Cumartesi, 24 Muharrem 1447 | 2025/07/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslümanların Atmosferi, Kanı ve Yetenekleri Düşmanlarının Önünde İhlal Ediliyor; Peki Çözüm Nerede?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Müslümanların Atmosferi, Kanı ve Yetenekleri Düşmanlarının Önünde İhlal Ediliyor; Peki Çözüm Nerede?

Haber:

Yahudi varlığının ordusu, yüzlerce Dürzi'nin Mecdel Şems bölgesindeki sınır çitlerini aşarak Suriye topraklarına ilerlemesinin, sınırın her iki tarafında Dürzi köylerinin bulunduğu bölgedeki eşi görülmemiş bir gelişme olduğunu duyurdu. (El Cezire Net)

Yorum:

Bugün Suriye'de yaşayan Dürzilerin sayısı yaklaşık 700 bine ulaşmıştır; dolayısıyla onlar, Suveyda ve Golan gibi bölgeler de dahil olmak üzere farklı bölgelere dağılmış olup Suriye'de yaşayan küçük etnik gruplardan biri olarak kabul edilmektedirler. Ayrıca onların işgal altındaki Filistin'deki sayıları yaklaşık 150 bin civarına ulaşmıştır; bakın işte onlar, son gelişmeler sonucunda birbirlerine destek olmak amacıyla Sykes-Picot sınırlarını aşarak birleşiyorlar.Bu arada sayısı milyarlarla ifade edilen ümmet ise, her tarafa saçılmış mezarlıklara dönüşen yaralı Gazze halkının destek ve yardım taleplerine rağmen bu iğrenç sınırlarla zincirlenmiş durumdadır.

Sorunlar ve felaketler, insanları şu soruyu sormaya itmektedir: “İki milyarlık ümmet nerede?!Uluslararası zalim güç, İslam akidesinin gücünden daha mı güçlü bir hale geldi?Bu acizliğin nedeni nedir? Ve çözüm nedir?

Bugün ümmetin İslam düşmanlarına karşı koyma ve katliamları ve her türlü soykırımı durdurma konusundaki şüpheli acizliği, İslam akidesindeki zayıflık veya kusurdan, Müslümanların nefislerindeki dinin zayıflığından veya korkaklık ve zilletten değildir, aksine bunun sebebi, bu kerim ümmetin, bu acı gerçeklikten çıkmak için gerçek ve net bir vizyonu tasavvur etme eksikliğidir. Zira ümmet, kendini düşmanlarının maddi gücü karşısında hareket edemeyecek kadar zincirlenmiş ve aciz görmektedir!

Ümmetin, insanların işlerini İslam hükümlerine göre idare edecek, onları İslam'ın hükümlerine göre gözetecek, sorunlara ve felaketlere yönelik pratik planlar ve çözümler üretecek, kindar komplocuların tuzaklarını bozacak, Allah'ın düşmanlarını korkutacak ve kaybolan ihtişamı yeniden kazandıracak Raşid Halifeler gibi devlet adamlarına ihtiyacı vardır. Bunun dışında halimiz değişmeyecek ve işlerimize bir çare de bulunmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...

Mısır'ın Alimleri, Allah'ın Misakını ve Emanetini Taşımak ile Siyasi Düzenbazlık Arasındadır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Mısır'ın Alimleri, Allah'ın Misakını ve Emanetini Taşımak ile Siyasi Düzenbazlık Arasındadır!

Haber:

Mısır el-En sitesi 13/7/2025 pazar günü, Mısır Vakıflar Bakanı Dr. Usame El-Ezheri'nin Gazze halkına, “canlarının ve çocuklarının feda edilmesine mal olsa bile” topraklarında sebat etmeleri çağrısında bulunduğunu ve Filistinlileri yerinden etmeyi ve Filistin davasını tasfiye etmeyi amaçlayan bir Siyonist komplosu konusunda uyardığını aktardı.Bu bağlamdaki konuşması, İslam İşbirliği Teşkilatı Radyo ve Televizyonlar Birliği ile işbirliği içinde düzenlenen dokuzuncu medya kursuna katıldığı sırada geldi; ayrıca Mısır Cumhurbaşkanı'na bir selam mesajı göndererek, onun liderliğindeki Mısır devletinin Filistin davasına verdiği destek ve Gazze halkına yardım ulaştırma konusundaki kararlılığını övdü ve iki devletli çözümden ve Doğu Kudüs'ü başkent olarak kabul eden bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından başka bir alternatif olmadığını vurguladı.

Yorum:

El-Ezheri'nin sözleri, Gazze halkının direnişine yönelik bir sempati ve takdir içeriyor gibi görünse de ancak bu sözler, alimlerin, sanki karar, silah ve ordu sahipleriymiş gibi Gazze halkını sadece sebat etmeye çağırmak değil, Filistin'i kurtarmak için Müslüman ordularını harekete geçmesi talebinde bulunanların ön saflarında yer almaları gerektiği şeklindeki doğru şerî bir temelden yoksundur!Gazze halkının, kendilerine sebat etmeleri gerektiğini hatırlatacak birine ihtiyacı yoktur; çünkü onlar zaten birer sebat ve kararlılık örneğidir; ancak onların, kendilerini kurtarmak için çağrıda bulunacak birine ihtiyaçları vardır.Böyle bir durumda şerî alimlerin rolü açık ve nettir ki o da: Hakkı söylemek, onlara destek olmaları için orduların harekete geçirilmesini talep etmek, onları kuşatan ve Yahudi varlığını koruyan rejimleri övmemektir. Onların kuşatılmasına sessiz kalmak, orduları onların yardımına koşup onları kurtarmaya teşvik etmekten kaçınmak ve kendileriyle bunun arasında engel olanları ortadan kaldırmak, Allah'ın ahdine bir ihanettir.

El-Ezheri'nin bu konuşmasında garip bir şekilde Sisi'ye teşekkür etmesi, onu övmesi, Gazze'ye verdiği destekten dolayı onu takdir etmesi, şaşkınlık ve hayret, hatta öfke uyandıran bir durumdur.Çünkü uzak yakın herkesin bildiği üzere Mısır rejimi, Gazze'yi kuşatıp yaşam ve hayatta kalma kaynaklarını kesen en önemli araçlardan biridir. Zira Refah geçişini kapatıp direnişe silah girmesini engellerken, Yahudilerin kontrolündeki malları içeri sokup onlara mal ve silah temin eden, ümmetin çalınan gazını onlardan satın alan, Camp David Anlaşması uyarınca Yahudi varlığıyla güvenlik ve istihbarat koordinasyonu sağlayan, Gazze ile İslam ümmetinin derinlikleri arasındaki her türlü bağlantıyı kesmek için yeraltında ve yerüstünde duvarlar inşa eden bizzat Mısır rejimidir.Mısır rejimine bu desteği için mi teşekkür ediyor? İhanet artık koruma olarak mı nitelendiriliyor?

Ey Vakıflar Bakanı! Sizin üstlenmeniz ve çağrıda bulunmanız gereken şey, başta Kinane ordusu olmak üzere Müslüman ordularını Filistin'i kurtarmak için harekete geçirmek olup sadece onlara dua etmek ve sabır ve kararlılığa teşvik etmek değildir.Şeriat, Gazze halkının kurtarılmasını vacip kıldığı gibi bunun uğrunda cihad etmeyi, Allah'a imandan sonra en büyük vaciplerden biri saymıştır.

Bugün alimlerin sorumluluğu çok büyük olup olabilecek en tehlikeli şey, dinin ihaneti aklamak için kullanılması ve vaazların da suçu örtbas etmek için bir araç haline getirilmesidir.Fetva yayınlayan herkes Allah'tan ittika etsin; çünkü kıyamet gününde hesap vermek, medya kameralarının önünde olmayacak, aksine aziz ve cebbar Olan Mâlikul Mülk'ün huzurunda olacaktır.Alimlerin bugün haykırmaları gereken şey, ordulara, sınırları kaldırmak ve Filistin'i tamamen kurtarmak için derhal harekete geçmelerinin vacip olduğu yönündeki çağrıları olmalıdır; zira alimlerin minberleri, sakinleştirme veya övgü için değil, aksine hakkı açıkça söyleme, cihada teşvik etme, hainleri ve ajanları ifşa etme minberleridir.

“Bizim elimizde sadece dua etmek geliyor” diyenlere gelince;bu, aciz veya zayıfların sözüdür;çünkü alimler, söz, minber ve fetva sahibi kimseler olup ümmetin üzerinde güçlü etkileri vardır; bu yüzden şayet ümmetin kurtuluşu için harekete geçmemeleri halinde işgalin devam etmesinde suç ortağı olurlar.

Ey İslam alimleri, Allah'a, Resulüne ve dinine ihanet dışında yapmanız gereken şey, ümmeti ve ordularını, Filistin'in tamamen kurtarılması ve Yahudi varlığını koruyup onun bekasını ve devamlılığını sağlayarak Yahudi varlığının gerçek demir kubbesine dönüşen ihanet ve utanç verici rejimler gibi ordular ile bu vacip arasında duran tüm engelleri ortadan kaldırmak için teşvik etmektir.Zira Filistin'in kurtuluşu, bu rejimlerin kökünden sökülüp atılmasıyla başlar; bu yüzden Filistin'in kurtuluşunun Kahire'nin kurtuluşuyla, Kahire'nin kurtuluşunun bu rejimin kökünden sökülüp burada, ordusunu ve enerjisini halkını desteklemek, topraklarını kurtarmak ve kutsallarını yüceltmek için seferber edecek İslam Devleti'nin kurulmasıyla başladığını söyleyen ne kadar da doğru söylemiştir.İşte o zaman Yahudiler kendilerini barındıracak bir yer ve kendilerini gölgelendirecek bir gökyüzü bulamayacaklar ve bugün onları destekleyen kafir Batı da, onlardan elini çabucak geri çekecektir. Evet, İslam Devleti işte bunu yapacaktır. Allah'ım bunu çabuklaştır ve Mısır ordusunu da onun ensarlarından kıl.

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ

Allah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” [Al-i İmran 187]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Lübnan'daki Tutuklular ve Suriye İdlib'de Gözaltına Alınanlar Geçiş Yönetiminin Boğazındaki Çıkarılması Gereken Bir Dikendir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Lübnan'daki Tutuklular ve Suriye İdlib'de Gözaltına Alınanlar
Geçiş Yönetiminin Boğazındaki Çıkarılması Gereken Bir Dikendir

Haber:

Lübnan hapishanelerinde tutuklu bulunan Suriyelilerin dosyası, Beyrut ile Şam arasında hala hassas bir gerginlik noktası oluşturmaya devam ediyor ve bu konudaki donukluğun devam etmesi halinde ve özellikle de Suriye hükümetinin sınır kapılarını kapatma gibi tırmandırıcı önlemler alma niyetinde olduğuna dair haberlerin -ki Şam bunu hemen yalanlamıştır- ardından, ikili ilişkilerin yeniden çıkmaza girmesi tehdidinde bulunuyor.

Bu yalanlamaya rağmen konu, hukuki ve siyasi hassasiyeti ve 2000'den fazla Suriyeli tutuklunun haklarıyla bağlantılı olması nedeniyle Lübnan masasında hala ciddiyeti korumaya devam ediyor ki "El-Mudun" internet sitesine göre tutukluların çoğu, yıllardır yargılanmamış durumdadır.

Yorum:

Bugün geçiş yönetiminin önünde engel oluşturanlar sadece Rumieh hapishanesindeki tutuklular değildir, aksine devrim yılları boyunca kendilerini öldüren, yerlerinden eden ve işkence edenlere af ve hoşgörü belgeleri dağıtıldığını gören ailelerin çocuklarının serbest bırakılmasını talep eden seslerinin yükselmesiyle birlikte İdlib hapishanelerindeki düşünce mahkûmları da aynı şekilde henüz çözüme kavuşturulmamış büyük bir engel oluşturmaktadır!

Burada belki de meselenin gereği gibi ele alınması anlamında bir örnek verelim; Beşar Esad Suriye'de veraset yoluyla iktidara geldiğinde, farkında olmadan, bir ahmak gibi mayınlı bir koltuğun üzerinde oturmuştu. Zira oturduktan birkaç saat sonra bazı ülkeler kendisinden dosyalar talep etmeye ve bunları çözmesi çağrısında bulunmaya başladılar; bu dosyalardan en önemlisi, Hafız Esad ve cani kardeşi Rıfat'ın Tadmor hapishanesinde işkence ettikleri Müslüman Kardeşler dosyasıydı.

Bu dosya, Beşar Esad için on yıllar boyunca büyük bir yük oluşturmuş ve devrimin alevlenip Dera'dan başlamasına neden olan nedenlerden biri olmuştur.Gerçek şu ki, kaçan Esad'ın çok fazla seçenekleri yoktu ve bu dosya, zaman zaman boynuna geçirilen bir ip mesabesindeydi.

Bugün vizyon sahibi hiç kimse, devrimin Lübnanlı ve Suriyelilerden destek aldığını ve bunların bir kısmının şu anda Rumieh hapishanesinde yattığını inkar edemez. Bu yüzden onları hayal kırıklığına uğratma veya davalarını görmezden gelme konusunda çok ama çok dikkatli olunmalıdır.

İdlib'deki düşünce suçluları meselesine gelince; özellikle tutuklanma ve gözaltına alınma gerekçeleri dikkate alındığında, başlı başına uzun bir hikâyeyi ifade etmektedir; bunları araştırdığımızda haklı talepler olduğunu görüyoruz. Zira onlar cephelerin açılmasını talep etmişlerdi ve şayet onların bu talebi olmasaydı cepheler hiç açılmayacaktı. Gerçek şu ki bugün içinde bulunduğumuz iyilik, istesek de istemesek de Allah Subhanehu ve Teala'nın lütfu sayesinde bu taleplerin geri dönmesiyledir.

Peki bunlar neden tutuklanıyor? Ve kimin lehine hapiste tutuluyorlar?

Öldürenlere, yerinden edenlere ve işkence edenlere iyi muamele edilirken, hak ehlinin taleplerinin tutuklama ve kaybetmeyle karşılanması nasıl bir mantıktır?!

Onların talepleri devrimci kuluçkanın sesini ifade ediyordu; zira insanlar, gittikleri her yerde ve toplantılarında, –askerler ve politikacılardan oluşan– devrim liderlerinin, devletlerin elindeki araçlar ve dolarların kölesi haline geldiklerinden bahsediyorlardı.

Bugünkü tutukluların talepleri ise devrimin askeri karar alma mekanizmasının özgürleştirilmesi ve cephelerin dışarıdan emirlerle açılıp kapatılması etrafında dönüyordu; peki bu tutumu sergileyen biri hapisle mi ödüllendiriliyor?

Daha da tuhaf olanı, onların evlerine kritik zamanlarda ve dehşet verici şekillerde baskınlar yapılırken, onların aileleri yerinden eden, işkence eden ve öldürenlerin "okşandığına", dahası aranan şebbihalar getirildiğinde gördükleri nezakete tanık olunmaktadır!

Peki bahsettiğimiz şeyler, geride hiçbir şey bırakmayacak bir patlamaya yol açabilecek yakın bir tehlike değil midir?

Rumieh ve İdlib'deki tutukluların dosyası, göz ardı edilmeden sökülüp atılması gereken devrimin bağrındaki iki dikendir.

Zira diken bırakıldığında önce iltihaplanmaya, sonra da dayanılmaz bir ağrıya neden olur.

O halde çözüm için acele edin ve sizin dışınızdakiler gibi oyalanmayın; yoksa tuzağa düşersiniz.

Bu iki dosya, çözülmesi gereken en tehlikeli dosyalardan biri olup yapılan hatanın düzeltilmesi gerekir; çünkü hapishanelerde yatan bu kişiler, ileri gelen ve dürüst kişilerdir.Gerçek dost, tehlikeyi gerçekleşmeden önce gören ve seni onun hakkında uyaran kişidir.Ama senin yüzüne gülen kişiyse, sen düştüğünde, seni sırtından hançerlemek için senin düşüşünün tamamlanmasını bekleyen kişidir.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ
Şüphesiz ki bunda kalbi olan kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

Müslüman Ülkelerdeki Kurumlar!

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fikrî” Sorularına Verilen CevaplarSilsilesi)

Soru-Cevap

Müslüman Ülkelerdeki Kurumlar!

Jumah Alsaad’a

Soru:

Kerim kardeşim;

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Soru: Hizb-ut Tahrir Mefhumları Kitabı’nın 76. Sayfasının ilk paragrafının 1.2.4. ve 5. Satırlarında şöyle geçmektedir: (Bilakis beldeleri, kurumları ve fikirleri tamamen işgalden kurtarmak için sömürgeci kâfirin oluşturduğu tüm durumları, kökünden söküp atmak için çalışır.) 

“Kurumlar” kelimesinden kastedilen nedir?

Allah sizi, sevdiği ve razı olduğu şeylere muvaffak kılsın. 

Kardeşiniz / Radi

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Hakkında sormuş olduğunuz konu, Hizb-ut Tahrir Mefhumları Kitabı’nın word dosyasının 75. Sayfanın son paragrafında ve 76. Sayfanın ilk paragrafında şöyle geçmektedir:

[İşte bundan dolayıdır ki Hizb-ut Tahrir, İslami bölgelerin tümünü, sömürgecilikten kurtarmak için çalışır. Hiç müsamaha göstermeden sömürgeciliğe karşı savaşır. Fakat bu savaşı, sadece askerî olarak geri çekilme talebiyle ya da yalancı bir bağımsızlık için yapmaz. Bilakis beldeleri, kurumları ve fikirleri tamamen işgalden kurtarmak için yapar. Bu işgal ister askerî, ister fikrî, ister kültürel, ister iktisadî, isterse başka türde bir işgal olsun fark etmez. Yine sömürgeci kâfirin oluşturduğu tüm durumları, kökünden söküp atmak için çalışır ve sömürgecilik yönlerinden herhangi bir yönü savunan herkese karşı savaşır. Ki böylelikle, İslam risaletini tüm aleme taşıyacak bir İslam devleti kurarak, İslami hayatı yeniden başlatabilsin. Allah’tan diliyoruz ve O’na yalvarıyoruz ki, bu ağır mesuliyetleri yerine getirebilmemiz için bizi katından bir yardım ile desteklesin, muhakkak ki O, işitendir ve dualara icabet edendir.]

Bu bağlamda "kurumlar" kelimesinden kastedilen ister okullar, ister kolejler, ister üniversiteler isterse benzerleri oldun eğitim kurumlarıdır.Bu bağlamda “kurumlar” lafzının kapsamına tüm eğitim kurumları girmektedir; çünkü sömürgeci kâfir, Müslüman ülkelerdeki eğitim politikalarını kendi fikirleri ve hayata bakış açısına dayalı olarak belirlemiş, böylece öğrencilerin zihinlerini zehirlemiş ve onları İslam'ın fikirlerinden ve onun hayata bakış açısından uzaklaştırmıştır. Bu nedenle kurtuluş sürecine Müslüman ülkelerde mevcut olan kurumların da dahil edilmesi gerekir ki böylece bu ülkelerdeki eğitim siyasetleri İslam’a göre olsun…Nitekim bu anlamı açıklayan sözleri İslam Devleti kitabının word dosyasının 335-336-337. sayfalarında belirtmiş ve şöyle demiştik:

[Sömürgeci kâfirler, bu beldeleri işgal eder etmez Batı kanunlarını doğrudan uygulamaya başladılar. Bu kanunları İslami kanunlar olarak değil medenî kanunlar olarak uygulamaya başladılar. Böylece şerî hükümler terk edildi, İslam hükmü uzaklaştırılıp küfür hükmü yerleştirildi. Bu hususta kendilerine yardım eden faktör, yönetimin temelini ve hayatla ilgili bütün hususları, öğretimde ve eğitimde çizdikleri siyaset ve müfredatlar esası üzerine oturtmalarıdır. Ve bu durum bugüne kadar tüm İslam beldelerinde devam etmektedir. Bu müfredatları korumak ve himaye etmek için tahsilliler ordusu oluşturdular ve onları söz sahibi kıldılar. Bunların hepsi sömürgeci kâfirlerin isteğine göre yürümeye başladı. Öğretim siyaseti ve programları şu iki esas dayanır: Birincisi; dini hayattan ayırmaktır. Bundan otomatikman dini devletten ayırma hususu doğar ve budurum Müslüman çocuklarının İslam Devleti’nin kurulma fikri ile savaşmalarını gerektirir. Çünkü İslam Devleti fikri, gördükleri öğretim ve eğitimin esası ve siyaseti ile çelişmektedir. İkinci esas ise; bilgi ve kültürle yetişen zihinleri doldurmak için sömürgeci kâfirlerin şahsiyetleri baş kaynak olarak gösterildi. Bu durum, sömürgeci kâfirlere saygı göstermeyi gerektirir ve onu yüceltmeye götürür. Aynı anda ona benzemek ve taklit etmeye yöneltir. Sömürgeci ve kâfir olsa bile bu ona yönelişi meydana getirir. Ayrıca Müslümanları horlamayı, ondan uzak kalmayı, ondan nefret etmeyi ve ondan herhangi bir şeyi almamayı icap ettirir. Böyle durum olunca, İslam Devleti’nin kuruluşu ile savaşmayı gerektirecek ve onu gericilik olarak saydıracak.Sömürgeciler kontrol ettikleri okulların müfredatları ile veya hükümetlerin kendi yerine kurdurduğu okulların müfredatları ile yetinmedi. Bunların yanında sömürgecilik esası üzerine kurulan misyoner okulları kurdu. Bunun yanı sıra yanlış siyasî bilgiler vermeyi ve yanlış yönlendirmeyi ve hatalı, karışık kültürel yönlendirme işini üslenecek kültür enstitüleri ve fakülteleri kurdurdu. Böylece okulların değişik şekilleri ile ve kültür enstitüleri ile toplumda fikrî havayı karıştırıp ümmeti bununla kültürlendirmeye başladı. Bu kültürle ümmeti İslam Devleti’ni düşünmekten ve onun için çalışmaktan uzaklaştırmaya çalıştı.

Öte yandan bütün İslam beldelerinde siyasî programlar, “dini hayattan ayırma” esası üzerine kuruldu. Bunun neticesi, tahsilliler nezdinde dini devletten ve halk nezdinde dini siyasetten ayırmak genel bir örf oldu. Bunun sonucu kültürlü ve tahsillilerden bazı topluluklar çıkıp şöyle iddia etmeye başladılar: “Müslümanların geri kalmasının sebebi dine bağlı olmalarından kaynaklanıyor. Bunun için kalkınmanın tek yolu milliyetçilik ve milliyetçi harekettir.] Bitti.

Binaenaleyh İslam beldelerini, Müslüman ülkelerdeki kurumları ve Müslümanların fikirlerini sömürgecilerin her türlü şaibesinden kurtarmak gerekir ki böylece onların kökleri kesilsin ve ümmet fikirlerinde saf bir hale gelebilsin.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 21 Muharrem 1447

M. 16/07/2025

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

https://www.facebook.com/ataabualrashtah1942/posts/122143845674716841

Devamını oku...

Nahda Barajı: Mısır ve Halkının İradesini Kırmak ve Bağımlılıktan Kurtulmasını Engellemek İçin Sahneye Sürülen Yeni Bir Amerikan Silahıdır

Etiyopya’nın 2011’de Mavi Nil üzerinde Nahda Barajı’nı inşa edeceğini duyurmasından bu yana, büyük bir siyasi ve stratejik suçun perdeleri bir bir aralanıyor. Basiretle bakan biri bu barajın, sadece bir su tesisi veya kalkınma projesi olmadığını, aksine Amerika’nın bölgeye ve ümmetin kalbi olan Mısır’a hükmetmek için kullandığı yeni bir sömürge silahı olduğunu görür. Amaç, Mısır’ı ekonomik, siyasi ve su baskısıyla yıldırıp başını kaldıramaz hale getirmektir. Kısacası, Nahda Barajı yeni bir tür dolaylı savaş taktiğidir.

Etiyopya yönetiminin dilinden düşürmediği o süslü “kalkınma hakkı” söylemine rağmen Nahda Barajı, asla Etiyopya’nın özgür iradesinin bir ürünü olmamıştır. Aksine Nahda Barajı, kökleri geçen yüzyılın ellili yıllarına dayanan, dikkatle planlanmış Amerikan projelerinin bir ürünüdür. O yıllarda, ABD Islah Bürosu’nun (U.S. Bureau of Reclamation) denetiminde, Amerikan şirketi Brown & Root, Mavi Nil üzerine barajlar inşa etme konusunda kapsamlı etütler gerçekleştirmiştir. O dönemden beri barajın mevcut konumu, ABD’nin Mısır ve Sudan üzerinde su kaynakları yoluyla hakimiyet kurmasını imkân veren en önde gelen projelerden biri olduğu belirlenmiştir.

Dolayısıyla bu baraj, Amerika’nın bölgeye yönelik vizyonunun bir ürünüdür; Afrika’da ve özellikle de Doğu Afrika’da bağımlılık haritasını yeniden çizmek için kullandığı araçlardan sadece bir parçasıdır. Amerika, dün nasıl Körfez’in zenginlik kaynaklarına işbirlikçi yöneticiler eliyle çöktüyse, bugün de Addis Ababa’daki nüfuzunu kullanarak Nil’in kaynaklarına çökmeyi amaçlamaktadır.

Zira Etiyopya, Amerika’nın bölgesel çıkarlarına göre yönlendirdiği ve mesajlarının zamanlamasını belirlediği bir maşadan başka bir şey değildir. Aynı kontrol mekanizması, muhalefet yapıyormuş gibi görünen ama hiçbir kritik adımı atmaya cesaret edemeyen Mısır yönetimi için de geçerlidir.

Nahda Barajı, Amerika’nın Mısır halkını açlık ve baskıya mahkûm etme politikasından ayrı düşünülemez. Su, hayatın kaynağıdır. Ve bu hayat kaynağının önemli bir bölümüne bu barajla el konulması, Amerika’ya, Mısır halkına karşı “susuzluk sopasını” sallama ve onların siyasi iradesini esir alma gücü vermektedir.

Amerika bu barajı sadece parayla değil siyasi ve diplomatik olarak da sonuna kadar himaye edip desteklemiştir. Uluslararası mahfillerde Etiyopya’ya kalkan olmuş, ona baskı yapılmasını veya bağlayıcı bir anlaşma imzalamaya zorlanmasını engellemiştir. Şimdi ise barajın tamamlanmasını resmî olarak onaylamakta ve başta Mısır ve Sudan olmak üzere bölge halkları üzerine uygulayacağı baskı politikasında Nahda Barajını istismar etmeye hazırlanmaktadır.

Güya egemenlik iddiasında bulunan Mısır rejimi, barajın inşasına başladığı günden bu yana sadece Amerika’nın müsaade ettiği çerçevede hareket etmiştir. Mısır rejimi, ne Etiyopya’nın 2011’de projeyi ilk ilan ettiği zaman, ne barajın ilk dolum aşamasında, ne de dördüncü dolumun ardından dahi herhangi bir somut adım atmamıştır. Etiyopya’nın barajın dolumunun tamamlandığını ilan etmesinin ardından bile Mısır rejimi sadece ‘çekince’ ve ‘biçimsel ret’ açıklamaları yayımlamıştır, somut bir tedbir almamıştır, aksine, milyonların hayatının tehdit altında olduğu bir zamanda bile Washington ve Tel Aviv ile güvenlik ve istihbarat işbirliğini sürdürmüştür.

Niçin? Çünkü bu rejim gerçek bir yönetici değil, efendisi Amerika’nın atadığı bir memurdur; Kendisi için belirlenmiş politikaları tatbik etmekte ve ülkenin maruz kaldığı tehditlerin büyüklüğü ne olursa olsun, kendisine müsaade edilen sınırların dışına çıkamamaktadır.

İşte bugün İslam beldelerindeki bütün rejimlerin durumu budur: Onlar, kendi kararını alamayan, yalnızca Batı’nın ajandaları ve sömürgeci efendilerinin rızası doğrultusunda hareket eden, işbirlikçi ve piyon rejimlerdir!

Nil Nehri, sömürge döneminden sonra kurulan Mısır, Etiyopya ve Sudan gibi ulus-devletlerin özel mülki olmayıp şeri hükümlere tabi kamu mülkiyetinden sayılmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir varlığın, Müslümanlara yeni bir fiili durum dayatmak amacıyla sularına el koyması veya onunla oynaması kesin surette yasaklanmıştır.

Hal böyleyken, Mısır’ın Nil suyuna erişiminin engellenmesini veya Etiyopya’nın—gerçekte ABD’nin—kontrolündeki bir barajın gerisinde suyun depolanmasını nasıl tahayyül edebiliriz? Dahası, askeri bir işgalden farksız olan bu saldırganlık karşısında Müslümanların sessiz kalmasını nasıl izah edebiliriz?

Mademki halkın işlerini gözetmek devletin sorumluluğundandır, o halde bu saldırganlığı önlemek de onun görevidir. Bu vazife, Güvenlik Konseyi’ne şikâyette bulunmakla veya kınama bildirileri yayınlamakla yerine getirilemez. Aksine bu görev, ancak ve ancak önce siyasi iradeyi esaretten kurtarıp, sonra da bu zorbalara haddini bildirerek ve gasp edilen hakları geri almak için gerekirse demir yumruğu masaya vurarak yerine getirilebilir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ“Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın.” [Bakara 194]

Şüphesiz Nahda Barajı meselesi, tıpkı ümmetin diğer bütün meseleleri ve krizleri gibi, sorunun sadece barajın kendisinde ya da Etiyopya’da olmadığını ispatlamaktadır. Asıl sorun; İslam Devleti’nin yokluğudur. İslam Devleti, insanların işlerini gözetecek, onlara yönelik saldırganlığı önleyecek ve onların su, gıda ve siyasi güvenliğini koruyacaktır.

Bu nedenle, İslâm ümmetinin şer’î ve siyasî vazifesi, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet’i kurmak için ciddi bir şekilde çalışmaktır; Hilafet, aralarındaki sınırları kaldıracak, onları tek bir varlıkta birleştirecek ve Nil’i tüm tebaasının korunmuş kamu malı haline getirecektir.

Ey Kinane ordusunun samimi subayları! Ey Mısır’ın hayırlı evlatları! Ey göğüslerinde hâlâ imanın sıcaklığını ve İslam’ın izzetini taşıyanlar! Ey Mısır’ı ve halkını korumaya, zalimlerin kırbacı değil İslam’ın kılıcı olmaya yemin edenler!

Artık doğruları söylemenin zamanı gelmedi mi? Sizin de tıpkı Ömer, Halid ve Selahaddin gibi onurlu bir duruş sergilemenizin zamanı gelmedi mi? Bizi düşmanın insafına terk eden ve Nil’in hayat veren suyunu, bağımlılık pazarında bir hiç uğruna satan bu hain zümreyi defetmenin zamanı gelmedi mi? Bilin ki, Nil’in yukarısına inşa edilen bu baraj, sıradan bir baraj değildir! Aksine o, halkınızı can evinden vurmak için doğru anı kollayan, zehirli bir Amerikan hançeridir!

Tarihin kayıt tuttuğu ve bugünün unutulmaz bir fırsat sunduğu bilinmelidir. Önünüzde iki seçenek bulunmaktadır: Ya Allah’ın, zafer ve hakimiyet nasip edeceği kimselerden olup, İslam’ın yönetimini ve devletini kurmak ve ABD’nin Mısır ve halkı üzerindeki nüfuzunu ortadan kaldırmak ya da sessiz ve itaatkâr kalıp, bu sessizliğin ve vurdumduymazlığın günahının din gününe kadar aleyhinize yazılmasına razı olmaktır!

Hadi tıpkı Medine’deki Ensar gibi siz de bu dinin yardımcıları olun! İslam’ın bayrağını dalgalandırın, bu işbirlikçi rejimi devirdiğinizi ilan edin, ümmeti sömürgeci hegemonyadan kurtarmak ve Raşidi Hilafeti kurmak için Mısır’ı harekete geçme noktası yapın! Hilafet Nil’in suyunu da, Müslümanların kanını ve onurunu da koruyacaktır.

İşte bu an, sizin anınızdır! O halde sadıklara yaraşır bir şekilde Allah için kıyama kalkın! Unutmayın, zafer sizi beklemektedir. Ve şüphesiz ki Allah, iyi amelde bulunanların ecrini asla zayi etmez.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Dehşetengiz “Dokuz Uzun” Adlı Suç Örgütünün Saldırılarına Ancak Hilafet Devleti’nde Şer’i Hadlerin Uygulanması Son Verecektir

Kush News muhabiri Habibe el-Amin, Port Sudan’ın Transit semtinde bir canlı yayın dönüşünde ve beraberindeki meslektaşlarıyla birlikte, ‘Dokuz Uzun’ adlı suç örgütü üyelerince vahşice saldırıya uğradı. Bu olay; Omderman, Hartum ve şimdilerde idari başkent olan Port Sudan gibi sözümona güvenli şehirlerin tam kalbinde işlenen sayısız yağma, talan ve katliam hadisesinden sadece biridir. Söz konusu şehirler, hükümetin ve ilgili güvenlik birimlerinin kontrolü altındadır.

Suçlular öylesine arsızlaştı ki, hükümetten gelecek hiçbir yaptırımın onları durduramayacağına inanıyorlar! Kaldı ki uygulanan cezalar ne suçun büyüklüğüne ne de masum kurbanların acısına denk bile değil.

Suçun yayılmasını ancak İslami cezaların uygulanmasının önleyebileceği tartışmasız bir gerçektir. Nitekim fıkıh kaidesi şöyledir: Hadler, önleyici ve caydırıcıdır. Önleyicidir, günah işlenmesine mâni olur ve caydırıcıdır, üzerine had uygulanan kimse için ahiret azabına kefaret olur.

Abdullah ibn Ömer’den rivayet edildiğine göre,

قطعَ النَّبيُّ ﷺ في مِجَنٍّ قيمتُهُ ثلاثةُ دراهمَ“Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem üç dirhem değerindeki bir kalkanı çalan bir hırsızın elini kesti” (İbn Mace, Buhari, Müslim) Başka bir rivayette ise

أنَّ النبيَّ ﷺ قطعَ يدَ رجلٍ سرقَ تُرساً من صُفَّةِ النساءِ ثمنُهُ ثلاثةُ دراهمَ“Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; kadınlar sofrasından fiyatı üç dirhem gümüş olan bir kalkan çalan adamın elini kesti.” [Ebu Davud, Nesai]

Huzurlu ve güvenli bir hayat süren halkı terörize eden, silahla adam öldüren, zorla mal gasp eden, yağmacılık ve soygunculuk peşinde koşanlara gelince; Kur’an-ı Kerim, bozguncu ‘dokuzlu çetenin’ durumunda olduğu gibi, bu tür kimseleri bu çirkin fiillerden men etmek ve caydırmak için ayetler indirmiştir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْا مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Allah’a ve Rasûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” [Maide 33] Eğer hükümet, Allah’ın hadlerinden tek bir tanesini bile uygulamış olsaydı, bütün suçlular anında yola gelirdi. Ama belli ki hükümet böylesi bir şerefe bile layık değildir. Dolayısıyla kısır döngü etrafında dönüp duruyorlar. İçişleri bakanı atayarak, şehir merkezine polis gücü konuşlandırarak ya da önleyici kampanyalar düzenleyerek fark yaratabileceklerini sanıyorlar. Ne var ki, mevcut durumun giderek daha da kötüleştiğini görüyoruz.

Şeri hükümler, ancak ve ancak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti çatısı altında uygulanabilir. Çünkü suçluları gerçekten engelleyip caydırabilecek yegâne güç Hilafettir. Demokratik sistemler ise; suçlular yetiştirir, hatta suç üretir ve zayıf cezaları nedeniyle fesadı besler. Zira bu sistemlerin mensupları, Yaratıcılarından daha merhametli olduklarını sanırlar, oysa küfürden öte günah yoktur.

Ülkemizdeki güç ve kuvvet ehli, Rahman’ın çağrısına kulak verip, Raşidi Halifeye biat etmek için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeyecekler mi? Halife, adaleti sağlayacak, güvenliği tesis edecek, suçluların önce büyüklerini, sonra küçüklerini korkutup sindirecektir. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

وَإِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Başkent Dakka’nın Midford Bölgesinde Gerçekleşen Sohag Cinayeti, Tanrıtanımaz, İrrasyonel Seküler Siyasetin Kaçınılmaz Sonucudur

Eski Dakka’nın Mitford semtinde, ülkenin en büyük laik siyasi partisi BNP güdümündeki Jubo Dal’ın yerel elebaşları, haraç vermeyi reddettiği için Sohag (39) adlı hurdacıyı defalarca bıçakladıktan sonra başını dev bir taşla ezerek canice katlettiler. Görgü tanıkları, suçluların sadece öldürmekle kalmayıp, Sohag’ın öldüğü kesinleştikten sonra bile cansız bedeni üzerindeki barbarlığa devam ettiklerini belirttiler. Kana bulanmış cansız bedeni yolun ortasında öylece kalakaldı, cellatları ise cesedin başında delicesine zafer çığlıkları atıyorlardı. Bir değil, onlarca cellat, ölünün burnuna, ağzına, göğsüne öfkeyle vurmaya devam etti.

Bu tip cinayetler ve cinnet halleri, on yıllardır laik siyasetin koruması altında artık vaka-i adiyeden sayılmaktadır. Sohag’ın hunharca öldürülmesi, halkı seküler siyasete karşı acilen ayaklandıracak yeni bir ibret vesikası olacaktır! Laik siyasetin sancaktarı Awami League, devrik Hasina’nın on beş senelik saltanatı boyunca, Biswajit ve Abrar Fahad’ın canice infaz edilmesi de dahil olmak üzere sayısız cinnet vakasına imza atmıştır.

Halihazırda BNP, Hasina’nın izinden gittiğine dair yeterince örnek sergilemiştir. Zira, Batı icadı olan bu seküler siyasetin ana yaşam damarlarını para, kaba kuvvet ve güç oluşturmaktadır. Bu nedenle güce tapan, akılsız ve yozlaşmış figürler de bu siyasetin etrafında toplanmaktadır. Laik siyaset, özünde bir menfaat düzenidir. Bu siyasette Allah korkusuna, ahiret hesabına ve Allah’ın rızasını kazanmaya asla yer yoktur. İşte bu yüzden, on yıllardır tepedekilerin suretleri değişse de halkın makus talihi bir türlü değişmemiştir.

Bu ülkenin laiklik havarileri, yani “Jön Türkler”, BNP’ye “neo-faşist” yaftasını yapıştırarak laik siyasetin kirli suratını maskelemeye ve bu kargaşadan siyasi rant devşirmeye çalışmaktadır. Fakat asıl sorulması gereken şudur: Seküler BNP’nin, seküler Awami League’den ne farkı olacaktır? Ve onların seküler partisinin (diğerlerinden) farkı ne olacaktır?

Bu esnada halk, (BNP’nin) faaliyetlerinde Awami-BNP’nin geleneksel siyasetinden farklı bir şeye tanık olmamıştır. Tanınmış bir gazeteci, bu canice işlenen cinayete “BNP’nin iç hesaplaşması” yaftasını vurarak ve hadiseyi halkın davası değil de partinin bir sorunuymuş gibi göstererek halkın infialini perdelemeye çalışmıştır. Nitekim BNP de olayı “münferit bir vaka” diyerek geçiştirmeye kalkmıştır. Oysa son bir yıl içinde yüzlerce BNP lideri ve aktivisti iktidar kavgalarında hayatını kaybetmiştir.

Liderleri ve mensupları arasında birlik oluşturamayan bir siyaset, halkı nasıl birleştirebilir? İyi karakterli bir liderlik yerine yozlaşmış liderler üreten bir siyaset, halka nasıl sahip çıkabilir? Böylelikle, seküler siyasetçiler ve aydınlar, kendi siyasi felsefeleri olan sekülerizmin iflasını örtbas etmeye çalışmaktadırlar.

Halk, nice canlar pahasına zalim Hasina’yı tarihe gömmüştür; Yeni Bangladeş’te İslami esaslara dayalı, ümmetin menfaatini koruyan ve ülkenin bağımsızlığını gözeten bir siyasi düzen talep eden halka rağmen, Batı uşakları aynı yozlaşmış laik düzeni ‘reform’ maskesi altında yeniden dayatmanın çabası içerisindedir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ“Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” [Bakara 11] İslam’da siyaset, Arapça kökenli “siyaset” terimiyle ifade edilen mukaddes bir vazife, bir ibadettir. Bu sorumluluğun temel işlevi, İslami anayasanın hayata geçirilmesi, adaletin sağlanması ve Müslüman ümmetin yabancı güçlerin askeri, ekonomik ve kültürel egemenliğinden korunması suretiyle toplumun refahını temin etmektir. Ve hepsinden önemlisi, İslam’ın cihanşümul hakikatlerini tüm cihana yaymaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ، كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ، وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي، وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ“İsrail oğullarını Nebiler yönetiyordu. Bir Nebi öldüğünde onu bir başka Nebi takip ederdi. Benden sonra Nebi yoktur. Fakat benden sonra birçok Halifeler gelecektir.” [Buhari ve Müslim]

Batılı kâfir sömürgeciler tarafından dayatılan seküler siyaset, İslam ümmeti için tam bir felakettir. Bu düzende bir yanda Sohag gibi nice din kardeşimizin hunharca katledilişine şahit olurken, diğer yanda ise durmaksızın Allah’ın gazabını üzerimize çekiyoruz. Bu nedenle halk, Hilafet’i kurma siyasi çalışmasında, samimi bir parti olan Hizb-ut Tahrir ile birleşmelidir. Sadece İslami siyaset Müslümanları şiddet, çatışma ve haraç-çıkar siyasetinden kurtarıp halkı birleştirebilir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER