Salı, 06 Muharrem 1447 | 2025/07/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

“Onlardan vasat olanları: “Ben, ‘Allah’ı tesbih etmeniz gerekir.’ dememiş miydim?” dedi.” [Kalem 28] Ayeti Üzerinde Düşünmek

  • Kategori Makaleler
  •   |  

قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ

“Onlardan vasat olanları: “Ben, ‘Allah’ı tesbih etmeniz gerekir.’ dememiş miydim?” dedi.” [Kalem 28] Ayeti Üzerinde Düşünmek

Kur’an’da vasat: Adaletli olmak ve sebat etmek olup ehlileşip ılımlı olmak (aşırı ılımlı olmak) değildir.

Allah Kalem suresinde bize, Allah’ın rızkını tekellerine almak ve fakirleri engellemek isteyen bahçe sahiplerinin kıssasını haber vermiştir. Onlara azap geldiğinde onlardan biri durup şöyle uyarıda bulundu: قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ “Onlardan vasat olanları: “Ben, ‘Allah’ı tesbih etmeniz gerekir.’ dememiş miydim?” dedi.” [Kalem 28] Onların vasat olanları, yaş ve konum olarak değil, en adil ve en akıllı olanları demektir. Ayrıca İbn Abbas ve diğer müfessirler de, bu anlamın, Allahu Teala'nın şu ayetinde geçenle aynı olduğunu söylemiştir: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاًBöylece sizi, vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara 143] Yani hakkı ikame eden ve işleri, İslam’ın terazisiyle tartan adil ve hayırlı bir ümmet demektir.

Ama bugün ne oldu? Müslümanların mefhumlarında "vasat" kelimesi çarpıtılmış ve vasatın, yumuşaklık, taviz ve batılla uzlaşma anlamına geldiğini zannetmişlerdir!

Kafir Batı, “ılımlı İslam” fikrinin, yani cihadı terk eden, kapitalizmle birlikte yaşayan, demokrasiye razı olan ve dini yönetimden uzaklaştıran İslam'ın propagandasını yapmaktadır!

Ama gerçekten insanların en vasat olanları, hak sözü haykıran ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayanlardır; tıpkı bahçe sahiplerinin en vasat olanının, onlara Allah'ı hatırlattığında ve vasat ümmetin, Raşidi Hilafet döneminde "لا إله إلا الله" bayrağını yükselttiklerinde yaptığı gibi.

Şevkani bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ebu Said’den, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاًBöylece sizi, vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara 143] Yani “adaletli” (bir ümmet) olduğunu söylemiştir. Ebu Said şöyle dedi: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: يُدْعَى نُوحٌ عَلَيْهِ السَّلَام يَوْمَ الْقِيَامَةِ، فَيُقَالُ لَهُ: هَلْ بَلَّغْتَ؟ فَيَقُولُ: نَعَمْ. فَيُدْعَى قَوْمُهُ فَيُقَالُ لَهُمْ: هَلْ بَلَّغَكُمْ؟ فَيَقُولُونَ: مَا أَتَانَا مِنْ نَذِيرٍ، أَوْ مَا أَتَانَا مِنْ أَحَدٍ، قَالَ: فَيُقَالُ لِنُوحٍ: مَنْ يَشْهَدُ لَكَ؟ فَيَقُولُ: مُحَمَّدٌ وَأُمَّتُهُ». قَالَ: فَذَلِكَ قَوْلُهُ ﴿وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً﴾. قَالَ: الْوَسَطُ الْعَدْلُ. قَالَ: فَيُدْعَوْنَ فَيَشْهَدُونَ لَهُ بِالْبَلَاغِ. قَالَ: ثُمَّ أَشْهَدُ عَلَيْكُمْKıyamet günü Nuh Aleyhisselam çağrılacak ve ona şöyle denilecek: Tebliğ ettin mi? O da: Evet, diyecek. Sonra onun (Nuh) kavmi çağrılacak ve onlara şöyle diyecek: Size tebliğ etti mi? Onlar da şöyle diyecekler: Bize bir uyarıcı gelmedi veya bize herhangi biri gelmedi. Bunun üzerine Nuh’a şöyle denilecek: Sana kim şahitlik edecek? O da şöyle diyecek: Muhammed ve ümmeti. Dedi ki: Bu durum O’nun şu kavlinde bildirilmektedir: “Böylece sizi, vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara 143] Dedi ki: Vasat, adaletli demektir. Dedi ki: Onlar çağrılırlar ve onun tebliğ ettiğine şahitlik ederler. Dedi ki: Sonra ben de size şahitlik edeceğim.” Cabir’den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: أَنَا وَأُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَى كَوْمٍ مُشْرِفِينَ عَلَى الْخَلَائِقِ. مَا مِنَ النَّاسِ أَحَدٌ إِلَّا وَدَّ أَنَّهُ مِنَّا، وَمَا مِنْ نَبِيٍّ كَذَّبَهُ قَوْمُهُ إِلَّا وَنَحْنُ نَشْهَدُ أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ رِسَالَةَ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّBen ve ümmetim kıyamet günü, yüksek bir tepenin üzerinde bulunacağız. Diğer mahşer halkı bizden aşağıda bulunacaklar ve bizden olmayı çok arzu edecekler. Kavmi tarafından yalanlanmış bulunan her bir peygambere de biz mahşerde şahitlik yapacağız. "Evet, Rabbimiz, o senin risaletini kavmine tebliğ etti" diyeceğiz.” Buhari, Müslim ve diğerleri, Enes'ten şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:(Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bazı sahabeler birlikte bulunurlarken) onların yanından bir cenaze geçti. (Ashaptan bazıları) o cenazeyi hayırla andı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: وَجَبَتْ وَجَبَتْ وَجَبَتْKesinleşti, kesinleşti, kesinleşti.” Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Bunun üzerine de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: وَجَبَتْ وَجَبَتْ وَجَبَتْKesinleşti, kesinleşti, kesinleşti.” Bunun üzerine Ömer, (ne kesinleşti ya Rasulallah diye) sorunca, Nebi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: مَنْ أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ خَيْراً وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ، وَمَنْ أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ شَرّاً وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ، أَنْتُمْ شُهَدَاءُ اللهِ فِي الْأَرْضِ، أَنْتُمْ شُهَدَاءُ اللهِ فِي الْأَرْضِ، أَنْتُمْ شُهَدَاءُ اللهِ فِي الْأَرْضِŞu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (müminler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz, siz (müminler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz, siz (müminler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” Hakim ve Tirmizi, şöyle bir eklemede bulunmuştur: Sonra Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu ayeti okumuştur: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاًBöylece sizi, vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara 143]

Kurtubi, bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Yani sizleri, peygamberlerden aşağıda ve diğer bütün ümmetlerin üzerinde bir ümmet kıldık demektir. Vasat, adaletli demektir. Bunun asıl anlamı ise her şeyin en övüleninin vasatı olduğundan dolayıdır. Tirmizi, Ebu Said el-Hudri’den, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاًBöylece sizi, vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara-143] ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adaletli demektir. Dedi ki: Bu, Hasen sahih hadistir. قَالَ أَوْسَطُهُمْ “Onların en vasat olanları” ayeti ise, yani onların en adil ve en hayırlı olanları demektir. Filan kişi kavminin en vasat olanıdır, kavminin arabulucusu ve kavminin vasatıdır; yani onların en hayırlısı ve en soylularındandır demektir.

Ey Müslüman, şayet sen de “onların en vasatı (en adil ve en hayırlısı)” olmak istiyorsan, o zaman sen de, davet taşıyıcılardan, İslam’ın hükmünü ikame etmek için çalışanlardan, tavizi reddedenlerden ve yeryüzünde Allah’ın şeriatının hakim olması için davet edenlerden ol.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müeyyid El-Râcihi – Yemen

Devamını oku...

Astana'daki Orta Asya ve Çin Zirvesinde Uygur Müslümanları Meselesi Yine Gündeme Gelmedi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Astana'daki Orta Asya ve Çin Zirvesinde
Uygur Müslümanları Meselesi Yine Gündeme Gelmedi!

Haber:

17 Haziran 2025 tarihinde, Orta Asya ve Çin arasındaki ikinci zirve Astana şehrinde gerçekleştirildi.

Yorum:

Bu zirvede imzalanan birçok anlaşmalar, resmi açıklamalar, el sıkışmalar ve benzerleri dışında, her iki tarafın da gündeme getirmediği önemli bir konuya dikkat çekmek istiyoruz.Evet, hiçbiri bu konuyu gündeme getirmedi ve hiçbiri tek bir kelime bile etmedi.Çin ile olan ilişkilerde bu konunun gerçekten öncelikli olması ve diğer her şey ikinci planda tutulması gerekirdi.Bunun da tamamen İslami bir bakış açısına göre olması gerekirdi. Şimdi bu mesele nedir diye sorabilirsiniz?

Bu, Doğu Türkistan meselesidir.Bu, Çin'in kâfir rejimi tarafından Uygur Müslümanlarına yönelik vahşi baskıya karşı durma meselesidir.

Evet, lanetli Yahudi varlığının Batı Şeria ve Gazze'de işlediği vahşi katliamlar, diğer tüm meseleleri gölgede bırakmıştır.Keslinle bu, şu anda her Müslüman için çok acı verici bir noktadır; ancak Uygur Müslümanlarının acıları ve çığlıkları bu zirvede bir kenara itilmemesi gerektiği gibi Çin'in kirli parasına gözlerini dikmiş Orta Asya rejimlerinin ihanetinin görmezden gelinmemesi ve bunun göz ardı edilmemesi gerekirdi.Aslında bu rejimler, Müslüman halklarının çıkarları için büyük güçlerle iş birliği yaptıklarını iddia ediyorlar.Eğer durum gerçekten böyleyse, o halde neden tüm meseleleri bir kenara bırakıp Uygur Müslümanlarının meselesini ana bir mesele olarak gündeme getirmediler?!Bu mesele, kendilerini bölgedeki Müslümanların lideri olarak gösteren başkanların endişelerini artırması gerekiyordu.Şayet Müslümanların sevinçleri ve üzüntüleri bir ise, o halde Uygur kardeşlerimize insanlık dışı muamele eden bu lanetli Çin rejimiyle nasıl olur da bir iş birliğinden söz edebiliriz ki?Peki nasıl ona güvenebilir, onu kucaklayabilir ve sonsuza kadar bir dost ve iyi bir komşu olabilirsiniz ki?!Bu, ihanetin ve korkaklığın en iğrenç şekilleri değil mi?!Zira Çin bizim dostumuz ve iyi komşumuz değildir; çünkü Çin, Doğu Türkistan'ı işgal etmiş olup onun Müslüman halkına da vahşi bir şekilde zulüm ve şiddet uygulamaktadır; bunun tek nedeni ise, onların Müslüman olmasıdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلا أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِOnlardan, sırf, aziz ve hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.” [Buruc 8]O halde nasıl olur da necis Çin bizim iyi bir komşumuz ve dostumuz olabilir ki? Yine Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُGerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Çin'in Müslümanlara olan düşmanlığı ortada iken Çin ile dostluk kurmak, büyük bir ihanetten başka bir şey değildir.Eğer Çin'in kirli parası için Müslümanlar terk edilirse, bu ise daha büyük bir günahtır! Nitekim Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Müminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ؛ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez.

Allah'ın emirleri açık ve net olduğu halde Orta Asya rejimlerinin hiç utanmadan Uygur Müslümanlarının ticaretini yapması affedilemez bir suçtur!Özellikle liderler olmaya müstahak olan Özbekistan Müslümanları olmak üzere bölgedeki Müslüman halkların, özellikle Özbekistan rejiminin suçları olmak üzere bu rejimlerin suçlarına ortak olmaktan sakınmaları gerekir; zira izlemek ve sessiz kalmak da aynı şekilde suça ortak olmaktır.

Müslüman halkımıza diyoruz ki:Bu korkak rejimler tarafından gizlenen Uygur Müslümanlarının davasını asla unutmayın, aksine bu konuyu Çin ile ilişkilerinde öncelikli hale getirmesi için hükümete güçlü bir baskı uygulayın!En azından Özbekistan rejiminden, Uygur Müslümanlarına zulmü durdurması ve Batı Türkistan Müslümanlarının onların yanında olduğunu, onları ve durumlarını terk etmediğini hissetmesi için Çin ile tüm projeleri ve ilişkileri dondurmasını talep edin!Elbette bu, Doğu Türkistan'ı Çin işgalinden kurtaracak ve gerçek özgürlük ve güvenliği sağlayacak Hilafet Devleti kurulana kadar geçici bir çözümdür.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Faruk Özbeki - Özbekistan

Devamını oku...

Ahdin Canlandırılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ahdin Canlandırılması!

Haber:

Pakistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı İshak Dar, İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları Konseyi 51. Oturumunda, Yahudi varlığının İran'a yönelik son saldırısını kınayarak, bunu uluslararası hukukun açık bir ihlali ve bölgesel istikrara yönelik ciddi bir tehdit olarak nitelendirdi. Dar, artan zorluklarla başa çıkmak için Müslüman ülkelerinin birliğinin gerekliliğini vurguladı ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nı bu krizlerin çözümünde kararlı bir rol oynamaya teşvik etti.

Yorum:

75 yaşındaki bir Müslüman olan Pakistan Dışişleri Bakanı İshak Dar, 77 yıl önce İslam adına kurulan bir ülkede doğup yaşamış ve 1969'da El-Aksa Mescidi'ne yapılan saldırıya tepki olarak 56 yıl önce kurulan bir teşkilata hitap ediyor. İslam İşbirliği Teşkilatı, yapısı bakımından Birleşmiş Milletler'e benzemekte olup onun ortaya çıkışı, dünyaya toplu olarak İslam'ın sesini yükseltme çabası içindir. Ayrıca Birleşmiş Milletler, dünyanın artık farklı bir şekilde yönetilmesi, savaşa yol açmasından dolayı savaşın suç sayılması ve savaş açma gücünün sadece seçilmiş bir azınlığın elinde olması gerektiği inancının altında iki yıkıcı dünya savaşının ardından küresel bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Müslümanlar, ulusal devletlere bölünmüş olmalarına rağmen Filistin halkının acısını hissettiler ancak İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kurulması için 24 yılın geçmesi ve Filistin'e yönelik iki savaşın olması gerekiyordu ki böylece el-Aksa'ya gerçek bir saldırı yapılabilsin.

Bu yeni dünya düzeninde direniş, genel olarak modern ulus devlet kavramına bir ihanet olarak nitelendirilirken, şiddet ise uluslararası konsensüsle meşru kabul edilenlerin tekelinde kalmaya devam etmektedir. On yıllarca dökülen kan ve zulüm, sadece Batılı kuruluşları değil, herhangi bir rolü yerine getirmede başarısız olan İslam İşbirliği Teşkilatı'nı da ortaya çıkarmıştır. (İslam İşbirliği Teşkilatı'nın) üyelerinin kendi iç çatışmaları ve diğer üyelerin müttefik olarak varlığı, onu Birleşmiş Milletlerin minyatür bir kopyası haline getirmiştir; zira burada konuşmalar yapılır ve kararlar alınır ancak hiçbir şey gerçekleştirilmez. Bunun nedeni bu örgütün, katılımcılarının Müslüman olduğunu iddia etmesi dışında İslami hiçbir özellik taşımamasıdır.

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluş belgesinde belirtilen temel hedef ve yükümlülükler, üye ülkeler arasında İslam dostluğunu ve dayanışmasını geliştirmek ve güçlendirmektir; İslam'ın gerçek imajını koruyup savunmak ve onun itibarının zedelenmesinin önlenmesi, medeniyetler ve dinler arası diyaloğun güçlendirilmesi, entegre ve sürdürülebilir insani gelişimin gerçekleştirilmesi ve üye devletlerin refahının sağlanması için çaba sarf edilmesi gibi. Ayrıca belge, üye devletlerin kendi kaderini tayin hakkını, içişlerine müdahale edilmemesini, egemenliklerini, bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini güvence altına almaktadır.

İslam İşbirliği Teşkilatı, kurulduğu günden bu yana İslam beldelerinin karşılaştığı tüm krizlerde başarısız olmuştur. Hatta toplantılar düzenleyip temsilcileri de İran'a yönelik saldırılardan veya Gazze'deki soykırımdan duydukları hoşnutsuzluğu dile getirse bile, bu teşkilat başarısız bir varlık olmaya devam edecektir. Müslümanların, Batı ideolojisine dayalı yeni platformların inşa edilmesine ihtiyaçları yoktur, aksine onların, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in izlediği metoda göre gerçek bir İslam Devleti'nin kurulmasına ihtiyaçları vardır.

İslam'da bizim elimizde, Akabe biati örneği vardır. İbn İshak şöyle demiştir: Biat için bir araya geldiklerinde Abbas bin Ubade bin Nadle şöyle dedi: Sizler bu adama niçin biat ettiğinizi biliyor musunuz? Onlar da: Evet, dediler. Bunun üzerine şöyle dedi: Sizler, kızıl ve siyah insanlarla (cümle alemle) savaşmak üzere ona biat ediyorsunuz. Eğer mallarınıza bir musibet gelip, şereflileriniz öldürülünce O'nu teslim edecekseniz şu andan itibaren Allah'a yemin ederim ki, dünyanın da ahiretin de rezilliği olur. O'na vermiş olduğunuz bu sözü yerine getireceğinizi umuyorsanız bunu alınız. Allah'a yemin ederim bu, hem dünya için, hem ahiret için hayırlı bir şeydir." Hep birlikte ona şöyle cevap verdiler: "Biz, bunu mallarımıza gelecek musibete ve şereflilerimizin öldürülmesine rağmen kabul ediyoruz, bunun karşılığında bize ne var?" diye sorunca, (Sallallahu aleyhi ve Sellem): الْجَنَّةُ "Cennet" var dedi. Bunun üzerine O'na: "Elini uzat" deyip biat ettiler.

İslam'da ahit, sadece sözleri ve birlikte yaşama vaatlerini değil, aynı zamanda bağlılığı da gerektirir. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı ahid, İslam'ın son peygamberi olarak onun korunmasıdır ki bu risaleti, onun uygulanmasını ve korunmasını da kapsamaktadır. Bu ahdin önemini idrak eden Müslümanlar, lafızlarla oynamaya cesaret edemeyecekler, onlarca yıl beklemeyecekler ve kendi zayıf ve az olan varlıklarını biraz daha uzatmak için masum Müslümanların kanıyla oynamayacaklardır. Müslümanlar olarak bizler, tüm bu yalan vaatleri, hareketleri ve örgütleri reddediyor, sevgili Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı ahdin yenilenmesini ve orduların da cihad için harekete geçmelerini talep ediyoruz; çünkü cihad için başka bir yol yoktur.

قَالُواْ رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدَّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَى وَلاَ تُظْلَمُونَ فَتِيلاً"Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” [Nisa 76]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Yahudi Varlığının İran’a Saldırısı ve Yansımaları

Soru Cevap

Yahudi Varlığının İran’a Saldırısı ve Yansımaları

Soru:

El Arabiya’nın 27 Haziran tarihli haberine göre, “Konuyla ilgili bilgi sahibi dört kaynak, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran’ı müzakere masasına çekmek amacıyla, sivil nükleer programlar için yaklaşık 30 milyar dolarlık bir yardım planı üzerinde görüştüğü iddiasında bulundu... Kaynaklar, ateşkesin duyurulmasından sonraki süreçte ABD’nin İran ile görüşmeye devam ettiğini belirtti... Trump yönetiminde yetkililer, masaya birçok teklif geldiğini ancak İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurmasının “pazarlık konusu olmayan” temel şart olduğunu vurguladı. Trump, İran ile Yahudi varlığı arasındaki ateşkesin yürürlüğe girdiğini duyurdu. “Netanyahu, ABD Başkanı Trump’ın sunduğu İran ile karşılıklı ateşkes teklifini kabul ettiğini açıkladı. Reuters’a konuşan üst düzey bir İranlı yetkili Tahran’ın, Katar’ın arabuluculuğunda ABD’nin sunduğu ateşkes teklifini kabul ettiğini bildirdi. (24.06.2025 El Cezire) Tüm bu gelişmeler, Trump güçlerinin 22 Haziran 2025 tarihinde İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ve Yahudi varlığının 13 Haziran 2025 tarihinden bu yana İran’a karşı yürüttüğü geniş çaplı sürpriz askeri operasyonların ardından yaşandı... Buradaki soru şu: Yahudi varlığı neden böylesine sürpriz bir saldırı gerçekleştirdi? Zira bilindiği üzere, Yahudi varlığının ABD’nin onayı veya talimatı olmadan bu tür büyük operasyonları gerçekleştirmesi mümkün değil. İran, ABD’nin yörüngesinde hareket eden bir ülke değil mi? Eğer öyleyse ABD’nin, İran’ın nükleer tesislerini bombalaması nasıl açıklanabilir? Teşekkürler.

Cevap:

Bu soruya net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmamız gerekiyor:

1- Evet, İran’ın nükleer programı Yahudi varlığı için varoluşsal bir tehdit olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle, her ne pahasına olursa olsun bu programdan kurtulmak istemektedir. Bu sebeple, Başkan Trump’ın 2018’de 2015 tarihli nükleer anlaşmadan çekilmesini memnuniyetle karşılamıştır. Yahudi varlığının başından beri pozisyonu netti. Yalnızca Libya modelini kabul edebileceğini, İran’ın nükleer programının yok edilmesi, bir başka deyişle nükleer programından tümüyle vazgeçmesini gerektiğini söylüyordu... Bu amaçla, İran’daki istihbarat faaliyetlerini artırdı... Yahudi varlığının saldırısı, daha ilk gününde, İran içinde cüz’i bir miktar para karşılığında Yahudi varlığının istihbarat servisi ‘MOSSAD’ ile iş birliği yapan ve bilgi toplayan geniş bir casus ağının varlığını ortaya çıkardı. Bu ajanlar, ülkeye soktukları drone parçalarını içerideki atölyelerde monteleyip, bu dronelar ile rejimin liderlerinin evleri de dahil olmak üzere çeşitli hedeflere saldırı düzenlediler. Bu senaryo, Yahudi varlığının Lübnan’da İran partisinin liderlerini tasfiye ettiği operasyonları andırmaktadır!

2- Amerika, İran’ın nükleer faaliyetlerine karşı Yahudi varlığının pozisyonunu yalnızca desteklemekle kalmamış, aynı zamanda bu pozisyonun şekillenmesinde doğrudan belirleyici bir rol üstlenmiştir. Ne var ki Trump, bu hedefe giden yolu çizerken masaya iki seçenek koymuştur: ya diplomasinin incelikli yolları... ya da savaşın sert dili... Böylece Nisan 2025’te ABD ve İran, nükleer müzakereleri sürdürmek üzere Umman’ın başkenti Maskat’ta bir araya geldi. Trump yönetimi, müzakere sürecinde İran’ın sergilediği esnek ve tavizkar tutumları övgüyle karşılamış ve yeni bir nükleer anlaşmanın imzalanmasının an meselesi olduğunu ima etmişti... Başkan Trump, anlaşmanın tamamlanması için iki aylık bir takvim belirlemişti. Bu süreçte Yahudi varlığı yetkilileri, Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi ve İran müzakerelerinin baş müzakerecisi Witkoff ile görüşmelerde bulunuyor, neredeyse her İran heyeti toplantısı öncesinde bir araya gelerek Amerikalı müzakereciden görüşmelerin seyri hakkında bilgi alıyorlardı...

3- Trump yönetimi, Yahudi varlığının pozisyonuyla örtüşen ve yönetimindeki bazı kilit isimlerin savunduğu sertlik yanlısı görüşü benimsedi. Bu gelişmeler, Avrupa sahnesinde de radikal söylemlerin boy göstermesiyle aynı ana denk düştü. Zira Avrupa ülkeleri, Amerika’nın İran’la yalnız başına müzakere etmesini hazmedemiyor, İran ile herhangi bir anlaşmadan en büyük kazancı Amerika’nın elde etmesini sindiremiyordu. Özellikle İran’ın, Amerikan şirketlerinin petrol ve gaz sözleşmeleri, havayolu şirketleri gibi alanlarda yüzlerce milyar dolarlık yatırım fırsatlarından yararlanabileceğine dair açıklamaları, Trump yönetiminin iştahını kabartıyor, gözlerini kamaştırıyordu. Söz konusu sertlik yanlısı bu görüşler, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın ısmarlama olduğu belli olan zehir zemberek bir rapor yayınlamasıyla doruk noktasına ulaştı: “Yaklaşık 20 yıl aradan sonra ilk kez Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), 12 Haziran 2025 Perşembe günü, İran’ın, nükleer silahların yayılmasının önlenmesine yönelik yükümlülüklerini ihlal ettiğini açıkladı. (12.06.2025 Deutsche Welle) İran Dini Lideri, zenginleştirme faaliyetlerinin durdurulmasını daha önce net bir dille reddetmişti: “Hamaney, “Mademki müzakereler masada, o zaman karşı tarafa bir uyarıda bulunmak istiyorum. Dolaylı görüşmelere katılan ve müzakereler yürüten Amerikan tarafı boş sözler sarf etmemeli. İran’a uranyum zenginleştirmeye izin vermeyeceğiz’ diyorlar. Bu haddini fazlasıyla aşan bir söz. İran’da kimse onların iznini beklemiyor. İslam Cumhuriyeti’nin kendi politikaları ve yönü vardır — ve bu yolda ilerlemeye devam edecektir. İran’la dolaylı nükleer müzakereleri yürüten ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Tahran’ın uranyum zenginleştirme kabiliyetinin sürmemesinin Trump yönetiminin kırmızı çizgisi olduğunu söyledi. ABC’nin “This Week” programına konuşan Witkoff, “Zenginleştirme kapasitesinin yüzde 1’ine bile izin veremeyiz. Ancak bizim açımızdan her şey uranyum zenginleştirmeyi içermeyen bir anlaşmayla başlar, çünkü zenginleştirme nükleer silahlanmayı mümkün kılar. Ve biz de buraya bomba gelmesine izin vermeyeceğiz.” dedi. (20.05.2025 Iran International)

4- İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayı reddetmesi ve ABD’nin bu faaliyetlerin tamamen durdurulmasını şart koşması, ABD-İran müzakerelerinin resmen ilan edilmemiş olsa da çıkmaza girmesine neden olmuştu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 12 Haziran 2025’te yayınladığı raporunun mürekkebi kurumadan Yahudi varlığı, ABD ile önceden koordine edilen bir operasyonla 13 Haziran’da İran’ın Natanz nükleer tesisine sürpriz bir saldırı düzenledi. Natanz nükleer tesisi, 14.000 santrifüj kapasitesiyle İran’ın en büyük uranyum zenginleştirme tesisi olarak tanımlanmaktadır. Saldırı kapsamında ayrıca, ordu ve Devrim Muhafızları liderlerine ve nükleer bilim insanlarına yönelik bir dizi suikast de gerçekleştirildi. İran’a ait füze fırlatma rampaları hedef alındı. Netanyahu yaptığı açıklamada, saldırının resmi gerekçesi olarak, İran’ın nükleer silah araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yeniden başlamasını ileri sürdü. (14.06.2025 Russia Today) Ancak İran’ın, nükleer silah üretme gibi bir planının olmadığını ve nükleer programının barışçıl doğasını kanıtlamak için kapılarının her türlü uluslararası denetime sonuna kadar açık olduğunu defalarca dile getirmesi tüm bu iddiaları çürütmektedir. Öte yandan, Yahudi varlığının harekete geçmek için ABD’den yeşil ışık beklediği de herkesin bildiği bir gerçektir. Bu yeşil ışıkla birlikte fırsat penceresinin açıldığını görür görmez hemen harekete geçip operasyon başlattı...

5- Dolayısıyla Yahudi varlığının ABD’den yeşil ışık almadan böylesine kapsamlı bir askeri operasyona kalkışması, rasyonel ve gerçekçi bir varsayım değildir. Böyle bir senaryo kesinlikle söz konusu olamaz. “ABD’nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, Washington’dan “yeşil ışık almadan” Tel Aviv yönetiminin İran’a saldırmayacağını belirtti.” (12.06.2025 Arabi 48) Trump ile Netanyahu arasında 40 dakikalık bir telefon görüşmesinin ardından, “Bir İsrailli yetkili, cuma günü Times of Israel gazetesine yaptığı açıklamada, Tel Aviv ile Washington’un, İran’ı, nükleer tesislerine yönelik saldırının yakın olmadığına inandırmak amacıyla Donald Trump’ın da etkin rol oynadığı büyük çaplı bir medya ve güvenlik dezenformasyon kampanyası yürüttüğünü söyledi. Yetkili ayrıca, İsrail medyasına o dönemde Trump’ın Netanyahu’yu İran’a saldırmaması konusunda uyardığı yönünde kasıtlı sızıntılar yapıldığını ve bu bilgilerin “aldatma operasyonunun bir parçası” olduğunu ifade etti. (13.06.2025 El Cezire.net) Tüm bunlara, ABD’nin operasyondan kısa bir süre önce Yahudi varlığına operasyona özgü silah sistemleri tedarik ettiği ve bu sistemlerin söz konusu saldırıda aktif olarak kullanıldığı da eklenebilir. “Medyada yer alan ve Amerikalı yetkililere dayandırılan haberlere göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin geçtiğimiz Salı günü İsrail’e gizlice yaklaşık 300 adet AGM-114 Hellfire tipi füze sevk ettiği ortaya çıktı. Jerusalem Post gazetesinin aktardığına göre yetkililer, Washington yönetiminin İsrail’in Cuma sabahı gerçekleştirdiği İran’ın nükleer ve askeri hedeflerine yönelik saldırı planlarından önceden haberdar olduğunu teyit vurguladı. Yetkililer, saldırıya karşılık olarak İran tarafından fırlatılan 150’den fazla balistik füzenin, Amerikan hava savunma sistemlerinin desteğiyle sonradan etkisiz hale getirildiğini bildirdi. ABD’li üst düzey bir savunma yetkilisi, AGM-114 Hellfire füzelerinin operasyon esnasında “İsrail için önemli katkı sağladığını” belirtti. Yetkili ayrıca, İsrail Hava Kuvvetleri’nin İsfahan ve Tahran çevresindeki Devrim Muhafızları komutanlarını, nükleer bilim insanlarını ve komuta merkezlerini vurmak için 100’den fazla savaş uçağı kullandığını aktardı. (14.06.2025 Russia Today)

6- Böylece Trump yönetimi, Yahudi varlığının İran’a yönelik saldırısının etkisini azami seviyeye çıkarmak ve “şok ve dehşet” etkisi yaratmak amacıyla, müzakere sürecindeki İran’a yönelik kasıtlı bir bilgi saptırma operasyonu yürüttü. Amerikalı yetkililerin açıklamaları bu duruma işaret ediyor. Diğer bir deyişle Amerika, Yahudi varlığının saldırısını, nükleer müzakerelerde taviz koparmak için bir şantaj aracı olarak kullandı. Bu durum, söz konusu saldırının ABD’nin müzakere stratejisinin bir enstrümanı olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu durum, ABD’nin Yahudi varlığının saldırısını açıkça savunması, “meşru müdafaa” olarak tanımlaması, Yahudi varlığına spesifik silah sistemleri tedarik etmesi, ayrıca İran’ın misillemesini püskürtmek için Amerikan savaş uçakları ve hava savunma sistemlerini devreye sokması gibi olgularla da örtüşmektedir. Tüm bu gelişmeler, Yahudi varlığının İran’a yönelik saldırısının aslında adı konulmamış, düpedüz bir Amerikan operasyonu olduğunu göstermektedir. ABD Başkanı Trump’ın pazar günü Kanada’daki G7 Zirvesi yolunda gazetecilere yaptığı “Bir anlaşmaya varılmadan önce bazı savaşlar kaçınılmazdır,” şeklindeki açıklaması da bunu desteklenmektedir... Ayrıca Trump, ABC televizyonuna verdiği bir röportajda, İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak için ABD’nin İsrail’e askeri destek verebileceğini de ifade etti. (16.06.2025 Arabi 48)

7- Amerika, İran’ı boyun eğdirmek için askeri baskıyı bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır. Nitekim Trump’ın daha önceki “Anlaşmaya varılmadan önce bazı savaşlar kaçınılmazdır,” sözü de bunu göstermektedir. Trump’ın, “İsrail’in İran’a saldırısını mükemmel” olarak nitelemesi ve “Onlara bir şans verdik ama kullanmadılar… Aldıkları darbe, alabilecekleri en ağır darbeydi. Üstelik bu daha başlangıç” gibi sarf ettiği sözler de bunu doğrulamaktadır... (13.06.2025 ABC) Trump yaptığı açıklamada, “İranlılar müzakere etmek istiyor, ama bunu önce yapmalıydılar. İran’a 60 gün verdim, bugün 61. gün. Şimdiye dek bir anlaşma yapmaları gerekirdi.” şeklinde konuştu. (16.06.2025 CNN) Dolayısıyla bu açıklamalar, Amerika’nın Yahudi varlığına böylesi bir saldırı düzenlemesi için sadece yeşil ışık yakmadığını, aksine bunu yapması için ona talimat verdiğini de açıkça ortaya koymaktadır. Trump, sosyal medya hesabı Truth Social’dan yaptığı paylaşımında, “İran, onlara imzalamalarını söylediğim anlaşmayı imzalamalıydı... Çok yazık, büyük bir insanlık kaybı. İran nükleer silah sahibi olamaz. Bunu defalarca söyledim.” ifadelerin kullandı. (16.06.2025 Russia Today) Yahudi varlığından bir yetkili, ABD’nin İran’ın Fordo’daki yeraltı nükleer tesisine yönelik saldırıya katılımı hakkında yaptığı açıklamada, “ABD’nin İran’a karşı askeri operasyona katılabileceğini” belirtti. Yetkili, Trump’ın Başbakan Netanyahu ile yaptığı bir görüşmede “gerekli görülmesi halinde Fordo tesisini bombalayabileceğini” belirttiğini de aktardı. (15.06.2025 El Arabiya)

8- Gerçekten de bu yaşandı. Başkan Trump, 22 Haziran 2025 Pazar gününün erken saatlerinde ‘3 İran nükleer tesisinin vurulduğunu’ açıkladı ve saldırının başarılı olduğunu söyledi. Trump, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerin vurulduğunu belirtti ve İran’a barış yapma ve savaşı sona erdirme çağrısında bulundu. Öte yandan, ABD Savunma Bakanı Bert Hegeseth de, bu saldırının İran’ın nükleer hedeflerini sona erdirdiğini açıkladı... (22.06.2025 BBC) Ardından, “CNN televizyonu Pazartesi akşamı yaptığı haberde, İran’ın Katar’daki el-Udeyd Amerikan üssüne kısa ve orta menzilli balistik füzelerle saldırı düzenlediğini duyurdu. Haberde, üste bulunan Amerikan askeri uçaklarının geçtiğimiz hafta sonunda tahliye edildiği de belirtildi. Reuters ajansı da “İran’ın, Katar’daki Amerikan üslerine yönelik saldırılarından birkaç saat önce hem ABD’ye hem de Katar’a saldırı düzenleyeceğini bildirdiği” bilgisini paylaştı. (23.06.2025 Skynews Arabia) Trump, Pazartesi günü yaptığı açıklamada, “İran’a bizi önceden bilgilendirdiği için teşekkür ederim; bu sayede herhangi bir can kaybı yaşanmadı” dedi. (24.06.2025 Sky news)

9- Amerika ve Yahudi varlığının gerçekleştirdiği saldırılar ile İran’ın verdiği karşılıkların ardından, ciddi maddi hasarın yanı sıra can kayıpları da yaşandı. “İran Sağlık Bakanlığı sözcüsü, İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılarda çatışmaların başlangıcından bu yana 610 kişinin şehit olduğunu ve 4.746 kişinin de yaralandığını açıkladı... Öte yandan İsrail Sağlık Bakanlığı da 13 Haziran’dan bu yana yaşanan can kaybının 28’e ulaştığını söyledi. (25.06.2025 BBC) Yaşanan tüm bu saldırıların ardından Yahudi varlığını İran’ın üzerine salan ve bizzat savaşa katılan Trump, sanki bu kanlı tiyatronun hem yazarı hem yönetmeni değilmiş gibi bir barış havarisi edasıyla sahneye geri dönüp ateşkes ilan ediyor. İran ve Yahudi varlığı da tabii ki bu ateşkesi kabul ediyor! “Trump, İran ile Yahudi varlığı arasında önerdiği ateşkesin yürürlüğe girdiğini duyurdu.” ve “Netanyahu, Trump’ın teklifine olumlu yanıt verdiğini belirtti... Reuters’a konuşan üst düzey bir İranlı yetkili Tahran’ın, Katar’ın arabuluculuğunda ABD’nin sunduğu ateşkes teklifini kabul ettiğini bildirdi. (24.06.2025 El Cezire) Bu durum, Trump’ın hem fitilini ateşlediği hem de söndürdüğü bu savaşın, Trump’ın İran’ın nükleer ve balistik füze kapasitesini devre dışı bırakmak amacına ulaşmak için planlanmış olduğu anlamına geliyor. “Trump, NATO Zirvesi’ne katılmak üzere Lahey’e hareket etmeden önce gazetecilere yaptığı açıklamada “İran’ın nükleer kapasitesinin yok olduğunu ve İran’ın nükleer tesislerini asla yeniden inşa etmeyeceğini” kaydetti. Ardından Trump ateşkesin yürürlükte olduğunu belirterek “İSRAİL, İran’a saldırmayacak.” dedi. (24.06.2025 El Cezire)

10- İran’ın Amerika’nın yörüngesinde hareket etmesine gelince, evet, İran gerçekten de Amerika’nın yörüngesinde hareket eden bir devlettir. Amerika’nın çıkarlarını gerçekleştirerek kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesine ve özellikle Irak’taki işgalini sağlamlaştırmasına yardım etmiştir... Aynı şekilde Amerikan ajanı Beşşar Esed’i korumak için de Suriye’ye müdahale etmiş, Yemen ve Lübnan’da da benzer durumlar yaşanmıştır. İran, bu eylemleriyle söz konusu ülkelerde çıkarlarını sağlamak ve Amerika’nın yörüngesinde hareket etmek pahasına da olsa bölgesel büyük bir güç olmayı arzulamaktadır! Ancak gözden kaçırdıkları bir nokta var. Amerika, yörüngesinde hareket eden bir devletle çıkarının sona erdiğini düşündüğünde ve onun rolünü ve gücünü sınırlandırmak istediğinde, önce diplomatik olarak, gerekirse de askeri olarak baskı uygulamaktadır. Nitekim son saldırılarda İran’la yaşanan durum budur. Bu tür müdahalelerle Amerika, yörüngesinde harekete eden devletin ritmini ayarlamakta, temposunu kontrol etmektedir... Dolayısıyla Amerika, talimatı ve desteğiyle Yahudi varlığının gerçekleştirdiği bu saldırı aracılığıyla, son dönemde Amerika’nın arzusunun aksine Yahudi varlığı ile ilişkilerde söz sahibi olmaya çalışan askeri liderliği, özellikle de nükleer birimi ve danışmanları tasfiye etmektedir. Amerika bu devletleri pek de önemsememektedir, çünkü nihayetinde bu devletlerin, Amerika’nın üreteceği çözümü kabul edeceklerini biliyor.

11- Ateşkes sonrasında ABD’nin, İran’ın askeri nükleer silah programını sona erdirmek planı daha belirgin hale gelmeye başlamıştır. “CNN’in haberine göre, konuyla ilgili bilgi sahibi kaynaklar, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin, yaşanan gerilimlerin ardından İran’ı müzakere masasına çekmek amacıyla, “sivil nükleer programlar” için yaklaşık 30 milyar dolarlık bir yardım planı üzerinde görüştüğü iddiasında bulundu. Ayrıca kaynaklar, sunulan diğer teklifler arasında İran’a yönelik bazı yaptırımların kaldırılması ve Tahran’ın hali hazırda yabancı banka hesaplarında bulunan ve serbestçe kullanması kısıtlanan 6 milyar dolara erişimine izin verilmesinin yer aldığını öne sürdü... Kaynaklar, İran ile İsrail arasında gerilim ve ABD’nin İran’daki nükleer tesislere saldırısıyla tırmanan kriz sırasında ve ateşkesin duyurulmasından sonraki süreçte ABD’nin İran ile görüşmeye devam ettiğini belirtti... Trump yönetiminde yetkililer, masaya birçok teklif geldiğini ancak İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurmasının “pazarlık konusu olmayan” temel şart olduğunu vurguladı...” (27.06.2025 El Arabiya)

12- Sonuç olarak, bu ümmetin en büyük felaketi, yöneticileridir. İran, saldırı tehdidi altındayken, Yahudilere karşı “en iyi savunma yöntemi saldırıdır” ilkesinden hareketle önleyici bir saldırı hamlesinde bulunmamış, aksine tesisleri vurulup bilim insanları öldürülene kadar pasif kalmış, ancak ondan sonra tepkisel bir karşılık vermiştir. Amerika’nın saldırısı karşısındaki tutumu da bundan farksızdır... Sonrasında Trump’ın ateşkes çağrısına hem Yahudiler hem de İran olumlu yanıt vermiştir... Tüm bunların ardından, şimdi de Amerika’nın tartışmaları yönettiği ve yeni teklifler sunduğu görülüyor. Ve “İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurmasının” pazarlık konusu olmayan temel şart olduğunun altını çiziyor! Biz, bu savaşın Yahudi varlığı ile herhangi bir barış anlaşmasına ya da İran’ın silahsızlandırılmasına yol açmasına karşı uyarıda bulunuyoruz... Müslüman ülkelerdeki özellikle de Yahudi varlığının etrafındaki yöneticilere gelince, düşman hava unsurlarının, hava sahalarını kullanıp Müslüman ülkeleri bombalamalarına ve herhangi bir askeri mukabele ile karşılaşmaksızın güvenli bir şekilde geri dönmelerine izin vermişlerdir! Çünkü hepsi Amerika’nın birer kuklasıdır... Ataletlerini türlü türlü bahanelerle meşrulaştırmaya çalışıyorlar, sınırları mukaddes sayıyorlar! İster dünyanın en uzak köşesinde isterse en yakınında olsun Müslüman ülkelerin bir ve bütün olduğunu ya unutuyorlar ya da unutmuş gibi yapıyorlar! Müminlerin barışı da birdir, savaşı da. Müslüman oldukları sürece mezhep ayrımına gidilmesi doğru değildir... Şüphesiz ki bu hain yöneticilerin içinde bulunduğu düzen mahvolup gitmeye mahkumdur. Onlar, Amerika’ya bu onursuz boyun eğişin kendilerini kurtaracak bir can simidi olduğunu sanıyorlar. Ama günü geldiğinde ABD’nin onları yalnız bırakacağını ve Yahudi varlığına tehdit oluşturabilecek silahlarını ellerinden alacağını fark etmiyorlar. Nitekim Suriye’de yaptığı gibi. Yahudi varlığının Suriye’nin askerî tesisleri yok etmesine göz yummuştur. Şimdi de aynısını İran’a yapmaktadır. Dolayısıyla ABD, bu yöneticilere hem bu dünyada hem de ahirette zillet üstüne zillet miras bırakacak, alçaklığın en dibini boylayacaklardır.

سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ  “Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” [Enam 124] Hiç mi akletmiyorlar? Yoksa onlar, Allah’ın kitabında tarif ettiği gibi, sağır, dilsiz ve kör müdürler ki bu sebeple hiç akletmiyorlar?

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akletmezler.” [Bakara 18] Öyle değil mi?

Ey Müslümanlar! Hükümdarlarınızın size reva gördüğü bu zilleti, bu onursuzluğu ve sömürgeci kâfire olan bu köleliği görüyor ve işitiyorsunuz! Öyle ki, üzerlerine zillet ve yoksulluk damgası vurulmuş Yahudiler bile Mübarek Toprağı işgal etmektedirler...! Ve şüphesiz sadece İslam’la, İslam Devletiyle, Raşidi Hilafetle izzet ve onura erişebileceğinizi biliyorsunuz. Hilafette, arkasında savaşacağınız ve kendisiyle korunacağınız bir Raşidi Halife size liderlik edecektir. Hilafet, Allah’ın izniyle, sadık ve samimi müminlerin elleriyle mutlaka kurulacaktır! O zaman Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözü hayat bulacaktır:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ “Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz...” Sonra yeryüzü Güçlü, Aziz ve Hakim olan Allah’ın zaferiyle aydınlanacaktır...

Sonuç olarak halkına asla yalan söylemeyen öncü olan Hizb-ut Tahrir, sizleri, kendisine destek olmaya, Raşidi Hilafeti yeniden kurmak, İslam’ı ve Müslümanları yüceltmek, küfrü ve kâfirleri zelil kılmak için hep birlikte çalışmaya çağırıyor. İşte bu, büyük kurtuluştur.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

H.03 Muharrem 1447
M.28 Haziran 2025

Devamını oku...

Kendi Merkezinde Bile Adaleti Tesis Etmeyi Başaramayan Tağut Sivil Devlet, Bizim Ülkemizde Nasıl Başarılı Olacak Ki?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kendi Merkezinde Bile Adaleti Tesis Etmeyi Başaramayan Tağut Sivil Devlet, Bizim Ülkemizde Nasıl Başarılı Olacak Ki?!

Sudan Başbakanı Kamil İdris bir basın toplantısında, 22 bakanlıktan oluşan ve “Umut Hükümeti” adını taşıyan yeni bir hükümetin kurulduğunu duyurdu. "Tarihi" olarak nitelendirilen konuşmasında, sivil hükümet olarak adlandırdığı Umut Hükümeti'nin özelliklerini açıkladı ve bu hükümetin Sudan'ı kurtarmak, onu ilerleme ve refah yoluna sokmak, güvenlik ve refah sağlamak ve tüm Sudanlılara onurlu bir yaşam sunmak için net bir vizyon ve sağlam ilkelere dayandığını söyledi ve vizyonun, Sudan'ı gelişmiş ülkeler arasına taşımayı temsil ettiğini belirtti. Değerlerimiz dürüstlük, güvenilirlik, adalet, şeffaflık, hoşgörü, bilimsel, pratik, profesyonel ve kolektif bir yaklaşım, net planlar ve kesin başarı kriterleridir. Hükümet, parti bağlantısı olmayan teknokratlardan oluşacak, sessiz çoğunluğun sesini temsil edecek, otoritenin tezahürlerindeki zühd ile halkın refahının arasını birleştirecek ve yüksek erdemleri somutlaştıracaktır.

Başbakan, dürüstlüğü, güvenilirliği, adaleti ve diğerlerini zikrederek sivil hükümetinin beklenen sonuçlarından bahsetti ve bunları da Kur'an ayetleriyle destekledi; bu ise, kamuoyunun desteğini kazanmak için farklı mefhumların kasıtlı olarak karıştırılmasıdır. Ancak bilinçli bir kulağın duyması gereken gerçek, duygulardan ve umutlardan uzak bir şekilde ayrıntılara ve derinliğe ihtiyaç duymaktadır; zira siyasetin, yanıltıcı bilgilerden uzak gerçeklere dayalı olması gerekir.

Sudan da dahil Müslüman ülkelere bakan birisi, buralardaki mevcut devletlerin, 1916 yılında eski sömürgeci devletler arasında nüfuz paylaşımı için yapılan bir anlaşmanın ürünü olan ve belirli bir görevi yerine getirmek için türetilen işlevsiz devletçikler olduğunu, bu anlaşma olmadan var olamayacaklarını, bu ülkelerin kendilerini ortaya çıkaran Batı kapitalizmine bağlı kalmaya devam ettiklerini, var oldukları süre boyunca her yıl başarısızlar listesinin başında yer almak için yarıştıklarını, hükümetler, bakanlar ve yöneticiler değişse de, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda tam bir başarısızlık içinde olduklarını kanıtladıklarını görecektir; o halde kusur nerede? Neden bu ülke, çok sayıda bakir kaynaklarla doluyken, insanları aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır?

Bu asrımızda Müslümanların başına gelen en büyük fitnelerden biri, yönetim ve ekonomi ile ilgili fikirler ve mefhumlardır; belki de bunlar, Batı'nın İslam'a saldırısındaki ve siyasi, fikri ve ekonomik hegemonyasını ve kontrolünü sağlamaya odaklanmasındaki odak noktasıdır.

Sivil devlet fikrinin kökleri eski çağlara dayanmaktadır; zira Batılılar bu fikri, insanların karar alma sürecine katılımına odaklanan Atina'daki demokratik yönetim sistemi aracılığıyla Yunan medeniyetindeki adalet ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle ilişkilendirmiştir; daha sonra bu mefhumlar, toplumun işlerini düzenlemek için gelişmiş yasal temeller koyan Romalılar tarafından geliştirilmiş ve bu da hukuk devleti olarak adlandırılan şeyin oluşmasına ve belirginleşmesine katkıda bulunmuştur.

Orta Çağ'da Batı'daki siyasi düşüncenin gelişmesiyle birlikte sivil devlet, Avrupa'da kilise ile devlet arasındaki çatışmadan etkilenmiş ve bu çatışma, özellikle Rönesans ve Fransız Devrimi'nden sonra, din siyasi işlere müdahale etmeden bireysel özgürlüklerin ve kanun önünde eşitliğin saygı gördüğü devletlerin kurulması yönündeki çağrıların yükselmesiyle birlikte din ile siyasetin ayrılması ideolojisinin güçlenmesine yol açmıştır. Modern çağda ise sivil devlet, Batı ülkeleri ve bunların lideri Amerika Birleşik Devletleri tarafından benimsenmiştir.

Burada farklı bir hadari mirasa ve bu tarihe benzemeyen ve tarihin derinliklerine kök salmış bir tarihe sahip Müslümanlar olarak bizim için mantıklı bir soru ortaya çıkıyor; zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medine-i Münevvere’de İslam Devletini kurmuş, ardından onu Raşid Halifeler, sonra Emeviler, Abbasi ve Osmanlı devletleri izlemiştir; işte bunların hepsi, İslam hadaratının, onun köklü geçmişinin ve İslam Devleti'nin yönetiminin gözle görülür örnekleridir.

Daha derine inmek için, sivil devletin ilkelerini ve İslami yönetimde bunlara karşılık gelen hususları bilmek gerekir:

Sivil devlet, Batılı kapitalist bakış açısıyla adaleti sağlamayı amaçlayan bir dizi yerleşik ilkelere dayanmaktadır; nitekim eşitlik ve bireylerin haklarının korunması fikriyle birlikte bu ilkeler, bu ülkelerin temel dayanaklarını oluşturmaktadır. İslam'da ise egemenlik, kesinlikle şeriata aittir; zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًاHayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65] Ve şöyle buyurmuştur: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُّبِيناً Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verince, ne bir mümin erkeğin ve ne de bir mümin kadının (o konuda) muhayyerlikleri (tercihleri) olmaz. Ve her kim Allah’a ve Onun Rasulü’ne isyan ederse muhakkak o, apaçık dalalete (batıla) sapmış olur.” [Ahzab 36] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” [Maide 50]

Bunlar, Allah'ın kitabından alınmış, subutu ve delaleti kati olan nâsslar olup bunları inkar etmek için bir alan yoktur; zira bunların hepsi açıkça tek bir söze indirgenebilir ki o da; egemenliğin akla değil şeriata ve halka değil Allah'a ait olmasıdır.

Halkın egemenliği ideolojine göre sivil devlet konusunda onlar, bununla (sivil devlet), toplumda adalet ve eşitliği sağladıklarını, her türlü ihlalleri veya otoritenin kötüye kullanılmasını engellediklerini, böylece hukukun üstünlüğünün hükümeti yasal kurallara tabi kıldığını ve yetkilileri hesap verebilir kılan mekanizmalar getirerek halk ile devlet arasındaki güveni güçlendirdiğini düşünüyorlar. Oysa bugünkü gerçeklik bunun tam aksini göstermektedir; zira para ve iş dünyasının adamları, yönetim ve siyasette derin bir kontrol sahibi olup halkın geneli ise onlara boyun eğmiş durumdadır.

Nitekim “şeriatın egemenliği” kaidesi, İslam'daki yönetim sisteminin, kanunun egemenliğinin güzel anlamını gerçekleştirmede benzersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Sivil devlet savunucuları bu anlamı gerçekleştirdiklerini sandılar; oysa vakıada egemenliği onlar, teorik olarak azınlığa karşı çoğunluğa (pratikte ise az sayıda kapitalist uygulayıcılara) ait kıldılar. Kanunları koyan ve değiştiren çoğunluktur; öyleyse kanunlar nasıl onun efendisi olabilir ki?! İslam ise, yasayı insanın arzusundan uzak tutarak güçlülerin zayıfları ve zenginlerin fakirleri ezmemesini, aksine herkesin Allah Subhanehu'nun şeriatına boyun eğmesini sağlamıştır.

Bu, yönetim sisteminde de kendini göstermektedir; zira Şari, hayatın her alanında emir ve yasaklar koymuş ve Subhanehu ve Teala uygulama yetkisini (kesin, kırbaçlayın...) gibi ümmete bırakmıştır; Dolayısıyla ümmet de arasından, rıza ve tercih ile biat edecek ve şerî hükümleri uygulayacak birini seçer.

Ayrıca sivil devlet, insan haklarının korunmasına ve bireysel özgürlüklerin güvence altına alınmasına büyük önem vermektedir; bu haklar arasında inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, kişisel özgürlük ve mülkiyet özgürlüğü de yer almaktadır.

Gerçek şu ki, bu fikirler Müslümanlar arasında gerçek anlamda rağbet görmüyordu; Müslümanlar arasında bu şekilde ortaya çıkmasının sebebi, bunların hakikatine dair bilincin olmaması ve yanıltıcı propagandadan uzak bir şekilde İslam'a tümüyle ve ayrıntılı olarak aykırı bir bakış açısına sahip olduğu gerçekliğinin idrak edilmemesidir; böylece bu fikirler ortaya çıkmış ve devrimler, kafir Batı'nın ajan yöneticilerinin ve avenelerinin Müslümanların evlatlarına uyguladığı zulmü ve özgürlüklerin kısıtlanmasını reddeden sloganlar olarak ön plana çıkmıştır; ancak her Müslüman, Allah'ın şeriatı, emirleri ve yasaklarıyla kayıtlı olduğunu bilir.

İslam, tüm yaşam alanlarını istisnasız olarak düzenleyen kamil bir şeriatını gerektiren bir akidedir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3]

Müslümanlar, Allah'ın indirdiği ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'de kurduğu bir yönetim, yani İslam'ı uygulayan ve adaletin ve insafın egemen olduğu bir yönetim sistemi projesine sahiptir; ancak böylece Müslümanlar, daha önceden olduğumuz gibi alemlerin Rabbine geri dönebilir ve başarısız kapitalistleri taklit etmek yerine hidayetin meşalesini taşıyabilirler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) – Sudan

Devamını oku...

Tekrarlanan Saldırılar ve Yok Sayılan Bir Otorite!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tekrarlanan Saldırılar ve Yok Sayılan Bir Otorite!

Haber:

Yerleşimciler ve işgal güçlerinin Batı Şeria'nın çeşitli yerlerindeki sakinlere yönelik saldırıları yüzünden onlarca Filistinli yaralandı. Son zamanlarda, Ramallah'ın doğusundaki Kafr Malik kasabasına yerleşimciler tarafından düzenlenen saldırıda 3 Filistinli şehit oldu ve 7 kişi de yaralandı. Yerel kaynaklar, kasaba ve çevre köylerin sakinlerinin saldırıya karşı koyması sırasında yerleşimcilerin kasaba çevresindeki yerleşik evlere ve Filistin araçlarına ateş açmaları yüzünde yangınların patlak verdiğini bildirdiler.

Filistinli platformlar, işgal askerlerinin, yerleşimcilerin saldırısına karşı koydukları esnada Filistinlilere doğrudan ateş açtığı anları gösteren görüntüleri belgelediler. Ayrıca sosyal medyada yayınlanan görüntülerde, yerleşimcilerin saldırısının ardından ambulansların Kafr Malik kasabasından yaralıları tahliye etmeye devam ettikleri ortaya çıktı.

Yorum:

Kafr Malik kasabası, son suç saldırısında 3 evlatlarının şehit olması ve diğerlerinin yaralanmasıyla yas ve kedere boğuldu. Nitekim sakinler, özellikle saldırıların yapıldığı sırada ordunun kendilerine koruma sağlamasıyla birlikte yerleşimcilerin aynı şeyi tekrar yapmasından korkarak endişe ve tedirginlik içinde yaşıyorlar. Gazze'deki soykırım savaşıyla paralel olarak ve Filistin verilerine göre yerleşimciler, işgal ordusunun desteğiyle Batı Şeria'daki saldırılarını tırmandırmaktadır; bu da en az 26 Filistinlinin şehit olmasına, binlerce kişinin yaralanmasına, 450'den fazla yangının çıkmasına, 20 yerleşim bölgesinden 1200'den fazla Filistinlinin yerinden edilmesine, 7 Filistin yerleşim biriminin yıkılmasına, Batı Şeria topraklarında 80'den fazla yeni yerleşim biriminin kurulmasına ve 2023 Ekim ayından itibaren Batı Şeria topraklarında 5000'den fazla saldırı ve hücumda 80'den fazla yeni yerleşim biriminin kurulmasına yol açmıştır.

Geçtiğimiz Mayıs ayında, Filistin Duvarı ve Yerleşim Direniş Komisyonu'nun verilerine göre yerleşimciler, Batı Şeria'da 415 saldırı gerçekleştirmiş ve bu saldırılar, farklı bölgelerdeki Filistin köylerine yönelik silahlı saldırılar, saha infazları, tahribat, arazilerin tahrif edilmesi, ağaçların sökülmesi, mallara el konulması, kapatmalar ve Filistin coğrafyasıyla bağları koparan barikatlar şeklinde gerçekleşmiştir.

Burada insanın aklına şöyle bir soru geliyor: Yerleşimcilerin Batı Şeria halkına yönelik saldırganlığını püskürtme konusunda sözde Filistin otoritesinin kaybolan veya yok olan rolü hani nerede?! Yoksa onun rolü, işgal ile güvenlik koordinasyonu yoluyla “kendini ve sahayı kontrol etme” politikasına bağlı kalmak, şerefli insanları takip etmek, çeşitli yöntem ve bahanelerle halkın vergilerini toplamak ve parasını çalmakla mı sınırlıdır! Bu da onu, yerleşimlere ve yerleşimcilerin saldırılarına karşı herhangi bir niyet veya planı olmamakla birlikte aciz, ihmalkar ve suç ortağı konumuna düşürmüyor mu?

Batı Şeria'da yaşananlar, bölge halkı ile yerleşimciler arasındaki yerel bir çatışma değil, aksine barışı ve hakları tanımayan, asıl olarak işgale hizmet etmek ve onu desteklemek için gelen Filistin'in otoritesini ve hükümetini tanımayan işgal projesi kapsamındaki açık bir savaştır. Dolayısıyla otoriteden hiçbir hayır umulmayacağı gibi Filistin'in herhangi bir yerindeki insanları koruması da umulmaz; çünkü otorite kendisini bile koruyamıyor ve bunun birçok örnekleri ve kanıtları vardır.

Ama zulüm devam etmeyecek, kibri kıran birisi ortaya çıkacak, alçaklık ve suç ortaklığı yapanlar da cezasını çekeceklerdir. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَZulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Amerika'nın Müslüman Ülkelerdeki Askeri Üsleri, Bir İşgaldir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika'nın Müslüman Ülkelerdeki Askeri Üsleri, Bir İşgaldir!

Haber:

Bu ayın 23'ünde İran, Katar'daki Amerikan üssüne füze saldırısı düzenlediğini açıkladı; Katar ise hava savunma sistemlerinin El Udeyd üssünü hedef alan füze saldırısını başarıyla engellediğini vurguladı ve bu saldırıyı egemenliğe ve hava sahasına yönelik açık bir ihlal ve uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendirdi. Ayrıca, “bu açık saldırının şekli ve boyutuna uygun şekilde doğrudan yanıt verme hakkını” saklı tuttuğunu da belirtti.

Yorum:

İran'ın Katar'daki Amerikan üssünü bombalamasıyla yanıt vermesinin ardından haberler, saldırının ayrıntıları, gerekçeleri ve İran ile Yahudi varlığı ve Amerika arasında birkaç gündür süren savaş bağlamında ele alındı. Ancak asıl tehlikeli olan, belki de saldırının kendisinden daha tehlikeli ve daha önemli olan Katar'da Amerikan üssünün varlığıydı.Bundandaha da tehlikeli olan ise, bu üssün varlığıyla, dahası genel olarak Amerikan üsleriyle, Müslüman ülkelerde ve özellikle de bölgemizde bu üslerin varlığının ciddiye ve ağırlığıyla orantılı olmayan bir düzeyde bir arada yaşamaktır.

Nitekim insanlar arasında egemen olan ve hala da olmaya devam eden izlenim, insanlar arasında sömürgeciliğin yerini çok yönlü, askeri olmayan bir sömürgecilik şeklinin aldığına dair genel bir bilincin olmasına rağmen, sömürgeciliğin geçen yüzyılın ortalarında askeri olarak ortaya çıkmış olmasıdır; ancak bu izlenimin, bölgedeki Amerikan üslerinin varlığı ışığında incelenmesi, daha doğrusu düzeltilmesi gerekmektedir.

Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Türkiye'de bulunan Amerikan askeri üslerinin gerçekliği, fiili bir askeri işgal ve düşmanın İslam beldesinin kalbinde konuşlanmasıdır. Bu üslerin varlığının, yöneticilerin savunma amaçlı anlaşmalar olarak adlandırdıkları gerekçeler dışında bir açıklaması yoktur. Bu gerekçeler ise, üslerin bulunduğu ülkelerin sadece İslam coğrafyasıyla çevrili olması gerçekliğiyle geçersiz kılınan gerekçelerdir. O halde bu anlaşmalar kime karşı?! Aynı şekilde bunu, son on yıllarda, üslerin sahibi olan Amerika'nın ve onun üvey evladı Yahudi varlığının yaptığı ve yapmaya devam ettiği gibi Müslümanların kanını döken ve onlara saldıran bir düşmanın olmadığı gerçekliği de yalanlamaktadır. Nitekim ajanlık ve ihanet bataklığına saplanmış yöneticilerin, askeri sömürgeciliği gerektirse bile koltuklarını korumak için halklarına karşı Amerika'ya bel bağlamaları resmi netleştirmektedir.Korkutma tehditlerine gelince; herkesin bildiği gibi bunun dizginlerinin de Amerika'nın elinde olduğunu çok iyi biliyorlar.

Bu askeri üsler, işgal güçleri olup varlıkları bile egemenliğin ihlalidir. Katar'ın iddia ettiği gibi, bu üslere dokunmak devletin egemenliğine dokunmak değildir. Zira bu, sadece bu üslere saldırıldığında ortaya çıkmaktadır. Bu arada bu üsler Müslüman ülkelere ölüm, bombardıman ve yıkım gönderdiğinde sahipleri ise ortadan kaybolup sessiz kalmaktadırlar. Tıpkı Afganistan, Irak ve Suriye'de ya da Gazze'deki çocukların başlarına yağdırsınlar diye Yahudi varlığına mühimmat ve lavlar tedarik ettikleri gibi.Müslümanların başındaki yöneticiler, bu şekilde nasıl büyük bir günah işlediler ve sadece sömürgeciliğin ajanları olmakla kalmayıp aynı zamanda beldeyi tekrar işgal etmeleri için onun askerlerini getirerek nasıl bir ihanet işlediler!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Ebu Zer

Devamını oku...

İslam’ın Kanatları Altındaki İzzetle Uşak Rejimlerin Boyunduruğu Altındaki Zillet Arasında Dağlar Kadar Fark Var!

Sudan Lise Sınavları Yüksek Kurulu, uluslararası toplum ile ilgili kuruluşlara çağrıda bulunarak, Eğitim Bakanlığı’nın çabalarını desteklemelerini ve özellikle savaş bölgeleri ve insani krizin yaşandığı alanlardaki öğrenciler başta olmak üzere, tüm Sudanlı öğrencilerin sınavlara girebilmesini sağlamak için katkı sunmalarını istedi. (26.06.2024 SUNA)

İçimizden bir güruh, ne acıdır ki, hâlâ o Birleşmiş Milletler denen yapıdan ve onun uzantılarından hayır umuyor, o ‘sözde’ uluslararası toplumdan ve örgütlerden aman diliyor. Oysa tarihleri, onların zırnık koklatmayacağının en büyük ispatıdır. Çünkü bunlar hayrat yuvası değil, İslam’a ve Müslümanlara karşı ilan ettikleri nefreti her defasında kusan karanlık bir ajandanın maşalarıdır.

UNESCO, 2016 yılında aşırı şiddet içerikli radikalleşmenin önlenmesi amacıyla bir konferans gerçekleştirdi. Konferans sonunda, “Ortadoğu başta olmak üzere radikal fikirlerin yaygın olduğu bölgelerde eğitim müfredatlarının gözden geçirilmesi gerektiği” vurgulandı.

“Aşırı düşünceler” ifadesiyle kastedilen esasen yalnızca İslam’dır. Batının hâkimiyetindeki güçler, dini sadece bireysel ibadetle sınırlı gören, yönetime, siyasete, ekonomiye ve içtimai hayata müdahalesi olmayan bir İslam arzu etmektedirler. Bu sayede Müslüman coğrafyalarda emperyal planlarını rahatça uygulayabilecekler, Güney Sudan’ın ayrılması ve Sudan’daki mevcut iç savaş örneklerinde olduğu gibi zulüm ve soykırım politikalarını istedikleri gibi sürdürebileceklerdir. Güney Sudan’ın ayrılması da Sudan’da halen değirmenini döndüren savaş da, kapitalist Batı ve onun cani örgütlerinin izinden gitmenin doğal sonucudur.

Sözde “insani” olarak tanıtılan bu kuruluşların gerçek rolleri, görünenin çok ötesindedir. Saha gerçeklerini çarpıtan bilgiler yayarak halkları ve uluslararası toplumu yanıltmakta, böylece kendi müdahalelerini meşrulaştırmakta ve faaliyetlerine zemin hazırlamaktadırlar. Üstelik birçok gözlemciye göre bu kuruluşlar, büyük güçlere hizmet eden istihbarat araçlarına dönüşmüş, modern sömürgeciliğin yeni yüzü hâline gelmişlerdir. Hatta bu kuruluşlar, uluslararası çatışmanın en tehlikeli araçlarından biridir.

Sudan’da bu uluslararası kuruluşların Batılı ülkeler adına istihbarat topladığı ve casusluk yaptığı defalarca ortaya çıkmıştır. Bu durum sadece bilgi toplamayla sınırlı kalmamış, toplumsal gruplar arasında bölünme ve çatışmaların derinleşmesine de neden olmuştur. Özellikle Güney Sudan örneğinde olduğu gibi, bu kuruluşların taraf tutarak çatışmaları daha da körüklediği ve bu yıkıcı rolü, sahip oldukları diplomatik dokunulmazlıklara sığınarak oynadıkları görülmüştür.

İslerin güdülmesi, bu uluslararası kuruluşlara ihtiyatla yaklaşmayı ve onlara körü körüne güvenmemeyi gerektirir. Çünkü bu kuruluşların pek çok şüphe uyandıran faaliyetleri, devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve destekçi ülkelerin tutarsız pozisyonları nedeniyle son derece belirsiz ve karmaşıktır.

Kurtuluşumuz, ne pusuya yatmış açık düşmanlarımızın ne de dost maskesiyle karşımıza çıkan, “ortak” ya da “bağışçı” adını takınmış münafıkların elindedir. Bizim elimizdedir, yalnızca. Biz ayağa kalkmadan, kimse bizi kurtaramaz.

Gelecek nesillerin inşasında kilit rol oynayan eğitim konularının, güvenilirliği tartışmalı bu kuruluşlara teslim edilmesi, ülkenin siyasi iradesi için adeta bir siyasi intihardır ve büyük bir felakettir. Bu yaklaşımın toplumu felakete sürükleyen sonuçları ise çok geçmeden kendini gösterecektir.

Eğitim, Müslümanların kalkınmasının temel taşıdır. Ancak eğitimin bu işlevi görebilmesi için, İslam akidesine dayalı bir siyasi sistemin varlığı şarttır. Böyle bir sistem, devleti için özgün ve bağımsız bir siyasi vizyon sunmalı; insanlığı küfür ve cehaletin karanlığından çıkararak İslam’ın adalet ve rehberliğiyle buluşturmalıdır. İslam’ın getirdiği bu adalet, maneviyattan düşünceye, ahlaktan siyasete, ekonomiden bilim ve teknolojiye kadar hayatın her alanında insanlığı refaha ulaştıracaktır. Açıkça söylemek gerekirse, bu siyasi sistem, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfettir. Hilafet, İslam’ı tüm kurumlarıyla eksiksiz bir şekilde uygulayacaktır. Hilafet yüzyıllar boyunca üstün üniversiteleri, ileri teknolojileri, büyük keşifleri ve insanlığın gelişimine yaptığı dev katkılarla dünyaya liderlik etmiştir. Dolayısıyla, İslam’ın sağladığı izzetle, günümüzün bağımlı rejimlerinin getirdiği aşağılanma arasında dağlar kadar fark vardır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER