika tarafından getirildiğinden genel bir şekilde bahsetmek istiyorum.

Erdoğan’ın Amerika ile ilk teması, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu ilçe teşkilat başkanı iken, dönemin Amerikan büyükelçisi Morton Abromowitz ile Kasımpaşa’daki bir vakıfta düzenlenen tanışma toplantısında başlamıştı. Bu iddia Erdoğan’a yakın bir gazeteci olan Nasuhi Güngör’ün “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında geçmektedir[1]. Ayrıca bu iddia Aydınlık gazetesinin 20 Ekim 1996 tarihli sayısında yer almaktadır. Bu görüşmeyi Erdoğan da tekzip etmemiştir. Büyükelçi Abromowitz de Erdoğan hakkındaki kanaatini beyan ederken “Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederim.”[2] ifadesini kullanmıştır.

Daha sonra Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı iken 12 Aralık 1997’de Siirt’te okumuş olduğu bir şiirden dolayı 10 aylık bir hapis cezası almış, cezaevinde 4 ay kaldıktan sonra 24 Temmuz 1999’da tahliye edilmişti. Müteakiben hakkındaki siyaset yasağının kaldırılması ile de Başbakan olmuştu. İşte o gün itibarıyla Amerika tarafından Erdoğan’ın yıldızı toplum içerisinde parlatıldı, topluma ve özellikle de İslami çevreye bir model olarak takdim edilmeye başlandı. Özellikle de İslami bir görüntüye sahip olması yani namaz kılması, Kur’an okuması, eşinin başörtülü olması, toplumda özellikle de Müslümanlar içerisinde büyük bir etki meydana getirdi. Ümmet Erdoğan’ı bu özelliklerinden dolayı sevmeye başladı, ona büyük bir teveccüh gösterdi. Öyle ki ilk kez girdiği seçimlerden büyük bir galibiyetle çıktı. Dolayısıyla Amerika, o yıllardan itibaren ılımlı İslam politikası çerçevesinde Erdoğan’ın yıldızını parlatmak ve Erdoğan’ı sadece bu toplum için değil, aynı zamanda bölge için de bir model haline getirmek için adımlarını atmış, bunda da büyük bir başarı elde etmiştir.

Bu bağlamda İsviçre'nin Davos kasabasında Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl düzenlenen Davos Zirvesi, 29 Ocak 2009 tarihinde büyük bir olaya sahne oldu. O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Yahudi varlığının Cumhurbaşkanı olan Şimon Peres’e dönerek "Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın. Biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsinizPlajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum…" Bu sözler zirveye ve tüm dünyaya damgasını vurmuştu. Bu olaydan hemen sonra ümmetin doğusundan batısına kadar neredeyse tüm İslam coğrafyasındaki Müslümanlar Erdoğan’ın bu çıkışını büyük bir teveccüh ile karşılamışlar, hatta İslam beldelerinin birçok yerinde Halifemiz Erdoğan sloganları atılmış ve Arap ülkelerinde yaşayanlar çocuklarına Erdoğan ismini vermeye başlamıştır. Davos’ta yaşanan bu olayın bir kurgu ve tiyatro olduğu ile ilgili söylemler ve yaklaşımlar hiç de yabana atılmayacak cinstendir. Nitekim Erdoğan'ın Milli Türk Talebe Birliği'nde hocalığını da yapan, AKP'nin kurucu kadrosundan ve eski milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş gibi AK Parti’ye yakın bazı kimseler bu iddiayı dile getirmişlerdir. [3] Ancak bu olayın bir kurgu olmadığı kabul edilse bile toplantının hemen akabinde Erdoğan’ın basına verdiği demeçlerde geri adım attığı görülmektedir. Zira Erdoğan toplantı sonrası yaptığı açıklamalarda şöyle demiştir. “Uluslararası panel kurallarına göre, objektif tutum sergilemesi beklenen moderatör, bu tür toplantı kriterlerinin dışına çıkarak benim de dahil olduğum konuşmacılara söz hakkı tanımadan paneli bitirmek istedi. Müdahale ederek söz aldığımda da görüşlerimi ifade etmeme imkân tanımadı. Ve toplantı moderatörüne karşı bir tepki ortaya koydum. Bitmek üzere olan toplantıyı da terk ettim. Bunu özellikle sizlere açıklamak istedim. Çünkü burada da hedef saptırılabilir…”[4] Bu geri adıma rağmen özellikle Amerikancı medya tarafından bu olay aşırı şekilde gündem yapılmış ve Erdoğan’ın popülaritesini artırmak için kullanılmıştır. Bununla birlikte bugüne kadar gasıp Yahudi varlığı ile ilişkiler “bebek katili” bir ülke statüsü ile değil, dost ve müttefik bir ülke statüsü ile sürdürülmeye devam etmiştir.     

Erdoğan iktidara geldiği andan itibaren daha önce kopuk olan toplum ile devlet ve toplum ile yöneticiler arasında bağları yeniden tesis etmeye koyuldu. Yani toplum ve devlet arasındaki köprüleri yeniden kurdu. Toplum içerisinde pozitif bir görünüm ortaya koydu. Müslümanların bir zamanlar gayri İslami olarak baktığı bu küfür rejimi ile onları barıştırma çabası içerisine girdi. Bunda da kısmen bir başarı elde etti. Mesela; senelerdir kangren haline gelmiş eğitim ve kamudaki başörtüsü yasağını çözüme kavuşturdu. Devlet daireleri, üniversiteler, ordu ve emniyet içerisinde bayanların başörtüsü takma yasağını kaldırdı. İmam Hatip okullarına getirilen kısıtlamaları kaldırdı. Erdoğan tarafından atılan bu adımlar Müslümanlar içerisinde İslami bir icraat olarak algılandı. Halbuki Erdoğan bunları demokratik özgürlükler çerçevesinde yapıyordu. Bir taraftan halkı memnun edici sözde adımlar atarken, diğer yandan sömürgeci kafirleri razı eden kapitalist demokratik küfür nizamını tatbik ediyordu. Öyle ki içeride laik, Kemalist, demokrat bir zümreyi razı etmek ve dışarıda ise Batı’yı memnun etmek adına Allah’ın haram kıldığı zinayı serbest bırakırken diğer yandan faiz, bankacılık, parasal sistem ve buna benzer münkerleri toplumun her tarafına yaygınlaştırıcı bir siyaset takip ediyordu. Yani batıyı razı etmek adına Allah’ın haramları helal ve helal kıldıklarını ise haram olarak tatbik ediliyordu. Bu durumu özellikle zinayı serbest bırakma noktasında Erdoğan kendi ağzından şöyle ifade etti. “Biz AB’nin talepleri vs. doğrultusunda orada {zinayı serbest bırakma noktasında] böyle bir adımı attık ama yanlış yapmışız…”[5] Oysa ki Allah Subhanehu ve Teala zinayı kesin bir şekilde haram kılmış ve şöyle buyurmuştur. وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً “Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.” [İsra 32]Yine Allah Subhanehu ve Teala faizi Allah ve Rasulüne savaş açmak olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur. فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ “Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizden arta kalanı terk etmezseniz) Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin.” [Bakara279] Buna rağmen ekonomik krizin hissedildiği dönemlerde halkı memnun etmek için verilen faizli kredileri bir müjde haberi olarak vermiştir. Keşke Batıyı razı etmek için uğraşacağına Allah’ı razı etmek için uğraşsaydı ve keşke Batılıların talep ettiği adımları atmak yerine Allah’ın ve Rasulünün talep ettiği adımlar atsaydı. Zira kafirlere itaat edip İslam’dan yüz çevirmek hem bu dünyada pişmanlık hem de ahirette büyük bir hüsrandır.

Erdoğan, bazı politikalarında belli düzeyde başarı da elde etmiştir. Mesela, Başbakanlık görevine başladığı 2003 yılından 2009'a kadar Türkiye ekonomisi büyüme göstermiş ve Türkiye'nin GSMH’si dünya toplamının %1,11'inden %1,37'sine yükselmiştir. Bu oranla Türkiye, AB ülkeleri arasında en iyi performansı yakalamıştır. Yine başbakanlığı döneminde Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu'na olan borcu bitirilmiştir. Siyasi istikrar bir nebze de olsa sağlanmış, ekonomi güçlenmiş ve sosyal refah seviyesi yükselmiştir. Ancak bu alanlardaki başarı Amerika’nın kendisine vermiş olduğu siyasi ve ekonomik destekle sağlanmıştır. Hatta bu desteğin kesilmemesi adına Erdoğan’ın danışmanları sık sık ABD ziyaretleri yapıyor ve Amerikalı yetkililerden Erdoğan’ı “daha aktif kullanma” noktasında taleplerde bulunuyorlardı. Özellikle o dönemde Erdoğan’ın özel danışmanlığını yapan Cüneyt Zapsu’nun medyaya düşen açıklamaları dikkate şayandır. Zapsu 2006 yılında American Enterprise Institute’da yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanıyordu. “Bu adamdan yararlanın. Çünkü bu adamın çok itibarı var, hem kendi inançları nedeniyle Müslüman dünyasında, hem de Batı tipi demokrasiye inanıyor. Bence onu devirmeye çalışmayın! Onu delikten aşağı süpürmeyin, onu kullanın! Burada ve Avrupa'da bundan yararlanmalısınız. Teklifim budur.” [6]

Buraya kadar izah edilen hususlar Erdoğan iktidarının ilk yıllarına ilişkindi. Şu anda ise az önce zikretmiş olduğum alanlarda tam bir başarısızlık yaşanmaktadır. Halkın alım gücü zayıflamakta, her geçen gün fakirlik artmakta ve sosyal refah seviyesi gün geçtikçe düşmektedir. Bankalar krediler yoluyla insanları sömürmekte ve borcunu ödeyemeyen insanların tüm birikimlerine el konulmaktadır. Ayrıca toplum hemen hemen her yönden iflas etme noktasına gelmiş, toplumda her geçen gün kadın ve çocuk istismarı haberleri artmıştır. Uyuşturucu kullanım yaşı ilkokul seviyesine kadar düşmüştür. Tatbik edilen küfür sistemi ile toplum sosyolojik açıdan büyük bir travma yaşamaktadır. Bunun tek bir nedeni varsa Erdoğan’ın takip etmiş olduğu siyaset ve topluma tatbik edilen Batılı demokratik sitemdir.

Bunun yanında Ak Partinin bazı söylem ve politikalarında İslam dışılık her geçen gün barizleşmektedir. Bir dönem Başbakan olan ve şu anda da Meclis Başkanı olan Binali Yıldırım 2014 senesinde yapmış olduğu bir konuşmada “Biz iktidara gelmeden Tekirdağ’da iki rakı fabrikası vardı. Fakat biz bunu 18’e çıkardık.”[7] diyerek bununla övünmüştür.

Yine aynı şekilde AK Parti'nin şu an İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Nihat Zeybekçi, CNN Türk'te yayınlanan bir programda sunucunun şarap üretimi ve içkili mekân ruhsatları hakkında kendisine sorduğu soruya şöyle cevap vermiştir. "Ben bugüne kadar böyle bir soru ile karşılaşmadım. İzmir, Denizli veya geldiğim her yerde geçmişimde böyle bir şey de yok. Denizli'nin her yerinde içki de verebilen restoranlar vardır. Bunun birçoğunun ruhsatında da imzamız vardır." Zeybekçi şöyle devam etmiştir: “İzmir'de şarap üretiminin desteklenmesi ile ilgili bu bir ekonomidir, bu bir üründür, bir sanayidir, bir ticarettir, bu bir ekonomidir. Sonuçta ben dini kimliği, kişiliği olan bir müftü değilim. Diyanet İşleri Başkanı değilim. Orası beni hiç ilgilendirmez. Fetva verecek de değilim ama bu bir tarımsal üretim, incir ve zeytinimiz neyse, pamuğumuz neyse, üzümümüz de bizim işçimizin alın teridir, işçimizin emeğidir, çiftçimizin emeğidir.”[8] 

İşte tüm bunlar Erdoğan’ın yürütmüş olduğu politikaların sonucudur. Bunlara rağmen amacımız Erdoğan’ın şahsi durumu üzerinde durmak değil tatbik ettiği nizam açısından eleştirilerimizi kendisine yöneltmektir. Çünkü icraatları asla ve kat’a İslami değildir. Yaklaşık 16 yıllık iktidarı boyunca tek bir konuda dahi İslami bir icraatı olmamış, bilakis iç ve dış siyasetinde Allah’ın haram kıldığı bir siyaset üzere yürümüş ve halen de yürümeye devam etmektedir. Dini devletten ayıran laiklik esası üzere devleti yönetirken; bir taraftan kendisinin ve bireyin laik olamayacağını söyleyip diğer taraftan cüretkâr bir şekilde devletin laik olabileceğini söyleyebilmekte ve siyasetini de bu paradigma üzerinden devam ettirmektedir. Nitekim 2006 yılında o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan, Mısır'da gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu Ortadoğu toplantısında bir gazetecinin "AKP din eksenli bir parti mi?" sorusuna "Biz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin mensubuyuz ve bütün çalışmalarımızı bu çerçevede yürütüyoruz. Bireysel olarak durumumu sorarsan; dindar olmaya çalışan bir Müslümanım ama bunun derecesini takdir etme yetkim yok."[9] şeklinde yanıt vermiştir. Benzer şekilde İhvan-ı Müslimin iktidarı sırasında Mısır’a düzenlediği ziyarette laiklik çağrısında bulunmuş, Mısır halkı ve İhvan liderleri bu çağrı karşısında şok geçirmiştir. Erdoğan, AK Parti'yi ve AK Parti hükümetini dinci, İslamcı bir parti olarak nitelendirmenin çok yanlış olduğunu söylemektedir. Erdoğan, AK Parti'nin programında bu konunun açık ve net bir şekilde ifade edildiğine işaret etmiştir.[10] Üstelik bugün çoğu maddesi Ak Parti iktidarı tarafından değiştirilen anayasa ve yasa metinlerinde İslami tek bir madde dahi yoktur. Bu bile tek başına iktidarın gayri-İslami olduğunu anlamak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel vasıf olarak Müslüman olması dışında İslam ile hiçbir alakasının olmadığını görmek için yeterlidir.

Nitekim Erdoğan 10 Şubat 2008 tarihinde, Newsweek dergisi ile yaptığı söyleşide şöyle demiştir: “Türkiye, ‘İslam, demokrasi, laiklik ve modernite’ arasında bir denge sağlayarak insanların, hiçbir zaman başarılamayacağını söyledikleri bir şeyi başardı. Hükümetimiz dindar bir insanın laiklik fikrini koruyabileceğini kanıtlıyor. Batı’da AKP, her zaman ‘kökleri İslam’da olan bir parti’ olarak gösteriliyor. Bu doğru değil. AKP, sadece dindar insanlar için bir parti değil, biz ortalama Türk’ün partiyiz. Etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe ve dini şovenizme tamamen karşıyız. Türkiye, demokrasisi ile İslam dünyasının geri kalan kısmı için bir ilham kaynağıdır. Dini kurallar değişmedi ama Türkiye’de insanların dine ilişkin tutumlarında değişiklik oldu. Ülkenin kentleşmesi, artan zenginlik ve yaşam kalitesi farklı bir anlayışını getirdi. Geçmişte insanların bir alternatifi yoktu. Şimdi insanlara seçme özgürlüğünü sağladık.”[11]

Erdoğan gerek Batı gerekse İslam ülkelerine yaptığı seyahatlerde, İslamcı bir parti olmadıklarını vurgulama gereği duyuyordu. 8 Aralık 2009’da ABD Başkanı Barack Obama ile Beyaz Saray'daki görüşmesinin ardından John Hopkins Üniversitesi'nde bir konuşma yapan Erdoğan şöyle konuşuyordu: “Bizim partimiz asla İslamcı bir parti değildir. Türkiye Cumhuriyeti içinde yeni Osmanlıcılık akımı yoktur. Bu bir yakıştırmadır. Eksen kayması gibi yakıştırmalar yapanlar, şu andaki iktidarı gölgeleme çabasındadır. Son dönemde kasıtlı olarak dile getirilen eksen kayması (Türkiye’nin Batı’dan Doğu’ya yöneldiği iddiası) haksız bir iddiadır. Dış politikada kimi gelenekleri, kimi alışkanlıkları yıktığımız bir gerçektir. Tüm komşularıyla barışık bir Türkiye vardır. Pergel gibi bir ayağın sabit kalacak, diğeriyle âlemi gezeceksin. Türkiye işte bu konumdadır. Kapılarımızı sonuna kadar açıyoruz.”[12] Böylece İslamcı bir parti olmadıklarının altını çiziyordu.

Yine 7 Nisan 2010 yılında Fransa’da yayımlanan Le Figaro gazetesine konuşan Erdoğan, Paris’e yapacağı ziyarete büyük önem verdiğini ifade ediyordu: “Bazı Fransızlar, bizim üye olmamıza ön yargıyla bakıyor. Bu görüşün değişmesi için çalışmamız gerekir.” Erdoğan, “Kendinizi ılımlı İslamcı bir parti olarak görüyor musunuz?” şeklindeki soru üzerine “Biz kendimizi böyle tanımlamıyoruz. Avrupa’da Hıristiyan Demokrat Partiler var. Ben siyasal İslam’ı kabul etmiyorum. AK Parti İslamcı bir parti değildir. Biz kendimizi muhafazakâr demokrat olarak görüyoruz. Avrupalı dostlarımız da bizi böyle görürlerse hakkımızdaki önyargılarından kurtulabilirler.”[13] diyordu.

Yine aynı şekilde Suudi Arabistan’ın El-Arabiya kanalına konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Hilafetin geri getirilmesi gibi bir hayaliniz ya da isteğiniz var mı?” şeklinde yöneltilen soruya şöyle cevap veriyordu: “Artık dünya bir değişim ve dönüşümün içerisinde. Bu değişim ve dönüşüm içerisinde bizler zaten hangi sistemi getirmek istediğimizi, şu anda nasıl bir dönüşümün olması gerektiğini bugüne kadar anlattık. Şu anda mesela Türkiye bir referanduma gidiyor. Bu, cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu. Bu cumhurbaşkanlığı sistemi seçiminde, sorduğunuz sorudaki türden bir şey kesinlikle yer almıyor. Yani şu anda Türkiye’nin öyle bir hilafet derdi, bir hilafet meselesi ya da benzeri bir şey söz konusu değil.”[14]

Tüm bunlardan daha vahimi ise başta Mısır olmak üzere yaptığı ziyaretlerde “laiklik” vurgusu yapması, oradaki halklara ve yöneticilere laikliği önermesi ve bunu da doğru bir iş yapmış gibi savunmasıdır. Siz İslam ile laiklik kavramını güzel birleştirebiliyorsunuz. Bu konuda Arap dünyasına tavsiyeniz nedir?” sorusu üzerine şöyle cevap veriyordu: “Yani ben bu bağ kurmayı niye bu kadar İslam dünyası geciktirdi, onu anlamakta zorlanıyorum. Biz partimizi kurduğumuz zaman laikliğin tanımını getirdik. Sayın Mursi, Mısır’da iş başındayken Mısır’a yaptığım ziyarette Kahire’deki Opera binasında bir konferans verdim. Bu konferansta o akşam laikliği anlattım ve İslam’la ilişkisini anlattım. Peki, neydi bizim kurduğumuz partimizdeki laiklik tanımı? Bir defa kişiler laik olmaz, devlet laik olur. Laiklikte devlet, her inanç grubuna eşit mesafededir, her inanç grubunun inancını yaşamasını teminat altına alır. Bunun İslam’a ters olan bir yanı var mı? Yok. Ama bunu hala farklı yerlere çekenler var.”[15]

Kimilerinin zannettiği gibi Erdoğan’ın gizli bir İslami ajandasının olduğu varsayımı tüm bu söylemlerden sonra suya düşmektedir. Aksine Erdoğan’ın ajandası laiklik, demokrasi, özgürlükler, milliyetçilik ve vatancılık gibi gayri İslami fikir ve hükümlerle doludur. Ancak Erdoğan tüm icraatlarını İslami bir kisveyle sunmakta son derece maharetli ve profesyonel bir siyasetçidir. Olabildiğince Makyavelist ve pragmatist bir bakış açısına sahip olması, çıkarları doğrultusunda kıvrak dönüşler yapabilmesi de en bariz özelliklerindendir. Bilhassa danışmanları toplum mühendisliği konusunda uzmandır ve yaptırılan kamuoyu yoklamalarına göre Erdoğan ve hükümetinin söylemleri ve eylemleri belirlenmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı günlerde kullandığı “gerekirse papaz elbisesi dahi giyerim”[16] söylemi onun çıkarcı siyasi anlayışının daha o günlerde şekillenmeye başladığını ortaya koymaktadır. Tabii, bununla birlikte hizmetine sunulan medya desteğini de unutmamak gerekir. Zira medya, Erdoğan ile ilgili bazı hususları sürekli gündemde tutarken, olumsuz algı oluşturabilecek şeyleri de kamuoyundan gizleyebilmektedir. Medyanın rolü çok önemlidir. Zira geçmişte medya Türkiye’de hükümetlerin yıkılmasını sağlamıştır. CHP lideri Deniz Baykal’ın gizli videosunu yayınlayarak parti başkanlığını bırakmasına neden olmuştur. Yine benzer videolar yayınlanarak MHP içindeki üst düzey yöneticiler istifa ettirilmiştir. Erdoğan’a muhalif medya araçlarının çoğu, baskı sonucu ya kapatılmış, ya satılmış ya da muhalif çalışanları uzaklaştırılmıştır. Şu anda Türkiye medyasında Erdoğan aleyhinde konuşmaya cesaret edebilecek medya organı sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.

İşte arkasında duran büyük medya desteği sayesinde rahatlıkla istediği ortamlarda istediği şeyleri konuşabilmektedir. Bununla birlikte İslami söylemlerin siyasi icraatlar esnasında kullanımından çok hoşlanmamakta, yeri geldiğinde toplantılarında ayet okuyan gençleri dahi susturup Kuran’ı mezarlıklarda okumalarını talep etmektedir. Örneğin, 2018 yılı mart ayında Giresun il kongresini yaparken gençlerden bir grubun hep birlikte Ali İmran suresinden bir ayeti okuması üzerine, gençlerin sözlerini kesmiş ve şöyle demiştir. “Onları siz bana bırakın. Bunları inşallah kabristanlarda okuyun. Ama siyasi bir toplantıda bunları bize bırakın. Nerede neyi okuyacağımızı iyi bilelim. Bize eyvallah. Siz onları bize bırakacaksınız. Tamam mı? Buralara nasıl geldiğimizi de iyi bilelim. Türbede miyiz, camide miyiz, bunları ayıracağız. Yoksa bir siyasi toplantıda mıyız? Bunu da ayıracağız.”[17]

Evet, maalesef Erdoğan’ın icraatları bazılarının sandığı gibi Müslüman halk için değil bilakis, kendisini iktidara getiren Amerika’yı razı ve memnun etmek, onun siyasi nüfuzunu Türkiye’de sağlamlaştırmak için olmuştur. Halbuki razı edilmesi gereken yalnızca Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır. Erdoğan ise bugüne kadar yaptıklarıyla bundan tamamen uzaktır. Oysa arkasındaki Müslüman Türkiye halkının desteği ile Allah’ı ve müminleri razı edecek büyük fırsatlar yakalamıştı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminde İslam için canlarını hiçe sayan, silahlara, tanklara ve uçaklara rağmen göğüslerini siper eden Müslümanların desteği ile muazzam bir fırsat yakalamıştı. Canı pahasına İslam’ı savunan bu halkın desteği ile sömürgeci kafirlerin prangalarından kurtulup İslam’ın izzetine yürümek fırsatı varken ve 16 Temmuz sabahını İslami bir inkılap ile taçlandırma imkanı varken bundan yüz çevirmiş, Müslümanların zaferini demokrasinin zaferi olarak göstermeye çalışmış ve canlarını feda edenleri demokrasi şehidi (!) olarak tanımlayıp isimlerini kirletmiştir.

İşte tüm bunlar açıkça göstermektedir ki Erdoğan siyasi nizam olarak İslam’a değil demokrasiye öncelik tanımaktadır. Her ne kadar reddetse de onun hedeflediği İslam, aslında Batı’nın istediği ılımlı İslam’dır. Zira Batılı devletlerin hayalini kurduğu “Ilımlı İslam” anlayışı bu değilse nedir? Hayata, siyasete, topluma ve devlete karışmayan, fertlerin sadece iç dünyalarında yaşadığı, hayatta görüntüsü olmayan, demokrasi ve laiklik gibi batılı değerlerle barışık, ibadetlerden ibaret bir İslam anlayışı değil midir? Evet, işte Erdoğan’ın İslam anlayışı tam olarak budur ve bu anlayış ılımlı İslam’ın ta kendisidir.

İç siyasete ilişkin icraatlarda durum bundan ibaret olduğu gibi, dış siyasette de aynı yol takip edilmektedir. Erdoğan, kendisini iktidara getiren Amerika’nın çizdiği, planladığı ve talep ettiği bir dış politika çizgisi yürütmektedir ve bundan kıl kadar sapmamaktadır. Nitekim bunun izlerini ilk olarak 1 Mart 2003’te Amerika Irak’ı işgal etmeden önce, Irak’ın kuzeyinden yürüteceği operasyonla ilgili olarak kara ve hava sahasını kullanmak için Türkiye’den istediği izin ve bu konuda Meclis’te 1 Mart 2003’te yapılan gizli oturum sonucu kabul edilmeyen tezkerede görüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan aradan 13 yıl geçtikten sonra gazetecilerin konuyla ilgili sorusuna karşılık şu açıklamayı yapmıştır: “Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım. Karşı olanlar bunu söylemediler. O zaman Bush benden bir ricada bulundu. Ama maalesef kendi arkadaşlarımızın yanlışıyla baş başa kaldık. 1 Mart tezkeresi geçseydi bu Türkiye’yi masaya getirecekti. Ufku görmek çok önemli…”[18]

Görüldüğü gibi Erdoğan’ın iktidarının daha ilk yıllarında, dış politikada Amerikan çizgisini takip etmekte ne kadar hırslı olduğu ve Türkiye için gördüğü ufkun, Amerika’nın ufku olduğu apaçık ortadadır. Bugün ise biz bunun canlı örneğine Suriye’de ve diğer İslami beldelerde şahit olmaktayız. Erdoğan, Amerika’nın talepleri doğrultusunda kendi sınırları dışında birçok ülkede Türk askeri bulundurmaktadır. Mesela Suriye, Irak, Katar, Somali, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Lübnan, Afganistan, KKTC ve Azerbaycan’da yaklaşık 50.000’den fazla Türk askeri görev yapmaktadır. Bu askerlerin varlığı tamamıyla bulunduğu ülkede sömürgeci kâfir Amerika’nın çıkarlarını korumak içindir. Başka herhangi bir sebepten dolayı değildir. Şayet tersi söz konusu olsaydı bugün Suriye ve diğer İslami beldelerdeki Müslümanların kanı bu kadar kolay ve ucuz bir şekilde akıtılmazdı. Bu orduların, Müslümanların namuslarını ve mukaddesatını korumak için bu ülkelere seferber edilmesi gerekirken maalesef sömürgeci kafirlerin menfaatleri için gönderilmektedir. Fakat ne acı bir durumdur ki bugün Türkiye ve bazı Müslüman toplumlar Erdoğan’ı, Amerikan karşıtı görmekte, birtakım çevreler ve medya tarafından bu şekilde manipüle edilmektedirler. Şayet Müslümanlardan bir kesimin sandığı gibi eğer Erdoğan gerçekten Amerika’ya karşı çıkmış ve onunla savaş halinde olsaydı, Irak, Suriye ve daha birçok bölgede kadim müttefiki Amerika’nın arkasında ve yanında değil, tam karşısında olurdu. Batılı koalisyonların safında değil, Müslümanların safında yer alırdı. İzzet ve şerefi Amerikan ve Batılı “dost ve müttefiklerinin” yanında değil, bilakis Allah’ın, O’nun şanlı Resulü’nün ve Müslümanların yanında arardı. وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ “İzzet Allah’a, Rasulüne ve Müminlere aittir.”[Münafikun 8]Fakat Erdoğan tam tersini yaptı. Bölgede Amerika adına kirli bir vekalet savaşı verdi. Suriye’de batmakta olan Amerika’yı kurtardı. O’na ve zalim Suriye rejimine can suyu verdi. Mübarek Suriye devrimini baltalamak için bütün imkanlarını kullandı ve halen de kullanmaktadır. Daha devrimin ilk yıllarında Banyas halkının ileri gelenlerinin yapmış olduğu çağrıya Erdoğan kulaklarını tıkamış, onları çaresiz ve yalnız bırakmıştır.[19] Oysa Erdoğan ve başında bulunduğu Türk ordusu Suriye meselesine 24 saat içinde son verip Esed rejimini devirecek güçteydi. Nitekim bundan yaklaşık 20 yıl önce, Eylül 1998’de henüz Erdoğan iktidara gelmemiş, Türk ordusu bu kadar güçlenmemişken, o zamanki Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması talebiyle o zamanki Hafız Esed rejimini “sabrımız tükendi” diyerek tehdit etmiş, bunun üzerine Hafız Esed Öcalan’ı kısa süre içinde Suriye’den kovmuştu.

Yine Erdoğan, Suriye devrimine en büyük darbelerden birini Fırat Kalkanı harekatıyla vurmuştur. Türkiye gündeminde teröristlere karşı bir harekât olarak lanse edilen Fırat Kalkanı ile direniş hattında büyük bir gedik açılmış, Suriyeli muhalifler ve devrimciler bölünüp parçalanmış ve Halep bu harekât sebebiyle zalim Esed rejimine teslim edilmiştir. Bugün de benzer bir siyaseti İdlib’te devam ettirmektedir.

Yakın bir zaman önce Esed’i zalim, halkını katleden bir katil ve terörist olarak nitelendiren Erdoğan, âdeti olduğu üzere bu sözünü çiğnemiş, daha düne kadar düşman gördüğü rejim ile görüşülebileceğini açık bir şekilde ifade etmekten çekinmemiştir. Nitekim 03.02.2019 tarihinde devletin resmi kanalı olan TRT’ye vermiş olduğu bir röportajda Erdoğan, istihbarat birimlerinin Suriye ile alt düzeyde dış politika yürüttüğünü ifade ederek şöyle demiştir: “Liderler arasında diyalog bulunmasa da istihbarat birimlerinin karşılıklı çalışmalar yürütebileceğini ve istihbarat örgütleri bu noktada illa liderler ne yapıyorsa biz de onu yaparız havasında olamaz. Liderler çoğu zaman devreden çıkabilirler, istihbarat örgütleri bunu değerlendirir."[20]

Dolayısıyla Erdoğan’ın Suriye ile ilgili attığı tüm siyasi ve askeri adımlar, Amerika’nın menfaatleri ve çıkarları doğrultusundadır. Tabii ki bu durum sadece Suriye ile de sınırlı değildir. Aynı dış politika kıvraklığını “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir.” dediği Filistin meselesi konusunda da gösterdi.

Yahudi varlığı tarafından Gazze’ye uygulanan ambargoyu delmek için Türkiye’den yola çıkan Mavi Marmara gemi hadisesinde, Yahudi askerleri tarafından Müslümanların katledilmesinden sonra Yahudi varlığı için terörist ve katil tanımlamasını kullandı. Sözde Yahudi varlığı ile tüm siyasi ve ticari ilişkileri kopardığını ilan etti. Ancak yine adeti olduğu üzere bu tavrından ve söylemlerinden dönüş yaparak Mavi Marmara yolculuğunu organize eden kuruluşlara tepki göstermeye başladı. Nitekim 2016’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Rus Devlet Başkanı Putin’le görüşmesinden sonra yapmış olduğu açıklamada Erdoğan, “İsrail” ile Mavi Marmara gemisi saldırısı sonrası sorunlu olan ilişkileri düzeltme yolunda önemli adımlar atıldığını bildirerek şunları söylemiştir: “Siz kalkıp da Türkiye'den böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı, Gazze'ye bugüne kadar hep yaptık, yapıyoruz. Filistin'e yaptık, yapıyoruz ama bunları da yaparken bizler bir yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi neyse bu diplomasi içinde yaptık, yapıyoruz. Bundan sonra da yapacağız. Bunları davul zurna çalarak değil, edebi, adabı içerisinde yaptık, yapıyoruz."[21] Ardından katledilen kişileri aileleri için istenen tazminat ile meselenin üzeri kapatılarak ilişkiler normalleştirilmiştir.

İşin ilginç yanı, güya Türk-İsrail ilişkilerin en kötü olduğu dönemlerde dahi aralarındaki ticaret hacminin artmış olmasıdır. Nitekim Erdoğan’ın “İşgal ve terör devleti” olarak nitelendirdiği Yahudi varlığı ile arasındaki ticaret hacminin son bir yılda %14 arttığı belirtilmiştir.[22] Bununla beraber AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 1.4 milyar dolar olan Yahudi varlığı ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, şu an yaklaşık 4.9 milyar dolar olmuştur.[23] Üstelik askeri ilişkiler de daima süregelmiş, yahudi varlığının pilotları Türkiye’de eğitim görmeye devam etmiştir.

Erdoğan’ın akan Müslüman kanlarına çok da değer vermediği dış politikasının başka görüntülerini, Kafkasya, Suriye ve Orta Asya’daki Müslümanları katleden Rusya ile ve Doğu Türkistan’daki Müslümanları katleden Çin ile ilişkilerinde de görebiliriz. Fakat makalemizin daha fazla uzamaması için bu kadarla iktifa edeceğim.

Velhâsıl; Erdoğan’ın tüm politika ve icraatlarında görülen tek yön ne yazık ki İslam değil, sömürgeci Batılı devletlerin maslahatlarıdır. Oysa gerçek bir lidere hasret kalan İslam Ümmeti, ne kadar da heveslenmiş, nasıl da ümitlenmişti. Eski izzetli günlerine dönecekleri ümidiyle Erdoğan’a, kalplerinin kapılarını açmışlardı. Ama o bu fırsatı kaçırdı ve bu şerefi elinin tersiyle itti. Allah’ın indirdiği en üstün din olan İslam’ı hayata hâkim kılmaktansa, Batılıların projesi olan ılımlı İslam’a meyletti. Belki Batılıların nezdinde bir itibar kazandı ama İslam Ümmeti nezdinde itibarını kaybetti. Ona karşı sevgiyle dolu olan kalpler, buğuz ile dolmaya başladı. Perde aralandı ve gerçek kimlikler ve yüzler ifşa oldu. Aynen kendisinden öncekiler gibi sömürgeci kafirleri razı etme adına hem dünyasını hem de ahiretini kaybedenlerin safında yer almayı tercih etti. Heyhat! Nasılda kötü bir tercih ve nasıl büyük bir kayıp… قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِٱلْأَخْسَرِينَ أَعْمَٰلًا ٱلَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِى ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا“De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” [Kehf Suresi: 103-104]

Fakat ümmetin muhlis evlatları bilinmelidir ki Allah dinin ve davasının sahibidir ve mü’minleri asla heder etmeyecektir. Zira Allah nusretini ümmetin en çok ihtiyaç duyduğu, ümidinin kesildiği anda gönderecektir. Muhakkak ki bu bir imtihandır. Hilâfet’in yıkılışından bu yana ümmetin güvendiği, desteklediği, ümit beslediği kim varsa, Allah hepsinin gerçek yüzünü er ya da geç göstermiştir. Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Körfez’de, Pakistan’da, Malezya’da, Sudan’da, Yemen’de, İran’da, Orta Asya’da… Bugün ümmetin güvenebileceği hiçbir lider kalmamıştır, Erdoğan da onlardan biridir ve popülaritesini gittikçe yitirmektedir. İç ve dış siyasette, ekonomide, orduda, yargıda ve eğitimde uyguladığı nizamın pis kokusu burunların direklerin kırmaya başlamıştır. İslam ümmeti, İslam’dan başka bir ideoloji, İslam’dan başka bir liderlik ve İslam’dan başka bir çözüm olamayacağını kesin olarak anlayıp İslam’ın zaferi uğrunda harekete geçeceği gün Allah nusretini bahşedecektir. Muhakkak ki bu, Allah’a hiç de zor değildir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  “Zulmedenler o gün nasıl bir inkılap ile devrileceklerini bilecekleridir.[Şuara 227]

Kaynak: El-Vai Dergisi

 


[1] Nasuhi Güngör Anka Yayınları “Yenilikçi Hareket - Yeni Dünya Düzeni Ekseninde Bir Değerlendirme” Sayfa 83

[2] A.g.e.

[3] Sözcü Gazetesi 20 Temmuz 2014 https://www.sozcu.com.tr/2014/gunun-icinden/one-minute-cikisi-bir-kurguydu-560171/

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-tavrim-moderatore-10887334

[5] https://www.yeniakit.com.tr/haber/cumhurbaskani-erdogan-zina-yasasinda-yanlis-yaptik-426450.html

[6] http://www.milliyet.com.tr/-kullanin-/siyaset/haberdetayarsiv/12.04.2006/153103/default.htm

[7] https://www.youtube.com/watch?v=Txvk3bRbkmw http://www.radikal.com.tr/politika/binali-yildirimdan-raki-acilimi-1181430/

[8] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201902141037652910-zeybekci-sarabin-desteklenmesi-bir-ticarettir-diyanet-isleri-baskani-degilim/

[9] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-din-eksenli-bir-parti-degiliz-4450933

[10] A.g.e.

[11] https://www.milligazete.com.tr/haber/763608/bizi-islami-parti-zannediyorlar

[12] A.g.e.

[13] A.g.e.

[14] https://www.youtube.com/watch?v=5arGh4ZhHso

[15] https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/02/18/cumhurbaskani-erdogan-el-arabiyaya-konustu

[16] https://odatv.com/iktidar-icin-papaz-elbisesi-de-giyerim-3107141200.html

[17] http://www.sanalbasin.com/erdogan-toplu-ayet-okuyan-akpli-gencleri-uyardi-camide-miyiz-siyasi-toplantida-mi-24261549/

[18] https://www.stratejikortak.com/2017/03/14-yilinda-1-mart-tezkeresi.html

[19] https://www.timeturk.com/tr/2011/04/13/banyas-halkindan-basbakana-cagri.html

[20] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-47111848

[21] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogandan-mavi-marmara-cikisi-gunun-basbakanina-mi-sordunuz-40123952

[22] https://t24.com.tr/haber/son-bir-yilda-turkiye-israil-arasindaki-ticaret-hacmi-yuzde-14-artti,513934

[23] http://eborsahaber.com/92078/2018/gundem/turkiye-ile-israil-arasindaki-dis-ticaret-hacmi-49-milyar-oldu/

Template Design © Joomla Templates | GavickPro. All rights reserved.