Pazartesi, 13 Zilhicce 1446 | 2025/06/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Görsel, İşitsel ve Yazılı Medya Organlarına Önemli Bir Duyuru

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu, sizlere Beyrut'taki bürosunu açtığını bildirmekten mutluluk duyar. Büronun adresi aşağıdaki şekildedir:


Beyrut, el-Mezra'a, P.K. 5010-14
Kolombiya Merkezi B Blok Kat: 2
Tel:     0096 113 07 59 4
Gsm:  0096 171 72 40 43
E-posta: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.


Bu büro sizlere, Hizb, ilgili devletlerarası ve bölgesel meseleler hususundaki hizb tutumu ve görüşü hakkında gerekli malumatları temin edecektir. Ayrıca hizbin yerel medya büroları sizlere, yerel meseleler hakkında görüş temininde bulunmaya da devam edecektir.

Ayrıca Merkezî Medya Bürosu sizlere, hizbin devletlerarası ve yerel sıcak meselelere ilişkin görüşünü, tutumunu ve bunların İslam hükümlerine göre çözüm keyfiyetini sunmak üzere Beyrut'ta bir küresel medya konferansı düzenleyeceğini bildirmekten de mutluluk duyar. İnşallah bunların detayları ileriki günlerde ilan edilecektir.


Osman Bahâş
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Müdürü

 

 

Devamını oku...

Sorular ve Cevaplar

Soru-1: İçtimai Nizam kitabının 147. sayfasında yerine getirilmediği takdirde evlilik akdini batıl kılan evlilik akdinin şartları zikredilmiştir. Yine kitabın 148. sayfasında yerine getirilmediği takdirde evlilik akdini ifsat eden evliliğin sıhhat şartları zikredilmiştir. Ancak ben, bunların arasında "mihrin" zikredildiğini göremedim. O halde mihr, akit ve sıhhat şartlarından değilse, yani mihr olmadan evlilik akdi sahih oluyorsa bu durumda evlilik akdine göre mihrin konumu nedir?

Cevap-1: Mihr açısından olana gelince; mihrin akit ve sıhhat şartlarından olmadığı doğrudur. Yani evlilik akdi, akit şartlarını ve sıhhat şartlarını tamamladığında mihr belirtilmemiş olsa da akit sahih olur. Ayrıca şeri hükümler iki türdür: Vazî hükümlerdir ki şart ve sebep bunlardandır... Teklif hükümleridir ki haram ve vacip bunlardandır... Şeri meselelerin hükümleri işte bu ikisinin dışına çıkmaz. Mesela bazen şeri bir meselenin hükmü teklif hükümlerine dahil olur ki böylece farz/"vacip" veya mendup veya mübah veya mekruh veya haram olur. Bazen de vazî hükümlerine dahil olur ki böylece sahih veya batıl veya fasit veya şart veya sebep veya mani olur... hakeza.

Mihr konusunun etüt edilmesi sonucunda onun teklif hükümleri içinde yer aldığı görülür. Dolayısıyla mihr, karı için koca üzerinde bir farzdır/vaciptir. Şayet mihr belirtilmişse belirtildiği şekilde olur belirtilmemişse mihr-i misil gerekir.

Mihrin niçin vacip olduğuna gelince; çünkü el-Buhari, Sehl İbn-u Sa'd kanalıyla şu hadisi tahriç etmiştir:

... فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِ رسول الله زَوِّجْنِيهَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ أَعِنْدَكَ مِنْ شَيْءٍ قَالَ مَا عِنْدِي مِنْ شَيْءٍ قَالَ وَلا خَاتَمٌ مِنْ حَدِيدٍ قَالَ وَلا خَاتَمٌ مِنْ حَدِيدٍ وَلَكِنْ أَشُقُّ بُرْدَتِي هَذِهِ فَأُعْطِيهَا النِّصْفَ وَآخُذُ النِّصْفَ قَالَ لا هَلْ مَعَكَ مِنْ الْقُرْآنِ شَيْءٌ قَالَ نَعَمْ قَالَ اذْهَبْ فَقَدْ زَوَّجْتُكَهَا بِمَا مَعَكَ مِنْ الْقُرْآنِ "Resulullah'ın ashabından bir adam dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Beni onunla evlendir. Dedi ki: Yanında bir şey var mı? Dedi ki: Yanımda hiçbir şey yok. Dedi ki: Demirden bir yüzük bile mi yok. Dedi ki: Demirden bir yüzük bile yok ama hırkamı ikiye böler yarısını ona verir yarısına da ben alırım. Dedi ki: Hayır olmaz yanında Kur'an'dan bir şey var mı? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Hadi git. Beraberindeki Kur'an'a karşılık onu seninle evlendirdim." Nesai ise bu hadisin bir benzerini Sünen-i Kübra'da tahriç etmiş ve rivayetinde şöyle geçmiştir:...وَلَكِنْ هَذَا إِزَارِي قَالَ سَهْلٌ مَا لَهُ رِدَاءٌ فَلَهَا نِصْفُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا تَصْنَعُ بِإِزَارِكَ إِنْ لَبِسْتَهُ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهَا مِنْهُ شَيْءٌ وَإِنْ لَبِسَتْهُ لَمْ يَكُنْ عَلَيْكَ مِنْهُ شَيْءٌ.. "...ancak benim bu izarımın -Sehl dedi ki: onun hırkası yoktu- yarısı onundur. Bunun üzerine Resulullah [SallAllahu Aelyhi ve Sellem] dedi ki: İzarınla ne yapabilirsin ki; onu sen giysen ona bir şey kalmaz o giyse sana bir şey kalmaz..."

Böylece Resul [SallAllahahu Aleyhi ve Sellem], kendisini bir kadınla evlendirmesini isteyen adamdan demirden bir yüzük dahi olsa bir mihr vermesini talep etmiştir. Bunun üzerine izarından başka hiçbir şeye sahip olmamasından dolayı adam buna güç yetiremeyince izarını ikiye bölüp yarısını kadına mihr olarak verme teklifinde bulunmuştur. İzar, karı ve kocanın avret yerlerini örtmeye yeterli olmayınca Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Kur'an'dan bildiği bir şeyi ona öğretmesini talep etmiş ve ona öğrettiği şeyin ecri, kadın için mihr olmuştur. İşte bunların hepsi mihrin vacip olduğuna dair birer kesin karinedir.

Mihrin belirtilmemesi halinde kadına mihr-i misil verilmesine gelince; çünkü Tirmizi, Abdullah İbn-u Mesud kanalıyla sahih hasen dediği şu hadisi tahriç etmiştir:

أَنَّهُ سُئِلَ عَنْ رَجُلٍ تَزَوَّجَ امْرَأَةً وَلَمْ يَفْرِضْ لَهَا صَدَاقًا وَلَمْ يَدْخُلْ بِهَا حَتَّى مَاتَ فَقَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ لَهَا مِثْلُ صَدَاقِ نِسَائِهَا لا وَكْسَ وَلا شَطَطَ وَعَلَيْهَا الْعِدَّةُ وَلَهَا الْمِيرَاثُ فَقَامَ مَعْقِلُ بْنُ سِنَانٍ الأَشْجَعِيُّ فَقَالَ قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي بِرْوَعَ بِنْتِ وَاشِقٍ امْرَأَةٍ مِنَّا مِثْلَ الَّذِي قَضَيْتَ فَفَرِحَ بِهَا ابْنُ مَسْعُودٍ "Bir kadınla evlenip ona mihr vermeyen ve onunla cimaa etmeden ölen bir adam hakkında sorulunca İbn-u Mesud dedi ki: Kadına ne bir fazla ne bir eksik onun benzeri olan kadınların mihr-i misli gerekir, iddetini beklemelidir ve miras hakkına sahiptir. Bunun üzerine Makıl İbn-u Sinan el-Eşcaî ayağa kalkarak dedi ki: Bizim kadınlarımızdan biri olan Berva Bint-i Vâşık hakkında Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de senin hükmettiğin gibi hükmetti. Bunun üzerine İbn-u Mesud bundan dolayı sevindi." [Bu hadisin bir benzerini Ebu Davud Sünen'inde tahriç etmiştir]

İşte bu kadın evlenmiş ve onun mihri belirtilmemiştir. Bunun üzerine Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], benzeri kadınlar gibi onun mihr-i misline hükmetmiştir.

Binaenaleyh her ne kadar mihr, akdin ve sıhhatin şartlarından olmasa da karı için kocanın zimmetinde olan bir farz/vacip olup onu kadına ödemesi gerekir ve ödemediği takdirde günahkar olur. İslami Devlet, kocanın üzerine vacip olan haklardan herhangi bir hak gibi karı adına kocadan onu zorla alır ve muktedir olduğu halde mihri geciktiriyorsa karıyı sıkıntıya sokmasından veya onun haklarından olan bir şeyi yemesinden dolayı kocayı tazir cezasına çarptırır.

Velhasıl: Mihr bir şart değildir. Ancak o, karı için koca üzerinde bir farzdır. Yani mihr, teklif hükümlerinden olan vazî hükümlerinden değildir.

 

Soru-2: Mukaddime kitabının birinci cüzünün 89. sayfasının üçüncü paragrafında aşağıdaki ifade geçmektedir:

"...Allah'ın ahirette azap kıldığı şeyle -ki o ateştir- cezalandırmanın, yani ateşle yakarak cezalandırmanın caiz olmamasını kapsar."

Yine 92. sayfasının "ortasında" aşağıdaki ifade geçmektedir:

"...Zira şari, suçluların cezalandırılacağı ukubatları belirlemiştir ki bunlar şunlardır: Öldürmek, kırbaçlamak, recmetmek, sürgün etmek, kesmek, hapsetmek, malını telef etmek, para cezası vermek, teşhir etmek ve bedenin herhangi bir kısmını ateşle dağlamak. Bunların dışında kalanlarla bir kişiyi cezalandırmak helal değildir."

Şimdi soru şudur: O halde ateşle işkence etmenin caiz olmaması ile ateşle dağlamanın caiz olması sözünün arası nasıl örtüştürülür?

Cevap-2:

1. Ateşle yakmak; ateşi tutuşturup kişiyi onun içine atmak veya elini yada ayağını ateşin içine sokmak gibi ateşi kişinin bedeni üzerine koymaktır... veya elektrik kaynağına bağlı elektrik kablosunu kişinin bedenine tutmak gibi herhangi bir ateş türünü kişinin bedeni üzerine koymaktır... veya ateşle yakmak olarak isimlendirilen şeylerin benzerleridir. İşte bunların hepsi caiz olmayan şeylerdir. Çünkü bu, ateşle işkence etmektir, yani yakma özelliği olan ateş kaynağı ile bedeni yakmaktır.

2. Ancak bir demir parçasını veya çiviyi ateşte ısıtıp ardından bu demir parçasını veya çiviyi alarak kişinin bedeni üzerine koymanıza gelince; siz burada kişinin bedeni üzerine ateşin kaynağını koymuş olmazsınız. Bilakis ateşte ısıtılmış ve ateş kaynağından ayrılmış olan bir şeyi koymuş olursunuz. İşte ateşle dağlamak olarak isimlendirilen şey budur. Bu ise Araplar tarafından hala tedavi amaçlı olarak kullanılmakta olup demir parçası ateşte ısıtılarak bedenin acıyan ve benzeri yerleri onunla dağlanır.

3. Siz sorabilir ve diyebilirsiniz ki ateşle dağlamak, aynı şekilde bir şiddettir. Evet, o bir şiddettir. Zira o, hak eden kimse için bir ukubattır ve ancak bu şekilde meşrudur. Ayrıca o ateşle yakmak değildir. Yani ateşin kaynağını beden üzerine koymak değildir.

Velhasıl ateşle yakmak, ateşin kaynağını beden üzerine koyarak işkence etmek haram olup şeri nasslara göre caiz değildir.

Ateşle dağlamak, yani bir demir parçasını ateşte ısıtıp onu kişinin bedeni üzerine koymak bizzat ateşi koymak gibi değildir. Dolayısıyla ateşle dağlamak şeri nasslara göre caizdir.

 

Soru-3: Mefhumlar kitabının 46. sayfasında şu ifade geçmektedir: "Bununla birlikte Kâbe çevresinde tavâf, Hacer-ul Esved'e dokunup öpmek, Safâ ile Merve arasında say gibi birçok hac meşarları..." "Meşar" kelimesi, bunun gibi başka yerlerde de geçmektedir.

Doğru olanı, "hac meşarları..." ifadesi yerine "Bununla birlikte birçok haç şiarları" ifadesinin kullanılması değil midir? Şayet bu doğruysa "meşarları" kelimesi, varit olduğu üzere "şiarlar" kelimesi şeklinde tashih edilecek midir?

Cevap-3:

1. Şiar kelimesi şiarlar kelimesinin tekili ve meşar kelimesi de meşarlar kelimesinin tekili olup ikisi de aynı manaya gelmektedir. Ancak Safa, Merva, Mina, Müzdelife, Arafat ve Cemre... gibi hac alametleri için yaygın olarak "meşarlar" kelimesi kullanılmaktadır.

Say, tavaf, Arafat'ta vakfe ve taşlamak gibi hac amelleri ve menasikleri için "şiarlar" kelimesi kullanılmaktadır.

2. Ancak doğru olan bu ikisinin manasının yer değiştirebileceğidir:

Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ... "Safa ve Merve Allah'ın şiarlarındandır..." [el-Bakara 185] Dolayısıyla burada şiarlar kelimesi, Safa ve Merve arasında sa'y hakkında değil haccın alametleri hakkında varit olmuştur.

Allahuteala şöyle buyurmuştur:

فَإِذَا أَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللَّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ... "Arafat'tan ayrılıp (Müzdelife'ye) akın edince Meşar-il Haram'da Allah'ı anın..." [el-Bakara 198] Burada ise "el-Meşar" kelimesi Müzdelife'ye, yani haccın alametlerine ıtlak edilmiştir.

Lügat kitaplarında şöyle varit olmuştur:

Kamus-ul Muhit'in 1. cildinin 434. sayfasında:

"Haccın şiarları, onun menasikleri ve alametleridir. Ve'ş Şaîra, ve'ş Şeâra ve'l Meşar: En yaygınlarıdır."

El-Muhit Fi'l Lüga'nın 1. cildinin 43. sayfasında:

"Haccın şiarları, onun amelleri ve alametleridir. Tekili şiardır."

Lisan-ul Arap'ın 4. cildinin 410. sayfasında:

"Haccın şiarları, onun menasikleri, alametleri, eserleri ve amelleridir. Şiarın çoğuludur... Ve'ş Şaîra, ve'ş Şeâra, ve'l Meşar eş-Şiar gibidir..."

El-Lihyan şöyle demiştir: Haccın şiarları, onun menasikleridir ve onun tekili şiardır... Meşarlar, Allah'ın teşvik ettiği ve yapılmasını emrettiği alametlerdir. Meşar-il Haram olarak isimlendirilen şey de bunlardan birisidir.

Ez-Zeccâc, Allah'ın şiarları hakkında bunların Allah'ın bizler için birer şiar, yani alamet kıldığı Allah'ın tüm ibadethaneleri anlamına geldiğini söylemiştir... Ancak kendisiyle ibadet edilen alametlerin hepsine şiarlar da denmiştir... Bundan dolayı Allahuteala'nın ibadethaneleri olan alametler, şiarlar olarak isimlendirilmiştir...

El-Ezherî, haccın meşarları îlam ve alametin şiarı olan işar olmaktan başka bir şey olduğunu bilmiyorum demiştir... Dolayısıyla haccın meşarları onun alametleridir..."

3. Bunlardan da ortaya çıkmaktadır ki şiarlar ve meşarlar kelimelerinin manasının yer değiştirebileceğidir. Ancak ilk başta belirttiğimiz gibi Safa, Merve, Mina, Müzdelife, Arafat ve Cemre gibi haccın alametleri için "meşarlar" kelimesinin kullanılması meşhurken... Sa'y, tavaf, Arafat'ta vakfe ve taşlamak gibi haccın amalleri ve menasikleri için "şiarlar" kelimesinin kullanılması meşhurdur.

4. Tashihe gelince; bu kullanımın bir karışıklığa yol açtığını gördüğümüzde düzeltmek uygun olacaktır ki işte o zaman inşallah bunu yaparız.

 

Soru-4: "Hilafet Devleti'nin Cihazları" kitabının 173. sayfasının üstten 1. satırında şöyle geçmektedir: "el-Yemame'de ona, yani Ebî Huzeyfe'nin mevlası Sâlim'e ölüm isabet edince, onun mirası Ömer ibn-ul Hattab'a getirildi..."

Bilindiği üzere el-Yemame savaşı Halife Ebî Bekir döneminde meydana gelmiştir. Metinde ise Ömer İbn-ul Hattab geçmiştir. O halde bunu nasıl örtüştürebiliriz?

Cevap-4:

1. Hilafet Devleti'nin Cihazları kitabının bu sayfasında aşağıdaki ifadenin geçtiği doğrudur:

eş-Şâfi'î, el-Umm'da, -ki İbn-u Hacer sahihledi- Abdullah ibn-u Vedî'a'dan şöyle rivâyet etti: "Ebî Huzeyfe'nin mevlâsı (azatlı kölesi), Selmâ bint-u Yu'âr denilen Minâlı bir kadının mevlâsı idi. Sanıyorum o, Câhiliyye'de sâibe (serbest bırakılmış) bir kadın idi. el-Yemâme'de ona (mevlâya) ölüm isâbet edince, onun mîrası Ömer ibn-ul Hattâb'a getirildi. Vedî'a ibn-u Hazzâm'ı çağırdı ve dedi ki: "Bu sizin mevlânızın mîrasıdır. Buna hak sahibi olan sizsiniz." Dedi ki: "Ey Mü'minlerin Emîri! Allah bizi bunu muhtaç etmedi. [Sanırım (o kadın) sahibimiz sâibedir.] Dolayısıyla onun durumundan dolayı utanmak [veya üzülmek dedi] istemiyoruz." Bunun üzerine Ömer o malı Beyt-ul Mâl'e ait kıldı."

2. Metinde de görüldüğü üzere Ebî Huzeyfe'nin mevlâsı Sâlim, Ebî Bekir [Radıyallahu Anh]'ın Hilafeti döneminde olan Yemame savaşında şehit olmasına rağmen onun mirası Hilafeti döneminde Ömer'e getirilmiştir.

3. Bunun açıklaması şöyledir: Yemame savaşı, mürtedlerle yapılan savaşların son zamanlarında meydana gelmiştir ve onun meydana geliş tarihinde ihtilaf vardır. Nitekim İbn-ul Esir el-Kamil'de şöyle demiştir: "Müslümanların bu mürtedlerle savaşmalarının tarihinde ihtilaf edilmiştir. İbn-u İshak demiştir ki: Yemame, Yemen ve Bahreyn'in fethi ve askerlerin Şam'a gönderilmesi, 12. senede olmuştur. Ebu Maşer, Yezid İbn-u Iyad İbn-u Ca'debe ve Ebu Ubeyde İbn-u Muhammed İbn-u Ammar İbn-u Yasir demiştir ki: Halid ve diğerlerinin yaptığı Ridde fetihlerinin hepsi 11. senede olmuştur. Ancak Rabia Bin Büceyr'in durumu 13. senede olmuştur."

Görünen o ki racih olan; Yemame savaşı, 13. senede meydana gelen askerlerin Şam'a gönderilmesinden kısa bir süre önce olmuştur. Dolayısıyla Yemame savaşının 12. senenin sonlarında veya 13. senenin başlarında olması mümkündür. Ömer'in Hilafetinin 13. senenin Cemâde's Sâni'nin sonlarında başladığına bildiğimize göre bu, Ebî Hüzeyfe'nin mevlâsı Sâlim'in mirasının belirlenmesi işinin Ebu Bekir [Radıyallahu Anh]'ın ölümünden ve Hilafet için Ömer'e biat edilmesinden sonra tamamlandığı anlamına gelmektedir. Bundan dolayı mesele, Ömer [Radıyallhu Anh]'a arzedilmiştir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ne Yalancı Propagandalar Ne de Baskı Hizb-ut Tahrir'i Zayıflatabilir

Hizb-ut Tahrir, siyasi bir hizb olup meşruiyetini, kulların Rabbi Subhânehu ve Te'alâ'nın kanunundan alır ve beşeri kanunun iznine ihtiyaç duymaz. Bu kanun ancak insanların haklarını gasp etmek ve mevcut hükümet ile zebanilerinin durumunda olduğu gibi tağutların, kralların, diktatörlerin insanları yağmalayıp kanlarını emmelerine izin vermek için konulmuştur. Hizb-ut Tahrir'in meşruiyeti ise Kur'an-il Kerim'den alınmıştır. Zira Allah Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra (İslam'a) davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir ümmet (siyasi bir hizb) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [Âli İmran 104]

Dolayısıyla hükümet tarafından çıkarılan herhangi bir kanun veya karar veya genelge ayet-il kerime ile muhalefet ediyor veya çelişiyorsa bunlar reddedilir, batıldır ve hiçbir kıymetleri yoktur.

Hizb-ut Tahrir'i çökertmenin tek yolu hizbin üzerine dayandığı fikri kaideyi çökertmektir ki o İslami akidedir. Ancak emperyalistler ve hükümet içerisindeki köleleri, Prothom Alo, Daily Star, İttifak ve Amdeyr Chaumont gibi basın organları ile bunların bağlı olduğu bazı gazeteler ve televizyon kanalları İslami akideye zarar veremeyecekler ve bu akidevi meydan okumaya hodri meydan demeye de asla cüret edemeyeceklerdir. Çünkü onlar, başarısız kovboy nizamını benimseyerek fikren iflas etmişlerdir ve laik demokrat kapitalistlerin mevcut tek yöntemleri yalan, aldatma ve baskı ile sınırlıdır. Zira hükümet ve onun yandaş medya mensupları, uçak kaçırmayı planladığı veya bu veya şu kutlamaları bombalamakla tehdit ettiği ve benzeri gibi Hizb-ut Tahrir hakkında zaman zaman yalancı raporlar hazırlamaktadırlar. Nitekim en son olarak hükümet, Hizb-ut Tahrir'in cihat hareketi ile ilişkisi olduğu ve bu hareketin liderlerinden para aldığını belirten yalancı bir rapor yayınlamış, bazı basın organları da bu raporu kapıp gazetelerinin ilk sayfalarına koymuşlardır!

Her halükarda şayet onlar hakikati öğrenmek istiyorlarsa bilmeleri gerekir ki Hizb-ut Tahrir, İslam'ı sevenlerden olsa dahi kendi üyelerinin dışında herhangi başka bir cihetten para almayı asla kabul etmez.

Bu yalancı iddialar, hizbin, hükümetin su, elektrik ve doğalgaz krizlerini çözmedeki başarısızlığını protesto etmek için insanları topladığı bir zamanda ortaya atılmıştır. Zira insanlar, yürüyüşlerde ve faaliyetlerde hizbe tamamen özgür iradeleriyle katılmıştır. Nitekim Müslümanlar, hem Hizb-ut Tahrir'i hem onun sağlıklı tutumunu hem de ümmetin meseleleri ile ilgili duruşundaki cesaretini bilmektedirler. Ayrıca ümmet, Hizb-ut Tahrir ile cihadi hareketler ve bunun dışındaki diğer İslami hareketler arasındaki farkı da bilmektedir. Diğer taraftan Hizb-ut Tahrir, maddî eylemlerde bulunmayı reddetmekte olup onun maddî hareketler veya şiddet kullananlarla bağlantısı olanlarla hiçbir ilişkisi olmadığı gibi hizb ile hükümetin bahsettiği bu hareketler arasında herhangi bir bağlantının olduğunu kanıtlayan tek bir delil dahi bulunmamaktadır. Dolayısıyla basın organlarının aktardığı raporlar tamamen asılsızdır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Bangladeş Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'in Tutuklanmasını Şiddetle Kınar ve Derhal Şartsız Olarak Serbest Bırakılmasını Talep Eder

Hizb-ut Tahrir bugün, Resmi Sözcüsünün tutuklanmasını protesto etmek için bir yürüyüş düzenledi. Yüksek mahkemenin önünde başlayan yürüyüş Dakka'daki basın kulübünde sona erdi. Zira Amerika, İngiltere ve Hindistan ajanı fasit Avami Birlik hükümeti, 20.04.2010 günü sabahı saat 2:00'de Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'i tutukladı.

Hizb-ut Tahrir, bu tutuklamayı şiddetle kınar ve sözcünün derhal şartsız serbest bırakılmasını talep eder. Bu tutuklama ise hükümetin, hizbi yasaklamasına, onun hakkında asılsız söylentiler yaymasına, şebabını ve destekçilerini tutuklayıp sıkboğaz etmesine ve altı ay Muhyiddîn Ahmed'i evinde zorla göz hapsinde tutmasına rağmen hizbi faaliyetlerinden vazgeçirmede başarısız olmasından sonra gerçekleşmiştir. İşte tüm bunlara rağmen hizb, insanların maslahatlarını benimsemek, ümmetin sözcülüğünü yapmak, Amerikalı, İngiliz ve Hindistanlı sömürgecilerin Bangladeş'e karşı planlarını ifşa etmek için bütün azim ve cesaretiyle faaliyetlerini sürdürmüştür.

Emperyalistler ve hükümet içerisindeki ajanları, Müslümanlara karşı şerir projelerini hayata geçirmeyi başarmalarının önündeki tek engelin Hizb-ut Tahrir'in olduğunu bilmektedirler. Ayrıca Hizb-ut Tahrir'in, onların ajanları ile fasit kapitalist nizamı kaldırıp atarak Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla ülkeden emperyalistlerin nüfuzunu söküp atma hususunda tek ciddi hizb olduğunu da bilmektedirler.

Şüphesiz emperyalistler, özellikle de İslam'a karşı düşmanca tavır takınan kimselerden oluşan haçlı liderleri, var güçleriyle Bangladeş'i köleleştirmeye çalışmaktadırlar. Zira Amerika, Afganistan, Irak ve Pakistan'ı yerle bir edip ellerini Müslümanların kanlarına buladıktan sonra bakışlarını Bangladeş yönüne çevirdi. Bu ise ülkedeki mücrim askerileriyle gerçekleşen ortak tatbikatlardan açığa çıkmaktadır. Nitekim Resmi Sözcü Muhyiddîn Ahmed'in tutuklanması, Hizb-ut Tahrir'in, hükümetin "Köpekbalığı-2" tatbikatları adı altında Amerikalılarla gerçekleştirmek niyetinde olup mayıs ayının sonlarında tamamlayacağı ortak tatbikatları kınadığı yürüyüşü düzenlemesinin üzerinden daha bir hafta geçmeden gerçekleşmiştir. Ayrıca hükümet, hizbin 2009 mayısta gerçekleştirdiği "Köpekbalığı-1" adı altındaki ortak tatbikatları kınayan yürüyüşü düzenlemesinden bir hafta sonra da hizbi yasaklamıştı. Zira onlar bu politikalarıyla, temmuz 2010'da planlanan "Köpekbalığı-3", eylül 2010'da planlanan "Köpekbalığı-4" ve diğer birçok planlara karşı yükselen seslerin artmasını istememektedirler.

Amerika, İngiltere, Hindistan ve bunların ajanı olan Bangladeş hükümeti çok iyi bilsinler ki; Kureyş müşrikleri de yaratılanların efendisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile kerim sahabesi [Radıyallahu anhum]'un önüne engeller koymuşlar ve onları muhasaraya almışlardı da ancak Allah onlara nusret vermiş ve İslam dinini tüm dinlerin üzerine egemen kılmıştı. Şunu da çok iyi bilsinler ki; onların dostları şeytan iken Hizb-ut Tahrir ile destekçilerinin dostu ise Allah Subhânehu ve Te'alâ ve İslami ümmettir. Yine şunu da çok iyi bilsinler ki; dünyanın dört bir tarafındaki İslam ve Müslümanların düşmanları, çeşitli yasaklama ve baskı üslupları kullanmalarına rağmen Hizb-ut Tahrir'in sesini bastırmada başarısız olmuşlardır. Bilakis bunun aksine Hizb-ut Tahrir'in sesi ümmetin sesi olmuş ve Müslümanlardan yüz binlercesi ümmetin kurtuluşu için hizb ile tek vücut olmuşlardır. Dolayısıyla hizb, ümmetle omuz omuza vererek mücadelesine devam edecek ve Allah Subhânehu ve Te'alâ'nın izniyle Hilafet çok yakında kurulacaktır. İşte o zaman zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.

وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ "Hani o kafirlik edenler, sana tuzak kuruyorlardı da seni tutup bağlasınlar veya katletsinler veya seni (yurdundan) çıkarsınlar! Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Şüphesiz Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." [et-Enfâl 30]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Aktif Davetçi, Ömrünü Hilafet'e ve Allah'ın Şeriatının Hakim Olmasına Davet Ederek Harcamasının Ardından Allahuteala'nın Rahmetine Kavuştu İnnâ Lillehi ve İnnâ İleyhi Râciûn

Dr. Israr Ahmet, ömrünü İslam'a ve Hilafet'e davet ederek harcamasının ardından bugün Allahuteala'nın rahmetine kavuştu. Allah'tan geldik ve yine Allah'a döneceğiz. Ey Allah'ım! Onun günahlarını bağışla, Allah Subhânehu ve Te'alâ'nın şeriatının hakim olması ve Hilafet'in kurulması için harcadığı çabasını kabul et. Ey Allah'ım! Onu el-Mustafa Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şefaatine nail eyle. Ey Allah'ım! Ailesine sabır ver ve onları Hilafet'i kurmak için olan azim çalışma ile şereflendir. Ey Allah'ım! Amin.

Dr. Israr Ahmet, demokrasinin bir küfür nizamı olup Hilafet'in tek sahih yönetim nizamı olduğunu açıkça ilan eden alimler arasında yer almaktaydı. Özellikle demokrasinin İslam'dan olduğunu iddia edenler de dahil alimlerden bir çoğunun tutumu demokrasiyi övdüğü bir sırada gerçekten onun tutumu övgüye layık bir tutum olmuştur! Tüm hayatı boyunca siyasi seçim süreçlerine girmeyi reddederek kendisini kafir yönetim nizamının pisliğinden uzak tutmuş ve ümmet arasındaki saygınlığını korumuştur. Dr. Israr Ahmet'in sürekli özlem duyduğu ve Müslümanların bir kez daha İslam'ın gölgesinde hayat bulması için dünyanın dört bir tarafındaki milyonlarca Müslümanın nabzının attığı Hilafet'i bize bağışlaması için Allah'a dua ediyoruz. Amin.


Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Obama, Amerika'nın İpine Sarılan Liderlerin Yüzlerine Şamar İndirmiştir

Amerikan Devlet Başkanı, "İsrail'e" nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasına katılma çağrısı yaparken "Washington'un uyguladığı baskının boyutu ne olursa olsun muhtemelen 'İsrailliler' ile Filistinlilerin aralarındaki çatışmanın çözümü için hazır olmadıklarını" söyleyerek "Orta Doğu'daki barış çabalarının tökezlemesi sebebiyle yıpranan duygularını" ifade etti!

Ardından Obama gazetecilere, yönetimi üstlenmesinin üzerinden bir yıldan fazla geçmesine ve idaresinin ana önceliklerinden birinin de bölgeye barış getirmek olduğunu ilan etmesine rağmen Ortadoğu'da barış yönünde hızlı bir ilerlemenin olduğuna dair kayda değer bir umudunun olmadığını vurguladı. Ve açıkça "bu çatışmanın tarafları kadim düşmanlık kalıplarını kaldırıp atmaya hazır olmadıkları sürece çözüm dayatmasının imkansız" olduğunu ifade etti.

Hizb-ut Tahrir / Filistin Medya Bürosu Üyesi Mühendis Ahmet el-Hatip bu bağlamda şu yorumda bulunmuştur:

"Arap yöneticiler, daha önceki ve en son zirvelerinde Amerika'nın ipine sarılıp Filistin meselesinde topu onun ayağına atmalarının yanı sıra Filistin otoritesinin liderleri de Amerika'ya sarıldılar ki onlar, işlerinde kendileri için bir muhayyerlik olmasından daha zayıf ve daha aşağılıktırlar. Ancak Obama bugün, hepsinin yüzüne bir şamar indirerek onlara, işgalci Yahudi devletine Amerikan çözümünü kabullendiremediğini açıkladı. Peki, bugün zilleti ve aşağılanmayı alışkanlık edinen bu yöneticiler bu gerçekle karşı karşıya kalmışken ne yapabilirler? İşte paramparça olup iflas etmiş bu yöneticilerin tamamının yapmaları gereken insanlara bundan sonra ne olacak demeleridir!! Onlar, savaş ve cihat seçeneğini kaldırıp zillet ve hakları heba etmesine rağmen müzakereler yaptılar ki bu müzakerelerin kısır ve sonuçsuz olduğu somut delille ortaya çıkmıştır. Artık bu yöneticilerin ellerinde insanlara sunacakları ne kaldı ki! Siyasi çalışma adına yalan ve iftira atarak karşı koymak yerine bu yöneticilerin arşiv ve anıt müzesi rolüne bürünmeleri daha layık değil midir?"

El-Hatip şöyle bir eklemede bulundu: "Obama, Kahire ve Türkiye'de birer konuşma yaparak saflık, yanıltma ve saptırma ile ballandırılmış sözlerini en iyi bir şekilde kullanmıştı. Ancak o bugün herkese işgalci Yahudi devletini dizginleyemediğini ve tüm bunlardan dolayı bu vakıa karşısında endişelenmediğini vurgulamaktadır."

Amerika'nın, özellikle ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı Afganistan ve Pakistan olmak üzere kendi açısından sıcak ve hayati öneme sahip dosyalarla meşgul olduğunu defalarca söylemiştik. Amerika, bu dosyaları halledip boşa çıkmış olsa bile bu zavallı yöneticiler ile otoritenin liderlerinin gerçekleştirebilecekleri tek şey Yahudilerin güvenliğinin korunmasının garantilenmesi ve gaspçı işgalci ile iğrenç bir normalizasyona girme karşılığında fiili bir egemenliği veya otoritesi olmayan etrafı kırpılmış kıytırık bir devletçiktir. O halde yöneticiler ve otorite ile bazı Filistinli guruplar Amerikan serabının peşinde koşmayı ne zamana kadar sürdürecekler? Ümmetin meselelerini, çözmeleri için düşmanlarına teslim etmeyi ne zamana kadar sürdürecekler?

Bu yöneticilerin gücün ve çözümün kaynağının İslami ümmet olduğunun farkına varmalarının zamanı hala gelmedi mi? Amerika'dan vazgeçmelerinin dahası Müslümanların beldelerini işgal etmesinden ve Filistin'de işgalci Yahudiyi desteklemesinden dolayı ona karşı savaş hali ilan etmesi için ümmete bir çağrıda bulunmalarının zamanı gelmedi mi?

El-Hatip konuşmasını şöyle bitirdi; şüphesiz Allah, bu ümmete nusret ve hakimiyet vaadinde bulunmuştur. O, emrine galiptir ve resulü Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'le müjdelemiştir. Obama'ya gelince; yöneticiler ile otorite liderlerine kıytırık bir devletçik bağışlamayı vaat etmiş ki böylece yöneticiler zilleti seçerlerken ümmet izzeti tercih etmiştir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaatte bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaatte bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümet, Su, Elektrik ve Doğalgaz Krizlerini Çözmedeki Başarısızlığını Protesto Eden İnsanları Tutukluyor

Hükümet, su, elektrik ve doğalgaz krizlerini çözmedeki başarısızlığını protesto etmek için yürüyüşe katılmaya hazırlandıkları sırada dün Dakka şehrinde yedi kişiyi tutukladı. Zira Hizb-ut Tahrir şebabı ve destekçileri Rajluki mescidi önünde toplandıkları bir sırada polis onların bir araya gelmelerini engellemiş, mescitte arama yapmış ve aralarından üçü Hizb-ut Tahrir şebabından olmak üzere katılımcılardan yedi kişiyi tutuklamıştır.

Hükümetin bu aşağılık tutumu, kapitalist nizamın insanlara karşı en ufak bir sorumluluk duygusu taşımayan yöneticiler çıkarttığını açıkça ortaya koymaktadır. Zira onlar, bir taraftan insanları daha önce benzeri görülmemiş krizlere sokarlarken diğer taraftan protesto etmelerinden ve meşru haklarını talep etmelerinden dolayı insanlara baskı uygulamaktadırlar.

Bangladeş'in üzerinden geçen kırk yıl içerisinde ülkeyi yönetmek üzere birbirini takip eden hükümetler diktatörlük, demokratik ve nizamsal yönetim gibi çeşitli nizamlarla yönettiler ancak bu nizamların hepsi insanların temel ihtiyaçlarını garanti etmede başarısız oldular. Zira geçen otuz dokuz yıl boyunca bu ahmak Bangladeş yöneticilerinden hiç birinin aklına güçlü ve bağımsız bir ekonomi inşa etmek gelmedi. Doğalgaz ve taş kömürü gibi bol servetlere sahip olmasına rağmen Bangladeş, geri kalmış fakir üçüncü dünya ülkelerinden sayılmakta ve 5. 500 megavattı geçmeyen elektrik ihtiyacını bile üretmeye gücü yetmemektedir. Dolayısıyla bu yöneticilere el-Mustafa [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisi intibak etmektedir:

مَا مِنْ أَحَدٍ اسْتُرْعِيَ رَعِيَّةً يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ، وَهُوَ غَاشٌّ لَهَا، إِلا لَمْ يَجِدْ رِيحَ الْجَنَّةِ، أَوْ قَالَ: مِنْ أَهْلِ النَّارِ " Allah'ın bir raiyyeye çoban kıldığı hiçbir çoban yoktur ki öleceği gün raiyyesini aldattığı halde ölmüş de cennetin kokusunu almış olsun. Veya (ravi) dedi ki: Ateş ehlinden olmamış olsun."

Yürüyüşe katılanlar, ümmetin sorununun tek çözümü olarak Hilafet Devleti'nin kurulmasına davet etmelerinin yanı sıra Şeyha Hasina ile Avami Birlik Partisi'nin alternatifinin Şeyha Halide Ziya ile Bangladeş Halk Partisi olmadığını vurguladılar.

Hilafet Devleti'ndeki yöneticiler, sorumludurlar ve muhasebe edilirler ki onların üzerine, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisi intibak eder:

الإمام راع وهو مسئول عن رعيته "İmam bir çobandır ve o güttüğünden sorumludur." Ayrıca halife, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisini tatbik edecektir:

ثلاثة لا يمنعن: الماء والكلأ والنار "Üç şey yasaklanmaz: Su, mera ve ateş."

İşte bu üç şey, İslami şeriatın belirlediği kamu mülkiyetindendir. Bunun içindir ki Hilafet, insanların bunlardan faydalanmasına imkan tanıyacak, insanların içmek için sağlıklı su sağlayacak, bununda ötesinde Hilafet, Allah [Subhânehu ve Te'âla]'nın ümmete bahşettiği bu servetleri kendisinden süper bir devlet çıkarmak üzere güçlü ve bağımsız bir ekonomi inşa etmek amacıyla kullanacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Hükümetin Amerikan Ordusu ile Gerçekleştirme Niyetinde Olduğu Ortak Askeri Tatbikatları Protesto Etmek için Bir Yürüyüş Düzenledi

Bangladeş'teki Amerika büyükelçiliği, 11.04.2010'da bir basın açıklaması yayınlayarak şöyle dedi: "Amerika ile Bangladeş kuvvetleri mayıs ayının sonlarında Chittagong ve Sylhet bölgesinde ‘Köpekbalığı' adı altında ortak askeri tatbikatlar yapacaklardır." Bunun içindir ki Hizb-ut Tahrir şebabı ile onların destekçileri, Chittagong'da bu tatbikatlara yönelik bir protesto yürüyüşü düzenledi. Yürüyüşteki göstericiler, Amerika'nın Müslümanlara olan düşmanlığını vurgulayan sloganlar attılar ve Müslümanları bu tatbikatlara karşı seslerini yükseltmeye davet ettiler.

Evet Amerika, yıllardır İslami ümmetin maslahatlarını yok etmek için çalışmaktadır. Bu tatbikatların ortak güvenlik işbirliği olarak isimlendirilmesi, bölgedeki planlarını uygulamaya imkan bulabilmek için İslam'ın geri dönüşünü ve İslami ümmetin kalkınmasını önlemek amacıyla Amerika tarafından hazırlanmış şerir bir komplodan öte bir şey değildir.

Amerika, Hindistan ile Çin'in ortasında bulunmasından dolayı Bangladeş'in coğrafi konumunu stratejik bir konum olarak görmektedir. Dolayısıyla Bangladeş, bölgedeki planlarını uygulaması açısından Amerika için önemli bir yerdir. Bunun içindir ki Amerika, Çin'i kuşatmak ve Hindistan'ı yakından gözetlemekte dahil ani çıkarlarını gerçekleştirebilmek için Bangladeş'teki ayaklarını pekiştirmeye ve buradaki Müslümanlara baskı uygulamaya çalışmaktadır.

Bütün bunların başında ise Amerika'nın bu bölgede dahil dünyanın dört bir tarafında İslam'a ve Müslümanlara karşı haçlı savaşında yoğun bir uğraş verdiğine şahit olmaktayız. Amerika'nın bu bölgede bulunma maksatlarından birisi de Pakistan, Bangladeş ve Endonezya'da Hilafet'in kurulmasını geciktirmek üzere çalışmaktır. Zira Hizb-ut Tahrir'in bu bölgelerdeki Hilafet'e dönük davetine insanların desteği büyümüş ve hizbin hedefini gerçekleştirmesine kıl kadar veya daha da yakın bir zaman kalmıştır. Bunun yanı sıra Amerika, Hilafet'in kurulmasının sonunun başlangıcı, Müslümanlara karşı haçlı savaşının ve dünya üzerindeki egemenliğinin sonu olacağının farkındadır.

Yürüyüşe katılanlar Müslümanları, hükümetin Amerika'ya boyun eğmesine karşı çıkmaya ve Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet ettikleri gibi kuvvet ehlini de sömürgeci politikacılar ve onların askerleriyle işbirliği yapmayı reddetmeye davet ettiler. Şayet Amerika derhal kararlı bir şekilde durdurulmazsa en uzun el onun eli olacak ve ümmete daha fazla zarar verecektir. Zira Subhânehu ve Te'alâ bizleri bu hususta uyarmış ve şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER