Pazar, 12 Zilhicce 1446 | 2025/06/08
Saat: 10:01:40 (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İslam'a İftira Atarak Şerir Amellerinizi Gizlemeyiniz Ey Yöneticiler!

Ulusal uzlaşı belgesi, Medine-i Münevvera vesikasına benzetilmesi İslam'a yönelik iğrenç bir iftira olup Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gölge düşürmektir. Medine vesikasının onayladığı yolsuzluk nerede ey yöneticiler? Medine vesikası kaç sahabenin işlediği cürümü düşürmüştür? Medine vesikasını haram para kazanmak için kim onaylamıştır? Yöneticiler, şerir yolsuzlukları ile cürümlerini İslam'a ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atarak gizlememeli ve Medine vesikasının cahili diye ümmeti saptırmamalıdırlar. Medine vesikası, Medine Yahudilerini yeni doğmuş İslami Devleti tanımaya mecbur bırakmak için yazıldığı gibi Müslümanların Yahudiler ile olan ilişkilerini de düzenlemiştir. Mesela vesikanın bentlerinden birin de Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki husumetleri çözme yetkisi Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e verilmiştir. Yani Yahudilerin bu şartı kabul etmeleri, İslami Devlet'in sultasını tanıdıkları ve onun tabiiyetini deklare ettikleri anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra kendi yönlerinden İslami Devlet'e bir saldırının gelmesine izin vermemeleri şartı ile Yahudilerin himayesini garanti altına almıştır. Bu şart bile Yahudilerin Müslümanların sultanına boyun büktükleri hususunda yeterli değil midir? Nitekim Yahudiler, Hendek savaşı sırasında bu şartı bozup Kureyş'e destek verince Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Beni Kureyza'nın adamlarını öldürmüş ve kadınları ile çocuklarını esir almıştır. O halde uzlaşı vesikası olarak iddia ettikleri şey bunun neresinde!

Hakikatte Medine vesikası, İslami Devlet'in sultasının temellerini atan ve Medine Yahudilerini İslami Devlet'in sultanına boyun eğmeye mecbur bırakan şeri bir vesikadır. Bunun yanı sıra bu vesika, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şahsında tecelli eden siyasi tecrübeyi ve devlet adamı liderliğini göstermektedir. Tüm bunlardan sonra bu cahil yöneticiler nasıl olur da Medine vesikasını yolsuzluklarını gizlemek için kullanabilirler? Şüphesiz bu yöneticiler, şerir amellerini haklı çıkarmak için kendi enbiyalarına iftiralar atan Yahudiler gibidirler. Bugün de bu yöneticiler yolsuzluklarını gizlemek için Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atmaktadırlar. Bizler onları, hadlerini aşarak İslam'a ve kerim Resulüne eziyet etmeleri hususunda uyarıyoruz. Aksi taktirde ümmet, boğazlarına sarılarak onları bir yolun kenarına fırlatıp atacaktır. Artık yöneticilerin Hilafet fecrinin doğmasının çok ama çok yakın olduğunu anlamaları gerekir ve onlar bu şerir amellerinin bedelini çok ağır ödeyeceklerdir. Ahiretin azabı ise daha çetindir. هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ تَأْوِيلَهُ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبْلُ قَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَاء فَيَشْفَعُواْ لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ "(Fakat onlar), Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar gerçekten kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti." [el-Âraf 53]

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

 Basın Açıklaması Hükümet, Chittagong Limanını Askeri Bir Üst Olarak Amerika'ya Hibe Etti

 

      Bangladeş'teki Amerikan Büyükelçiliği web sitesi üzerinden yayınlanan basın açıklamasında, bir Amerikan savaş gemisi filosunun 13 martta ulaştığını ve Amerikan mürettebatı ile Bangladeş Deniz Kuvvetleri arasındaki ortak tatbikat dönemi olan 19 marta kadar kalacağını teyit etti. Bu ziyaret, hükümetin bir aydan daha az bir zaman içerisinde Amerikan kuvvetlerine yaptığı üçüncü davettir. Nitekim Amerikan Büyükelçiliğinin basın açıklamasında şöyle geçmektedir: "Bu davetler, Amerikan hükümetinin bölgenin ve Bangladeş'in güvenliğine olan bağlılığını göstermektedir."

Bangladeş'teki Müslümanlar bilmelidirler ki herhangi bir beldeye yönelik "Amerika bağlılığı" demek oranın Amerikan kölesi veya sömürgesi olmasından başka bir şey demek değildir. Nitekim "bölgesel güvenlik" ve "küresel barış" lafları, dünyanın çeşitli bölgelerinde kendisine bir dayanak oluşturma imkanı bulmak için sömürgeciliğin tekrarlayıp durduğu iğrenç kadim laflardan başka bir şey değildir.

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

لا يُلدغ المؤمن من جحر واحد مرتين "Mümin bir delikten iki defa sokulmaz."

Nitekim uzun zamandan beri Amerika ile yardımlaşan ve bu yardımlaşma sonucunda Amerikan ordusuna yardım sağlamaktan başka bir şey elde edemeyen Pakistan ordusu örneğinden ders çıkarmalıyız! Burada da aynı durum vardır. Zira Bangladeş'teki bu yardımlaşmanın etkisi gözü gören herkesin önünde açık bir hale gelmiştir. Mesela bir önceki ortak tatbikatlar geçen yılın kasım ayında "köpekbalığı" adı altında yapılmış ve haçlı Amerikan Büyükelçiliği, ortak tatbikata yönelik davetlerin durmayacağını ve ortak tatbikatların durmaksızın düzenli bir şekilde olacağını ilan etmişti.

Artık mesele açık bir hal almıştır. Zira Amerika'nın, Chittagong'da askeri bir üs inşa etme planı merhalesinde olmayıp bilakis üs artık fiilen vardır. O halde Müslümanlar, bölgedeki Amerikan varlığına karşı siyasi bir mücadelenin içerisine girmeliler, Chittagong limanının Amerikan Deniz Kuvvetleri için askeri bir üsse dönüştürülmesine izin vermekle Müslümanların beldelerinin güvenliğini tehdit eden mevcut nizamı kaldırıp atmalılar ve emperyalizmi Müslümanların tüm beldesinden uzaklaştıracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmalılar.

 

Devamını oku...

Basın Açıklaması Endonezya'da Batılı Planların Uygulanmasında Gösterdiği Çabalarından Dolayı Endonezya Devlet Başkanına "Şeref Madalyası" Verildi

Endonezya Devlet Başkanı 'Susilo Bambang Yudhoyono', dün Avustralya yetkilileri ile görüştüğü ve büyük bir saygıyla karşılandığı kısa bir ziyaretin ardından Avustralya'dan ayrıldı. Ziyareti sırasında Avustralya parlamentosunda dikkat çekici bir ilgi gördüğü konuşma yaptı ve Avustralya'nın gerçek bir dostu olmasından, "Avustralya ile Endonezya arasındaki ilişkileri güçlendirmede" oynadığı rolünden ve Endonezya'da demokrasinin propagandasına dönük yaptığı çalışmasından dolayı "Yudhoyono'ya" şeref madalyası takıldı!

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osman Bedri, bu bağlamda şu değerlendirmede bulundu:

"Endonezya Devlet Başkanı, İslami şeriatı tatbik etmek için çalışmak yerine akidesi İslam olan Müslüman halka yabancı bir nizamı tatbik etmeye odaklanmaktadır. Halbuki demokrasi, kendi istek ve arzularına göre kanun çıkarsın diye bizzat insana egemenlik hakkı veren iflas etmiş akıl dışı bir fikirden öte bir şey değildir."

"Mevcut bütün göstergeler, -ister toplum ister ahlaki-değersel ister ekonomik isterse siyasi düzeyde olsun- Batı fikrinin kaçınılmaz bir gerilemeye ve çöküşe doğru gittiğini gösterdiği sırada Endonezya Devlet Başkanı, tüm bunları görmezlikten gelmekte ve ülkesini harabe bir yola sürüklemektedir. Oysa Endonezya Devlet Başkanına yaraşan halkının talebine icabet etmesi, toprağını ve halkını liberal laiklik, kapitalizm ve demokrasi altında kök salmış olan fesattan korumak için İslam'ı yeniden tatbik etmesidir."

"Batılı hükümetler tarafından alınan bir övgü kesinlikle son derece tehlikeli bir göstergedir. Zira İslam, kafirlerin dinlerine ve yaşam tarzlarına tabi olmadığımız sürece asla bizden -Müslümanlardan- razı olmayacaklarını açık bir şekilde belirtmiştir. Dolayısıyla Devlet Başkanı Yudhoyono'nun onurlandırılması, sırf Endonezya'da Batılı planları uygulamaya çalışmasından dolayıdır.

"Sözde 'terörizme karşı savaş' ise İslam'ın giderek yükselen yayılmasına ve ümmetin uyanışına karşı koymak ve İslami şeriatın gölgesinde yaşamayı özlemle bekleyen dünya Müslümanlarının önüne engeller koymaya dönük plandan öte bir şey değildir. Doğrusu Endonezya Devlet Başkanı, Batılı planların uygulanmasına çalışmak ve gerçek 'şer ekseninin' yanında yer almakla İslam'a ve Müslümanlara hıyanet etmiştir."

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Avustralya
Medya Bürosu

E-mail: media@hizb-australia.org
Telefon: (+61) 438 000 465

Devamını oku...

Anlamsız Uzlaşma, Kindar Eleştiriler ve Aldatıcı Sloganlar

 

Bazı İslami dernekler, 2008 yılında bir takım Danimarkalı gazeteler tarafından Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret eden karikatürlerin tekrar yayınlanması hususunda Politiken Gazetesi ile uzlaşmaya vardılar. Bu uzlaşmaya yorum olarak aşağıdaki noktalara ışık tutulması kaçınılmazdır:

Birincisi: Bu uzlaşma, yarı özürden başka bir şey içermemektedir. Zira Politiken Gazetesi, Resulullah'a hakaretten dolayı özür dilemeyi reddetti ve iğrenç karikatürlerin yayınlanması sebebiyle Müslümanların duygularını yaralamaktan dolayı özür dilemekle yetindi. Hatta Politiken Gazetesi, "bu karikatürleri tekrar yayınlama hakkından" vazgeçmeyi reddederek bu hakaretin tekrarında ısrar etti! Buna makabil gazete, bu derneklerin kendisine karşı açtıkları hukuki davadan vazgeçmelerini şart koştu. Bu saçma (özür), bir kimsenin kendisine vuran kişiye şöyle söylemesine benzemektedir: "Seni dövdüğüm için asla özür dilememem ama maruz kaldığın acılardan dolayı özür dilerim. Ayrıca istediğim zaman seni dövme hakkımı saklı tutuyorum. Ha bir de seni dövdüğümden dolayı davacı olmaman şartıyla özür dilerim!"

İkincisi: Bu uzlaşma, Danimarka'daki siyasiler ve medya organlar tarafından sert eleştirilerle karşılandı. Bu da İslam'a yönelik aşırı nefreti ve Müslümanların duygularının hiçe sayıldığını teyit etmektedir. Keza bu durum bizlere, bu iğrenç karikatürlerin eski kültür bakanı ile bazı aydınların ve sanatçıların Kur'an ve Resul-il Kerim'le istihza edilmesine teşvik etmelerinin birkaç gün sonrasında yayınlandığını hatırlatmaktadır! Bu karikatürlerin yayınlanması, Batıdaki siyasilerin ve medya organlarının (terörizme) karşı savaş adı altında Müslümanlara karşı uyguladıkları düşmancıl politikanın taçlandırılmasıydı.

Üçüncüsü: Gerek Müslümanlara ve mukaddesatlarına yönelik tekerrür eden hakaretler gerekse Müslümanlara karşı devam eden saldırılar karşısında kıllarını dahi kıpırdatmaksızın sessiz kalan Müslümanların hain yöneticileri yüzünden her kindar günahkar, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret etmeye cüret etme imkanı bulur oldu. Zira ajan yöneticilerden oluşan bu zümre, bazı Müslümanları aptalca şartlar eşliğinde yarı özre bile razı olmaya iten alçaltıcı bir vakıa oluşturdu! Bundan daha beteri ise bazı utanmaz Müslümanlar, Batılı kurumlar ve kindar liderleri ile yaptıkları işbirliklerine meşruiyet kazandırmak için bu anlamsız uzlaşmayı destekleyici sloganlar atmaya başladılar! Zira siyasiler, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaretin koşulsuz olarak devam etmesinin kaçınılmaz olduğu anlamına gelen "taviz kabul etmez ifade özgürlüğü" hakkında kindar ifadelerini yineledikleri bir sırada bu Müslümanlar, bu uzlaşmanın Batı ile en faydalı ilişki yolunun şu anda Afganistan'daki Müslümanlara yönelik saldırılara ortak olan bu siyasiler ile diyalogda ve işbirliğinde yattığını teyit ettiğini iddia etmekteler!

Son olarak; Müslümanlar olarak bizlere yaraşanın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakarete verilecek cevabın tekrar hakaret etme (hakları) olduklarında ısrar eden medya organları ile anlamsız uzlaşma yoluyla olmayacağını bilmemizdir! Buna verilecek cevap Müslümanlara ve mukaddesatlarına yönelik tekerrür eden bu hakaretleri durdurmaya muktedir olup Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in getirdiği şeriatı ikame ederek her şeyden önce onun kadir kıymetini bilecek olan Hilafet Devleti'nin kurulmasında yatmaktadır. Artık boykotların, gösterilerin, protestoların ve eleştirilerin en iyi durumda bile aptalca şartlar eşliğinde yarı özürden başka bir sonuç vermediği açığa çıkmıştır! Zira ortada kuvvet dilinden başka bir şeyden anlamayan kindar ve küstah bir düşman var! İster siyasi ister ekonomik isterse askeri olsun Müslümanların düşmanlarına yönelik etkin yaptırımların alınması ancak İslami Hilafet Devleti'nin gölgesinde mümkündür. Bundan dolayı Müslümanları özellikle de Müslümanların beldelerindeki kuvvet ehlini, İslam dünyasındaki ajan nizamları yok edip Raşidi Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Zira mukaddesatlarımızı müdafaa edecek, nebimizin şeriatını ikame edecek, düşmanların bize olan saldırısını ve kindarların hakaretlerini engelleyecek olan ancak Hilafet'tir!

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya

E-mail: chadi@hizb-ut-tahrir.dk

Devamını oku...

Basın Açıklaması "M15 ve M16'ya" Yöneltilen İşkence Suçları Hakkında Soruşturmaya Gerek Olmadığı Kararı, Hükümetin En Yüksek Seviyelerinde Gizli Anlaşmaların Olduğunu Göstermektedir

 

Başsavcı Baroness Scotland'ın, yurtdışındaki tutukluların işkencesine karışmaları hususunda "M15 ve M16" hakkında soruşturmaya gerek olmadığı kararı, doğrusu bu gibi iğrenç ve yasadışı faaliyetlerin en üst seviyelerde resmi olarak kabul edilir bir hale geldiği ve Batılı devletlerin bunları kanunlarının da üstünde gördüklerine dair açık izlenimi bir kez daha kanıtlamaktadır.

Dün yayınlanan kınama kararında Temyiz Mahkemesi, Bünyam Muhammed'e yapılan kötü muamelenin İngiliz istihbaratının bilgisi dahilinde olduğunu ve Amerikan mahkemesinin, İngiliz makamlarının Muhammed'in Birleşik Devletlerdeki tutukluluğu sırasında maruz kaldığı kötü muamele ve işkenceyi kolaylaştırdığını ifade ettiğini belirtti.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle demiştir: "İlkesel olarak İngiltere hükümeti işkenceye karşı olarak görünürken vakıa, onun güçlü bir şekilde Amerikan politikasına ortak olduğunu söylemekte olup Bünyam Muhammed meselesi, ikiyüzlü tutumunu ifşa etmiştir."

"Batılı hükümetler tarafından propagandası yapılan laik değerlerin tüm İslami dünyada güven ve saygı görmemesi elbette şaşırtıcı değildir. Zira nizamları değiştirmeye dönük önleyici saldırılar, askeri işgaller, itiraflar veya istihbarat elde etmek veya sırf korkutma amaçlı yapılan şu anki önleyici işkence, işte tüm bunlar, ahlaken iflas etmiş olan bu hükümetlerin gerçek yüzünü göstermekte olup Müslümanlar, bu hususta İslam dünyasındaki hükümetler hakkında yeterli benzer tecrübeye sahiptirler."

"Bu gibi iğrenç işler üzerindeki örtünün kalkması, artık İslam dünyasında cazibeliğini kaybetmiş olan özgürlük, demokrasi ve hoşgörü sloganları altına gizlenen kapitalizmin çirkin yüzünü ifşa etmektedir. Her yeni bir örtünün kalkmasıyla birlikte Batı tarafından desteklenen yöneticilerin alternatifi olan Hilafet'e davet güçlenecektir."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ürdün, Müslümanların Mukaddesatlarında Meydana Gelen Olayları Protesto Etmede Kınamak ve Eleştirmekle Yetiniyor

 

     Filistin gaspçısı Yahudi varlığı Başbakanı Netenyahu, işgal edilen el-Halil'deki Mescid-i İbarahim ile Beytlahim şehri yakınındaki Mescid-i Bilal İbn-u Rebah'ın Yahudi eserleri olması itibarıyla restore edilmesini istediği kültürel miras bölgeleri kapsamına alındığını açıkladı.

Zaten Ürdün rejiminden de sanki Müslümanların mukaddesatlarını gasp eden ve kirleten bir kimseye verilecek cevap kınamak ve eleştirmekmiş gibi bu icraatı kınamak ve eleştirmek üzere harekete geçmekten başka bir şey beklenmezdi!

Nitekim Ürdün'deki mevcut rejim, Haziran 1967 savaşı olarak bilinen tiyatroda Yahudilere teslim ettiği sırada Mescid-i Aksa ve Mescid-i İbrahim'in olduğu Ürdün Nehrine kadar olan Batı Şeria hususunda da ifrata kaçmıştı. Bugün ise o, Filistin gasp eden Yahudi varlığı ile sıcak ilişkiler kurmaktadır. Hatta bu vahşi varlığa yönelik müttefiklik tutumu benimsemiştir. Oysa bu rejimin takınması gereken tabii tutum, Yahudi varlığına karşı savaş açmaktır, onunla barış, uzlaşma ve ittifak yapması değildir.

Kınama, eleştiri ve benzeri sözlerin hiç birisi Yahudi varlığını cürüm fiilleri işlemekten vazgeçirmez. Onları bundan vazgeçirecek olan şey, onlarla savaşmak ve varlıklarına son vermek amacıyla acilen harekete geçmektir. Çünkü onlar, gasıptırlar ve varlıkları meşru değildir.

Onlarla yapılan anlaşmaların hepsine son verilmelidir. Çünkü bunlar, şeran birer batıl anlaşma olup hiçbir şekilde Müslümanları bağlamaz. Keza savaş hazırlığı yapılması gerektiği gibi haçlılar ve Birleşmiş Milletler kuvvetleri ile birlikte savaşmaya giderek şeytan yolunda ölmek üzere kendilerini paralı asker yapan Ürdün kuvvetlerinin tümü de geri çekilmelidir. Bu Ürdün kuvvetlerine düşen, Yahudilerle savaşmak üzere geri gelmeleridir. Böylece umulur ki gece gündüz İslam'a ve Müslümanlara tuzak kuran kafirlere yardım etme hususundaki günahlarına kefaret olur.

Yahudileri cürümlerinden vazgeçirecek yegane çözüm işte budur ve bundan başka bir çözüm yoktur. Bizler Ürdün rejiminin bu çözüme göre harekete etmeyeceğini yakinen biliyoruz ama Rabbimize bir mazeret olsun diye bunu söylüyoruz.

وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ "İçlerinden bir topluluk: ‘Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azap ile azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?' dedi. (Öğüt verenler)Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)' dediler." [el-A'râf 164]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İslam'ın Cihat Farzını Az Bir Bedel Karşılığında Tahrif Edenlere Yazıklar Olsun!

Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Canopus Consulting'in 27-28 Mart 2010'da organize ettiği "Barış Diyarı Mardin" başlıklı iki günlük konferansa Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden 20'ye yakın "alimin" yanı sıra Türkiye'den de bazı isimler katılmıştır.

Konferansın ana teması, "Cihadi örgütlerin eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullanıldığı söylenen ünlü İslam alimi İbn Teymiyye'nin 700 yıllık Cihat Fetvasının" yeniden yorumlanması adı altında İslam'daki cihat ıstılahını tahrif etmektir. Konferans konuşmacılarının mesajlarının neredeyse tamamı, kafir Amerika ve İngiltere'nin işgal için saldırdığı bölgelerde sözde "terörizme karşı savaşlarını" haklı çıkarmak için kasıtlı olarak yaptıkları patlama eylemlerini Müslümanların üzerine yıkarak Müslümanları terörist olarak gösterip muhlis Müslümanların gösterdikleri azim ve kahramanca cihadi tavırları kınar nitelikteydi. Dolayısıyla kafir Batının işgal ve sömürü için İslami beldelere saldırması meşru gösterilirken Müslüman mücahitlerin bu işgalcilere karşı İslam'ın farz kıldığı cihadı yerine getirmek üzere harekete geçmeleri gayri meşru gösterilmektedir. Kafir işgalci İngiltere'ye bağlı bir kuruluş tarafından bu konferansın yapılmasındaki esas maksat, mevcut son model silahlarına rağmen işgal için saldırdıkları İslami beldelerde, esas gücünü İslam'ın emrettiği cihat farzından yani akidesinden alan bir avuç mücahit karşısında burunlarının sürtülmesi ve Müslümanların arkasında cihat edecekleri bir halife arzular hale gelmesinden duydukları korku nedeniyle İslam'ın hükümlerini tahrif etmeye çalışmaktır. Ancak İslam alimi diye nitelendirilen bir takım kişilerin kafirlerin bu entrikasının maşaları konumunda hareket etmeleri tabii değildir. Selef ve İslami bakış açısını kaybetmemiş halef alimlerin tamamı cihadın, Allah'ın kelamını yüceltmek için Allah yolunda savaşmak olduğu, İslam'ın zirve sütunu olduğu ve İslami 6türü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!" [el-Bakara 79]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Ey Zirve Katılımcıları! Kudüs, el-Aksa'ya Methiye Düzmek Üzere Ağızdan Dökülen Sözlerle Kurtarılmaz! Bilakis Kudüs, Yahudi Devleti ile Savaşmak Üzere Orduları Savaş Meydanlarına Dökmekle Kurtarılır!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Libya'nın Sirte şehrinde Arap yöneticileri tarafından 22'ncisi yapılan ve iki gün süren zirve, bugün 28.03.2010 günü akşamı sona erdi. Zirve öncesi dışişleri bakanları, 25-26.03.2010 tarihleri arasında iki gün süren zirvenin çalışma takvimini hazırladıkları bir hazırlık toplantısı yaptılar. Zirve kararları; barış süreci, Arap-"İsrail" çatışması, Arap girişimi, Yahudilerin Harem-il İbrahim ile Mescid-i Bilal'i ilhak etmelerinin reddedilmesi, aynı şekilde yerleşim politikasının reddedilmesi ve bunun sonucunda yapılan doğrudan ve dolaylı müzakereler... Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri adalarındaki durum, Sudan, Somali ve Komorlor'daki barışın ve kalkınmanın desteklenmesi, bölgenin nükleer silahlardan arındırılması ve benzeri konular olmak üzere eski yeni metinlerle doluydu. Ayrıca zirveye katılanların karşılıklı kutlamalarda bulunacağı olağanüstü ek bir konferans yapılması kararı alındı! Bunların hepsi ne doyuran ne de aç bırakan içi boş kararlardır. Dahası bunlar gürültü çıkarmasına rağmen içi boş aç bırakmaya daha yakın olan kararlardır! Hatta zirvenin sonuç bildirgesi, zirve katılımcıları utanıyormuşçasına alelacele okundu!

Ayrıca hazırlık toplantısından sonuç bildirgesi okununcaya dek zirve konferansının düzenlenmesi sırasında dikkat çeken iki husus vardır:

Birincisi: İngiliz ajanlarının Arap Topluluğunun kararlarına etki etmek ve onu avuçlarının içine almak için ortaya koydukları hummalı girişimlerdir. Zira Yemen, Arap Topluluğu yerine Arap Birliği inşa edilmesi önerisinde bulundu ve bu hususta zirve başkanı Libya lideri ile müttefik olduğu açık bir husustu. Zira Libya gurubu, sanki Yemen ile anlaşmışçasına hemen karara alkış tuttu! Ardından Kaddafi, kararda muvafık olduğunu ifade etti. Bu bir yönüyledir. Diğer yönden ise zirvenin şu andaki dönem başkanı olan Kaddafi, zirvenin başkanı olarak Arap Topluluğu genel sekreterini muhasebe etme yetkisi ve olağanüstü zirve yapılmasına çağrıda bulunma gibi kendisine bir takım imtiyazlar verilmesi talebinde bulundu. Üçüncü yönden ise Katar, zirve başkanına bağlı bir komisyon oluşturulması teklifinde bulundu. İşte tüm bunlar, İngilizlerin ajanları yoluyla topluluğa sızmak veya alternatif bir kuruluş oluşturmak istediklerini göstermektedir. Çünkü 22.03.1945'te İngilizler tarafından türetilen Arap Topluluğunda son yıllarda Amerika'nın uzun eli olduğu gibi açıklanan kararlarda da fiili etkisi vardır. Zira Arap Topluluğunun merkezi Kahire'dedir ve Mısır rejiminin devlet başkanı Amerika'nın adamı olup onun bekçisidir ve genel sekreteri de onun gardiyanıdır. İngilizlerin ve ajanlarının (deneyimli) girişimlerine rağmen bu hususta başarıya ulaşmaları olası değildir. Racih olan şudur ki bu girişimler, işlerin nasıl gittiğini görmek ardından da bir sonraki adımı belirlemeye dönük deney (balonları) olmaktan öte gitmeyecektir!

İkincisi: Kudüs konusudur. Kararlar, Kudüs konusunu zirveye katılanların hoş ve tatlı sözleriyle doyurmuştur... Zira gururla ve "zaferle" Kudüs'ü kurtarmaya dönük bir plan hazırladıklarını açıkladılar. Bu planı ise siyasi, hukuki ve mali olmak üzere üç eksen üzerine dayandırdılar... Ardından Güvenlik Konseyi'ne sorumluluklarını yüklenmesi, Arap-"İsrail" çatışmasının çözümüne dönük adımlar atmak ve gerekli yöntemleri benimsemek için harekete geçilmesi çağrısında bulundular... "İsrail'in" mukaddes şehirdeki cürümlerine karşı koymak için Uluslararası Adalet Divanına gitme kararı aldıkları gibi "İsrail'in" yerleşim planlarına karşı koymak için de Kudüs'e yarım milyar dolar tutarında destek verme kararı aldılar. Ayrıca Arap Topluluğu çerçevesinde Kudüs'e genel komiser atanması kararı alındı..! Son olarak Kudüs'ü sevmede ve ona methiyeler dökmede hummalı bir rekabete girdiler. Zira zirve öncesinde yapılan dışişleri bakanlarının hazırlık toplantısı sırasında Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, zirvenin Kudüs Zirvesi olarak isimlendirilmesi "önerisinde" bulunanın Mısır olduğunu açıklayarak arkadaşları karşısında bir sıfır öne geçti. Bunun üzerine Suriye'nin Arap Topluluğundaki daimi temsilcisi Arap dışişleri bakanlarından zirvenin Kudüs Zirvesi olarak isimlendirilmesini "talep edenin" kendi ülkesi olduğunu söyleyerek ona cevap verdi... Böylece ister kendilerini ılımlılar isterse ılımsızlar olarak isimlendirenler olsun Araplar, bir bir berabere kaldılar! Hatta Amerika'nın kendisine bölgede ateşli konuşmalar yapması rolü biçtiği Erdoğan, Kudüs'ü sevmede ve ona methiyeler dökmede Arapların söylemediklerini söyledi! Şayet Yahudi Genelkurmay Başkanı "Aşkenazi", dün Erdoğan'ın daveti ile askeri güvenlik konferansına katılmak üzere Türkiye'de olmamış olsaydı insanlar, neredeyse onun bu ateşli konuşmasıyla Yahudi devletine savaş açmak istediğini zannedeceklerdi!!

Ey İnsanlar! Bu yöneticilerin akılları vardır akletmezler, kulakları vardır işitmezler, gözleri vardır görmezler. Şüphesiz gözler kör olmaz. Ama göğüslerdeki kalpler kör olur! Kudüs, kendi işinin maliki olmayan genel komiserle veya ancak Yahudi süngüsü altında Kudüs'e ulaşacak olan mali bir yardımla veya Filistin'de Yahudi devletini inşa eden Güvenlik Konseyine çağrıda bulunmakla veya ne hakkı ikrar eden ne de batılı defeden Uluslararası Adalet Divanına gitmekle veya Yahudi devletine ülkesinde elçilik açan ve Kudüs katilini konuk eden bir kimsenin Kudüs'e olan sevgide ve özlemde yaptığı ateşli konuşmalarıyla kurutulur mu hiç?

Ey İnsanlar! Kimileriniz diyor ki yöneticiler, her ne kadar işgal altındaki Filistin'den vazgeçseler de takva dürtüsüyle olmasa da en azında utanç dürtüsüyle Kudüs'ten ve el-Aksa'dan vazgeçmezler... Ancak işte Kudüs, etrafından hatta kalbinden, kayasından ve mescidinden kırpılıyor. Yahudiler çatısıyla da temeliyle de oynadılar, altındaki toprakları boşalttılar, üzerindeki hurumatlarını çiğnediler, önünü ve arkasını Yahudi yerleşimcilerle doldurdular. Hatta Yahudi devleti, Gazze'ye saldırarak ve Kudüs'teki yerleşim birimleri inşası politikasının değişmeden süreceğine ilişkin (sıcak) açıklamada bulunduğu günün akşamında zirvenize hediye gönderirken yöneticiler başları dimdik bir halde bakıyorlar, dinliyorlar, toplanıyorlar, tokalaşıyorlar, yiyorlar, gülüyorlar!

Ey Müslümanlar! Kudüs'ü, Müslümanların ordularına liderlik edecek ve muktedir olanları askere alacak, Rabbi Subhânehu'ya muhlis ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sadık olan bir komutan kurtarır. Kudüs'ü, onu hicri (15) yılında fetheden ve Kudüs'te Yahudilerin oturamayacağını kaleme aldığı Ömer Vesikası'nın sahibi Ömer Faruk'un siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

Kudüs'ü, onu hicri (583) yılında haçlıların pisliğinden kurtaran Salahaddin'in ve kurtarılmasından sonra ilk Cuma hutbesine, [فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ] "Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." [el-Enam 45] ayeti ile başlayan arkadaşı Kadı Muhyiddin'in siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

Kudüs'ü, onu koruyan ve devletin hazinesine yüklü paralar vermeyi teklif etmelerine rağmen "Hertzl" ve zebanilerine, (1901) yılında, "Filistin benim şahsi mülküm değildir. Bilakis onu kanlarıyla sulamış olan halkımın mülküdür. Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın. Filistin'in devletimden koparıldığını görmektense bedenimin lime lime edilmesini tercih ederim ki bu olmayacak bir iştir" şeklinde cevap vererek Kudüs'e sızmalarını engelleyen İkinci Abdülhamit'in siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

İşte Kudüs, hiç hesap etmedikleri bir yerden gelerek onlara şeytanın vesveselerini dahi unutturacak darbeler indirecek olan Müslümanların orduları yoluyla, ya zafer ya şahadet diyerek iki güzellikten biri için birbirleriyle yarışan askeri birlikler yoluyla, Allahuteala'nın, [فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ] "Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile arkasında bulunan kimseleri de dağıt." [el-Enfal 57] kavli yoluyla, Aziz-ul Cebbar'ın, [وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ] "Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191] kavli yoluyla Yahudi çetelerinden kurtarılır. İşte böyle ey Müslümanlar!

Ey Müslümanların Beldelerindeki Ordular! Artık muhtaç için hiçbir hüccet, mazur için hiçbir özür kalmadı. Bizi yöneticiler engelliyor demeyin. Zira güç sizlerin ellerinde. Hatta onları koruyan sizlersiniz ve onların ipi sizlerin ellerinde. Eğer onlara itaat ederseniz günaha ve düşmanlığa girmiş olursunuz. Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in havzı başında olamazsınız. Eğer zulümlerinde onlara yardım etmez ve yalanlarında onları tasdik etmezseniz Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] sizden, sizler de ondan olursunuz. Dolayısıyla SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in havzı başında olursunuz ki iyi amelde bulunanların ecri ne güzeldir. Nitekim Tirmizi, Ka'b İbn-u Ucra'nın şöyle dediğini tahriç etmiştir: Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bana şöyle dedi:

أعيذك بالله يا ‏كعب بن عجرة ‏‏من أمراء يكونون من بعدي فمن ‏ ‏غَشِيَ ‏ ‏أبوابهم فصدقهم في كذبهم وأعانهم على ظلمهم فليس مني ولست منه ولا يرد علي الحوض ومن ‏ ‏غَشِيَ ‏ ‏أبوابهم أو لم ‏ ‏يَغْشَ ‏ ‏فلم يصدقهم في كذبهم ولم يعنهم على ظلمهم فهو مني وأنا منه وسيرد علي الحوض "Benden sonra gelecek yöneticilerden Allah'a sığın ey Ka'b İbn-u Ucra! Her kim sık sık onların kapısına giderek onların yalanını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse ben ondan değilim, o da benden değildir. Havzımın başında da olmayacaktır. Her kim de sık sık onların kapılarına gidip yada gitmeyerek onların yalanını doğrulamaz ve zulümlerinde onlara yardım etmezse o bendendir, ben de ondanım ve o havzımın başında olacaktır."

Ey İslam Beldelerindeki Ordular!

Hizb-ut Tahrir, Hilafet'i kurmak için sizlerden nusret istiyor. Haydi ona nusret veriniz. Sizleri Yahudilerle savaşmaya çağırıyor. Haydi ona icabet ediniz. Zira Yahudilerle savaşılacağı ve onlara karşı zafer elde edileceği Allahuteala'nın kitabında yazılıdır:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يَرْحَمَكُمْ وَإِنْ عُدْتُمْ عُدْنَا وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ حَصِيراً "Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Mescid-i Aksa'ya) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler diye. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kafirler için bir hapishane yaptık." [İsra 7-8]

Keza Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisinde de yazılıdır:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ يَا مُسْلِمُ هَذَا يَهُودِىٌّ فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ "Yahudiler ile mutlaka savaşacak ve onları mutlaka öldüreceksiniz. O kadar ki taş bile; "Ey Müslüman! İşte Yahudi burada, gel de öldür onu!" diyecektir." [Muslim, İbn-u Ömer kanalıyla tahriç etti]

O halde askerlerini harekete geçirecek, karşısında duran tüm yöneticileri ayaklarıyla çiğneyip geçecek, yeryüzünde İslam'ın hükmü olan Raşidi Hilafet'i ikame edecek, el-Aksa'yı kurtaracak ve onu Yahudilerin pisliğinden kurtardıktan sonra Kadı Muhyiddin'in okuduğu gibi ilk Cuma hutbesinde şu ayeti okuyacak içinizde hiç dosdoğru aklı başında bir adam yok mu?

فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." [el-Enfal 57]

Böylece Allahu Subhânehu, onu katından bir toplulukta ansın, semanın melekleri ve yeryüzünün salihleri ona gıpta etsin de dünyada ve ahirette aziz olsun. İşte büyük kurtuluş budur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey imân edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak onun huzurunda toplanacaksınız. [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER