Salı, 15 Zilkâde 1446 | 2025/05/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Sorunun Cevabı

Soru: "Değişim", insanın kontrol ettiği dairede midir? Şayet durum böyleyse insan, zamanın ve mekanın değişimine tahakküm edebilir mi? Dolayısıyla zaman uzar ve değişim meydana gelmezse bu, değişim için çalışanların hatalı olması mı demektir? Yoksa "değişim", insanı kontrol eden dairede midir? Şayet böyleyse o halde: إِنَّ اللَّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ "Muhakkak ki Allah, bir kavimde olanı değiştirmez, tâ ki onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe!" [er-Ra'd 11] ayet-il kerimesinin medlulü nedir?

Cevap: Soruda geçen "değişim" kelimesinden maksat "değişim için çalışmaksa" evet değişim insanın kontrol ettiği dairede yer alır ve bu husustaki şeri hükümler vazıhtır.

Yok eğer değişimden maksat: "onu gerçekleştirmekse" bu doğru değildir. Çünkü değişimi gerçekleştirmek insanı kontrol eden dairededir. Dolayısıyla bazen insan, ciddiyet ve gayretle çalıştığı halde arzulanan değişim istendiği gibi meydana gelmeyebilir. Bazen de değişim kısa yada uzun bir zaman geçtikten sonra gerçekleşebilir ...

İnsan, amelinden dolayı muhasebe edilmeden önce kendisini muhasebe etmelidir ki kusurları telafi etsin, ciddileşsin, gayret göstersin, bu üslubu alsın, şu üslubu terk etsin, sulukunda bulanıklık gözlemlediğinde onu değiştirsin ve Allah Subhânehu ile bağını güçlendirsin.

Ancak tüm bunlar, şerden hayra ve batıldan hakka değişim için çalışmanın gerekliliğini gerektiren şeri hükmün edası içindir.

Ancak bunun şu yada bu yerde bugün yada yarın malum bir zamanda yakinen gerçekleştirilmesi insanının kontrol ettiği dairede değildir. Bilakis bu insanı kontrol eden dairededir.

Bunun delili ise Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in siretinden ve fillerinden dolayıdır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Mekke'de gönderildi ve orada on senenin üzerinde çalıştı. Buna rağmen değişim meydana gelmedi... Burada Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in çalışmasında hata etmiştir diye bir şey söz konusu olamaz.

Ardından o gurup Mekke'ye geldi... Birinci ve İkinci Akabe Biati gerçekleşti... Musab [Radıyallahu Anh], bir sene içerisinde Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mekke'de gerçekleştirdiğinin çok çok üzerinde olan Medine'de bir değişim meydana getirdi. Oysa Musab'ın çalışması, kesinlikle Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in çalışmasıyla kıyas edilemez... Ardında devlet Mekke'de değil Medine'de kuruldu...

Binaenaleyh değişim için en güzel muhkem bir amelle çalışmak, üslupları ve imkanları güzelleştirmek ve birçok mekanda çalışmak... tüm bunlar insanın kontrol ettiği ve muhasebe edileceği dairedir. O halde yol uzasın yada kısalsın insan değişim için ciddiyetle çalışmalı, yolun zorlukları azmini kırmamalı, musibetler onu pes ettirmemeli ve engeller azmini zayıflatmamalıdır. Aksine dimdik olan sıra dağlar gibi hak üzere sebat ederek yüce dağlar şeklinde dosdoğru kalmalı, en güzel muhkem amelinden dolayı gece-gündüz kendisini muhasebe etmeli, Allah'a dayanmalı, kendisine nusret vermesi ve lütufta bulunması için gece-gündüz O'na dua etmelidir...

Değişimi gerçekleştirmeye gelince; bizi kontrol eden dairededir. Dolayısıyla bizler, bugün yada yarın şu zamanda yada şu mekanda onu gerçekleştiremeyiz. Bunun içindir ki yolun uzaması veya zorlukların üst üste binmesi durumunda karamsarlığa veya ümitsizliğe kapılmamız doğru değildir. Aksine çalışmaya devam etmeli, sadakati, ihlası, ciddiyeti ve gayreti elde etmeye çalışmalı, üslupları güzelleştirmeli ve gözden geçirmeliyiz... Muhakkak ki Allah, salihleri iktidar kılacaktır.

Yine yolun uzaması, insanın değişim için çalışmasının illa da başarısız veya hatalı olduğu anlamına gelmez. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Mekke'de değişim için çalışmış, kendisine karşı koyulmuş, birçok kez nusret talebinde bulunmuş, ancak onlar bunu reddetmiş, hatta bazılarının tepkileri kanlı olmuştur... Ardından Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in gönderildiği Mekke'de değil de Medine'de nusret meydana gelmiştir... Hiçbir kimse, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], başarısız yada hatalı olup Musab [Radıyallahu Anh]'ın çalışmasında kusursuz olduğunu aklının ucundan bile geçirmesin!

Şu ayet-il kerimeye gelince:

إِنَّ اللَّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ "Muhakkak ki Allah, bir kavimde olanı değiştirmez, tâ ki onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe!" [er-Ra'd 11] Şeri bir hükme ilişkindir ki o, arzulanan değişim için çalışan bir kimse ciddiyet, gayret, sadakat ve ihlas ile çalışmalıdır. Zira Allah Subhânehu, değişimi tembeller ve uyuyanlar için değil bilakis ciddiyet, gayret, sadakat ve ihlas ile çalışanlar için gerçekleştirecektir.

Velhasıl:

1. Arzulanan değişim için çalışmak bir farz olup insanın kontrol ettiği dairededir.

2. Değişimi bugün yada yarın şu veya bu mekanda gerçekleştirmek insanı kontrol eden dairededir. Bunun içindir ki vaat edilen nusret geciktiğinde ümitsizliğe kapılmak veya oturmak caiz değildir.

3. Yolun uzaması çalışanların illa da hatalı olduğu anlamına gelmez. Bilakis bu, Allah Subhânehu'nun şöyle buyurduğu gibidir:

إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا "Kesinlikle Allah emrine galiptir. Allah, her şey için bir kader koymuştur." [et-Talâk 3]

4. Allah Subhânehu, değişimi tembeller ve uyuyanlar için değil bilakis sadık ve muhlis şekilde çalışanlar için gerçekleştirecektir. Allah, Veliyy-ut Tevfîk'tir.

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Ülkemizde bir savunma avukatı olarak görev yapmak caiz midir? Bizim burada ülke çapında ünlü avukatlardan biri sayılan ve bu ününden dolayı televizyona çıkan iyi bir üstaz var. Bu kişi, bazı mazlum kimselerin savunma avukatlığı görevini üstlenmektedir... Burada bazı kardeşler, böyle bir görevin caiz olup olmadığını sormaktadırlar. Savcı hakkındaki şeri hüküm, savunma avukatlığı hakkındaki şeri hükümden farklı mıdır? Ayrıca savunma avukatı, kişinin hak sahibi olduğuna kanaat getirir ve rüşvet gibi meşru olmayan bir araç kullanmaksızın bunu elde etmesi zorlaşırsa bu durumda hakkın hak sahibine döndürülmesi maksadı güttüğü sürece bu caiz midir?

Cevap: Avukatlık görevi açısından olana gelince:

1. Avukatın "savcılık" görevini yapması caiz değildir. Çünkü onun bu görevi, şeriat tatbik edilmediği sürece yasa ve suçlama bakımından otoriteyi savunmayı gerektirir. Bunun içindir ki otoritenin vekilliğini yapmak caiz değildir ve avukatın bir savcı olarak görev yapması için herhangi bir mazeret aranmaz. Zira bu haramdır.

2. Savunma avukatının savunması, şeriata göre kişinin sabit olan hakları hususunda mazluma yardım etmek üzerine olursa görevini yapması caizdir. Ama şeriata göre değil de beşeri hukuka göre sabit olan haklarsa bunları savunmak caiz değildir.

Mesela İslam, hak kelimesini söylemesinden dolayı zulme maruz bırakılan ve hapse atılan bir kimsenin savunulmasını ve onun hapisten çıkarılmasını gerektirir. Bunun içindir ki savunma avukatının bu kimsenin üzerindeki zulmü kaldırmaya ve hapisten çıkarmaya yönelik görevi, sahih olan vacip bir görevdir.

Mesela İslam, hırsızlığa maruz kalan bir kimsenin çalınan malının ona iade edilmesini gerektirir. Bunun içindir ki bu kimsenin çalınan malını almak için savunma avukatının onu savunması caizdir.

Mesela İslam, bir kısmı peşin geri kalanı taksitle olmak üzere bir bedel karşılığında evini satan ve evi satın alıp eve oturduğu halde müşterinin bedelin bir kısmını ödeyip geriye kalanı reddetmesi veya inkar etmesi halinde satıcının müşteride olan hakkının ona iade edilmesini gerektirir. Bunun içindir ki müşterinin inkar ettiği evin bedelini almak amacıyla savunma avukatının onu (satıcıyı) savunması caizdir.

Böylece savunma avukatının zulmü kaldırmaya ve sahibi için şeran sabit olan hakları geri döndürmeye yönelik görevi, sahih bir görevdir.

Ancak şeriata muhalif olduğu halde beşeri hukuka göre kişinin bir hakkı sabit olursa savunma avukatının onu savunması caiz değildir:

Mesela bir kişi, akdi batıl olan bir anonim şirketine ortak olur ve ortaklara yönelik kar dağılımı sırasında hissesine göre kendisine verilen karın, hak ettiğinden daha az olduğunu görürse bu durumda savunma avukatının, beşeri hukuka göre sabit olan bu hak şeriata muhalif olduğu sürece sahibine geri döndürmek amacıyla bu hakkı savunması caiz değildir. Çünkü bu şirket, batıldır ve bunun sonucunda oluşan karları da şeriat ikrar etmemektedir. Müslüman için vacip olan bu şirketten ayrılmasıdır.

Mesela bir kişi, belli bir faiz karşılığında parasını bankaya yatırır ancak banka, üzerinde anlaştıkları faiz oranına göre kendisine daha az para verirse bu durumda savunma avukatının, bu hak beşeri kanuna göre sabit olup şeriat göre muhalif olduğu sürece kişiye geri döndürülmesi amacıyla bu hakkı savunması caiz değildir. Zira onun için bu hak, faizli bankaların onayladığı beşeri hukuka göre sabit olsa da şeriata göre sabit değildir. Müslüman için vacip olan bankayla girdiği bu faizli muameleyi iptal etmesidir.

Böylece zulmün kaldırılması ve şeran sabit olan bir hakkın sahibine döndürülmesi için olduğunda savunma avukatının görevini yapması sahihtir. Ancak savunma avukatının görevi, beşeri hukuka göre sabit olup şeriata muhalif olan sabit hakların savunulması amacıyla olursa caiz değildir.

Ancak savunma avukatı, şeran sabit olan bir hakkın sahibine iade edilmesi amacıyla hakkı sahibine döndürmek maksadıyla olsa bile rüşvet yada benzeri bir şey vermek gibi meşru olmayan araçlar edinirse bu caiz değildir. Çünkü elde edilmesi istenilen maslahat ister hak isterse batıl olsun rüşvet haramdır. Çünkü rüşvetin haramlılığı hususunda varit olan nasslar, sadece batıl olan maslahatın elde edilmesiyle illetlendirilmiş şekilde gelmediği gibi sadece batıl olan maslahatın elde edilmesine mahsus olmayan genel bir şekilde gelmiştir. Bu da nasslarda açıktır:

Ahmed, Edu Davud ve İbn-u Mace, Abdullah İbn-u Amr'dan Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

لعنة الله على الراشي والمرتشي "Allah'ın laneti, rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerine olsun."

Ahmed, Sevban'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

لعن رسول الله الراشي والمرتشي والرائش يعني الذي يمشي بينهما "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], rüşvet verene, rüşvet alana ve ikisi arasında gidip gelerek rüşvete aracılık edene lanet etti."

İşte bu hadisler geneldir. Dolayısıyla bir hakkın yada bir talebin hakkı için olsun yada olmasın her rüşveti kapsayacak şekilde geneldir. Ayrıca rüşvetin haramlığı hususunda gelen bu nasslar, rüşvetin haramlığını herhangi bir illetle illetlendirmemiştir. Ne bunlarda ne de herhangi başka bir nassta illet yoktur ki rüşvetin haramlığına dair bir illet istinbat edilsin...

Bunun içindir ki savunma avukatının kastı, kendince rüşvet olmaksızın hakkı sahibine döndürmenin zor olduğu hakkı sahibine döndürmeyi kolaylaştırmak için olsa bile rüşvet alması caiz değildir.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Biliyoruz ki Amerika'da ekonomik krizin başladığı sırada dolar, euro karşısında büyük oranda değer kaybetti. Ancak ekonomik kriz Amerika'da hala sıcaklığını korumasına rağmen son günlerde doların euro karşısında değer kazandığını mülahaza ettik. O halde Amerika'da kriz hala sürmesine rağmen doların euro karşısında değer kazanmasının nedeni nedir?

Cevap: Bilindiği üzere kağıt paranın karşılığı yoktur. Bilakis kağıt paranın karşılığı onu çıkaran devletin ekonomisine bağlıdır.

Küresel ekonomik kriz, Amerika'da başlayınca dolar diğer mali evraklar karşısında değer kaybetti. Zira kriz, Avrupa'ya sıçrayınca Avrupa ekonomisi açısından bir sarsıntı oluşturdu ve dolayısıyla zayıflık Avrupa ülkelerindeki kağıt paraya da sıçradı. Bu da kısmen doların yükselmesine yol açtı. Çünkü değer kaybı, aynı şekilde Avrupa nakdini de kapsadı.

Bunun açıklığa kavuşması için deriz ki: Bir doların bir euroya denk olduğunu düşünelim. Amerika'da kriz baş gösterince Amerikan ekonomisi zayıfladı ve dolayısıyla mesela dolar %20 oranında değer kaybetti. Dolayısıyla euro karşısında %80'e denk olmaya başladı. Yani 1 euro 1,25 dolara denk gelir oldu. Ardından kriz Avrupa'ya sıçrayınca Avrupa ekonomisi zayıfladı, dolayısıyla euro mesela %10 oranında değer kaybetti. Yani euro, 1,25 olan dolar karşısında %90'na denk gelir oldu. Dolayısıyla euro, 1,125 dolara denk gelir oldu. Yani 1 dolar, euro karşısında 1/1,125=%88 oldu. Yani gerçekte değer kaybetmesine rağmen dolar, %80'den %88'e yükselmiş gibi oldu. Aslında euro karşısında dolar, krizin Avrupa'ya sıçraması nedeniyle yükseldi. Muhtemelen dolar geriye dönecek ve özellikle krizin Avrupa'daki sarsıntısı ortadan kalktıktan ve ardından krizi teskin etmeye dönük tedbirler alınmasından sonra euro karşısında düşecektir. Zira Avrupa ekonomisi, ekonomik krizi teskin etmeye ve onunla bir arada yaşamaya Amerikan ekonomisinden daha muktedirdir.

Görüldüğü üzere yükselme, ülkelerin ekonomisinin zayıflamasına göre nispîdir ve krizin ülke üzerindeki etkisi ne kadar büyük olursa nakdinin değer kaybı da o kadar büyük olacaktır. Dolayısıyla nakdinin değerinde yükselme veya düşüş olacaktır. Nitekim kriz, pek çok dünya ülkesine etki etmiştir. Dolayısıyla genel şekilde kağıt paranın değeri düşmüştür. Ancak krizin ülke ekonomisi üzerindeki etkisine göre bazıları düşmüş veya yükselmiştir ve kriz var olduğu sürece istikrarsızlık hali baki kalacaktır.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

 

Soru: Müzayedeye katılmak caiz midir? Yani emtiayı daha fazla fiyat ödeyen kimseye satmak için açık arttırmaya sunmak caiz midir?

Cevap: Lügatte müzayede: Satışa çıkarılan emtianın fiyatını arttırmada rekabet etmektir.

Istılahta ise: Emtianın açık alanda satılması ve en son arttıran kişi alıncaya kadar insanların birbirlerine karşı onun fiyatında arttırmaya gitmesidir.

Bu satış, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisinden dolayı caizdir ki o, Tirmizi'nin Sünen'inde Enes İbn-u Malik'ten tahriç ettiği şu hadistir:

بَاعَ حِلْسًا وَقَدَحًا وَقَالَ مَنْ يَشْتَرِي هَذَا الْحِلْسَ وَالْقَدَحَ فَقَالَ رَجُلٌ أَخَذْتُهُمَا بِدِرْهَمٍ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ يَزِيدُ عَلَى دِرْهَمٍ مَنْ يَزِيدُ عَلَى دِرْهَمٍ فَأَعْطَاهُ رَجُلٌ دِرْهَمَيْنِ فَبَاعَهُمَا مِنْهُ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bir döşek ile bardak sattı ve bunları kim alacak dedi. Adamın biri dedi ki: O ikisini bir dirheme aldım. Bunun üzerine Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] dedi ki: Bir dirhemin üzerine arttıran kimse yok mu? Bir dirhemin üzerine arttıran kimse yok mu? Derken bir adam iki dirheme satın aldı. O da onları ona sattı." Tirmizi, bu hadisin hasen olduğunu söyledi.   

Bu hadis, Süfyan İbn-u Vehb el-Havlani [Radıyallahu Anh]'ın şu hadisi ile çelişmez:

سمعت رسول اللّه صلّى اللّه عليه وسلّم ينهى عن بيع المزايدة "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müzayede satışından nehyettiğini işittim."

Çünkü bu hadis, zayıftır. Zira onun isnadında İbn-u Lehiya vardır ki o zayıftır.

Aynı şekilde o, İbn-u Ömer'in şu hadisi ile de çelişmez:

نهى رسول أن يبيع أحدكم على بيع أحد حتى يذر إلا الغنائم والمواريث "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], sizden birinizin ganimet ile miras dışında terk edinceye kadar başka birisinin satışı üzerine satış yapmasını nehyetti."

Zira buradaki nehiy, satışın müşteri üzerinde kesinleşmesi halindedir. Çünkü bu durumda bir kimsenin gelerek "ben daha fazla öderim" demesi caiz değildir. Ancak müzayedede olduğu gibi satış henüz kesinleşmemişse bu hadis buna intibak etmez.

Nitekim el-Ayni, Umde-tul Kari'de müzayede satışının caiz olmasının Malik, Şafii ve Ehl-il İlim Cumhuru'nun kavli olduğunu ifade etmiştir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Müslüman Türkiye Halkına Bir Hatırlatma

 

AKP'nin kokuşmuş Batı fikirleri olan demokratik haklar ve özgürlükleri hayata geçirme çalışmalarının  son halkası neredeyse milli bir proje haline getirdikleri Kürt açılımı projesidir. Bu projenin Amerika tarafından hazırlandığı, AKP tarafından Türkiye halkına servis edildiği artık gün yüzüne çıkmış durumdadır. Ancak bizim burada değineceğimiz husus, bu Kürt açılımı denilen proje esnasındaki bir demagojiyi ifşa etmek ve bundan Müslüman Türkiye halkının ders çıkarmasını sağlamaktır.

Sivil toplum örgütleriyle görüşmelerde bulunmak üzere 09.10.2009 Cuma günü Diyarbakır turuna çıkan proje genel koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay, demokratik açılım çalışmalarında iki özel ana hedef bulunduğunu, bunlardan birinin "Türkiye'de terör bitsin, terör endişesi ve korkusu kalmasın" şeklinde olduğunu açıkladı. O halde Müslüman Türkiye halkına soruyoruz:

- Bir yandan terör bitsin derken diğer yandan Türkiye Müslüman halkının muhlis Hizb-ut Tahrir şebabını sırf Rabbimiz Allah'tır dedikleri için hapishanelere koymakla terör estirmiş olmuyorlar mı?

-  Tek gayeleri, Allah'ın inzal ettikleri ile yönetecek Hilafet Devleti'nin ikamesi olan Hizb-ut Tahrir şebabını hapishanelere koyarak ailelerine korku ve endişe yaşatmaları bu sözlerinin yalandan ibaret olduğunu göstermiyor mu?

- Aynı gezisi esnasında Beşir Atalay, demokratik açılım çerçevesinde bir başkasına baskı oluşturmadan herkes istediği fikirleri söyleyebilmeli derken hiçbir şiddet ve baskı unsuru kullanmadan sadece İslami fikirleri söylemelerinden dolayı Hizb-ut Tahrir şebabının hapishanelere konulması bu demokratik hak dedikleri şeyin bir safsatadan ve mavaldan ibaret olduğunu göstermiyor mu?

- Bir yandan sözde Kürt açılımı projesi adı altında Doğu bölgesine ziyaretler düzenleyen hükümetin diğer yandan Doğu'daki Hizb-ut Tahrir şebabını hapishaneye atarak Hilafet Devleti'ni ikame çalışmalarının önünü kesmek istemesi bu projenin Müslüman Türkiye halkının maslahatlarını gözetmekten başka amaçlarla hayata geçirilmek istendiğini açıkça ortaya koymuyor mu? Bu hatırlatmalarımız üzerinde iyi düşünüp tek bir parça olan İslami ümmetin ayrılmaz bir parçası olmanıza uygun doğru kararlar veriniz ey Müslüman Türkiye halkı!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ Ey îman edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığı zaman icâbet ediniz. [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Tatbikatın Ertelenmesi, Yeni Amerikan Stratejisinin Bir Gereğidir!

Bu yıl 12-23 Ekim tarihleri arasında Konya'da yapılması planlanan "Anadolu Kartalı" adlı uluslararası hava tatbikatına "İsrail" uçaklarının katılmayacağı haberleri basında yer aldı. Bu bağlamda el-Arabiyye televizyonunun sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, halkın tatbikata "İsrail'in" katılmasını istemediğini, bu nedenle tatbikatın uluslararası bölümünü ertelediklerini ifade etti. كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَّقُولُونَ إِلاَّ كَذِبًا "Ağızlarından çıkan, ne büyük, (ne ağır) bir söz oldu! Onlar ki yalandan başkasını söylemezler." [el-Kehf 5]

Hilafet Devleti yıkıldıktan sonra sömürgeci kafirlerin Müslümanların göğsüne sapladığı zehirli hançer  "İsrail'i" tanıyan ilk İslam ülkesi Türkiye Cumhuriyeti, Filistin'deki Müslüman kardeşlerimize karşı onca vahşet işlemesine rağmen gerek geçmiş hükümetler döneminde olsun gerekse mevcut AKP hükümeti döneminde olsun her zaman Yahudi varlığı ile sıcak ve samimi diplomatik ve askeri ilişkiler kurmuştur.

Madem Erdoğan, halk "İsrail'in" katılmasını istemedi diye tatbikatın uluslararası bölümünü ertelediklerini söylüyor o halde ne diye tatbikatı iptal etmediler de ertelediler? Erdoğan bu sözünde samimi olsaydı tatbikatı ertelemezler iptal ederlerdi nitekim tatbikatın iptal edilmeyip şimdilik ertelenmesi demek ileriki zamanlarda yapılacağı anlamına gelir. Bu da göstermektedir ki şu anki bölgesel konjoktür Yahudi varlığının da katılacağı böylesi bir tatbikatın ertelenmesini gerektirmektedir. Yoksa bunun halkın Yahudi varlığını istememesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Zira AKP, Türkiye'deki Müslüman halkın Yahudi varlığına karşı beslediği akidesinden kaynaklanan nefret duygularının gereğini ne zaman yerine getirdi ki bugün getirsin!

Madem Erdoğan, halk "İsrail'in" katılmasını istemedi diye tatbikatın uluslararası kısmını iptal ettiklerini söylüyor o halde ne diye iktidarda oldukları halde 2001 yılından beri her sene düzenli olarak bu tatbikatları yapmışlardır? Çünkü tatbikatın ertelenmesi yeni Amerikan yönetiminin bölgede AKP hükümetine biçtiği rolün bir gereğidir.

Ayrıca ertelenmemiş olsaydı tatbikata Yahudi varlığının yanı sıra Amerika ile İtalya da katılacaktı. O halde Erdoğan, Türkiye'deki Müslümanların bu tatbikata Amerika ile İtalya'nın katılmasını istediğini iddia etmektedir. Yahudi varlığı ile Amerika ve İtalya arasında ne fark var! Ha Yahudi varlığı ha Amerika ha İtalya hepsi de birer küfür devleti olup Müslümanların baş düşmanıdır. Bütün bunların sonucunda ortaya çıkmaktadır ki Erdoğan'ın bu açıklaması, Türkiye'deki Müslümanların metamorfoz Yahudi varlığına karşı olan nefret ve öfke duygularını istismar etmekten öte bir şey değildir. Son olarak deriz ki: Türkiye'deki Müslüman halkın sesine kulak vermek Yahudi varlığı ile yapılacak tatbikatın ertelenmesiyle değil Yahudi varlığını kökünden kazıyacak orduları harekete geçirmekle olur!

Devamını oku...

هَذَا بَلاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا "İşte bu, kendisi ile uyarılsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir." [İbrahim 52] Kudüs'ün Geri Alınması, Protestolar ve Gösterilerle Değil Ancak Yahudi Varlığını Kökünden Söküp Ata

  • Kategori Hizb
  •   |  

Yahudiler, gece-gündüz Mescid-i Aksa'da Müslümanları tahrik etmek amacıyla bazen onun altını kazıyorlar, bazen üstüne zorla giriyorlar, bazen salah kılanları sıkboğaz ediyorlar, bazen izin veriyorlar, bazen engelliyorlar, bazen de ayin yapmaları için hergelelerini onun içine sürüyorlar... Müslümanlar, onlara karşı durduklarında Yahudiler ateş açarak onları öldürüyorlar, yaralıyorlar ve tutukluyorlar... Müslümanların beldelerindeki yöneticiler ise sadece ölüleri, yaralıları, tutuklananları sayıyorlar. Onların misali, takibat ve tutuklama olmaksızın Yahudiler ve avenelerine karşı insanların protesto ve gösteriler yapmalarına ve bağırıp çağırmalarına izin verme "lütfünde" bulunan kimse gibidir.

Tüm bu yapılanlar, Yahudilerin tek bir kılını dahi kıpırdatmamakta ve zerre kadar onlara geri adım attırmamaktadır. Çünkü onların, bu yöneticilerle Halil'deki el-Haram-il İbrahim'de yaşanmış bir geçmişleri vardır. Zira Yahudiler, onu halkıyla haksız bir paylaşım ile paylaşarak işgalci düşman onun içerisinde gece-gündüz dilediğini yapıyor ve Harem-il İbrahim halkının oraya girmesine ise diledikleri vakitte ve istedikleri zamanda "karneyle" izin veriyorlar!

Ey Müslümanlar! Mescid-i Aksa'ya yardım etmek için işgal altında olanların protesto ve gösteriler yapmaları, ak sayfalara yazılacak olan azme değer ve takdire şayan bir iş olsa da işgal toprakları dışındaki Müslümanların protestolar, gösteriler ve meydanlarda ateşli konuşmalar yapmakla yetinmeleri ak sayfalara yazılacak azme değer ve takdire şayan bir işe değil kapkara sayfalara yazılacak bir iştir..!

Oysa geçmişte de haçlı kafirler Filistin'i işgal etmişler, Mescid-i Aksa'da fitne ve fesat saçmışlar ve mescit alanındaki Müslüman şehitlerin kanları diz boyuna ulaşmıştı! Yine haçlılar, Aksa'nın minberini yıkmışlar ve mescidi atları için bir ahıra çevirmişlerdi de Müslümanlar, onu kurtarmak için protesto ve gösterilerle meşgul olmadıkları gibi işgalin gölgesinde minberin inşası ve tamiriyle de meşgul olmamışlardı. Bilakis gece ve gündüz onların tek derdi, Allah'ın indirdikleriyle hükmeden ve Allah yolunda cihat eden Hilafet'in gölgesinde Mısır ve Şam'a doğru Salahaddin'in komutasında ordular hazırlamak ve sadık mümin askerleri teçhiz etmekti:

Müslümanların protestoları, bizzat askerlerin haçlıların kalelerine yönelik baskınlar düzenlemesi, gösterileri düşmanın başını ezen darbeler indirmesi, ateşli konuşmaları, savaş meydanlarında tekbir çığlıkları atması ve minberin Aksa'ya girdirilmesi işgalin gölgesinde değil onun kurtuluşu gölgesinde olmuştu. Böylece onlar Allah'a, Allah da onlara yardım etti.

إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, Kaviyy'dir, Aziz'dir." [el-Hacc 40]

Müslümanlar işte böyleydiler! Dinleriyle izzetli, Rableriyle güçlü idiler. Mescid-i Aksa'yı haçlıların pisliğinden kurtarmak için ordular hazırlamakla, onu nusret ve apaçık fetih tekbiri getiren askerlerin nuruyla aydınlatmakla meşgul idiler. O halde çalışanlar bunun için çalışsınlar. Zira Aksa'ya ve onun çevresindekilere yardım etmenin yolu bellidir. Dahası o, güneşin aydınlığından daha açıktır:

Şüphesiz o, Yahudi varlığını kökünden söküp atması için Müslümanların ordularının harekete geçirilmesi ve muktedir olanların onun altında toplanmasıdır. İşte o zaman Mescid-i Aksa, Yahudilerin ve onların arkasında duranların pisliğinden arınmış olarak onurlu bir bağımsızlığa kavuşturulmuş olur...

Şüphesiz o, 1948'de işgal edilen ile 1967'de işgal edilenler arasında bir fark olmaksızın nehirden denize kadar Filistin'in bir bütün olarak ele alınmasıdır. Zira onun küçük bir parçasından taviz veren bir kimsenin daha büyük parçalarından taviz vermesi kolay olur. Zira alçalmak isteyene alçaklık vız gelir...

Şüphesiz Aksa'ya yardım etmek, yol haritasından iki devletli çözüme kadar Yahudilerle olan müzakere projelerinin ayaklar altında çiğnenmesi... Dahası bunları inşa eden, bunları dillendiren ve bunların bayraktarlığını yapanlar olmak üzere ötesinde ve berisinde olanların da ayaklar altında çiğnenmesiyle olur. Zira Filistin'in iki parçaya bölünmesi kabul edilemez. Çünkü o, her karışı şehit kanlarıyla sulanmış ve mücahit süvarilerin ayak tozlarıyla bulanmış tamamen İslami olan mübarek bir arzdır.

Şüphesiz Aksa'ya yardım etmek, orduları savaş için harekete geçirmeleri amacıyla ümmetin, yöneticilerin karşısına dikilmesiyle olur. Eğer karşı koyarlarsa onlara engel olunarak sadık ve mümin bir yönetici getirilir. O ki Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satan, arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan Raşit bir Halife'dir. Böylece ordu, bir süs eşyası olarak kutlamalar için kışlalara çakılıp kalmaz. Bilakis iki güzellikten birine nail olmak ve iki kıblenin ilkini kurtarmak için harekete geçer.

Ey Müslümanlar: İslam düşmanları ve ajanları, Filistin'i aslından ve kökünden koparmayı başardılar. Zira "onu budayarak" önce İslami bir meseleden Arap meselesine ardından Filistin'in "milli" meselesine dönüştürdüler. Ardından da Gazze ve Batı Şeria arasında iki parçaya taksim ettiler! Ardından yerleşim meselesine dönüştü ve kelimelerin derinliklerine "dalarak" şöyle dediler: Yahudi yerleşim birimleri durdurulmalı mı yoksa dondurulmalı mı yoksa sınırlandırılmalı mı yoksa kontrol mu edilmeli? Tartışma üzerine tartışma yaptılar. Yahudi varlığı ise bunların hiç birine aldırış etmedi. Aksine yerleşim birimleri hakkında yapılan tüm bu tartışmalar karşısında binalar ve direkler dikmeye ve duvarlar örmeye devam etti... Onlar içi boş laflarla seslerini yükseltirlerken Yahudi varlığı, binalar dikiyor ve bunları mermerlerle döşüyordu.

İslam düşmanları ve onların ajanları işte bu şekilde, meseleyi zirveden aşağı indirgemeyi ve uşak yöneticilerinin sahasını meşrulaştırmayı başardılar... Artık o, bir Filistin yada bunun altında bir meseleydi! Zira yöneticiler ona uzaktan bakmaktadırlar. Dolayısıyla onlar, ya tarafsız kaldılar yada düşmana daha yakın oldular. Allah onları katletsin nasıl da döndürüyorlar. Ancak daha hazin olanı şudur ki Filistin halkı içerisinde gururun kendisini günaha sevk ettiği kimselerin olması ve şöyle haykırmalarıdır: Filistin için bizler varız, sizlerin ordularını istemiyoruz ey yöneticiler! Aklı olan herkes bilir ki Yahudi varlığının yok edilmesi ve Filistin'in İslam diyarına döndürülmesi ancak Yahudi varlığını hezimete uğratacak bir orduyu harekete geçirecek bir devletle mümkündür. Bu olmadan ne Yahudi varlığı yok edilir ne de Filistin bir bütün olarak İslam diyarına döndürülür. O halde fert veya cemaat olsun gerek Filistin içindeki gerekse dışındaki her Müslüman, yöneticilere, Filistin'i kurtarmak üzere ordularını harekete geçirmemeleri ve Filistin'in kurtarılmasını işgal altında ezilen halkına terk etmeleri çağrısında bulunursa Allah'a, resulüne ve müminlere hıyanet etmiş olur. Çünkü o, bu şekilde Filistin'in işgal altında kalmasını istemektedir...

Ey Müslümanlar! Ey Müslüman Orduların Babaları ve Kardeşleri! Ey Mücahit Askerler!

Aksa, sizlere haykırmakta, Filistin sizlerden yardım istemekte ve iffetli Müslümanlar sizlere nidada bulunmaktadır. Onlara icabet edip zafer yada şahadetin olduğu iki güzellikten birini, dahası Allah'ın izniyle ikisini birlikte istemez misiniz? O halde Yahudilerin burunlarını topraklara sürtünüz, ilk kez fatihlerin girdiği gibi mescide giriniz, Aksa'yı ve onun etrafını Yahudilerin pisliklerinden temizleyiniz. Artık icabet edecek misiniz?

Aksa'yı yaralı bir esir dahası katledilmiş şekilde gördüğünüz halde zalim tağutların emrini yerine getirmek için oturacak mısınız? Allah'a isyan edip efendilerine itaat ederek kendilerini saptıran ve cehennem ateşine ulaştıran kavimlerin başına gelenlerin sizlerin başına da gelmesinden korkmaz mısınız?

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَالَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولاَ (66) وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلاَ "Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün derler ki: Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, resule itaat etseydik! ve derler ki: Ey Rabbimiz! Biz bu liderlerimize ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar." [el-Ahzâb 66-67]

Sizler, düşmanınızla savaşmanızı engellemeleri halinde zalimlerin tahtlarını yıkacak ellere sahip güç ve kuvvet ehli değil misiniz? Allah Subhânehu'nun şu ayeti kulaklarınızı hiç mi çınlatmıyor?

إِلاَّ تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا "Eğer savaşa çıkmazsanız, (Allah) size elim bir azap ile azap eder." [et-Tevbe 39]

Ey Müslümanlar! Ey Müslüman Orduların Babaları ve Kardeşleri! Ey Kışlalarına Çakılan Ordular!

Aranızda iki kıblenin ilki olan Aksa'nın intikamını alacak aklı başında hiç bir adam yok mu? Aranızda kimsesiz yaşlıların ve iffetli Müslümanların öcünü alacak aklı başında hiç bir adam yok mu? Aranızda sizleri iki güzelliğin birisinden ve iki kıblenin ilkini kurtarmaktan alıkoyan zalim ajan yöneticilerin karşısına dikilecek aklı başında hiçbir adam yok mu? Aranızda bu tağutları yok edecek, Allah yolunda cihat etmek, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek üzere ordulara komutanlık edecek, dolayısıyla Allah katından bir gurubun kendisine nasihat edeceği, yeryüzündeki seçkin kimselerin ve semadaki meleklerin kendisine gıpta edeceği aklı başında hiçbir adam yok mu?

Aranızda Allah Subhânehu'nun Yahudiler hakkındaki şu kavlini idrak edecek aklı başında hiçbir adam yok mu?

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الأَدْبَارَ ثُمَّ لاَ يُنْصَرُونَ Onlar size eziyetten başka hiçbir zarar veremezler. Eğer onlar sizinle savaşacak olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine zafer de verilmez! [Âl-i ‘İmrân 111]

Ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ يَا مُسْلِمُ هَذَا يَهُودِيٌّ فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ "Yahudiler ile mutlaka savaşacaksınız ve onları mutlaka öldüreceksiniz. O kadar ki taş şöyle diyecek: "Ey Müslüman! İşte şu Yahudidir, haydi gel de onu öldür!"

Aranızda Kavi ve Aziz olan Allah'ın, Yahudi varlığını yok etmek, Aksa'yı Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in mesrasını ve yüce semalara yükseldiği miracını kurtarmak için askerlere komutanlık yapma şerefiyle şereflendirmesini seven aklı başında hiçbir adam yok mu?

Kenane arzı olan Mısır'ın askerleri nerede? Hilafet'in merkezi olan Şam beldesinin askerleri nerede? el-Râfideyn arzı olan Irak askerleri nerede? İran'ın, Pakistan'ın ve Türkiye'nin füzeleri nerede?
Bileziklerin bileği sardığı gibi Yahudi varlığını sardığınız halde onun karşısında kılınızı dahi kıpırdatmamanız trajikomik bir durum değil midir? O halde onu yok ediniz ve Filistin'i bir bütün olarak İslam diyarına döndürünüz ki Aksa'nın minarelerinden Yahudi pisliğinden arınmış şerefli hür ezanlar yükselesin de hem dünyanın hem de ahretin izzetine nail olasınız.

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin toplumun gönüllerine şifâ versin." [Tevbe 14]

Şüphesiz lider, halkına yalan söylemez. Hizb-ut Tahrir, beyanlarıyla sizlere doğruyu söylemekte, nasihat etmekte ve uyarmaktadır... İşte bir kez daha sizlere nasihat etmektedir:

Her kim Filistin'i, Kudüs'ü ve Aksa'yı seviyorsa? Her kim mübarek el-Mesra ve'l Miraç arzını seviyorsa? Her kimin Yahudilerin Aksa'daki cürümlerinden dolayı saçları dökülüyorsa? Her kimin Yahudilerin Aksa'da itikafa giren kimselere yönelik vahşi davranışından dolayı damarlarındaki kanı kaynıyorsa? O halde gerçekten mümin ise bir an evvel yardıma koşsun ve Müslüman orduları savaş için harekete geçirmeye çalışanlarla birlikte ciddiyetle çalışsın. Eğer yöneticiler karşı gelirse onları değiştirip arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan mümin, mücahit Raşit Halife olan bir yöneticiyi getirsin... Zira Yahudilerle savaşmak için orduların harekete geçmesi ve askerlerin onun altında toplanmasından başka bir yol yoktur. Evet, Yahudi varlığını yok etmenin, Kudüs'ü kurtarmanın ve Filistin'i bir bütün olarak İslam diyarına döndürmenin bundan başka bir yolu yoktur.

هَذَا بَلاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الألْبَابِ "İşte bu, kendisi ile uyarılsınlar, (Allah'ın) ancak tek bir ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir." [İbrâhîm 52]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan'ı Amerika'ya Karşı Kim Savunacak?

Hizb-ut Tahrir / İngiltere, Pakistan'da savunma gününün yıldönümü münasebetiyle Walthamstow bölgesinde Ramazan iftar yemeği düzenledi. Bu hadiseye, yerli Pakistan kuşağından önde gelen üyeler katıldı ve Hizb-ut Tahrir / İngiltere'ye bağlı Pakistan Lecnesi Üyesi Atıf Salahaddin, bölgesinden Hizb-ut Tahrir'in önde gelen üyesi Sami Rahman'ın başkanlığını yaptığı bu hadise sırasında detaylı bir sunum yaptı.

Atıf Salahaddin, Pakistanlı politikacıların Ginabor için Ulusal Birlik Hareketi Haritası ve Müşerref'in yargılanması hakkında konuşarak birbirlerini taşladıkları bir kampanyaya daldıkları bir sırada ajan istihbaratlarının Pakistan'da tamamen özgürce dolaşmalarına geçit verecek olup içerisine yüzlerce Amerikan deniz piyadesinin yerleşeceği İslamabad'da "devasa bir konsolosluk" inşa eden Amerika'nın Pakistan üzerinde giderek artan hakimiyeti karşısında nerdeyse hiç birinin konuşmadığını ifade etti. Ayrıca Atıf, Zerdari ve Nevaz Şerif'in, Amerikan varlığını sorgulamak yerine canı gönülden Amerikan yetkililerini karşıladıklarını ve "terörizme karşı savaşlarını" kolaylaştırdıklarını ifade etti. O halde Pakistan, savunma gününü kutlarken şu temel soru ortaya atılmalıdır: Yeni Amerikan egemenliğine karşı Pakistan'ı kim savunacak?

Atıf Salahaddin, şu anda Pakistan'a hükmeden ajan yöneticilerin, ülkenin egemenliğini sömürgeci güçlere teslim ederek Pakistan'ı bitirmek için gayretle çalıştıklarını ifade etti. Pakistan, ancak bu yöneticileri alaşağı edip ülkeyi ve insanları müdafaa edecek muhlis İslami bir liderlik ikame etmekle mümkündür. Zira ortaya çıkmıştır ki hem askeri diktatörlük hem de sözde demokrasi, Pakistan için bir yıkım oluşturmuştur. Amerika'nın bölgeden kovulmasının, Pakistan'ın yıkımdan ve sınırlarındaki mevcut istikrarsızlıktan kurtulmasının garantörü, Pakistan'da İslami Hilafet'in kurulmasıdır. İslami yönetim dışında herhangi bir yönetim, bugün Pakistan'ın karşı karşıya kaldığı hassas sorunları çözmeye yönelik meşruiyeti ve insanların güvenini elde edemeyecektir. İşte Hizb-ut Tahrir, şiddeti benimsemeden, siyasi yolla bu istenen değişimi meydana getirmek amacıyla Pakistan'da çalışmakta ve Pakistan'da İslami Hilafet Devleti'ni kurmak için kendisine destek vermeleri amacıyla güç ve kuvvet ehline seslenmektedir.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER