Pazartesi, 13 Zilhicce 1446 | 2025/06/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Tunus: Hicri 1446 yılı Mübarek Kurban Bayramı Tebriği

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti:

Hicri 1446 yılı Mübarek Kurban Bayramı Tebriği

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayetinden H. 1446 Kurban Bayramı münasebetiyle tebrik mesajı

Sadık el-Türki

Cuma, 10 Zilhicce 1446 H. 6 Haziran 2025 M.

İlgili Linkler:

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Resmi Websitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Resmi Sitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Facebook Sayfası

Devamını oku...

Kırgızistan, Hiçbir Gerekçe ve Mazeret Göstermeden Bayram Namazının Meydanlarda Kılınmasını Yasakladı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kırgızistan, Hiçbir Gerekçe ve Mazeret Göstermeden Bayram Namazının Meydanlarda Kılınmasını Yasakladı!

Haber:

6 Haziran'da Kırgızistan'da, Kurban Bayramı münasebetiyle Cuma namazının kılındığı camilerde Kurban Bayramı namazı da kılındı. Daru’l İfta’nın açıklamasına göre, merkez meydanda bayram namazının kılınmasının engellenmesi için herhangi bir gerekçe veya mazeret gösterilmedi.

Yorum:

Kırgız yetkililerin bu davranışı, Müslümanların ibadetlerini yerine getirmelerini engellemek ve onları gözetim altında tutmak için bir araç olarak değerlendiriliyor;çünkü Kırgızistan'da bayram namazına katılan Müslümanların sayısı, son yıllarda toplam nüfusa oranla önemli bir artış göstermiştir.Sadece başkentte bile yüzbinlerce insan namaza katılıyor ve bu manzara, rejimin içindeki İslam karşıtı memurları öfkelendiriyor.

Ayrıca yılda iki kez kılınan bayram namazları, toplumda İslam'ın giderek yaygınlaştığının açık bir göstergesi haline gelmiştir.Şüphesiz bu gösterge, sadece Kırgız yetkilileri değil, bilakis aynı şekilde onları kontrol eden sömürgecileri ve onların elindeki bir oyuncak haline gelen uluslararası kuruluşları da endişelendiriyor.

Bu nedenle bu kuruluşlar, İslam'a yönelik artan bu yönelişi azaltmak amacıyla Kırgız rejimine milyonlarca Dolarlık yardımda bulunuyorlar.Rejim ise bu paraları almayı meşrulaştırmak için hayali tehditler uyduruyor ve İslami değerlere yönelik savaşını tırmandırıyor.Bu kampanya sayesinde kontrolü dışındaki İslamcı çevreler üzerinde güvenlik denetimini sıkılaştırmaya çalışmaktadır.

On binlerce insanın eğlence etkinliklerinde engellenmeler olmaksızın toplanmasına izin verilirken, Müslümanların meydanlarda namaz kılmaları yasaklanıyor; bu ise apaçık bir ikiyüzlülüktür.Dolayısıyla bayram namazının kılınmasına kısıtlamalar getiren otorite, kendisinin omuzuna yüklenen sorumluluğu yerine getirmemiş ve günah işlemiş olmaktadır.

Bu nedenle Müslümanlar olarak bizler, otorite sahiplerinden, bu eylemleri durdurmalarını ve İslami değerlerin ve hükümlerin ihlal edilmesine veya çiğnenmesine izin vermemelerini talep etmeliyiz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

Müslümanların Başındaki Yöneticiler Allah'ın Hükümlerine Karşı Savaşırlarken Yahudileri Onurlandırıyorlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Müslümanların Başındaki Yöneticiler Allah'ın Hükümlerine Karşı Savaşırlarken Yahudileri Onurlandırıyorlar!

Haber:

- Fas güvenlik güçleri çok sayıda eve baskın düzenleyerek Kurban Bayramı kurbanlıklarına el koydu. Bu ise Kral'ın bu yıl Kurban Bayramı ibadetinin iptal edildiğini açıklamasının ardından geldi.Ayrıca Müslümanların çoğunluğunun kararının aksine bayramın ilk günü 7 Haziran 2025 Cumartesi olarak belirlendi!

- Mısır ordusu ve Yahudi ordusu Fas'ta ortak tatbikatlar yapıyorlar.

Yorum:

Fas'ta olanlar İslam'a karşı bir savaştır; zira bayramın kutlanmasına yönelik her türlü gösterinin önlenmesi için sıkı güvenlik önlemleri alınmış olup bayram günü de 7 Haziran Cumartesi olarak belirlenmiştir!Durumu daha da kötüleştiren şey ise konutların çatıları üzerinden casusluk yapılması ve muhalefet edenleri yakalamak için insansız hava araçlarının kullanılmasıdır!Peki Hac ve Arafat'ta durmak nasıl olacak?!Hac ibadeti sınırlara göre bölünüp her ülke için hac ibadetini yerine getirmek üzere özel bir yer mi ayrılacak; haccın külfetli olmasının sebebi, kötü yöneticiler altında, menfaat ve hayvani içgüdülere dayalı bahanelerle Allah'ın şiarlarına-hükümlerine karşı savaşmak değil midir?! Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَيُنْقَضَنَّ عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً، فَكُلَّمَا انْتَقَضَتْ عُرْوَةٌ تَشَبَّثَ النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا، وَأَوَّلُهُنَّ نَقْضًا الْحُكْمُ، وَآخِرُهُنَّ الصَّلَاةُ “İslam halka halka kopacaktır. Bir halka koptu mu insanlar öbürüne sarılacaklar. İlk kopacak olan yönetimle ilgili olandır. Son kopacak olan da namazdır.

Allah ve Rasulü'ne karşı savaşan ve kâfirleri dost edinen bu yöneticiler, bu ümmetin düşmanlarıdır; eğer onların ihanetleri olmasaydı, Müslümanların ülkelerini işgal eden sömürgeci kâfirler hiçbir yol bulamazdı; ancak ajanlık ve ihanet gizliyken bugün ise aleni bir şekilde ortada olup onlar ise bununla övünmektedirler!Bir yandan Fas'taki güvenlik güçleri Müslümanların bayramı olan Kurban Bayramı'nın kutlanmasını engellerken, diğer yandan necis Yahudilere kırmızı halılar seriliyorlar ve Yahudileri Müslümanların ülkesinde kahramanlar gibi karşılanıyorlar, daha da kötüsü ise onlara cesaret madalyası veriliyor; zira Yahudi varlığının ordusunun hava kuvvetleri komutanı, 65 bin Müslümanı öldürmesi nedeniyle ödüllendirilmiştir!

Müslümanları tehcir eden, öldüren ve yok edenler Müslümanların ülkesinde onurlandırılıyor!Bu ziyaret, Mısır ordusu ile Yahudi ordusu arasında Fas'ta ortak tatbikatlar düzenlenmesi amacıyla gerçekleşmiş olup Fas ordusu, Gazze tünellerine benzer tüneller hazırlamıştır! Burada Mısır ordusunun Sina ve Gazze'deki tünelleri doldurma deneyimi, Yahudi ordusunun bunlardan faydalanması için gerçekleşmiştir. Mısır'ın Gazze'yi yeniden inşa etmesi meselesi, aslında tünelleri tespit etmek ve gelecekte Yahudileri korumak için sadece yıkım komplosunun bir parçasıdır. Peki bu, utanç verici ve rezil bir durum değil midir?!Batı ülkelerinde Gazze'deki savaşı durdurmak için gösteriler ve yürüyüşler düzenlenirken, Müslüman ülkelerde suçlu katiller için eğitimlerin ve törenlerin yapılması akıl işi midir?!

İhanetin ve felaketin kaynağı, Müslümanların başındaki yöneticilerdir; son sel felaketi, onların ayıplarını örten son incir yaprağını da düşürmüştür.Onlardan bir iyilik umanlar ve onların acizliklerini ve çaresizliklerini bahane edenler için, yaşadığımız bu utancın ortasında onların alçaklığı ve ihaneti ortaya çıkmıştır.Allah'ın hakkında kasem ettiği bu mübarek günlerde Müslümanlar, Allah yolundaki murabıt mücahitler ile İslam'ı engelleyenler arasında, açlık ile yok olma arasında Allah'ın rızasını kazanmak için yarışıyorlar ve gökleri tekbir sesleriyle dolduruyorlar... Ümmet ile Gazze'deki mazlum kardeşlerimize yardım etmemizi engelleyenler, Yahudi varlığını koruyan ve tahtlarını Müslümanların temiz kanlarının üzerine kuran yöneticilerdir.Tek görev ve çözüm, bu yöneticileri devirmektir; zira onlar iktidarda oldukları sürece bizi bekleyen bir kurtuluş ve onur yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zeyneb Benrahuma

Devamını oku...

Taliban, Güney Asya'daki Rekabetin Kurbanı Mı Olacak?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Taliban, Güney Asya'daki Rekabetin Kurbanı Mı Olacak?

Haber:

Afganistan Dışişleri Bakanı Vekili Amir Han Muttaki'nin Çin'e yaptığı son ziyaret sırasında, Çin ve Pakistan dışişleri bakanlarıyla bir araya geldi.Çin, Afganistan ve Pakistan'ın Pekin ile diplomatik ilişkilerini güçlendirme niyetini açıkladığını duyurdu.

Yorum:

İlk bakışta bu haber Taliban için olumlu bir diplomatik gelişme gibi görünebilir; ancak özünde bu, Çin, Hindistan, ABD ve Pakistan'ın başını çektiği daha geniş çaplı bir jeopolitik oyunun parçasıdır ve stratejik bilinçten yoksun olan Afganistan, bu rekabetin merkezinde bir araç haline gelecektir.

Çin, Afganistan'da belirli hedefleri gerçekleştirmeye çalışyor: bu hedefler, Çin'in iç güvenliğini tehdit eden Uygur mücahitlerinin Afganistan'daki varlığını kontrol altına almak, Pakistan'daki ekonomik projelerinin Pakistan Talibanı tarafından tehlikeye atılmasını önlemek ve Afganistan'da artan Hindistan'ın nüfuzuna karşı koymaktır.Çin'in bakış açısına göre Taliban ancak Pakistan Taliban Hareketi ve Doğu Türkistan İslam Hareketi gibi grupları kontrol altına alabilir, Hindistan'ın Afganistan'daki nüfuzunu engelleyebilir ve küresel İslam düşüncesinden vazgeçip ulus devlet ilkesine bağlı kalabilirse kabul edilebilir bir ortak olabilir.Bu durumda Çin, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru'nun bir kolunu Afganistan'a bağlamaya hazırlanıyor.En ufak siyasi ve ekonomik kazanca bile razı olan Taliban, bu şartları kabul etmiş ve bunu uluslararası konumunu güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyor gibi görünüyor.

Bu oyunun diğer tarafında ise, Güney Asya'da Amerikan politikasının temel dayanağı haline gelen Hindistan yer almaktadır.Amerika, Hindistan'ı “Güney Asya'nın İsrail'i” haline getirmeye çalışıyor, yani Güney Asya ve Hint-Pasifik bölgesinde Çin'e karşı temel bir rol oynayan bir güç haline getirmeye çalışıyor.Bu nedenle Washington, Hindistan'ın konumunu güçlendiriyor, Afganistan'da daha aktif bir rol oynamaya çalışıyor, Taliban'ı yakından izliyor ve bu sayede Pakistan ve Çin'e muhalif gruplara sızmaya çalışıyor.Hindistan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Anand Prakash'ın Kabil'e yaptığı son ziyaret ve Subrahmanyam Jaishankar ile Amir Khan Muttaqi arasındaki telefon görüşmesi bu bağlamda yorumlanabilir. Bu yüzden Yeni Delhi, önceki ekonomik projelerini yeniden başlatmak ve aynı zamanda Taliban ile anlamlı siyasi ilişkiler kurmak istiyor.Hindistan'ın temel korkusu, Taliban'ın bölgesel bir güce dönüşmesi ve ulusal sınırları aşan siyasi İslam'ın yayılmasıdır.Bu nedenle Washington, Taliban'ı ulusal devlet sistemi ile uyumlu hale getirmek için tavizler vermeye çalışıyor.

Pakistan ise bu durumun tam ortasında olup efendisi tarafından görmezden gelinen bir hizmetkar gibi kırılgan bir konumda bulunuyor.İslamabad, özellikle Pakistan Talibanı'nın varlığı nedeniyle Afganistan'dan gelen güvenlik tehdidinden büyük endişe duyuyor.Aynı zamanda, Hindistan'ın Kabil'deki artan nüfuzu ve Yeni Delhi'nin Taliban ile ilişkilerinin genişlemesi konusunda da endişelidir.Şu anda Modi'nin Hindu hükümeti Washington'un gözdesi konumundadır.Hoşnutsuzluğuna rağmen Pakistan bu Amerikan politikasına boyun eğmekte ancak Taliban'ı, kendi güvenliğini sağlamak ve Afganistan'ı ulus devlete bağlamak için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor.

Afganistan'dan çekildikten sonra ABD, şu anda Hindistan'ı güçlendirerek Çin'i kontrol altına almaya çalışıyor.Çin'in, Taliban'a yaklaşmasını ve Afganistan'daki kullanılmayan maden kaynaklarını kontrol etmesini istemiyor.Ayrıca Pakistan'ın Afganistan sınırında meşgul olmasını sağlayarak güvenlik odağını Hindistan'dan uzaklaştırmayı ve böylece Hindistan'ın Çin ile rekabetinde daha rahat nefes almasını amaçlamaktadır.Taliban ile müzakerelerin başlamasından bugüne kadar Amerika, Afganistan hükümetini uluslararası sisteme entegre etmeye, ulusal devlet yapısına bağlı kalmasını sağlamaya ve Taliban'ı küresel İslami potansiyelleri bastırmaya ve kontrol etmeye sevk etmeye çalışıyor.

Bu arada Taliban, pragmatik yaklaşımıyla, İslam şeriatının standartlarını veya bunun sonuçlarını anlamadan, herhangi bir siyasi veya ekonomik ilişkiyi veya tavizi memnuniyetle karşılamaktadır.Bu siyasi kargaşa ve stratejik farkındalık eksikliği Taliban'ı, Çin'in Uygur Müslümanlarına karşı işlediği suçları ve Hindistan'ın Keşmir'deki baskıcı politikalarını görmezden gelmeye itmektedir.Hatta Taliban üyelerinin çoğu, bu ülkelerin fıkhî açıdan daru'l harb olarak sınıflandırıldığını bilmiyor, ancak milliyetçi ve ekonomik politikalar nedeniyle stratejik dost ülkeler olarak sunuluyor!

Taliban; Çin, Hindistan ve Batı arasında denge sağlamak için ulusal çıkarlar temelinde, ekonomiye odaklı dengeli bir politika izlemeye çalışıyor;ancak bu pratikte daha çok Batı'ya, özellikle Amerika'ya yöneliktir.Bu politika İslamî bir bakış açısından kaynaklanmıyor, aksine siyasi bilinç eksikliğinden kaynaklanmaktadır.İslam şeriatı temelinde büyük güçlere karşı ideolojik bir tutum sergilemek yerine, kendilerine en fazla taviz veren tarafa yönelmektedir.Sonuç olarak bu durum, İslam beldelerindeki daha derin bir siyasi krizi yansıtmaktadır.Nitekim deneyimler, Taliban ve benzeri gruplar İslam düşmanı güçlerden siyasi tavizler almaya çalıştıkları sürece İslam ülkelerinin durumunun değişmeyeceğini kanıtlamıştır.Doğu ile Batı arasındaki çatışmanın çıkış yolu, Çin veya Amerika'ya güvenmek değil, bilakis siyasi ve ekonomik gerçekliği derinlemesine anlayacak ve ümmeti sömürgeci projelerin askerleri olmaktan kurtararak bağımsız ve güçlü konumlarına geri döndürecek İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasıdır.Bu metot olmadan Afganistan ve diğer İslam ülkeleri büyük güçlerin çatışma sahaları olmaya devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Arslan - Afganistan

Devamını oku...

İslam Ümmetinin Bugünkü Öncelikli Sorunu Raşid Halifeler Gibi Siyasi Devlet Adamlarından Yoksun Olmasıdır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Ümmetinin Bugünkü Öncelikli Sorunu Raşid Halifeler Gibi Siyasi Devlet Adamlarından Yoksun Olmasıdır

Bugün, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, alimler ve sıradan insanlar, Gazze halkına karşı gerçekleştirilen katliamlar ve çeşitli soykırım biçimleri karşısında endişe verici ve yaygın acziyet hakkında giderek daha fazla soru soruyorlar ve bu, sayısız makale, konuşma, mesajlar ve diyaloglarda görülmektedir. Nitekim neredeyse işiten ve akledebilen çocuklar arasında bile neden böyle olduğumuz konusundaki şaşırtıcı ve kışkırtıcı sorularla birlikte acziyet ve baskı zirveye ulaşmıştır?! Gerçekten önümüzde tüm yollar kapalı mı? Peki kim çözecek?! Gazze ve halkına yardım etmenin yanı sıra bu Yahudi varlığını ortadan kaldırıp kökünden söküp atmak için hareketlenmelerin olasılığı nedir?
Gazze'deki ümmetin sorunu, bu aşağılanma döneminde bir ilk olmadığı gibi peş peşe gelen fitneler arasında son da değildir; ayrıca bu çaresizlik, zayıflık ve aşağılanmadan kurtulmaya yönelik arzu ve çabalar karşısında en zor olanı da değildir; zira tarih ve geçen yüzyıl boyunca benzerlerini birçok kez yaşamış olup bugün de devam edip artıyor.


Eğer zamanın geçmesiyle Müslümanların başındaki sorunların ve felaketlerin nedenleri, kaybolma, kimlik ve bağlarının hakikatinin cahili olma veya İslam'ın bazı hükümlerini reddetme ve birbirlerini yüzüstü bırakma gibi kendi aralarında ve içlerindeki şeylerden kaynaklandığı düşünülüyorsa, gerçeklikler, bugünkü durumun büyük ölçüde farklı olduğunu teyit etmektedir. Zira gerek Gazze'ye yardım etme gerekse bu korkunç zulme karşı etkili bir eylemde bulunma konusunda olsun ümmetin bugünkü acziyeti, yüzüstü bırakmaktan, kayıtsızlıktan, zayıflık, korkaklık ya da dinin azlığından kaynaklanmıyor, aksine bu, bu gerçeklikten çıkmanın bir yolunu tasavvur etmekten aciz kalmaktan, fikrin zayıflığından ve çözüme yönelik plan geliştirme konusunda bilgi ve deneyimin azlığından kaynaklanıyor. Bu durumun insanların geneline isabet etmesi doğal bir şeydir; çünkü onlar, Allahu Teala'nın şu kavlinde geçtiği gibi acizdirler: إِلَّا ٱلْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ ٱلرِّجَالِ وَٱلنِّسَآءِ وَٱلْوِلْدَٰنِ لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلاً “Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır.” [Nisa 98] Ümmetin, sorunları ve genel tehlikeleri önceden görme, bunlar gerçekleşmeden ve daha da kötüye gitmeden uyarıda bulunma ve bunlarla yüzleşip çözümler bulmak için pratik çözümler sunma becerisine sahip yeterli sayıda adamlara sahip olmaması doğal değildir; zira bu, en üst düzey siyasi bir amel olup onlar devlet adamlarıdır.


Bu sorunlar siyasi sorunlardır ve çözümleri de, ümmetin ve güçlerinin ele alacağı amellerle ilgili siyasi planlar ve yönelimlerdir. Bu ise siyasi fakihlerin, yani birinci derecedeki siyasiler tarafından sunulan fikirleri ve planları gerektirmektedir; dolayısıyla alimler, vaizler, müftüler ve metin yorumcuları bu konuda yeterli değildir. Farklı mezheplere sahip alimlerin çokluğuna rağmen bu tarihi ve hayati sahnelerin ve gelişmelerin ortasında ve dünyada kırk yılı aşkın bir süredir tırmanan İslami uyanışın yayılmasının gölgesinde bugün ümmeti bir uçtan bir uca saran acziyet tutumları, ümmetin birinci sorununun, ilim ve alimler eksikliği, Müslümanların birbirlerine destek olma konusundaki bağlılık eksikliği veya kayıtsızlıkları olmadığını, bilakis ne yapılacağı, Gazze'ye nasıl yardım edileceği ve Müslümanların birbirlerine nasıl destek olacağı konusunda kafa karışıklığı ve rehberlik eksikliği olduğunu teyit etmektedir. Yani sorun, İslam temelinde devlet adamları kıtlığı ya da neredeyse yokluğu, dolayısıyla şu anda Gazze'de yaşadığımız gibi sorunlara ve felaketlere yönelik doğrudan pratik çözümlerin olmamasıdır; eğer bu sorunlara, hatta arka arkaya gelen başarısızlık ve katliamlara ve herhangi bir genel soruna veya meseleye yönelik gerçek ve sorumlu bir çözüm istiyorsak, o zaman çözümler ve değişim giden yol konusundaki ilk adım, devlet adamı niteliklerine sahip siyasiler bulmaktır. Aksi takdirde tohumun hasadı olmayacak, zafer kalıcı olmayacak ve her zafer tersine dönecektir.


İslam ümmetinin boyutuna ve boşa gitmiş enerjilerine rağmen bu acizliğin veya çaresizliğin sebepleri, Hilafetin yıkıldığı dönemde ve öncesinde ümmetin içinde bulunduğu durumdan farklı değildir; zira büyük bir devlet olmasının yanı sıra İslam ümmetinin devleti olmasına rağmen, pasif ve etkisi zayıftı. Bu nedenle siyasetçi ve fakih olan Takiyyuddîn Nebhani Rahimehullah, İslam ümmetinin, İslam Devleti'nin, yıkılmasından önce sorunlara çözüm bulan devlet adamlarından yoksun olduğunu vurgulamış ve İslam Devleti'nin kurulduğu günden itibaren devlet adamlarıyla dolup taştığını, ancak 18. yüzyılda, yönetici zihniyetin oluşumunda kıtlık yaşanmaya başladığını ve devlet adamlarının sayısının azaldığını söylemiştir. Devlet adamı ise şu şekilde tanımlanmıştır: “Yönetme zihniyetine sahip olan, devlet işlerini yönetebilen, sorunları çözebilen ve özel ve genel ilişkilerini kontrol edebilen her bir adam, İcat edici siyasi bir liderdir.” Ve şöyle ekledi; Hilafet yıkıldığında iş sadece adam kıtlığı ile sınırlı kalmadı, aksine devlet adamı yetiştiren özellikler de yok oldu ve İslam ümmeti artık yönetici zihniyetlerine sahip adamlar yetiştiremez bir hale geldi. Böylece onların ümmet içindeki varlıkları sona erdi; çünkü devlet adamı ancak fikri ve siyasi açıdan gelişmiş bir ortamda yetişebilir. Kendine göre devlet adamının öneminin, belirli hedefleri gerçekleştirmeyi hedefleyen siyasi amellerde, yani şerî hedeflerin olması dışında hiçbir kısıtlama olmaksızın icat ediciliğin serbest bırakılması ve planların şerî nâssların sınırlarını aşmaması olduğunu açıklamıştır.


Bu nedenle devlet veya siyasi adamdan kastedilenin, olayları, siyasetleri ve planları analiz edip bunlara ilişkin görüşünü sunan kişi olmadığına dikkat etmek gerekir. Bu, siyasi ve devlet adamı için gerekli olup onun amelinin gereksinimlerindendir; ancak bu, bunu yapan kişiyi siyasi ya da devlet adamı yapmaz. Zira bu ameli, bir gazete veya araştırma merkezinde çalışan bir memur veya doğası gereği olayları anlayan ve siyasetleri analiz eden bir gözlemci yapabilir. Ancak devlet adamı, yukarıda niteliği hakkında açıklandığı gibi ideolojisinin, fıkhının ve hedefinin gerekliliklerine göre bununla ilgili önlemler almak amacıyla gerçekliklerin hakikatini veya tehlikesini anlamak için gerçekliklere, onların analizine ve anlaşılmasına önem verir.


Bunların bugün, ümmetin en önemli sorunları ve harekete geçmesi yolunda çektiği acıların en önemli nedenleri olduğuna dair deliller veya örneklerden biri de, İslam’ın Osmanlı Devleti’nde hakim olması, onun yıkılış tarihine kadar şeriatın uygulanması ve o sırada içeride ve Avrupa başkentlerinde onu devirmek için yapılan planların olmasıdır. Şeriatın uygulanması, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını engelleyemedi; bu da sorunun veya tehlikenin başka bir yerde olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise siyasi tefekkürün zayıf olduğu, yani düşmanların siyasetlerini analiz eden ve şerî hedefleri veya maksatları gerçekleştirecek karşı siyasetler çizen siyasilerin eksik olduğu içindir. Bunu yapanlar ise devlet adamlarıdır.


Medine'de İslam Devleti kurulduğundaki İslami toplumuna bakacak olursak, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatı boyunca Medine ve çevresinde hızlı ve dikkat çekici bir kalkınmanın olduğunu görürüz; bu ise sadece akide ve şerî hükümlerine bağlı değildir, bilakis öncelikle Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siyasetine, toplumun gözetilmesi ve inşa edilmesi ile davetin hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik planlarına ve aynı şekilde Sahabelere, uygulama ve gözetim konusunda şerî siyaseti öğretmesine bağlıdır. Aynı şey, Raşid Halifeler (Allah onlardan razı olsun) tarafından İslami toplumun muhafaza edilmesi, İslam'ın dünyanın çeşitli yerlerine hızla yayılması ve İslam Devleti’nin dünya çapında yükselişi için de söylenebilir. Bu ise İslam akidesi ve şeriatına dayalı toplumun enerji ve kabiliyetlerinden ve aynı şekilde aralarında önce şeriat anlayışının, sonra da onun hedeflerini gerçekleştirmek için siyasi düşünce becerisinin somutlaştığı yöneticilerin uyguladığı siyasetten kaynaklanmaktadır; zira onların siyasetleri gerçekten şerî olup yükselişleri de hızlı ve heyecan verici bir şekilde ayrıcalıklı, dahası olağanüstüydü. Nitekim onlar bunu, sadece Kur'an ve sünnetin uygulanmasından değil, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Kuran ve Sünneti uygulamadaki siyasetinden anlamışlardır. Bu, İrbad İbn Sariye Radıyallahu Anh'ın rivayet ettiği şu hadisten anlaşılabilir: عَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ مِنْ بَعْدِي “Benim sünnetime ve benden sonra Hulefâ-i Raşidin'in sünnetine sarılın.” [Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Ahmed ve diğerlerinin rivayet ettikleri sahih bir hadistir.] Yani Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisinden sonra Hulefâ-i Raşidin'in sünnetine tabi olmayı emretmektedir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından tabi olunması gereken birinin olmadığı gibi şeriatta onun sünnetinden başka bir sünnet olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla onların sünneti, onların yönetimdeki yolları, yani şerî hedef veya maksatları gerçekleştirme üslupları anlamına gelmektedir. Nitekim bu husus, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlinden daha çok anlaşılmaktadır: وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ “Hulefâ-i Raşidin'in sünneti.” Yani “sahabenin sünneti” dememiştir. Bu da meselenin, yönetim üsluplarıyla, yani şeriatın uygulanmasıyla değil, şeriatın uygulanmasına yönelik plan ve siyasetlerle ilgili olduğuna delalet etmektedir; çünkü Halifeyi diğerlerinden ayıran şey budur. Bu nedenle şeriat, sadece şeriatın uygulanmasını değil, bilakis bunun için en ideal siyaset ve üslupların benimsenmesini de emretmektedir. Aksi takdirde cemaat, Hilafet yıkıldığında olduğu gibi ve şu anda yaşanan acziyet ve durgunluk gibi etkinliğini kaybeder.


Bundan dolayı karşıt planları hazırlamak, bunları uygulamak, ümmetin enerjisini harekete geçirmek ve çıkmazlardan kurtulmak için akidevi fikirlerin ve şeri hükümlerin varlığı ve bunların yayılması yeterli değildir. Hatta çok sayıda fakihin, düşünürün ve siyasi analistlerin varlığı da yeterli değildir; bilakis insanların yeteneklerini harekete geçiren ve onların enerjilerini, değişim ve yakın ve uzak hedefleri gerçekleştirmek için yatırım yapan siyasetlerin çizilmesi ve önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu da devlet adamı niteliğinde siyasileri ve bu konuda yeterliliğin gerçekleşmesini gerektirir.


Hulafa-i Raşidin'in (Allah onlardan razı olsun) üzerinde olduğu şey işte buydu; bu nedenle onların döneminde ümmet, dünyayı fethetmeyi başardığı şeylerle karakterize olmuştur. Bu da değişimin ve kalkınmanın öncülerine ve ümmeti ve liderliğini elinden tutanlara, görevin sadece İslam'ı anlamak ve onu uygulamak olmadığını, bilakis bu konuda doğru şerî siyaseti takip etmek gerektiğini açıklamaktadır. Bu, Osmanlı Devleti'nin dağıldığı sırada ümmetin içinde bulunduğu durumdan farklı olduğu gibi bir uçtan bir uca iki milyar üç yüz milyon olan ve saldırganları caydıracak veya kanlarının dökülmesine, kutsallarının çiğnenmesine ve hurumatlarının ihlal edilmesine karşı koyacak herhangi bir şey yapmaktan aciz olan bugünkü ümmetin durumundan da farklıdır; hatta Müslümanlar, hiçbir güç ve kuvvetlerinin olmamasına binaen Gazze'nin yok edilmesine ve halkının öldürülmesine ve aynı şekilde Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya yönelik ihlallerine alışmışlardır; sanki Müslümanlardan her biri şöyle demektedir; ben ne yapabilirim ki?! Daha fazla ihlallere, yıkıma ve kan dökülmesine yol açacak hareketlerin ne faydası var ki?!

İslam, âlimlerin ve müftülerin yaygın olduğu, ümmetin kabul ettiği, ibadet edenlerin ve mücahitlerin öncülük ettiği bir ülkede uygulanmış olsa bile hedeflerini veya kalkınma olaylarını gerçekleştirmeye, zaferleri ve yükselişleri elde etmeye yönelik mücadelede İslam'ın tek başına yeterli olmadığını belirtmek gerekir. Bilakis hedefleri gerçekleştirmek ve işleri başarmak için yolları ve bu yollarda nasıl ilerleneceğini bilen nitelikli adamların da olması gerekir; bu da eşyaların, insanların, grupların, toplumların ve devletlerin gerçeklerini dikkate almayı gerektirir; böylece imkansız olduğu sanılan şeyi bile başarmada icat edici olacaklardır; işte onlar devlet adamlarıdır ve bunların başında da Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra Ebu Bekir Sıddık ve Ömer ibn Hattab Radıyallahu Anhuma gelmektedir. Tıpkı şu hadiste geçtiği gibi: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.” [Huzeyfe bin Yeman’dan rivayet edilen Hasen hadis olup Tirmizi, İbn Mace, Ahmed ve diğerleri tahric etmiştir.] Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından bu ikisinden, yönetim ve gözetim dışında neyi örnek alabiliriz ki; zira her ikisi de Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından sadece yönetici ve Halifeler olarak yaşamışlardır.

اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
“Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe 126]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Ne mevcut Geçiş Hükümeti Ne De Gelecekteki Herhangi Bir Seçilmiş Hükümet, Amerika'nın Sömürgeci Projelerini Uygulama Yetkisine Sahiptir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ne mevcut Geçiş Hükümeti Ne De Gelecekteki Herhangi Bir Seçilmiş Hükümet, Amerika'nın Sömürgeci Projelerini Uygulama Yetkisine Sahiptir!

Haber:

Bangladeş'teki Dr. Muhammed Yunus liderliğindeki geçici hükümet ile ordu arasındaki gerginlik artık bir sır değildir. 26 Mayıs 2025'te, ordu sözcüsü, zulüm gören Rohingya Müslümanlarının yaşadığı Myanmar'ın huzursuz Rakhine eyaletine insani yardım koridoru açılmasına yönelik hükümetin önerisine karşı olduğunu açık bir şekilde ifade etti.Geçen hafta Genelkurmay Başkanı General Kamarul Zaman, hükümetin bir dizi girişimi hakkında endişelerini dile getirmiş olup bu girişimler arasında, sözde insani koridor, Chittagong limanının yabancı güçler tarafından yönetilmesi ve Elon Musk'a ait Starlink uydu internet hizmetinin girdirilmesi yer alıyor.Ayrıca hükümete, ulusal güvenliği ilgilendiren kararları alabilecek nitelikteki “istikrarlı seçilmiş bir hükümetin” kurulması için seçimlerin bir an önce yapılması çağrısında bulundu. Gerginliğin tırmanmasının ortasında, geçen hafta Dakka'da Dr. Yunus'un istifa edebileceğine dair söylentiler yayıldı. (Ajanslar)

Yorum:

Bangladeş'te devam eden siyasi gerginliğin, Yunus liderliğindeki geçici hükümet ile ordu arasında bir çatışma değil, aksine bir tarafta halk, diğer tarafta geçici hükümet arasında bir çatışma olduğunun açıkça anlaşılması gerekir;çünkü bu hükümet, halkın iradesine ve beklentilerine açıkça aykırı davranışlarda bulunuyor.Ordunun temel görevi ülkenin egemenliğini korumak olup ordu ise, bu egemenliği tehdit eden geçiş hükümetinin girişimlerine karşı çıkarak insanların iradesini dile getirmiştir.Eğer ordu liderleri, bu konularda sessiz kalmış olsalardı, bu insanlara ihanet olurdu.Bu nedenle kötü niyetli odaklar, bunu hükümet ile ordu arasındaki bir anlaşmazlık gibi göstererek kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar; oysa gerçekte bu, insanlar ile iktidarda onları yönetenler arasındaki bir çatışmadır.Çünkü yönetim, yönetici ile yönetilen arasında yapılan bir sözleşmedir ve bu sözleşmeyle insanlar yöneticiye, kendi işlerini yürütme ve yabancı saldırılara karşı çıkarlarını savunma yetkisini vermektedir.Dolayısıyla -ister geçici isterse seçilmiş olsun- herhangi bir yöneticinin, bu sözleşmeyi ihlal etme ve insanların çıkarlarına karşı çalışma hakkı yoktur.Şeyha Hasina rejimi çökmüştür;çünkü o, ümmetin çıkarlarına karşı olan açık bir tutum sergilemiş ve birçok saldırgan Hint sömürgecilik projeleri uygulamış, dahası bununla da övünerek şöyle demişti: “Hintliler, sizin onlara yaptığınız iyilikleri her zaman hatırlayacaklardır.”Ayrıca o, Amerika ve Hindistan'ın talebi üzerine İslam'a karşı düşmanca projeler yürütmüş ve İslam ve alimlere karşı savaşmıştır; bu yüzden insanlar onu aşırı Hinduların elindeki bir kukla olarak görmüşlerdir.Bunun üzerine insanlar, ona tüm güçleriyle saldırdılar ve onun zulmüne ve silahlarına meydan okuyarak sert bir duvar gibi ona karşı durdular ve onu aşağılayıcı bir şekilde devirdiler.

Dolayısıyla hükümetin devlet düşmanlığı ve Amerikan projelerine boyun eğme politikasını sürdürmesi nedeniyle, insanlar ile geçiş hükümeti arasında bugün yaşanan gerginlik beklenen bir durumdu.Dr. Yunus kendinin küresel bir figür olduğunu iddia etmesine rağmen insanlar ondan yabancı baskılara direnmesini bekliyordu; ancak o, tam tersini yaptı ve kasıtlı olarak Amerika'nın çıkarlarına hizmet eden ve yabancı odakların Chittagong limanını yönetmesi ve “Starlink” projesinin hızla hayata geçirilmesi için çalışan “insani” koridoru destekleyerek, yeni sömürgeci Amerikan projesinin elindeki bir araç olduğunu açıkça göstermiş oldu. Ayrıca Yunus'un geçiş hükümeti, doğrudan Amerikan çıkarlarına hizmet etmekte ve Rohingya Müslümanlarının kanı ve gözyaşları pahasına Myanmar'da Amerikan yanlısı aşırı Budist grup “Arakan Ordusunu” dolaylı olarak desteklemektedir. Nitekim bu politikalar sonucunda halkın öfkesi de artmıştır.Kısa bir süre önce, önceki Hasina hükümetinin işlediğine benzer bir eylemde bulunarak, İngiltere’nin çıkarlarına hizmet etmek için yine Rohingyalılar pahasına “Arakan Ordusunu” bastırma konusunda İngiltere yanlısı askeri konseyi desteklemiştir.

İdeolojik açıdan; ister seçilmiş isterse geçici olsun herhangi bir hükümetin, ümmetin çıkarlarına karşı olan yabancı güçlerle iş birliği yaptığı kanıtlanırsa, yönetim ile insanlar arasındaki “yönetim sözleşmesi” geçersiz bir hale gelir.Ayrıca bu sözleşme ancak rıza ve tercih ile geçerli olup herhangi bir tarafın zorlaması caiz değildir; Dr. Yunus istifa niyetini açıkladığında, ideolojik açıdan yönetim sözleşmesi geçersiz bir hale gelmiş olup ne şerî ne de siyasi olarak görevine devam etmesi caiz değildir; çünkü sanki insanları terk etmekle tehdit ediyormuş gibi onlara çekileceğini ima etmiştir. Bu nedenle onun hükümet başkanlığından istifa etmesi gerekir; aksi takdirde insanlar, ümmete ihanet ederek kafirlerle ittifak kuran tiran Hasina'yı devirdiği gibi onu da devirecektir;çünkü Bangladeş halkı Müslüman olup İslamlarına iman ediyorlar ve onların vicdanlarında Allah Azze ve Celle'nin emirleri kök salmıştır. Nitekim Allahu Teala aziz Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.” [Mümtehine 1] 

İslam ümmetinin ayrılmaz bir parçası olarak Bangladeş halkı, sömürgeci kâfirin komplolarına karşı meydan okumada önemli bir rol oynamışlardır.Bu nedenle onlar, sömürgeci kâfir Amerika'ya veya onun Hindistan gibi bölgesel ajanına bağlılık gösteren hiçbir yönetici veya siyasi partiye rıza göstermiyorlar.Ümmet ve İslam akidesi, devletten ayrılmayan iki unsur olup hiçbir yönetici ya da partinin, ümmetin ve onun akidesinin karşısında durması imkansızdır.

Nitekim artık Müslümanların kaderiyle oynayan partilerin veya bireylerin zamanlar geride kalmış oluphain ve ajan yöneticilerin tahtlarını yıkmak için beklenen kalkınmanın ve devin uykusundan uyanmasının zamanı gelmiştir. Nitekim azim olan Allah Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Risat Ahmed - Bangladeş

Devamını oku...

Tanzanya ve Kenya Arasındaki Anlaşmazlık: Kapitalizmin ve Onun Milliyetçilik Düşüncesinin Kötü Bir Hastalığıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tanzanya ve Kenya Arasındaki Anlaşmazlık: Kapitalizmin ve Onun Milliyetçilik Düşüncesinin Kötü Bir Hastalığıdır!

Haber:

Mayıs 2025'te Tanzanya yetkilileri, muhalefet lideri Tundu Lisssu'nun Darüsselam'da ihanet suçlamasıyla yargılandığı duruşmaya katılmaya çalışan Kenyalı aktivist Boniface Mwangi ve Agather Atuhaire'yi tutukladı. Uluslararası Af Örgütü, Tanzanya yetkililerine, insan hakları savunucularının keyfi olarak gözaltına alınmasının, işkenceye maruz kalmasının, dış dünyadan tecrit edilmesinin ve zorla sınır dışı edilmesinin soruşturulma çağrısında bulundu.

Yorum:

Olay Kenya ve Uganda'da geniş çaplı öfkeye yol açtı ve bölgedeki ve dışındaki insan hakları örgütleri, aktivistlere kötü muamele iddialarının soruşturulması çağrısında bulundu. ABD Afrika İşleri Bürosu, X platformunda “Atuhaire ve Mwangi'nin Tanzanya'da bulundukları sırada kötü muamele gördüklerine dair haberlerden derin endişe duyduğunu” ifade etti. Açıklamada geçtiği üzere “İnsan hakları ihlallerine ilişkin iddiaların derhal ve kapsamlı bir şekilde soruşturulması çağrısında bulunuyoruz” denildi ve “bölgedeki tüm ülkeler, işkence dahil olmak üzere insan hakları ihlallerinden sorumlu olanlardan hesap sormaya” teşvik edildi. Elektronik iletişim platformları, Kenyalılar ve Tanzanyalılar arasında hararetli tartışmaların yaşandığı bir arena haline geldi; zira bazı Tanzanyalı milletvekilleri, Kenyalıları elektronik zorbalık ve içişlerine karışmakla suçladı.

Yeni sömürgeciliğin, insani müdahale, yardım koşulları, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ve yumuşak güç diplomasisi gibi çeşitli mekanizmalar aracılığıyla varlığını sürdüren modern bir şekil olduğu gayet açıktır. Nitekim Batı, insan haklarını savunma kisvesi altında, Afrika toplumlarının, LGBT topluluğu gibi yozlaşmış Batılı liberal modelleri yansıtacak şekilde yeniden yapılandırılmasına teşvik etmektedir. Kayda değerdir ki Kenya, Batı modellerini destekleyen çok sayıda insan hakları örgütüne ev sahipliği yapmaktadır. Siyasi olarak da yabancı güçler, insan hakları kisvesi altında Afrika üzerinde nüfuzlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bunun yanı sıra insan haklarını savunma konusunda Batı'nın söylemi, insan haklarını savunan Amerika dahil olmak üzere Batı rejimlerine karşı çifte standart uyguladığını ortaya koymaktadır. Gazze'de Batı sessiz kalmakla yetinmiyor, aksine korkunç katliamlar işleyen suçlu Yahudi varlığına da destek veriyor.

Kenya ve Tanzanya arasındaki siber savaşla ilgili olarak ise her iki ülke de birbirinden daha medeni ve gelişmiş olmakla övünmekte olup bu da milliyetçiliğin habis bir hastalığı olarak değerlendirilebilir. İki tür milliyetçilik vardır ve her ikisi de bozuk bağlardır; bölgesel milliyetçilik, doğum veya vatandaşlık yoluyla belirli bir bölgeye ait olmakla bağlantılı olarak gurur ve üstünlük duygusu anlamına gelmektedir. Ayrıca kültürel milliyetçilik de vardır; bu ek bir unsuru, yani belirli bir kültürü, bölgeyle ve bu bağlantıya eşlik eden gurur duygusuyla ilişkilendirmektir. Sadece milliyetçiliğe yönelik yüzeysel bir mefhumun büyük bir ivme kazanması, kapitalist ideolojinin zayıflığını ve insani ve toplumsal sorunları gerçek anlamda yönetip çözmekte aciz olduğunu açıkça göstermektedir.

Kapitalistler, Afrika toprakları üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek için “böl ve yönet” sömürgeci stratejisini yaygın bir şekilde kullandılar ve bunun etkileri bugün bile hala belirgindir. Basit ideoloji: Yerel gruplar arasındaki bölünmeleri derinleştirerek birleşik direnişi önlemek, dolayısıyla yabancı egemenliği sağlamaktır. Her iki ülkede de yerel kapitalist zihniyete sahip politikacılar, Batı'nın ajanları olarak muazzam kaynakları yağmalamakta, dolayısıyla da vatandaşları aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır. İslam ülkesindeki Sykes-Picot planı, İslam ümmetinin siyasi ve ekonomik durgunluğuna yol açmıştır.

Doğu Afrika halklarını bekleyen görev, zihinlerini milliyetçiliğin kısıtlamalarından ve politikacıların (iktidar ve muhalefet) iflasından kurtarmaktır; zira her ikisi de aynı yozlaşmış kapitalizm metninden okumaktadır. Benzer şekilde İslam'dan kaynaklanan İslam ümmeti mefhumu, doğası gereği kapsamlı İslami bir mefhumdur ve ulusal sınırların ötesine geçerek ideolojik bir bağın oluşmasına yol açmıştır. Dolayısıyla insanları sağlam ve birleşik bir toplumda birleştirebilecek olan sadece İslami ideolojik bağdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şaban Muallim - Kenya

Devamını oku...

Abu Dabi'deki Bu Tür Önlemleri Garipsemeyin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Abu Dabi'deki Bu Tür Önlemleri Garipsemeyin!

Haber:

Ahbar el-Halic internet sitesi, 24 Mayıs Cumartesi günü “BAE vatandaşlarından, 3 grup yabancıyla iş yapmamalarını veya işyerlerinde çalıştırmamalarını istedi ve muhalefet edilmesi durumunda 50 bin dirhem ceza verilecektir” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde şöyle geçti: “Birleşik Arap Emirlikleri Federal Kimlik, Vatandaşlık, Gümrük ve Liman Güvenliği Kurumu, tüm vatandaşları ve ikamet edenleri, vize ve ikamet ihlali yapan, idari bildirimlerde yer alan veya işten ayrılanlar olmak üzere 3 kategorideki yabancılarla işlem yapmamaları konusunda uyardı.”

Yorum:

Bu haberin doğruluğu ve internet ağında yer almasına rağmen ancak takip edenler, İngiltere’ye tabi BAE’ndeki herkesi etkileyen 1000'de 1000 telefonlara sızma oranlarıyla üst düzey elektronik denetimin kapattığı bağlantıları açmak yoluyla onu takip etmek ve ayrıntılarına ulaşmakta büyük bir zorluk olduğunu görecektir. Çoğunluğu Hintli, Bangladeşli ve Pakistanlılardan oluşan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin nüfusunu aşan yabancıların çokluğundan dolayı bu kadar paniğin ve sebepsiz korkunun nedenini bilmiyoruz.

Abu Dabi, 18. yüzyılın sonlarında, doğuda Gwadar'a, kuzeyde Basra'ya kadar uzanan Umman'ı zayıflatmayı başardıktan sonra efendisi İngilizlerin Körfez'deki kontrolünün ve Doğu Hindistan Şirketi’nin gölgesinde bir varlık bulmuştur; Umman'ın Rustaq'taki emirliğinin Muskat'taki otoritesinden ayrılmasının yanı sıra daha sonra Sykes-Picot tarafından çizilen sınırlarla Birleşik Arap Emirlikleri'nin ana vatanı Umman'dan ayrıldığı Doğu Afrika'dan bahsetmiyorum bile.

1819 yılının sonlarında İngiltere, Resü'l-Hayme'daki el-Kawasim ve müttefiklerine, İngiliz kraliyet donanması torpidoları, destroyerleri ve tüfekleri konusundaki silahlanma farkı sayesinde büyük bir saldırı düzenledi ve 1820 yılının başında onları 11 maddelik aşağılayıcı bir antlaşma imzalamaya zorladı.Daha sonra Abu Dabi'deki Bani Yas kabilelerini öne çıkardı ve 1966 yılında Zayid bin Sultan'ın üvey kardeşi Şehbūt bin Sultan'ı devirdi ve böylece Zayid, 1958 yılında Abu Dabi Emirliği'nde büyük miktarda petrol bulunmasının ve petrol zengini Buraimi vahasını kontrol etmek için Riyad ve Muscat ile çatışmaya katılmasının ardından 2 Aralık 1971 tarihinde kendi yönetim sistemini ilan imkanı buldu.

Diğer Körfez krallıklarının yanı sıra Abu Dabi de kendisini, petrol tedariki, askeri üslere ev sahipliği yapılması ve Batı'ya İslamcı kontrolü caydırma gücüne sahip tek gücün kendileri olduğunu iddia ederek 11 Eylül 2001'den sonra Müslümanların petrol paralarının Batı'nın İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü medeniyet savaşında yardım olarak sunulması gibi Batı'nın çıkarlarının sadık koruyucusu olarak sunmuştur.Ancak İslam'ın Arap Yarımadası'nda parladığı gibi onun geri dönüşü de kaçınılmaz olarak Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde Arap Yarımadası'nı kapsayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER