El-Vakiye TV: Anayasa Müzakereleri Programı -Halaka 1- [Neden Anayasa]
- Kategori El Vakiye TV
- |
Anayasa Müzakereleri Programı
Soru Cevap
Amerika-İran Müzakereleri
Soru:
ABD-İran müzakerelerinde arabuluculuk yapan Umman, perşembe günü yaptığı açıklamada, cumartesi günü İtalya’nın başkenti Roma’da yapılması planlanan dördüncü tur görüşmelerin “lojistik nedenlerle” ertelendiğini ancak henüz yeni bir tarih belirlenmediğini duyurdu. (01.05.2025 eş-Şark) ABD ile İran arasındaki dolaylı müzakereler, Umman Dışişleri Bakanı Bedr el-Busaidi’nin arabuluculuğunda, 12 Nisan 2025’te Umman’ın başkenti Maskat’ta başladı. İkinci tur görüşmeler, 19 Nisan 2025 tarihinde, yine Umman Dışişleri Bakanı Bedr el-Busaidi’nin arabuluculuğunda, İtalya’nın başkenti Roma’daki Umman Büyükelçiliği’nde gerçekleştirildi. Üçüncü tur ise 26 Nisan Cumartesi günü, bir kez daha Umman’ın ev sahipliğinde Umman’ın arabuluculuğunda gerçekleştirildi... Soru şu: Trump, 14 Temmuz 2015’te imzalanan anlaşmadan 2018’de tek taraflı çekilmiş olmasına rağmen neden şimdi İran’la yeni bir nükleer anlaşma imzalamak istiyor? Peki, dördüncü tur neden ertelendi? Lojistik nedenler ifadesi ne anlama geliyor? Peki, bu erteleme müzakerelerin kesin olarak sona erdiği anlamına mı geliyor?
Cevap:
İran ile Batılı ülkeler arasında 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın arka planının anlaşılması için önce o dönemin şartlarının gözden geçirilmesi kaçınılmazdır. Ardından Trump’ın 2018 yılında söz konusu anlaşmadan çekilme kararının ardındaki dinamikleri ve o dönemin atmosferinin ele alınması gerekir. Daha sonra da ABD ile İran arasında yürütülen müzakereler eksenindeki en yeni gelişmeler mercek altına alınmalıdır.
1- Amerika’yı 2015 yılında İran ile nükleer anlaşma imzalamaya iten faktörler:
Amerika’nın anlaşmayı imzalamasıyla ilgili yayınladığımız 22 Temmuz 2015 tarihli soru cevapta şöyle dedik: “... Amerikan Başkanı, bu müzakereleri uzaktan ve doğrudan bağlantı halinde yönetmiş, anlaşmanın yapılmasına son derece büyük bir önem göstermiştir. Öteki bağlantıların yanı sıra Dışişleri Bakanı’nı da bu uğurda peş peşe üç hafta boyunca çalıştırmıştır. Dolayısıyla bu anlaşmanın gerek Amerikan devleti ve çıkarları gerekse Obama’nın çıkarları açısından ne denli önemli olduğu açığa çıkmıştır. Nitekim İran, onlarca yıl boyunca sınırlandırılmış ve herhangi bir nükleer silah üretmekten uzaklaştırılmıştır. Bunu, İran’ın bölgedeki stratejik rolü ve fiilen çalışıyor zaten, ama görüntüde de onunla tekrar çalışmaya başlamanın önemi hakkında Amerikan Başkanı ve diğer Amerikalı yetkililerin yukarıda geçen açıklamalarına ve keza Irak ve Afganistan’da Amerika ile işbirliği yaptıklarını, terörizm ve aşırılığa karşı mücadelede de onunla çalışmaya hazır olduklarını ilan etmiş olan İranlı yetkililerin açıklamalarına bağladığımızda, Amerika’nın İran ve partisinin Suriye’de ve keza Yemen’de yaptıklarına zımnen muvafakat ettiği fiilen ortaya çıkmaktadır... Bütün bunlar, Amerika’nın bu anlaşmayla, yaptırımları kaldırarak ve aleni ilişkileri başlatarak İran’ın işlerini kolaylaştırmayı ve kendisine verilen rolünü oynamaya devam etmesini sağlamayı hedeflediğine işaret etmektedir ki Amerika’nın işi kolaylaşsın, yükü hafiflesin ve bölgedeki ülke ve halklara karşı ayıpları örtülsün. Zira İran; Irak, Suriye ve Yemen’de görüldüğü gibi fiilen Amerikan politikasını uygulamaktadır. Ancak bugüne kadar hakikati gizleyerek perde arkasından uyguluyordu, ama artık şeffaf perde arkasından veya perdesiz uygulayacaktır...”
Bu nedenle Obama, İran’ın Suriye’deki rolünü daha aktif hale getirmek amacıyla 14 Temmuz 2015 tarihinde İran ile nükleer anlaşma imzalamıştır.
2- Trump yönetimini 2018 yılında, İran ile 2015’te imzalanan nükleer anlaşmayı iptal etmeye sevk eden etmenler:
A- Washington, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi güçlü bir şekilde bölge denklemine soktu. Türkiye bölgede proaktif bir rol oynadı. 2016’da Fırat Kalkanı, Mart 2018’de ise Zeytin Dalı harekatlarına imza attı. Suudi Arabistan da bölgede önemli bir rol üstlendi... Dolayısıyla İran’ın Suriye’de kilit bir rol oynamasına artık gerek kalmamıştı, söz konusu rolün törpülenmesi gerekiyordu. İşte Trump tam da bunu yaptı. İran’ın bölgedeki rolünü törpüleyerek, onun rolünü başat aktörlükten ikincil veya tamamlayıcı bir role indirgedi.
B- Avrupa ülkeleri de 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın taraflarından biriydiler ve bu anlaşmanın en büyük kazanan tarafı idiler. Obama döneminde imzalanan anlaşmadan Avrupa ülkelerinin kârlı çıkması Trump’ın pek hoşuna gitmemişti ve bu yüzden anlaşmayı rafa kaldırdı.
Dolayısıyla Trump, İran’ın bölgedeki rolünü törpüleyen yeni koşullara zemin hazırlamak amacıyla Amerikan çıkarları doğrultusunda İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekildiğini duyurdu.
3- Trump’ın, 2018’de iptal ettiği nükleer anlaşmaya 2025’te yeniden dönmesinin arkasındaki etmenler:
Trump’ın 20 Ocak 2025’te Beyaz Saray’da göreve başlamasından sonra vuku bulan gelişmelere bakıldığında, ABD’yi nükleer anlaşmaya yeniden taraf olmaya sevk eden saikler daha net bir şekilde anlaşılacaktır:
A- Nükleer diplomasi trafiğini yeniden başlatma inisiyatifinin Trump ekibinden geldiği aşikâr. Trump, 7 Mart’ta Umman kanalıyla Tahran’a gönderdiği mektubunda, yeni bir anlaşma için görüşmelere başlamak istediğini açıkça ifade etti. “6 Mart Perşembe günü Fox Business Network’e röportaj veren Trump, İran lideri Hamaney’e dün bir mektup gönderdiğini ve İran ile nükleer program konusunda anlaşma yapmayı tercih ettiğini vurguladı. Trump, Pazar günü yayınlanacak röportajında, “Diğer alternatif ise bir şeyler yapmamız gerektiği çünkü onların nükleer silah sahibi olmasına izin veremezsiniz. Başka seçenekler de mevcut.” diye konuştu. Hamaney’e gönderdiği mektubun içeriği hakkında ise Trump, “Onlara, ‘Umarım müzakere edersiniz çünkü askeri olarak girmemiz gerekirse bu korkunç bir şey olacak’ ifadelerini kullandığını belirtti. (07.03.2025 Iran International)
B- Trump, 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi ve Almanya (P5+1) ile imzalanan nükleer anlaşmanın en büyük kazananı, Avrupalılar olduğu için 2018 yılında nükleer anlaşmayı iptal etti. Dolayısıyla Trump, 2015’tekinin aksine, İran ile yapılan nükleer müzakerelerden Avrupa ülkelerini dışladı, onlarla istişarede bulunmadı, Avrupa’nın İran ile nükleer görüşmeler yapma çabalarını engellemek amacıyla Umman’da yapılan müzakereler hakkında onları bilgilendirmedi... “Avrupalı diplomatlar Reuters’e yaptıkları açıklamada, İran’la yeni bir toplantı düzenlemeye çalıştıklarını ancak Tahran’ın bu ayın başlarında ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle nükleer programı konusunda dolaylı görüşmelere başlamasıyla birlikte bu girişimlerinin akamete uğradığını belirttiler. ABD, Trump’ın görüşmeleri açıklamasından önce Umman’da gerçekleştirilen nükleer müzakereler hakkında Avrupa ülkelerini bilgilendirmemiştir...” (24.04.2025 eş-Şark) Trump yönetiminden destek gören sağcı Başbakan Meloni liderliğindeki İtalya’nın ikinci tur görüşmelerine ev sahipliği yapması tercihi bile, özellikle NATO bahanesiyle çatışmaya girdiği, karşı çıktığı Avrupa ülkelerine, bilhassa İngiltere, Fransa ve Almanya’ya yönelik bir mesaj niteliği taşımaktadır.
C- ABD, bütün dikkatini ve kaynaklarını Çin ile olan küresel rekabete yoğunlaştırma niyetinde ve planındadır. Bu nedenle, kendisine sorun teşkil eden ve enerjisini dağıtan tüm unsurlardan kurtulma gayreti içerisindedir. Rusya ile yürütülen müzakereler de aynı strateji ve mantığın bir parçası olarak görülebilir: ABD, Ukrayna krizi üzerinden Rusya’yı müzakere masasına çekmek ve böylece onu Çin’den kopararak Çin-Rusya eksenini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla Trump, Çin’i kuşatmayı stratejik bir öncelik olarak belirlemiştir.
D- Yahudi varlığı, İran’ın nükleer silah edinmesini engelleme bahanesiyle İran’a saldırmayı arzulamaktadır. Bilindiği üzere Yahudi varlığı, Ekim 2024’te İran’a bir saldırı düzenlemiş, İran da ABD ve Yahudi varlığını önceden bilgilendirdikten sonra güç gösterisinde bulunmak amacıyla füze saldırılarıyla karşılık vermişti. Bugünse ABD, Çin’e yoğunlaştığı bir dönemde bu tür saldırılarla başını ağrıtmak istemiyor. Bu nedenle Amerika, İran’la nükleer anlaşma yaparak hem Yahudi varlığının güvenliğini güvence altına almayı hem de saldırı bahanesini elinden almayı planlamaktadır. Beyaz Saray’ın en koyu Yahudi varlığı yanlısı başkanı olarak Trump, bu adımıyla yani İran ile nükleer anlaşma imzalama hamlesiyle, Yahudi varlığının çatışma bahanesini elinden almış ve saldırı gerekçesini bertaraf etmiş olacaktır... Diğer taraftan Trump, başını ağrıtacak veya Çin’e yoğunlaşmasını önleyecek hiçbir şey olmadan tam anlamıyla Çin’e yoğunlaşabilmesi için Amerika’nın ekonomik çıkarlarını ve Çin ile mücadeleyi önceliklerinin en üst sırasına yerleştirmiştir.
Dolayısıyla Trump, Avrupa ülkelerini karıştırmadan İran’ın nükleer kapasitesini sınırlandıracak bir anlaşma yapmak için İran ile müzakerelere girişti.
4- Dördüncü turun ertelenme sebebiyle ilgili olarak medyada yer alan bilgilere göre, ertelemenin lojistik nedenlerden kaynaklandığı ifade ediliyor... Wikipedia’ya göre lojistik terimi, “tedarik ve ikmal sanatı” olarak tanımlanıyor. İngilizcesi “Logistics” olan bu kavram,
mal, enerji ve bilgi akışının yönetimi sanatı ve bilimidir. (Lojistik kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması.” olarak tanımlanmıştır.) ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları ile eş zamanlı olarak yürütülen müzakereler dikkate alındığında, sanki burada amaç, ortamı yatıştırmak ve müzakerelerin seyrini kontrol altına almak gibi görünüyor... Reuters’e konuşan İranlı bir yetkili, “İran-Amerika görüşmelerinin Amerika’nın davranışına bağlı olarak farklı bir tarihte yapılacağını ifade ederek, Washington’un Tahran’a uyguladığı yaptırımların nükleer anlaşmazlığı gidermeyi hedefleyen diplomatik süreci olumsuz etkilediğini” dile getirdi. Bu gelişme, Washington’un İran petrolü ve petrokimya ürünlerinin yasadışı ticaretine karıştığı gerekçesiyle bazı kuruluşlara yeni yaptırımlar uygulamasının ardından geldi. “ABD, çarşamba günü İran üzerindeki baskısını artırma çabalarının bir parçası olarak, İran’ın petrol ve petrokimya ürünlerinin yasadışı ticaretine karıştıkları gerekçesiyle bazı kuruluşlara yaptırım uyguladı.” (01.05.2025 eş-Şark) Bu yaptırımlar, müzakere turlarının tarif edildiği üzere yoğun ve ciddi bir şekilde sürdüğü bir döneme denk geldi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Baghai, “Tahran’ın ABD ile somut sonuçlara ulaşmayı hedefleyen müzakerelere ciddi ve kararlı bir şekilde devam edeceğini” açıkladı. (01.05.2025 eş-Şark)
Bu nedenle görüşmelerin ertelenmesi, taraflar arasındaki müzakerelerin nihai olarak sonlandırılması değil, ABD’nin, devam eden görüşmeler sırasında uyguladığı yaptırımlar nedeniyle oluşan gerginliği yatıştırmak amacıyla geçici bir süreliğine ertelenmesi olarak değerlendirilmesi daha yerinde olacaktır.
5- Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin, Amerika’nın Müslümanların sahip olduğu askeri güç, silahlanma kapasitesi ve sanayi üzerinde belirleyici rol oynamasına göz yummaları gerçekten oldukça şaşırtıcıdır. Bu yöneticiler, İslam’da güç hazırlamanın düşmanı yenmek, korkutmak ve caydırmak anlamına geldiğinin ne yazık ki farkında değiller! Eğer düşman, bizim adımıza sahip olduğumuz her şeyi en ince ayrıntısına kadar belirliyorsa, bu, daha baştan yenilgiyi kabul etmek anlamına gelir! İran, nükleer silah envanterini tıka basa dolduran, dahası, onlarca yıl önce Hiroşima ve Nagazaki’de nükleer bomba kullanan Amerika’nın, kendi askeri gücüne, füze teknolojisine ve nükleer programına müdahale etmesine nasıl izin verebilir? Amerika, İran’ın nükleer silah edinmesine asla izin vermeyeceğini açıkça ifade etmektedir. Oysa İran ve diğer Müslüman ülkelerin yöneticileri, Amerika’ya net bir şekilde “Önce kendi nükleer silahlarınızı yok edin, sonra da başkalarından nükleer silah edinmemelerini talep edin... Önce kendi füzelerinizi imha edin, sonra da başkalarından füzelerini yok etmelerini isteyin...” demeleri gerekirdi. Düşmanların, kendileri ağır silahlara sahip oldukları halde Müslümanların böylesi ağır silahlara sahip olmamalarını istemek, çok zalimce, çok küstahça bir söylemdir, başkalarını aşağılamaktır. Keşke akletselerdi.
Kaviyy ve Aziz olan Allah, bu gerçeği Kuran-ı Kerimde şu sözleriyle açıkça ortaya koymuştur:
وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” [Enfal 60] Anayasa Mukaddimesi veya Esbab-ı Mucibesi kitabının 335.sayfasında 69. Madde de şöyle geçmektedir: “Orduda, İslâm ordusu vasfıyla görevini yapmasına imkân veren silah, cephane, teçhizat, levazım ve mühimmat bulundurulmalıdır.” Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın Allahu Teâlâ’nın تُرْهِبُونَ“korkutasınız” kavli hazırlığın illetidir. Dolayısıyla kendisi için koyulduğu illet -ki düşmanı ve münafıkları korkutmaktır- gerçekleşmedikçe hazırlık tamamlanmış olmaz. Korkutma hâsıl oluncaya kadar ordu için silah, mühimmat, levazım ve diğer teçhizatların temin edilmesinin farziyeti işte buradan gelmektedir ve bu ordunun misyonunu -ki İslâm davetini yaymak için cihattır- yerine getirmeye muktedir olması için evla babındandır.”
Bütün bunlar, Müslümanların, kendi güçlerini düşmanlarının güçlerinden katbekat üstün kılmak ve düşmanlarının kalplerine korku salmak amacıyla azami gayret göstermeleri gerektiğini göstermektedir. Askeri kapasitemizin, kalbine korku salmak için düşmanın zihnini meşgul eden ve onu sürekli tedirgin eden bir unsur haline gelmesi elzemdir. O halde silah kapasitemizi belirlemek, askeri gücümüzü, korku ve caydırıcı bir unsur olarak kullanmamızı engellemek için düşmanla müzakere masasına oturmak, bu durumla kesinlikle bağdaşmamaktadır.
Halkına asla yalan söylemeyen Hizb-ut Tahrir’e, en kısa sürede Raşidi Hilafet Devletini kurmayı nasip etmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyoruz. Zira Hilafet, geçmişte olduğu gibi düşmanın kalbine korku salacak, dünyanın dört bir yanına iyiliği yayacak ve kâfirlerin tuzaklarını kendi başlarına geçirecektir.
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]
H.04 Zilkade 1446
M.02 Mayıs 2025
Haber-Yorum
Düşman Karşısında İtidalli Olmak! Ümmetimizi Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?!
Haber:
Şahbaz Şerif Pakistan Hava Kuvvetleri'nin performansını överek şöyle dedi: “10 Hint uçağını düşürebilecek durumdaydık ama itidalli davranarak sadece 5'ini düşürdük. Havalanan herhangi bir düşman uçağını denize düşüreceğiz.” (El Arabiya Net)
Yorum:
Askeri uzmanlar ve kamuoyu, Hindistan'ın gücünün ve ordusunun sahteliğini, Pakistan'la doğrudan bir çatışmaya dayanmaktan aciz olduğunu, kendisine tabi hava kuvvetlerini kullanmaktan korktuğunu ve üslerinden fırlatılan ve Pakistan ordusunun içindeki mücahitlerin eline geçince geri dönmeyecek olan insansız hava araçlarını kullanmaya başvurduğunu teyit etmelerinin ardından Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, kardeşi Nevaz Şerif'in daha önce Kargil Tepeleri'nde yaptığı gibi, ülkesinin ordusunun Pakistan mevzilerini hedef alan Hint saldırısına karşılık verirken on Hint savaş uçağını düşürebileceğini, ancak “itidalli davranarak” sadece beşini düşürdüğünü açıklayarak bu zaferi boşa çıkarmıştır!
Pakistan'ın siyasi ve askeri yöneticileri ve liderleri, ülke halkının hissettiği acıyı hissetmiyorlar; çünkü onlar bizden değildirler.Zira Hindistan'ın saldırmasına, bombalamasına, 26'dan fazla masum Müslümanı öldürmesine ve hala sınır bölgelerinde ve Keşmir'de Müslümanları öldürmeye ve taciz etmeye devam etmesine rağmen, bu liderlik ona karşı hoşgörülü olmakta ve itidalli davranmakta ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini unutmaktadırlar: لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ سَفْكِ دَمِ مُسْلِمٍ بِغَيْرِ حَقٍّ “Dünyanın yok olması, Allah Azze ve Celle katında bir Müslümanın haksız yere kanının akıtılmasından daha ehvendir.” [Nesai] Böylece Pakistan liderliği, bir an bile bulunduğu pozisyonda kalmayı hak etmediğini teyit etmektedir; bu da Allah Celle Celaluhu’nun emrinden dolayıdır; zira şöyle buyurmuştur: مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ “Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” [Fetih 29] Münafıklara gelince; ayetin mefhumu muhalefetine göre onlar da müminlere karşı sert, kâfirlere karşı merhametlidirler. Mücahitlere ve davet taşıyıcılarına hoşgörülü olmayan, onları terörist olarak nitelendiren, onları takip eden, onlara casusluk yapan ve onlara sağlanan hayır kaynaklarını kurutan bu liderliğin gerçekliği işte budur!
Pakistan Ordusundaki herhangi bir muhlis kişinin sessiz kalmaya devam etmesi ve liderliklerini hak etmeyen siyasi ve askeri liderleri örtbas etmesi için artık hiçbir mazeret kalmamıştır; zira onlar, silahlı kuvvetlerdeki mücahitlerin aslanlarına ve hava kuvvetlerindeki kartallarına liderlik etmeleri caiz olmayan koyunlardır.Bu nedenle onların, Allah'ın ve Rasulü'nün düşmanlarını hoş gören bu liderliği, Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek ve orduya liderlik edecek muhlis bir liderlikte değiştirmeleri gerekir; işte Hizb-ut Tahrir, Keşmir ve Filistin'i kurtarmak, ümmeti birleştirmek ve Hindistan'ı fethetmek için Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde size liderlik etmeye hazırdır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” [Maide 54]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan
Haber-Yorum
Tunus'taki Protestolar… Modern Devlet Sisteminin Yozlaşmasının Bir Meyvesidir!
Haber:
- Tunus'taki genç doktorlar, kamu sağlık sisteminde reform yapılması ve genç doktorların maddi ve insani durumlarının iyileştirilmesi talebiyle bir öfke ve grev günü düzenlediler.
- Bireysel taksi profesyonellerinin ana sendikası, koşullarının kötüleşmesi nedeniyle 19 Mayıs 2025 Pazartesi günü greve gitme kararı aldı.
- Bir dizi Tunuslu kadın tarım işçisi, adalet talep etmek, çalışma koşullarını iyileştirmek ve kırılgan istihdamdan korunmak için protesto düzenlemek üzere harekete geçti.
Yorum:
Bu, Yeşil Tunus'un tanık olduğu birçok hassas sektörde devam eden ve ülke halkının çoğunun ulaştığı vahim yaşam ve ekonomik durumu ifade eden ve tanımlayan protesto yürüyüşleri ve işçi grevlerinden buzdağının sadece görünen kısmıdır.Bu talepler, taleplerine yanıt verilmemesi ışığında meşru ve beklenen talepler olsa da ancak garip mantıksız olan, bu insanların taleplerini hala taleplerini yerine getirmedeki acziyetleri uzak yakın herkes için açığa çıkmış olan ve kendilerini oyalama ve yalan vaatlerle besleyen siyasetçilere yöneltmeleridir!
İş hayatında zorluk çeken veya işsiz olan herkesin bilmesi gereken şey, çektikleri acıların nedeninin, “modern devletin” ortaya çıkmasından bu yana bu ülkeye getirilen kapitalist sistem ve onun, tarım ve sanayi sektörünü yok eden ve eğitim, sağlık ve tarım da dahil olmak üzere tüm hayati sektörlerin özelleştirilmesini teşvik eden yasaları, kanunları ve kurumları olduğudur; bu da kamu sektörünün marjinalleşmesine katkıda bulunmakta, dolayısıyla ülkenin serveti, insanların ihtiyaç ve taleplerini karşılamaktan ve doyurmaktan aciz olan devletin gelirleri pahasına sermayenin yararına kullanılmaktadır.
Bu protestolar görünürde bu aciz sistemden çözüm talep etmekte ancak gerçekte ümmetin bu sistemi reddetmesini ve sorunlarını çözecek yeni bir sistem arayışını ifade etmektedir; sorunları çözmeye muktedir olacak sadece insanın yaratıcısı, yani Allah Subhanehu ve Teala'dır; zira O, insanın ihtiyacı olan her şeyi yaratmış ve onları, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e indirmiş olduğu hükümler ve çözümlerle en güzel şekilde dağıtmıştır.
Bu gerçek projenin henüz Müslümanların zihninde billurlaşmadığı ve karınlarını doyurmak için değil Rablerini razı etmek için tek talepleri haline gelmediği doğrudur; ancak onlar yakında doğru yolu bulacaklardır. Çünkü onlar, bir yandan bu adaletsiz ve zalim kapitalist sistemden dolayı yanıp kavrulmaktalar, diğer yandan da Hizb-ut Tahrir ve genlerinin ülke halkını ikna etmek için yorulmak bilmeden yaptığı çalışmalar, Allah'ın izniyle yakında meyvelerini verecektir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Necmeddin Şuaybin
İki Yılı Aşkın Bir Sürenin Ardından, Sudan'daki Çatışmanın Sonuçları Nedir?
“Şehit ailelerine, yerinden edilmiş kişilere, mültecilere ve savaştan zarar görenlere destek” girişiminin başlatılması çerçevesinde General Abdulfettah el-Burhan, “işlerin planlandığı gibi gittiğini ve vatanın her bir karış toprağının kurtarılacağını” açıklayarak zafere olan güvenini vurguladı ve halkın "yakın zamanda sivil hizmet tesislerinin insansız hava araçlarıyla bombalandığını duymayacağını" söyledi. Ordunun savunma sürecinden saldırıya geçtiği ve milis olarak adlandırdığı şey ile ona destek veren ve arkasında duranları kökünden söküp atıncaya kadar sakin durmayacağı eklemesinde bulundu. Hızlı Destek Güçleri komutanının danışmanı Başa Tabiq, Wadi Seidna Hava Üssünün hedef alınmasının ve bir dizi savaş uçağı, insansız hava aracı ve silah deposunun imha edilmesinin “savaşın artık yeni bir aşamaya girdiğini ifade eden bir mesaj olduğunu” söyledi ve önümüzdeki günlerde “Burhan milisleri ve terörist tugaylar olarak adlandırdığı grupların stratejik noktalarına yönelik acı verici saldırılara” tanık olunacağını vurgulayan Tabiq, bir sonraki hedefin de Port Sudan olacağını teyit etti. (El Cezire 26/4/2025)
Bu açıklamalar, olayların büyük bir ivme kazanmasının ve ülkedeki siyasi ve askeri operasyonların geniş ölçüde tırmanmasının gölgesinde geldi. Amerika, ordudaki adamlarını 15 Nisan 2023'te savaşı ateşlemeye yönlendirerek Sudan savaşını başlattığından beri hedef, İngiliz ve Avrupa ajanlarını Sudan sahnesinden dışlamak, imzalanmak üzere olan çerçeve anlaşmasını engellemek, ülkedeki siyasi gerçekliği yeniden şekillendirmek ve 25 Ekim 2021 darbesinden sonra kendi ajanları için bir meşruiyet oluşturmaktı.
Savaşın başlamasından iki yıl sonra Washington, hedeflerinin büyük bir bölümünü aşamalı olarak gerçekleştirmiş görünüyor. Örneğin Amerika'nın ajanları, siyasi hamlelerle İngiliz ve Avrupa yanlısı ittifakları dağıtmayı, bu güçleri sahneden uzaklaştırmayı, dahası Hızlı Destek Güçleri’nin destekledikleri suçlamasıyla sembollerinin birçoğunu suçlamayı başarmış, bu da onların popülerliklerini ve etki güçlerini kaybetmelerine neden olmuştur. Ayrıca ABD, uygulanması halinde nüfuzu için tehdit oluşturan Çerçeve Anlaşmasını da ortadan kaldırmayı başarmış, bilakis onu imzalayanlar bile bu konuda konuşmaya cesaret edemiyorlar. Bu durum, el-Burhan'ın, Şubat 2025'te açıkladığı yeni bir hükümet kurma ve anayasal belgenin revize edilmiş bir versiyonunu yayınlama niyeti de dahil olmak üzere bir dizi önlemler yoluyla iktidarını pekiştirmek için zemin hazırlamış olup bu da ordunun pençesinin resmen pekişmesine ve önümüzdeki dönem için Amerika'nın nüfuzunun yerleşmesine neden olacaktır.
Burhan'ın bu hareketine karşılık Hemedti de benzer adımlar atarak ülkenin fiilen bölünmesi için zemin hazırlamıştır; zira siyasi ve sivil güçler ve silahlı hareketlerle bir tüzük imzalayarak paralel bir hükümet kurulacağını ilan etmiştir. Bu gelişmeler ışığında güçlü bir şekilde şu soru akla geliyor; işler nereye doğru gidiyor?
Bu soruyu cevaplamak için olası üç senaryo ortaya atılabilir;
Birinci Senaryo: Taraflardan birinin diğeri pahasına kendi lehine tam bir askeri zafer kazanmasıdır ki bu, el-Burhan ve Hemedti'nin ABD ile olan bağlantıları göz önüne alındığında pek olası görünmüyor. Zira Amerika, ajanlarından birinin ortadan kaldırılmasına yol açacak tam bir askeri zafere izin vermeyecektir. Çünkü her iki tarafın da geniş çaplı askeri tırmanışa ve karşılıklı seferberliğe geçmesine ve hayati bölgelerdeki çatışmaların yoğunlaşmasına rağmen, sahada yaşananlar ciddi bir imha niyetini değil, kontrol ve nüfuz sınırlarının ilan edilmemiş bir şekilde yeniden konumlandırılmasını ve yeniden çizilmesini ifade etmektedir. Durumlar bu şekilde tırmanmaya devam ederse, bu durum ABD'nin savaşı durdurma kararı almasını hızlandırmasına ve her iki tarafa da müzakereleri dayatmasına neden olabilir.
İkinci Senaryo: Cidde platformu aracılığıyla müzakere masasına dönmek ve iki taraf arasında siyasi bir çözüme yol açacak bir ateşkese varmak. Bu model, ABD'nin Sudan politikasına yabancı değildir; zira daha önce el-Beşir hükümeti ile Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) arasındaki barış anlaşmasında somutlaşmıştı. Tarafların sert tutumlarına ve birbirlerini tanımayı reddetmelerine rağmen, eğer efendi savaşı durdurmaya karar verirse ajanların açıklamaları etkisini yitirecektir!
Bu senaryoyu çevreleyen zorluklara, yani halkın Hemedti ile herhangi bir anlaşmayı reddetmesi beklentisine rağmen, çatışmaların yoğunlaşması ve Hızlı Destek Güçleri’nin nüfuzunun, insansız hava araçları aracılığıyla uzak bölgelere kadar yayılması halkın endişelenmesine yol açabilir, bu da koşulların hazırlanmasına ve halk kamuoyunun bir anlaşmaya yönlenmesine neden olabilir. Washington bu engeli aşabilir ve içeride pazarlanabilir bir formül bulabilirse bu, üçüncü senaryoyu aktif hale getirmeye hazır olmakla birlikte bu müzakere senaryosunu daha ileriye taşıyacaktır.
Üçüncü senaryo ise ayrılık senaryosudur: Bu ise en tehlikeli ve zor olarak değerlendiriliyor. Bu hamleler Washington'un şu anda bunun peşinde olmadığına, ancak gelecekte çıkarlarının gerektirmesi halinde bunun için gerekli koşulları hazırladığına işaret ediyor. Yani Amerika, yerleşim projesinin sekteye uğraması ya da ülkedeki nüfuzunun tehdit altında olduğunu hissetmesi halinde uygulayabileceği kalıcı bir stratejik plan olarak ayırmaya hazırlanıyor; bu nedenle Hızlı Destek Güçleri'nin konumunu güçlendirmek ve onun Darfur bölgelerinde emri vaki bir otorite olarak varlığını pekiştirmek için çalışıyor.
Her ne kadar bu senaryo için gerekli hazırlıklar büyük ölçüde tamamlanmış olsa da, siyasi açıdan paralel bir hükümetin kurulmuş olması ve Hızlı Destek Güçleri'nin Darfur bölgesinin tamamını (El Faşer hariç) ve askeri düzeyde üç Kordofan bölgesinin bir kısmını kontrol etmesi nedeniyle bu senaryo şu anda pek olası görünmemektedir; çünkü Darfur'daki sosyal boyutun yoğun bir çalışmaya ihtiyacı vardır ve şu anda bunu reddeden uluslararası ve yerel kamuoyunun varlığına ek olarak henüz bu senaryoya hazır değildir.
Ne yazık ki şu anda masada olan ihtimaller bunlar ve görünen o ki Amerika'nın daha önemli meselelerle meşgul olması, Sudan'daki durumu çözme konusunda aceleci davranmamasına neden olmaktadır; bu yüzden sahneyi uzaktan izliyor, ipleri sıkı tutuyor ve bazı çıkarlarını gerçekleştirmek için de yerel ajanlarının elini serbest bırakıyor. Nitekim vakıayı incelen biri, Amerika'nın ajanlarının, hedeflerine farklı şekillerde hizmet eden tamamlayıcı roller oynadığını fark edecektir: Zira el-Burhan, halk desteğini seferber etmek ve yasal önlemlerle Avrupa'nın nüfuzunu ortadan kaldırmak yoluyla içeride otoritesini pekiştirmeye ve dışarıda uluslararası meşruiyet kazanmaya çalışırken, buna mukabil Hemedti ise Darfur'da, özellikle de birçok girişimine rağmen başarılı olamadığı El Faşer'de İngiliz nüfuzunu ortadan kaldırmayı tamamlamaya çalıştığı gibi Darfur'daki silahlı mücadele hareketlerinde kalan Avrupa’nın nüfuzunu kontrol altına alabilecek silahlı bir muhalefet olarak kendini yeniden oluşturmaya çalışmaktadır.
Bu şekilde ABD, her iki taraftaki adamları aracılığıyla Sudan sahnesini kendi tekeline alıyor: Zira el-Burhan liderliğindeki ordunun liderlik ettiği bir hükümet ve Hemedti liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri'nin liderlik ettiği bir muhalefet, müzakerelerin başarısız olması ya da dengelerin değişmesi halinde ayrılma seçeneğini güçlü bir şekilde masada tutuyor. Bu denklem ışığında Sudan, halkı bu planın gerçekliğinin farkına varıp değiştirmek için çalışmadığı sürece, uluslararası bir çatışma alanı olarak kalmaya devam edecektir. Kurtuluşun tek yolu ise suçlulardan hesap sormak, onlardan intikam almak, Amerika'nın ve Batı'nın ülkemizdeki elini koparmak için Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışmaktır; umulur ki bu, yakın zamanda olur.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Reşad – Sudan
Hizb-ut Tahrir Üyesi Faziletli Şeyh Yusuf Maharize’ye (Ebu Humam) Ait Bir Kesit - Mübarek Toprak (Filistin)
Yapım: El Vakiye TV Medya Prodüksiyonu
H. 08 Zilkade 1446 - M. 06 Mayıs 2025
Suriye ve Gerçek Sorunu!
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, 25 Nisan 2025'te Güvenlik Konseyi'nde bir konuşma yaptı ve bu, tiran Beşar Esad'ın firar etmesinin ardından Suriye adına ilk katılım olmuştu; zira konuşmada şöyle dedi: “Yeni Suriye'yi temsil etmek üzere Güvenlik Konseyi'ndeyim.” Şöyle devam etti: “Sayın konseyinizi, “İsrail'in” Suriye'den çekilmesi yönünde baskı yapmaya çağırıyoruz.” “İsrail'in” Suriye'ye karşı devam eden saldırısı, gerçekleştirmeye çalıştığımız barış ve güvenliği zedeliyor.” Ve şöyle dedi: “Suriye'nin “İsrail” de dâhil olmak üzere bölgedeki ve dünyadaki hiçbir ülke için tehdit oluşturmayacağına dair taahhüdümüzü defalarca beyan ettik.” Şu sözleriyle Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması talebinde bulunduğu sırada yeni Suriye yönetiminin Yahudi varlığıyla ilişkileri normalleştirmeye hazır olduğunu vurguladı: “Yaptırımların kaldırılması, Suriye’nin karanlık geçmişiyle bilinen bir ülkeden uluslararası barış, refah ve ekonomide aktif ve güçlü bir ortağa dönüşmesinde belirleyici bir adım olabilir.”
Yakın Doğu İşleri'nden Sorumlu ABD Dışişleri eski Bakan Yardımcısı Barbara Leaf, 25 Nisan 2025 tarihinde İbrani Kanal 12'ye şu açıklamayı yapmıştı: “Suriye'nin gelecekte “İsrail'i” tehdit etmeyeceğini açıkça taahhüt ettiği gibi hiçbir odağın ya da ülkenin Suriye toprakları üzerinde "İsrail" için tehdit teşkil etmesine izin vermeyeceğini de taahhüt etti."Barbara Leaf, ABD yönetimindeki görevinden ayrılmadan önce yani 19 Aralık 2024 tarihinde Şam'da kendisiyle bir araya gelmiş ve şöyle demişti: “Eş-Şara ile görüşmem sırasında güvenilirliğinden etkilendim ve pragmatizmiyle eski ABD yönetimi yetkililerini etkiliyordu; yaklaşımını gerçekten değiştirip değiştirmediğini sadece zaman gösterecektir.”
Burada yeni Suriye yöneticilerinin yaptıkları açıklamalar ve düşmanın onlara tanıklık ettiği şey onların, iktidara geldiklerinde ilk vaatleri Yahudi varlığını tehdit etmemek ya da yönetecekleri ülkeden Yahudi varlığının kesinlikle tehdit edilmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Mahmud Abbas ve Filistin otoritesinden ve tüm Müslümanların başındaki yöneticilerden farklı olmadıklarını teyit etmektedir; çünkü bu, ABD'nin bölgedeki çıkarlarının önceliklerinden biridir.Nitekim onlar, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Güvenlik Konseyi ve uluslararası sisteme yalvarmayı, dış politikalarının temel taşı haline getirmişlerdir; zira Filistin'den vazgeçme ve Yahudilerin gasbını tanıma pahasına bu güçlere, sorunlarını çözmeleri veya işgal ettikleri toprakları savaşmadan kendilerine iade etmeleri için yalvarıyorlar.Çünkü onlar, fedakârlığa ve meydana okumaya hazır değiller, ölümden korkuyorlar ve hayatı Yahudilerin sevdiği gibi seviyorlar; bu yüzden onlar, mevkilere, unvanlara, şöhretin cazibesine ve ikiyüzlülerin, çıkarcıların ve sıradan basit insanların kendilerine yönelik övgülerine aldandılar ve kendilerine nasihat edenlerden de yüz çevirdiler.
Sorun sadece Filistin'i ve ülkenin sömürgecinin yapay olarak parçalamasına rağmen bölünmez bir ülke olan Suriye ve Lübnan'ın bazı kısımlarını gasp eden düşman ile ilgili bir mesele değildir; aksine sorun, tüm siyasi, ekonomik ve toplumsal meseleleri ele alırken, büyük devletlerden, onlara bağlı bölgesel ülkelerden ve uluslararası kuruluşlardan çözümler aramaları ve kendi ideolojilerini ve şeriatlarının kaynaklarını unutmalarıdır.
Çetrefilli olan sorun, devrimlerden sonra iktidara gelenlerin, ayaklanan insanların özlem ve taleplerini yerine getirmek için yetenekleri ve potansiyelleri de dahil olmak üzere ümmetin kendi gücüne güvenmemeleri ve bunları yerine getireceklerine dair onları kandırmaları veya insanların böyle düşünmesi, dahası bu yöneticilerin çok geçmeden çeşitli bahanelerle sömürgeci ülkelerin ve bölgedeki yandaşlarının taleplerini yerine getirmek için dışarıya yönelmeleridir!Dolayısıyla onlar, bir devlet adamı olarak nitelendirilmezler, bilakis onlar, siyasi eylemde akide ve ideolojiden yoksundurlar; zira vakıaya sarılmak dışında her şeyi reddettiler ve vakıayı ideoloji, ölçüt ve düşüncenin kaynağı olarak kabul ettiler ve aleni bir şekilde vakıacı ve pragmatik olmamız ve statükoya teslim olmamız gerekir dediler;dolayısıyla vakıayı dayatanların peşinden gittiler ve vakıayı/gerçekliği değiştirmeye ve kendi fikirlerine göre yeni bir gerçeklik oluşturmaya hazır değillerdi, ki böylece başkalarının da buna boyun eğmesini sağladılar.Böylece de Amerikalılar, Batı ve onların bölgedeki yandaşları onları övdüler.
Evet, egemen güç, bugün Amerika'da olduğu gibi gerçekliği dayatmaya çalışıp başkalarının da buna teslim olmasını, eylem ve hareketlerini buna göre uyarlamasını ve egemen gücün hegemonyası altında bu gerçekliğin izin verdiği ölçüde hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmalarını sağlamaya çalışıyor. Böylece başka bir güç ortaya çıkıp onun karşısında durduğunda ve ona meydan okuduğunda, ikisi arasında çatışma başlayacaktır.
Bu normal bir şeydir; bu yüzden akidevi İslami bir gücün, şayet henüz bir devlet yoksa o zaman ideolojik parti olarak bir varlığın, bu gerçekliğe meydan okuması ve kendi ideolojisine göre yeni bir gerçeklik dayatması gerekir;bu da ancak akidevi İslami gücün, ideolojik devletini kurana, dünya ülkelerini kendi ideolojisine göre dayattığı gerçekliğe teslim edene, onunla muamele etmesini ve onun kapsamında hareket etmelerini sağlayana kadar şiddetli siyasi bir mücadele etmesiyle ve güçlü bir fikri çatışma yapmasıyla olacaktır.Zira yüzünü âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim eden bir Müslüman, ideolojisiyle güçlü olup akidesi sayesinde tüm akidelere ve ideolojilere galip gelecektir.
İşte bu yüzden Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Sahabelerden (Allah onlardan razı olsun) oluşan partisiyle, gerçekliğe meydan okumuş ve ona boyun eğmemiştir;zira Kureyş liderlerine meydan okumuş, onların akidelerine ve fikirlerine saldırmış, akıllarını, gelenek ve göreneklerini hafife almış, fikirlerini yaymak ve onlar için bir kamuoyu oluşturmak amacıyla çalışmış ve devletini, sıra dağlar gibi kök salmış ideolojik temeller üzerine kurmak için nusret aramaya başlamıştır.İşte bu metot sayesinde devleti kurabilmiş, içeride ve dışarıda yeni bir gerçeklik empoze etmiş ve İslam ideolojisi ve İslam Devleti egemen oluncaya kadar en küçük olanaklarla bile savaşma konusunda asla tereddüt etmemiştir; böylece on yıl içinde Arap Yarımadası'nı şirk ve küfürden kurtarabilmiş ve o zamanlar dünyanın en büyük devleti olan Roma devletiyle çatışmaya başlayarak İslam Devleti’ni büyük bir devlet haline getirmiştir.
Evet, sorunun çözümü işte budur; bu çözüm sayesinde Suriye ve diğer İslam beldeleri güçlü, kudretli ve büyük bir küresel güç haline geleceklerdir; bu da ancak yönetimi ve ülkenin liderliğinin teslim alanların Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in izinden gitmeleriyle gerçekleşecektir.Aksi takdirde insanlar boğucu bir sarmalın ve içinden çıkamayacakları bir kısır döngünün içinde dönmeye devam edecekler, başladıkları noktaya geri dönecekler, umutsuzluğa ve hayal kırıklığına kapılacaklar ve böylece de teslim olacaklardır.
Hayat, Allah'ın insanlığı yarattığı zamandan, yeryüzü ve üzerindeki her şeye varis olacağı zamana kadar, hak ile batıl, iman ile küfür, hayır ile şer arasındaki çatışmadan ibarettir. Hak üzere olan, hayra davet eden, iman ve takva ehli olan ve Allah’ın kendilerini, daha ehil ve layık olmalarından dolayı takva kelimesiyle yükümlü kıldığı Müslümanların, bu çatışmaya girmeleri, yeryüzünün verasetini ve bununla birlikte cenneti hak etmeleri için ideolojilerinin egemenliği yolunda en değerli ve kıymetli şeylerini, yani canlarını, çocuklarını, ana ve babalarını feda etmeye hazır olmaları, kalplerine cahiliye taassubunu yerleştiren kâfirlere ve şer davetçilerine teslim olmamaları farz olduğu gibi bilakis onların, Rablerinin kendilerine emrettiği ve ona muhalefet etme konusunda kendilerini uyardığı Peygamberleri ve ebedi liderleri Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i önek almaları da farzdır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur
Haber-Yorum
Unutulan Sudan!
Haber:
Sudan Dışişleri Bakanlığı 04/05/2025 Pazar günü yaptığı açıklamada, Hızlı Destek Güçleri tarafından (güneyindeki) Batı Kordofan eyaletinin en-Nuhud şehrindeki sivillere yönelik gerçekleştirilen katliamda hayatını kaybedenlerin sayısının 21'i çocuk ve 15'i kadın olmak üzere 300'e yükseldiğini ve insansız hava aracının da Sudan'ın doğusundaki Eritre sınırında bulunan Kassala şehrini hedef aldığını duyurdu. (El Arabiya)
Yorum:
Hızlı Destek Güçleri suçlarında ısrar etmekte, dahası işlemiş olduğu her katliamda daha da vahşileşmekte, kasıtlı olarak doğrudan sivilleri hedef almakta ve onları hiç acımadan öldürmektedir.Nitekim Kordofan ve Darfur'u birbirine bağlayan bir kavşak noktası olmasının yanı sıra bölgede önemli bir ekonomik, ticari ve hizmet arteri olan en-Nuhud şehrinin hedef alınması, bir yandan en temel yaşam ihtiyaçlarının yokluğu nedeniyle sivil hayatın felç olmasına neden olacak ve böylece şehir, sakinlerinin kitlesel yerinden edilme dalgalarına tanık olacak, diğer yandan ise kuzeyin güneyden ayrılması gibi Darfur bölgesinin de Sudan'dan ayrılması hedefine doğru ilerlemek için bir zemin hazırlayacaktır.
Ey muhlis alimler, askerler, subaylar, liderler ve ey Sudan'daki halkımız:Bu çatışma topraklarınızı yakıp yıkmış, (Uluslararası Kurtarma Komitesi tahminlerine göre) yaklaşık 150.000 kişiyi öldürmüş, yerinden edilmişler ve mülteciler arasından 12 milyondan fazla kişiyi yerinden etmiş ve 18 milyon kişiyi de gıda güvencesinden yoksun bırakmıştır;o halde bu vekalet savaşının yakıtları olmayın, ülkenin ve insanların birleşmesinden başka bir çözüm olmadığını ve Amerika, İngiltere ve onların etrafında toplananların, Sudan'daki nüfuzlarını daha da sıkılaştırmadıkça tatmin olmayacak olan kana susamış vampirlerden başka bir şey olmadıklarını bilin, Mevlanız olan Allah’a tevekkül edin ve Peygamberiniz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i örnek alın. Zira kâfirlerin ellerini koparacak ve onları topraklarınızdan söküp atacak bir devlet olmadan sizin için bir egemenlik olmayacaktır; işte bu devlet, sizin izzetinizi tesis edecek, sizleri tevhid sancağı altında birleştirecek, aranızda Allah’ın şeriatıyla hükmedecek ve çalınmış olan haklarınızı size geri iade edecek olan bir devlettir.
وَلَا تَرْكَنُوٓاْ إِلَى ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ ٱلنَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ مِنْ أَوْلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ
“Zalimlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” [Hud 113]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Durra El-Bakuş