Pazar, 13 Zilkâde 1446 | 2025/05/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslüman Kadının Başörtüsü, Alman Politikacılarını Teşhir Ediyor

Geçtiğimiz çarşamba günü bir Alman vatandaşı, geçen ağustos ayından bu yana süren anlaşmazlık nedeniyle Mısır kökenli Müslüman bir hanımı öldürdü. Bu kişi, anayolda bu hanıma hakaret edip başörtüsü yüzünden onu terörist olmakla suçlamıştır. Böylece o da hakaret davası açmak zorunda kalmış, mahkeme, son oturumda Alman vatandaşı aleyhinde karar verip onu para cezasına çarptırınca, bıçak saplayarak hayatına son vermişti.

Bu olay, İçişleri Bakanı "Schaeuble"nin İslam Konferansı ve Müslümanların Almanya'daki vakıası hakkındaki açıklamalarından birkaç gün sonra meydana geldi. Zira ona, Almanlar hala İslam'dan korkuyorlar mı denildiğinde şöyle cevap verdi: "Hayır, hayır bunu sanmıyorum." Yine ona, 2006 yılında yayınlanan "Allensbach" Enstitüsünün yaptığı ankete görüş bildirenlerin %80'inin Müslümanların mutaassıp olduğu ve %60'ının da İslam'ın demokrasi ile birlikte yürümeyeceğini ifade ettikleri söylenince şöyle cevap verdi: "Her şeyden önce belirtmeliyim ki anketlere olan güvenim son derece sınırlı olduğu gibi toplumumuzun geçen senelerde pek çok şey öğrendiğini düşünüyorum. Örneğin önyargılı kararlar ve yine mescitlerin inşa edilmesine karşı koyma azalmıştır." Görünen o ki "Schaeuble" kendine olan güveninden daha çok anketlere güvenmelidir. Çünkü yaşanan son olaylar, onu yalanlamakta, hayal dünyasında yaşadığını yada vakıayı görmezlikten geldiğini ortaya koymaktadır ki bu vakıa, mesele öldürme boyutuna dayanacak derecede Alman toplumunda İslam'dan ve Müslümanlardan nefret edildiğinin ifşasını kanıtlamaktadır.

O halde bunun sorumluluğu kime aittir? Bizzat sebep Almanya'nın politikası değil midir? Şansölye Merkel şöyle dememiş midir: "Avrupalılar, radikal İslamcılar ve demokrasi düşmanları karşısında Hıristiyanlık değerlerini savunmalıdırlar." Sanırız bu Alman vatandaşı ona icabet ederek onun çağrısına göre hareket etti ve sonuç başörtüsü takmasından dolayı Müslüman bir hanımın öldürülmesi oldu.

Bu Müslüman kadının başörtüsü yüzünden öldürülmesi, Almanya'daki politikacıların gizlediği hakikati ifşa etmiştir ki o şudur: Sorun, Müslümanlarda değildir. Bilakis başkalarındadır. Evet, sorun, Müslümanları diyaloğa, hoşgörüye, entegrasyona davet eden ve aynı zamanda Müslüman erkekleri ve kadınları kendi halklarına terörist gibi tasvir eden politikacılardadır. Sorun, başörtülü Müslüman bir kadını görmeye gerçekte tahammül edemedikleri halde özgürlük, hoşgörü ve ötekine saygılı olmak gibi aydınlanma değerlerine inandıklarını iddia eden kimselerdedir.

Evet, görmek isteyen kimse için hakikat işte budur. Ancak insan gerçekleri neden görmez? Çünkü o, -Nietzsche'in dediği gibi- onun karşısında duran, yani onu bizzat kapatandır. Tabii ki Alman politikacıları, filozoflarının ne demek istediğini bizden daha iyi bilirler.


حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Daha Dün Resulullah'a Hakaret Eden Rasmussen, Bugün Müslümanların İftar Sofralarında Ağırlanıyor!

Eski Danimarka Başbakanı ve yeni NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Başbakan Recep Erdoğan'ın vereceği iftar yemeğine katılmak için 27.08.2009 Perşembe günü Türkiye'ye bir ziyarette bulundu. Bilindiği üzere Rasmussen, 2005 yılındaki Danimarka Başbakanlığı döneminde Allah'ın resulü Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i iğrenç bir şekilde tasvir eden karikatürleri yayınlayan Jyllands-Posten adlı gazeteye "basın özgürlüğü" çerçevesinde sahip çıkan ataları Ebu Cehil ve Ebu Leheb'i aratmayacak derecede azgın bir İslam ve Müslüman düşmanıdır.

Müslümanlara düşmanca tavır içerisinde olan böyle bir şahsın NATO genel sekreteri seçilmesi elbette bizleri şaşırtmamıştır. Zira Müslümanlarla savaşan bir birliğe İslam düşmanı olan birinin seçilmesi gayet tabidir. Ancak bizleri üzen ve şaşırtan şey Allah'ın resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret eden bir gazeteyi "basın özgürlüğü" adı altında sahiplenen ve milyonlarca Müslüman'ın tepkisini almasına rağmen Müslümanlardan özür dilemeyen, hatta dilemeyeceği yönünde mesajlar veren bu şahsın, AK Parti hükümeti tarafından, sanki genelde tüm dünya Müslümanları ve özelde ise Türkiye Müslümanları ile dalga geçercesine bir iftar yemeğine davet edilmesidir. Bundan daha acısı ve daha beteri ise bırakın Müslüman dünyasından özür dilemeyi iftar yemeği davetinde kâfir Amerika'nın işgaline karşı savaşan Afganistan'daki Müslüman mücahitleri "Afganistan'ı bir kez daha teröristlerin sığınak yeri olarak görmek istemiyoruz" sözleriyle terörist diye nitelemesine karşılık Başbakan Erdoğan'ın ona yönelik şu övücü sözleri olmuştur: " NATO Genel Sekreteri olarak, NATO'nun gündeminde zor konuların yer aldığı böylesine kritik bir dönemde ifa edeceğiniz görev ve sorumluklarınızda, şahsım, milletim adına sizlere başarılar diliyorum, bunları içtenlikle ifade ediyorum. İnanıyorum ki sizin başarınız, ittifakın başarısı olacaktır.''

Ey Türkiye Müslümanları!

Daha dün Rasmussen gibi İslam düşmanları Müslümanların kapılarının eşiğine dahi yaklaşamazlarken ne üzücüdür ki bugün bu zirar yöneticiler sayesinde kanlı elleriyle Müslümanların mübarek iftar sofralarında yer almaktadırlar. Öyleyse İslam ümmetine düşen; bizden biri gibi görünen ancak gerçekte başta Amerika olmak üzere kâfirlere hizmet eden, onların değirmenine su taşıyan ve Müslümanların ocağına incir ağacı diken bu ikiyüzlü hain yöneticileri tarihin çöplüğüne kaldırıp atarak, Rasmussen gibi mendebur şahsiyetlerin bırakın Allah'ın resulüne hakaret etmesini, art niyetle Müslümanların adını dahi ağızlarına aldıklarında onların dilini koparacak Mutasım gibi tek bir halife nasbetmektir!


حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Mescid-i Aksa'daki Cemaat Kitlelerini, İslami Ümmeti Hilafetin İkamesine Davet Eden Bir Nida Etmeye Çağırmaktadır

Hizb-ut Tahrir, her yıl Hilafet'in yıkılışı yıldönümünde yaptığı faaliyetleri çerçevesinde, 17.07.2009'da Cuma salatının akabinde Mescid-i Aksa'daki cemaat kitlelerini onun mübarek sahasından Hilafet'e davet eden ve çağıran bir nida etmeye davet etmektedir. Umulur ki bu nida, Arabıyla ve Acemiyle Müslümanların beldelerindeki müminlerden muttaki ve muhlis olanların -özellikle kuvvet ehlinden olanların- kulaklarına gider.

Mescid-i Aksa'daki cemaat kitlelerine şöyle deriz; nidanızda ve davetinizde Allahuteala'ya sadık olun, Allah için muhlisler olarak tek bir nida ve tek bir haykırışla seslerinizi yükseltin, umulur ki Allah, iki kıblenin ilki ve el-harameyn-iş şerîfeynin üçüncüsünde cuma salatını eda etmiş olmanızdan dolayı sizleri görerek Müslümanlar ile nusret ehlinin kalbini nidalarınıza açar da Hilafetin ikamesi için harekete geçerler ki dinin tatbiki, Müslümanların tevhidi ve Filistin'in kurtuluşu ancak onunla mümkündür.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O size nusret verir ve ayaklarınızı kaydırmaz. [Muhammed 7]

 

 

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümet, Hilâfet Devleti'nin Kurulmasını Engellemek İçin Sömürgecilerin Hesabına Çalışmaktadır

Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti'nin yıkılışının yıldönümü münasebetiyle, Hilafet Devleti'nin ikamesini talep etmek için cuma salatından sonra Dakka'daki Mescid-i Kebîr'in dışında bir yürüyüş ilan etti. Hizb-ut Tahrir üyeleri ve destekçileri yürüyüşe başlamak için toplandıkları sırada polis, yürüyüş yapmalarını engelledi, yalan söylemleriyle katılımcıları dağıtmaya çalıştı ve onları korkutmak için akrobatik hareketlerde bulundu.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed, polisin uygulamalarına cevap olarak basın açıklamasında şunları söyledi; hükümetin, Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerini engellemeye devam etmesi, Hilafet Devleti'nin ikamesini engellemek için sömürgecilerin hesabına çalıştığını göstermektedir. Sözde "demokrasi temsilcisi" olan hükümet, Müslümanları İslam'a davetten engellemekle İslam'a yönelik düşmanca tutumunu ispatlamıştır. Ancak o, ülkedeki 150 milyon Müslüman'ın Hilafet'e olan davetini engellemeye yönelik çabalarında başarısız olacak ve insanlar, Karzai, Müşerref ile Mâliki'yi bir çekirdek gibi çitleyip attıkları gibi onu da kaldırıp atacaklardır.

Muhyiddîn Ahmed şöyle dedi; Hilafet, insanların hayatlarını koruyacağı gibi insanların mallarını ve şereflerini koruyacak, insanları yaşadıkları sefil ve perişan hayattan kurtaracaktır. Mevcut kapitalist nizam ise ancak bir avuç kapitalist ile yöneticiler tabakasını korumaya çalışmaktadır. Zira birkaç gün önce Şeyha Hasina'nın ailesi ile akrabalarını korumaya yönelik yasayı hükümetin nasıl onayladığına şahit olduk. Yine bundan birkaç gün önce, Bangladeş'teki milyonlarca insanın hayatını tehdit edecek bir baraj olmasına rağmen bir Hindistan'daki "Taipamuka" barajının başlatılmasını protesto etmek isteyen göstericilerin vahşice dağıtılması için hükümetin polise nasıl emir verdiğine şahit olduk. Yine hükümetin karıştığı ve Bangladeş Sınır Muhafızları Subayları'ndan yüzün üzerinde kişinin öldüğü katliamı protesto etmek için gösteri yapmak istediklerinde daha birkaç ay önce polisin, Hizb-ut Tahrir şebâbını nasıl vahşice bastırdığına da şahit olduk.

Hilafet Devleti, H. 21 Recep 1342 el-muvâfık 3 Mart 1924'de yıkıldı. Bu da başta, Allah ona lanet etsin, Mustafa Kemal olmak üzere ajanlarını kullanan İngiltere'nin başını çektiği sömürgecilerin komploları sayesinde olmuştur. Hilafet'in yıkılışından beri ümmet, birçok siyasi, iktisadi, askerî, içtimai ve kültürel felaketlerle karşı kaşıya kaldı.

Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ümmeti tek bir vücut olarak vasıflandırdı. Ancak Hilafet'in yıkılmasından sonra ümmet, 57 parçaya bölündü, bunların her birine kâfirler ve müşrikler hükmetmektedirler.

İşte o zamandan beri Müslümanlar, muazzam bir servete sahip olmalarına rağmen fakirlikten dolayı sıkıntı çekmekteler, onların yöneticileri, İngiltere, Amerika ve Hindistan'a hizmet etmekteler, ümmetin servetlerini kötüye kullanmaktalar ve bunları, karşılıksız olarak yabancı kapitalist şirketlere vermektedirler.

Hilafet'i ikame etmek tüm Müslümanların üzerine farzdır. Zira Subhânehu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ "Onların aralarında Allah'ın inzal ettikleriyle hükmet. Sana gelen hak hususunda onların hevalarına tabi olma." [el-Mâide 48]

Hilafet, Allah'ın inzal ettikleriyle hükmeden bir devlettir. Hilafet, dünyadaki bütün Müslümanların genel liderliğidir. Halife ise, Allah'ın kitabı ve sünneti ile hükmeden bir yöneticidir.

Müslümanları birleştirecek, Müslümanların servetlerini gözetecek ve onları sömürgecilerden çekip alacak, sömürgecilerin siyasi, iktisadi, askerî, içtimai ve kültürel saldırılarına karşı çıkacak ve ümmeti, dünyanın efendiliğine döndürüp akidede, bilimde, teknolojik, iktisadi ve askerî gelişimde tekrar dünyanın bir feneri yapacak olan bizzat Hilafet'tir.

Şüphesiz Hilafet'in dönüşü yakındır ve Allah'ın izniyle Hilafet, kesin bir husustur. Zira bir taraftan ümmetin laiklik ve demokrasi ilmiğinden kurtulmaya yönelişi artık giderek artmakta olup İslam'ın devlet altında tatbik edilmesine yönelik çalışması giderek güçlenirken diğer taraftan kapitalist devletlerin artık yıldızı kaymış ve İslami alemdeki bu ülkelerin ajanları ümmetin bedeninden tecrit edilmiştir. Azim olan Allah şöyle buyurarak ne kadar da doğru söylemiştir:

أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ "Şüphesiz Allah'ın nusreti yakın değil midir?" [el-Bakara 214]

Son olarak Muhyiddîn Ahmed, Hilafet Devleti'nin ikamesi için çalışma hususunda insanları acele etmeye çağırdı ve onları, 21.07.2009'da Dakka'daki Mühendislik Fakültesinde Hilafet'in yıkılışı münasebetiyle "Ey Bangladeş Hilafet'e Doğru" başlıklı düzenlenecek Hizb-ut Tahrir'in konferansına katılmaya davet etti.


Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması - Kapitalizmin Gölgesindeki Yöneticiler, İnsanları Korumakla Meşgul Olacaklarına Kendilerini Korumakla Meşguldürler

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Resmî Sözcüsü Fehmide Ferhâne Hânım tarafından, Şeyh Mucîburrahman ailesi hakkında konulan sıkı koruma yasasını Hükümetin onaylamasına bir cevap olarak bugün yayınlanan basın açıklamasında şöyle demiştir: Ülkede, hırsızlık, gasp, yağmalama, talan ve cinayet gibi suçların yaygınlaştığı ve insanların güven ile emniyetin kaybolmasından dolayı muzdarip olduğu bir sırada hükümet ve kurumları, insanların korumak yerine yöneticileri korumakla meşguldürler.

Fehmide Hânım şöyle ekledi: Demokrasinin gölgesindeki insanın kanun çıkarma yetkisi vardır. Bunun içindir ki yöneticiler, kendi çıkarlarına hizmet edecek kanunlar çıkarmaktalar. Ancak İslâm Nizamı'nın gölgesinde yasama ve tek yetki sahibi olan Allah Subhânehu ve Te'alâ'dır. Hiçbir kimsenin kendi hevası ve meyillerine göre kanunlar çıkarma hakkı yoktur. Kapitalizmin gölgesindeki kanunların çıkarılmasının ana hedefi, çıkar sağlamaktır. Bunun içindir ki yönetim nizamları, iktidardaki partilerin üyelerini, onların ailelerini ve işçilerini korumak için çalışırlarken İslam Devleti'ndeki işlerin gözetilmesinin ve siyasi amelin gayesi insanların haklarının korunmasıdır. Hidayete ermiş olanların öncüsü olan kimselerden Ömer İbn-u el-Hattab, Harun er-Reşit ve Kanunî Sultan Süleyman gibi Hilafet Devleti'ndeki Müslüman yöneticilerin mizacı böyle olmuştur. Zira gözlerini daima Allah korkusuna ve insanlar üzerindeki sorumluluklarına dikmişlerdir. Çünkü onlar yönetimleri esnasında hayatlarını, insanları korumaya, onlara hizmet etmeye ve herhangi bir şahsi çıkardan üstün tutmaya adamışlardır. Oysa bugün, bizim yöneticilerimiz, Bangladeş'teki 140 milyon insanın sıkıntılarının artmasına hiç önem vermemektedirler.

Fehmide Ferhâne Hânım şöyle dedi: Beşerî nizamın gölgesindeki tüm yöneticiler, yönetimi teslim aldıktan sonra şahsi çıkarlarını korumak için kirli siyasi çalışmalar yapmaktadırlar. Aynı husus değişim için yalancı vaatlerde bulunmasının ardından otoriteye gelen koalisyon hükümeti için de geçerlidir. Zira o da otorite tahtına çıkmasının ardından bizzat kirli siyasi işleri yapmıştır. Nitekim bu hükümet, sakinlerin yarısından çoğunun hatta başkent Dakka'da oturanların bile günlük iki öğün yemeğini karşılama hususunda başarısız olmuştur. Dolayısıyla bunlardan milyonlarcası sefalet içerisinde yaşayan evsiz barksız kimseler olup içmek için temiz su bile bulamamaktalar ve kendilerine elektrik ulaşmamaktadır. Ancak hükümetin bakanları, insanların acılarını ve onların ihtiyaçlarını hepten unutmuşlardır. Zira onlar, kendi partilerinin liderlerini, onların ailelerini korumakla ve fakir insanların cebinden bunlara harcama yapmakla meşgul olurlarken insanlara nasıl önem versinler ki?!

Ferhâne Hânım şunu da vurguladı: Ülke yöneticilerinin unutmamaları gerekir ki sadece güvenlik tedbirleri, onlardan birinin hayatını korumak için yeterli değildir. Ayrıca ölümü ve istediğine bağışlayıp istediğinden çekip aldığı hayatı elinde tutan Allah Azze ve Celle'ye itaat etmeleri, O'ndan korkmaları da gerekir.

Son olarak Ferhâne şunları söyledi: Kapitalizm, sadece bizim ülkemizde değil bilakis dünyanın dört bir tarafında ağır bir şekilde başarısız olmuştur. Hükümet, kapitalistlerin ve yöneticiler tabakasının çıkarlarını güvence altına almaktadır ancak insanların hayatını, mallarını ve onurunu, gözetimsizliğe ve ilgisizliğe terk etmiştir! Bu da insanları; bu başarısız nizamı reddetmeye, onu tarihin çöplüğüne atmaya, insanların haklarını koruyacak ve onları acılı ve sefil hayattan kurtaracak olan Hilafet Devleti'nin ikamesi için çalışmaya sevk edecektir.


Fehmide Ferhâna Hânım

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Hanımlar Resmî Sözcüsü

Bangladeş

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Çin, Sincan'daki Müslümanlara Zulmetmeye Devam Ediyor

Çin'in Sincan Bölgesi'nin başkenti Urumçi'de şiddet olaylarının patlak vermesiyle Çinli yetkililerin, bu bölgedeki Müslümanlara yönelik zulüm sürecinin  bir parçası olarak 150'den fazla Müslüman öldürüldü ve binlercesi tutuklandı.

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osman Bedr, bu bağlamda şu değerlendirmeyi yaptı:

"Sincan'daki Müslümanlara yönelik katletme, yaralama ve keyfî tutuklama hususunda barbar Çin rejiminin aşırıya kaçması bizleri şaşırtmadı. Zira Çin, genel olarak azınlıklara, özel olarak da Müslümanlara karşı yapılan böylesi zulümlerde utanç verici bir geçmişe sahiptir. Yine Çin'in Müslümanlara yönelik zulmünü başka bir kriterle ele alan Batılı medyanın, çifte standartlı davranması da bizleri şaşırtmadı."

"Geçmişte gücünü tattığı Hilafet Devleti'ndeki Müslüman ordusunun gücünü Çin'e, hatırlatmadan geçemeyeceğiz. Yine Çin'e, Tang ailesi yönetiminin zulmüne ve zorbalığına karşı bir cevap olarak Müslüman mücahitlerin Orta Asya'nın tamamını nasıl kurtardığını da hatırlatırız. Yine onlara, Mançu ailesi yönetiminin zulmüne karşı bir cevap olarak Yakup Bek [Rahimehullah] liderliğindeki mücahitlerin tüm Türkistan'ı nasıl kurtardığını da hatırlatırız. Aynı şekilde aslında Şincan diye iddia edilen yerin, İslami bir arz olan Doğu Türkistan'dan başka bir şey olmadığını ve Çin rejiminin, böyle bir hakikat hakkındaki meseleyi karıştırmaması gerektiğini de hatırlatırız."

"Müslümanlar, kesinlikle herhangi bir zulme boyun eğmemişlerdir ve tepkilerini ortaya koymuşlardır. Bugün Hilafet Devleti'nin desteğinden yoksun bir şekilde Türkistan'daki Müslümanların içerisinde bulunduğu şartların istismar edilmesi Çin'in üzerindeki bir ayıptır. Zira Çin, Çin'de meydana gelen olaylara karşı kulaklarını tıkayan bugün İslami devletler olarak isimlendirilen devletlerin Batının elinde birer ajan ve kukla olup hiçbir şekilde Müslümanları ve maslahatlarını temsil etmediklerinin farkına varmalıdır. İşte bu hakikatler, yok olup gidecek geçici şartlardan öte bir şey değildir. O halde Çin, bunun farkına varmalıdır ki tarih bunun en çarpıcı kanıtıdır.

"Bizler Avustralya'daki Müslümanları; bu meseleye hak ettiği gereken ilgiyi göstermeye davet ediyoruz ki Türkistan'daki kardeşlerimizin bir meselesi olan bu meseleye yönelik bilinçli olmayı yaymak için çalışınız, Avustralya'daki Çinli yetkililere yazarak kızgınlığınızı ve eleştirilerinizi dile getiriniz ve dünyadaki Müslümanların kanlarını ve ırzlarını gerektiği şekilde korumaya tek güç yetirecek olan Hilafet Devleti'nin ikamesinin geri getirilmesi için çabalarınızı yoğunlaştırınız."

Devamını oku...

Mauritius Adası'ndaki Hizb-ut Tahrir Şebâbından, Adadaki Türk Konsolosluğuna Bir Mektup

  • Kategori Diğer
  •   |  

es-Selâmun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan siyasî bir hizbtir. Siyaset, onun işi ve İslam, onun ideolojisidir. Ümmetin İslam'ı bir ideoloji ve bir gaye olarak benimsemesi için ümmet arasında ve onunla birlikte çalışır. Hizbin gayesi, İslami ümmeti ulaştığı inhitat noktasından kalkındırmak ve onu beşerin icat ettiği küfür fikrilerinden, nizamlarından, kanunlarından ve sömürgeci kâfir devletlerin hegemonyası ile hâkimiyetinden kurtarmaktır.

Hizb-ut Tahrir'in çalışma metodu, İslam'ın tatbik edilmesi amacıyla fikrî çatışma ve siyasî mücadeledir. Bu ise mahlûkatın en hayırlısı Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, Mekke-til Mükkerreme'deki on üç yıllık çalışması sırasında tutunduğu metodun aynısıdır. Siyasî bir hizb olarak insanlarla birlikte çalışan Hizb-ut Tahrir, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın inzal ettikleriyle hükmetmesi için İslami Hilâfet Devleti'ni kurma metodunda şiddeti benimsemez.

Bizler Mauritius Adası'ndaki Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak, Türkiye polisinin 06 Temmuz 2009'da İstanbul'da olması beklenen Hilâfet Konferansı'nın düzenlenmesinin sadece iki gün öncesinde 200'ün üzerinde hizb üyesini tutuklamasından dolayı ciddi endişe duymaktayız. Zira Türk emniyet güçleri, 23 ilde şebâbın evlerini eş zamanlı olarak basarak birçoğunu tutukladı ve halen de keyfî bir şekilde diğerlerinin peşine düşmüştür.

Bundan daha beteri şudur ki Türkiye yöneticileri, hizbi maddî ve şiddet eylemlerini metot edinen partilerle aynı kategoriye sokabilmek için şebâba yönelik komplo teorileri kurmaktalar ve asılsız suçlamalarda bulunmaktalar. Oysa Hizbin vakıası, bu iddiaları yalanlamaktadır! Ne üzücüdür ki yöneticilerin diliyle konuşan bazı medya organları da bu yalanlar ve asılsız iddialar noktasında hükümet ile işbirliği yapmışlardır.

Türkiye yöneticilerinin bir türlü idrak edemedikleri şey şudur ki Hizb-ut Tahrir şebâbı, şehirlerinde ve köylerindeki insanlar nezdinde dürüst kişilikleriyle tanınmaktadırlar. Onlar ki tâğutların ve yalanlarının karşısında duran arı-duru kimselerdir. Hiç şüphesiz ki Türkiye yöneticileri, mahkemenin dışında toplanarak şebâbı barbarca tutuklayan sisteme ve emniyet güçlerine karşı slogan attıkları ve şebâbın serbest bırakılmasını talep ettikleri sırada Türkiye'deki insanların hizbin şebâbına olan desteklerine ve yardımlarına şahit olmuşturlar.

Bizler, Mauritius Adası'ndaki Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak emniyet yetkililerince tutuklanarak keyfî soruşturmaya maruz kalan Hizb'in şebâbının derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz. Ayrıca Türkiye Mahkemelerinden de Türkiye'nin despotik birimleri tarafından şebâbımıza yöneltilen tüm suçlamaları düşürümlerini talep ediyoruz.

Şüphesiz bu tutuklamalar, Türkiye hükümetinin beyhude tepkileri olup hem Türkiye'de Hilâfeti destekleyen kamuoyunun yükseldiğini, hem de Türkiye'nin diktatör yöneticilerinin şiddeti metot edinmeyen fikrî-siyasî bir hizbe tahammül edemediklerini veya karşı koyamadıklarını göstermektedir.

Erdoğan ve hükümeti, iyi bilmelidir ki bu tutuklamalar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Hilâfet Devleti'nin kurulmasına ilişkin hizbe olan nusretini asla durdurmayacak veya geciktirmeyecektir.

İngiliz ajanları Türkiye laikleri ile İslam düşmanı ve Amerika ajanı oldukları halde İslam kisvesine bürünen kimselerden oluşan tâğutların zulmüne rağmen Allah'ın izniyle Hilâfet, kesinlikle kurulacaktır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Bizler, bu mektubun ve içerisindekilerin Mauritius Adası'ndaki konsolosluğunuzun temsil ettiği Türkiye yönetimine ulaştırılmasını, ayrıca Arapça ve Türkçe olmak üzere mektuba iliştirilen tüm belgeleri de iletmenizi talep ediyoruz.

Son derece önemli olan bu hususta bizlere yardımcı olup gösterdiğiniz anlayıştan dolayı müteşekkiriz.

 

Müracaat için aşağıdaki telefon numarasını aramanız rica olunur:

Mr K.P.RAMDAHEN

18, Mosque street, B-Bassin

Telefon: 454 5962

 

Hizb-ut Tahrir Şebâbı
Mauritius
Adası

 

Not:

Mauritius Adası'ndaki Hizb-ut Tahrir şebâbından bir heyet, Türkiye Konsolosluğuna gitti ve konsolos veya onun vekili ile görüşmek istedi. Bunun üzerine kendisine bunun mümkün olmadığı, önce kendilerine bilgi vermesi gerektiği ve daha sonra bağlantı kurulacağı söylenince heyet, adadaki Hizb-ut Tahrir şebâbı adıyla hizbin neşriyatı ile Türkiye'deki Medya Bürosu tarafından yayınlanan iki basın açıklamasına iliştirilmiş mektubu verdi.

Kayda değerdir ki Mauritius Adası, Afrika sahillerine yakın ve Mozambik suları karşısında olup Müslümanların keşfettiği, Hint Okyanusu'nda bir adadır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Temyiz Mahkemesi, Hizb-ut Tahrir Üyelerini Suçsuz Bulmuştur

Yaklaşık iki yıl önce, tam olarak 2007 yılının Ağustosunda, İslami Hilafet'in yıkılışı münasebetiyle yerel gazetelerden birinde ücreti ödenmiş bir ilanın yayınlanması -ki yayınlanmamıştır- girişiminin akabinde Hizb-ut Tahrir üyelerinden altısı tutuklanmıştı. İlanda şunlar geçmiştir: "Hicri 28 Receb 1342 el-muvâfık Miladi 3 Mart 1924 günü, hilafet nizamı varlık sahasından kaldırıldı. İşte o zamandan bugüne değin, Müslümanlar bir halifeden, boyunları biatten ve beldeleri de İslam ahkâmının tatbikinden mahrum kaldı. Bu elim yıldönümünde, el-Azîz-ul Kadîr olan Mevla'ya, Müslümanları ve beldelerini Râşidî Hilafet ile gölgelendirip bu yıldönümü bir daha yaşatmaması için yakarıyoruz."

Nitekim onlar, Râşidî Hilafet'in ikamesi için çalışan Hizb-ut Tahrir'e üye olduklarını, İslam'ın toplumu bina edip onu yıkmadığını, hizbin metodunun, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in siretinden istinbat edilmiş şiddet, zorlama ve silahtan uzak fikrî, siyasi, barışçıl şeri bir metot olduğunu ikrar ederek kendilerine yöneltilen suçlamayı kabul etmediler. Keza soruşturmalarda Hizb-ut Tahrir'in metodunun silahlı maddi eylemleri haram kıldığı, davetteki araçlarının söz ve lisan olduğu üzerinde de hem fikir oldular. Yöneticilerin tekfir edilmesine gelince; kurulduğu günden beri Râşidî Hilafeti kurarak dünyada İslam'a davet etme meselesinden hiç sapmayan Hizb-ut Tahrir'in meselelerinden bir mesele olmamıştır.

Râşidî Hilafet'in ikamesi yoluyla dünyada İslam'ın tatbikine davet etme hakkında bir sınırlama getirmeyen Hizb-ut Tahrir'in meselelerinin arasında böyle bir mesele yoktur.

Temyiz Mahkemesi, bugün, altı üyenin beraatına ilişkin nihai kararını bugün yayınladı. el-Mevlâ Azze ve Celle'den bunun, davet ve İslam için bir nusret olmasını temenni ediyoruz.

Bu münasebetle Hizb-ut Tahrir / Kuveyt, beraat kararı çıkmasından dolayı üyelerini kutlar, seçkin savunma heyetine ve gerek eylem, gerek söylem, gerekse dua ile olsun tüm destekleyenlere ve arka çıkanlara şükran ve minnet sunarız.

قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ "Allah bize lütufta bulundu; doğrusu her kim ittikâ eder ve sabrederse, muhakkak Allah muhsinlerin ecrini zâyi etmez." [Yûsuf 90]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER