Salı, 22 Zilkâde 1446 | 2025/05/20
Saat: 06:27:51 (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sakın ha! ABD Yaptırımlarının Kaldırılması, Egemenliğin Kaybedilmesi ve Yahudilerle Normalleşme İçin Bir Girizgâh Olmasın!

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Eş-Şara, çarşamba günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenen Körfez-ABD Zirvesi marjında Amerikan mevkidaşı Donald Trump ile bir araya geldi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın da hazır bulunduğu görüşmeye, Suudi basınına göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da video konferans yoluyla katıldı.

Beyaz Saray, çarşamba günü Riyad’daki buluşmada ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed Eş Şara arasında gerçekleşen konuşmanın bir bölümünü paylaştı. Beyaz Saray’dan edinilen bilgiye göre Beyaz Saray Sözcüsü yaptığı açıklamada, Başkan Trump’ın Eş Şara’yı “İsrail” ile İbrahimi Anlaşmalar’a katılmaya davet ettiğini bildirdi. Trump ayrıca, Washington’un ‘terörist’ kabul ettiği Filistinli grupların Suriye’den çıkarılmasını ve DEAŞ’ın geri dönmesini engellemek için Amerika’ya destek verilmesini talep etti.

Buna karşılık, Eş Şara, Trump’a Amerikan şirketlerini Suriye’nin petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmaya davet ettiğini bildirdi.

Trump, dün salı günü ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları sonlandırma kararı aldığını duyurdu.

Yaptırımlar konusuna gelecek olursak, her vicdanlı insan elbette Suriye halkının ekonomik yükünün hafiflemesinden (eğer gerçekleşirse) dolayı memnuniyet duyacaktır. Ama biz yine de Yüce Rabbimiz’in şu uyarısını hatırlatmadan yapamayacağız:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ“Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105] Suriye halkına yönelik yaptırımların devam ettirilmesi, başlı başına büyük bir adaletsizlikti. Eski rejim ortadan kalktığına göre, bu haksızlığın sebebi de kalmamıştır. Dolayısıyla, yaptırımların kaldırılması, İslam düşmanlarının Şam halkına bahşettiği bir lütuf değildir! Unutulmamalıdır ki, Trump ve Batı, karşılıksız hiçbir şey vermezler. Onların Suriye’den istediği şeyler, doğrudan egemenliğimizi dokunan konulardır. Bu talepler, güvenlik, siyasi ve ekonomik alanlarda birçok tavizi içeriyor. Bağımlılık, ‘İbrahimi Anlaşmaları’, Yahudi varlığı ile normalleşme, ‘aşırılık ve terörle mücadele’, inancımıza yabancı laik bir yönetim ve anayasa dayatılması, ülkenin kaynaklarının bizim değil, sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda kullanılması gibi meseleleri de kapsıyor.

Bilindiği gibi İslam ülkelerindeki laik rejimlerin yöneticileri, Amerika’ya hizmet etmek, onu hoşnut etmek, kendi çıkarlarını korumak ve iktidarlarını sürdürmek için ‘yatırım’ adı altında ümmetin yüz milyarlarca dolarını çarçur etmektedir.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi İbn Selman, tıpkı Suudi Arabistan’ın zenginliklerini ve kaynaklarını peşkeş çektiği gibi, Suriye’nin de zenginliklerini ve kaynaklarını peşkeş çekmeye çalışmakta, sahip olmadığı hakları hak etmeyenlere devretmektedir. Oysa bu kaynaklar ve diğer kamu malları Müslümanlarındır. İslam Hilafeti bunları işletecek ve gelirini vatandaşlarına paylaştıracaktır. Petrol, gaz ve madenler gibi kamu mülkiyetleriyle ilgili birilerine imtiyaz tanınması veya anlaşma yapılması caiz değildir.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın gözünü bile kırpmadan Trump’a verdiği yüz milyarlarca dolar, eğer Müslümanların refahı ve ilerlemesi için harcansaydı, İslam coğrafyasına büyük bir kalkınma getirebilirdi.

Bugün Suudi Arabistan’da yaşananlar, hafife alınamayacak ve sessiz kalınamayacak kadar kritik bir gelişmedir. Amerika’nın ruh halini ve düşünce yapısını tanıyanlar, Trump’ın zihniyet ve yaklaşımını bilenler, bu durumun ciddiyetini ve vahametini anlayacaktır. Trump, halkların zenginliklerini sömürmeyi ve Amerikan egemenliğini pekiştirmeyi tek önceliği haline getirmiş bir kapitalisttir.

Amerika’nın, Yahudi varlığıyla normalleşme anlaşmalarını dayatma çabalarına boyun eğmek ve İbrahimi anlaşmalarını dayatmaya çalışmak, büyük bir risktir ve kabul edilemez bir adımdır. Buna asla boyun eğmemeli, tüm gücümüzle karşı koymalıyız. Zira Filistin davası, bir inanç ve din meselesidir; tüm Müslümanların bir meselesidir. Hiçbir şekilde, eğri büğrü bir iktidar koltuğu uğruna bu davadan taviz verilmesi kabul edilemez. İktidarını korumak için bu yola sapanlar, halkın gazabıyla yüzleşecektir!

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump’ın küstah politikalarına, Müslüman ülkelerin yöneticilerinin yaptığı gibi boyun eğmekle, ‘evet efendim’ demekle, Müslümanların varlıklarını ve egemenliklerini peşkeş çekmekle, emrettiklerini yapmakla karşılık verilemez. Bu tür politikalar karşısında İslami değerlerden ve şeriattan kaynaklanan ideolojik bir duruş sergilemeli; Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamalıyız.

Suudi Arabistan’da, Bin Selman’ın katılımıyla ve Suriye’deki yeni hükümet üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olan Erdoğan’ın onayıyla yaşanan gelişmeler, büyük bir tehlikenin habercisidir. Devrimin zorlu yıllarında Erdoğan’ın politikalarını yakından görmüş olan bizler, bizi sürükledikleri bu riskli durumu ve içine düşürdükleri derin tuzağı tüm çıplaklığıyla biliyoruz. Ülkemizi nasıl sattıklarının ve özellikle petrol ve gaz gibi kaynaklarımızı nasıl yağmalayacaklarının farkındayız. Bu zenginlikler halkın ortak malıdır ve hiç kimsenin bunlar üzerinde keyfi bir tasarrufta bulunma hakkı yoktur.

Gazze ve Filistin’de halkımıza soykırım yapan, kutsallarımızı işgal eden, Mescid-i Aksa’yı gasp eden Yahudi varlığı ile normalleşmek ve ‘İbrahimi Anlaşmaları’na katılımı kabul etmek hem büyük bir felakettir hem de Allah ve samimi kulları nezdinde büyük bir suçtur.

Yaşananlar tüm boyutlarıyla son derece ciddi bir meseledir. Bu sürece dâhil olmaktan kaçınmalı, aksine reddederek insanları olası risklere karşı uyarmalıyız. Özellikle tarafların, geçmişte devrimimiz ve Suriye’ye karşı kurdukları kumpaslar ve devrime kürtaj yapmak için oynadıkları roller göz önüne alındığında, onların bu adımlarının nelere mal olabileceği gün ışığı gibi açıktır.

Ey Şam diyarındaki samimi Müslümanlar! Durum gerçekten çok ciddi! Uyanık olmalı ve dikkatli davranmalıyız. Şehitlerimizin kanlarına ve halkımızın, eski rejimin enkazı üzerine İslami yönetimi kurmak için yaptığı fedakârlıklarına ihanet etmemeliyiz. Pişmanlığın hiçbir fayda etmeyeceği o gün gelmeden önce, dökülen kanların ve verilen fedakârlıkların kıymetini bilmeliyiz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [Hud 113]

Devamını oku...

Yahudi Varlığı ile İletişim Kanalları Açmak, Barışmak ve Normalleşmek Kaygan Bir Zemindir ve Ne Dinimiz Ne de Dürüst Kardeşlerimizin Kabul Ettiği Büyük Bir Kötülüktür

Üç güvenilir kaynak, 7 Mayıs 2025 Çarşamba günü Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (İsrail) ile Suriye arasında güvenlik ve istihbarat konularına odaklanan gizli bir iletişim kanalı açtığını söyledi. Aralarında bir Suriyeli güvenlik yetkilisinin ve bölgesel bir istihbarat görevlisinin de bulunduğu kaynaklar, Reuters’a yaptıkları açıklamada, örtülü diyaloğun güvenlik, istihbarat konuları ve ‘güven inşası’ kisvesi altında yürütüldüğünü ifade ettiler. Konuya yakın bir kaynak, girişimin, Suriye Devlet Başkanı Ahmed Eş-Şar’a’nın 13 Nisan’da Abu Dabi’ye gerçekleştirdiği ziyaretin ardından başladığını belirtti. Reuters’a konuşan güvenilir kaynaklar, Suriye Devlet Başkanı Ahmed Eş-Şar’a’nın, Körfez bölgesindeki mevcut ziyareti sırasında ABD Başkanı Donald Trump ile görüşebilmek amacıyla Şam’da Trump Kulesi inşa edilmesi, (İsrail) ile barış sürecine girilmesi ve ABD’ye Suriye’nin enerji kaynaklarına doğrudan erişim sağlanması gibi teklifleri içeren bir strateji geliştirdiğini kaydettiler. (France 24)

Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile ortak basın toplantısı düzenleyen Suriye Devlet Başkanı Eş-Şar’a, arabulucular aracılığıyla (İsrail) ile dolaylı görüşmeler yapıldığını belirtti. Eş Şara, “Arabulucularla birlikte bölgedeki durumun sakinleşmesi ve gerginliğin azaltılması için çabalar sürüyor. Böylece olaylar, her iki tarafın da kontrolünü kaybetmesine neden olacak bir noktaya gelmeden önce önlenebilir” dedi. “İsrail”in Suriye’ye müdahalesinin rastgele ve düzensiz olduğunu belirten eş Şara, “Ayrıca “İsrail”, 1974 tarihli anlaşmayı ihlal etmiştir. Şam’a ulaşmamızdan itibaren, ilgili tüm taraflara Suriye’nin 1974 anlaşmasına bağlı olduğunu ve UNDOF güçlerinin (Birleşmiş Milletler’in Golan Tepeleri’ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) mavi hatta geri dönmeleri gerektiğini bildirdik.” ifadelerini kullandı.

Fransa Cumhurbaşkanı, güvenlik konusunda “İsrail”le görüşmeler yapılmasını istediğini söyledi. “İsrail”in şu anki tutumunun kabul edilemez olduğunu ve daha fazla işbirliğine dayalı yeni bir yol izlenmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca, müzakereler için bir kapı aralamak gerektiğini ve Suriye’nin bölge için çok önemli bir ülke olduğunu vurguladı.

Kahrolası eski rejimin düşüşünden bu yana Yahudi varlığı, Suriye’de pervasızca hareket etmekte; topraklarını ve hava sahasını ihlal ederek kaynaklarını, silahlarını, askeri üslerini ve havalimanlarını açıkça hedef almaktadır. Suriye’nin bazı bölgelerini işgal eden Yahudi varlığı, ‘azınlıkları koruma’ bahanesiyle çeşitli taraflara destek vermekte ve bu grupları kendi çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanmaktadır. Yahudi varlığının bu pervasız saldırganlığa karşı ise Yahudiler ve arkasındaki güçlere haddini bildirecek, ideolojik ve kararlı bir yanıt verilmemiştir. Oysa Allah’ın yardımıyla, İslam düşmanlarının arkasında durduğu despot bir zalimi devirme onuruna nail olan bir halk, (savaşta ve karşılaşmada Allah’ın en korkak varlıklarıdır) Yahudi varlığına şeytanın vesveselerini unutturabilecek güçtedir. Kararlı ve ideolojik bir yanıt verilmesi yerine, bu saldırganlığın durdurulması için uluslararası toplumdan yardım dilenme politikası izlenmiştir. Halbuki Filistin topraklarında bu kanser hücresini oluşturan, onu koruyup kollayan, İslam devletinin, yönetiminin ve egemenliğinin geri dönmesinden korkulduğundan dolayı İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş açması için o habis ura yeşil ışık yakan uluslararası toplumun ta kendisidir. Bu uluslararası toplumun başında ise, Gazze’de bir avuç mümin mücahide karşı, kanserli varlığı ve ordusunu desteklemek için ona her türlü silah yardımı yapan Amerika gelmektedir. Tüm bu desteklere rağmen, Gazze’deki samimi bir avuç mücahit, az sayıdaki imkânlarıyla ve her türlü ihanet ve yalnızlığa rağmen, Yahudi varlığını ordusunun ve askerlerinin burnunu yere sürtmeyi başarmışlardır.

Allah’ın yardımıyla eski rejimi deviren ve ihanetin acısını tatmış olan Şam devrimi, ümmetin tüm potansiyelini seferber etmeli, İslam’ın yönetimini ve devletini kurmak üzere ümmetin gücünü birleştirmeli, başta Filistin halkına yardım etmek olmak üzere ümmetin varlık yokluk meselesini benimsemeli ve Filistin’i Yahudilerin pisliğinden temizlemek için çalışmalıdır. Gazze halkı, esir Kudüs ve hüzünlü Mescid-i Aksa dâhil olmak üzere tüm Filistin’in bizden beklediği şey budur. Şam halkı, topraklarımızı ve kutsallarımızı işgal eden o ucube varlığın onlarca yıldır süren zalim ve karanlık dönemini sona erdirmek için hemen harekete geçmelidir. Ancak ne var ki zararlı yöneticiler, kendi iktidarlarını güvence altına almak amacıyla orduların stratejik rolünü küçültme politikası izlemişler, Yahudi varlığını birinci savunma hattı haline getirmişlerdir. Halbuki bu ordular, ümmetin toplumsal ve siyasi iradesi harekete geçtiğinde mevcut düşman güçlerinin tek bir çatışma turunu dahi sürdüremeyeceği kapasitededir. Tekbir ve tahlillerle harekete geçtiklerinde, Yahudi varlığı tarih olacaktır.

İşte olması gereken şeri ve ideolojik tutum budur. Filistin davasına sahip çıkmak ve Yahudi varlığının pervasız saldırılarına karşı koymak böylesine bir duruş gerektirir. Güç ve pazı gösterisine rağmen Yahudi siyasetçileri korkaktır. Yahudi varlığının üstünlüğü, tamamen yanılsamadır ve kırılgandır; Allah’ın izniyle eninde sonunda yıkılacaktır, yıkılmaya mahkûmdur! Bu ucube varlığı kökünden söküp atmaktan başka çare yoktur!

Hep söyledik, yine söylüyoruz, bu varlığa karşı barış söylemleri ve nutukları atmak boşunadır, ona dalkavukluk yapmak ve yumuşaklık göstermek beyhudedir. Yahudiler için tek çözüm vardır, o da Kurân’da İsra süresinde geçen çözümdür:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Suriye halkı, Rabbimizin vaadini gerçekleştirmeye ve kardeşlerine yardım etmeye en layık halktır. Zira Amerika’nın perde arkasından piyonları, ajanları ve maşaları aracılığıyla desteklediği eski Esed rejiminin 14 yıllık zulüm ve zorbalık deneyiminden sonra hakkın yanında yer almanın ve hakka yardım etmenin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar.

İşbirlikçilerin ‘komşularla barış’ maskesi altında yürüttüğü bu kalleşçe plan, Suriye devriminin ruhuna ihanettir! Milyonlarca şehidin kanı üzerine inşa edilen ‘sözde cesurların barışı’, emperyalistlerin bölgeyi teslim alma projesidir! Bu adım, halkın direnişini bitirmek ve devrimi katletmek için atılmış bir hançerdir!

Yahudi varlığıyla iletişim kurma düşüncesi ve girişimi, gerekçesi ne olursa olsun büyük bir suçtur, kaygan bir zemindir ve utanç lekesidir. Çok büyük fedakârlıklar veren bir devrimin çocuklarının bu cürümlere suskun kalması caiz değildir.

Pragmatik tutumları ne dinimiz kabul eder ne de erkeklerimizin onuru! Suriyeli Müslümanlar bu pragmatik tutumları asla kabul etmez, hatta en ağır günahtan sayar. Çünkü pragmatizm, yaptırımların kaldırılması ve yıkılmaya yüz tutmuş bir iktidarın ayakta tutulması umuduyla taviz bataklığına sürüklenmenin başlangıcıdır.

İslam akidesine dayanmayan ve samimi insanların desteğini almayan bir yönetim, komplocu devletlerin çıkarlarına hizmet ettikten sonra yıkılmaya mahkûmdur.

Şam ve çevresi İslam ülkelerindeki İslam’ın yiğitleri, devrim ve fedakarlıklarının gerçek temsilcisi olan, onları izzet ve yüceliğine taşıyacak olan dürüst bir liderliğin ardında cihat ve zafer gününe tamamen hazırdır. Zafer ancak, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dönüşünü müjdelediği İslam Devleti’nin yeniden kurulması ve Allah’ın şeriatının eksiksiz bir şekilde uygulanmasıyla mümkündür. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Şam’ın, İslam’ın merkezi ve kalesi olması için Allah’a dua ediyoruz! Bunun dışındaki her yol, yabancı ülkelerin, Batıyı memnun edip bizi mutsuz eden politikaların, kararların ve yasaların peşinden gitmek demektir.

Yahudilerle olan mücadelemiz, bir sınır mücadelesi değil, bir varoluş mücadelesidir! Bu mücadele Allah’ın İsra Suresi’ndeki ilahi hükmü gerçekleşinceye kadar ölüm-kalım meselesi olarak görülmelidir! Allah’ın izniyle bu kesinlikle gerçekleşecektir. Biz Allah’tan bunun yakın zamanda gerçekleşmesini niyaz ediyoruz.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ “Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

Devamını oku...

Yeni Rıhtım Konteyner Terminali’nin ABD Güdümündeki Sömürgeci DP World Şirketine Devredilmesi, Ülkenin Egemenliğini Tehlikeye Atacaktır

Ülkenin egemenliği hiçe sayılıyor! Geçici hükümet, Chittagong Limanı gibi stratejik ve ekonomik bir değeri, ‘kapasite artırma’ yalanıyla yabancılara devrediyor! En çok gelir getiren Yeni Rıhtım Konteyner Terminali (NCT) bile, küresel güçlerin güdümündeki DP World’e teslim edilmek üzere! Chittagong Limanı, Bangladeş’in Bengal Körfezi ve Hint Okyanusu’na açılan gözbebeğidir! Bu liman, ekonomimizin can damarı olduğu kadar, jeopolitik ve askeri gücümüzün de temel taşıdır. Uluslararası ticaretin %90’ının gerçekleştirildiği ve gelirinin %60’ının Yeni Rıhtım Konteyner Terminali’nden elde edildiği bu limanın, yabancı bir şirkete devredilmesi, ülkenin ekonomik egemenliğinin ciddi şekilde zayıflamasına yol açabileceği gibi, aynı zamanda jeopolitik, askeri ve stratejik risklerle karşı karşıya kalınması ihtimalini de artıracaktır. DP World, Dubai merkezli küresel bir lojistik şirketidir. Liman geliştirme, denizcilik hizmetleri, lojistik ve teknoloji tabanlı ticaret alanlarında küresel çapta tanınan bir şirkettir. Kafir sömürgeci güçler, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, jeopolitik çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla bu şirketi askeri amaçlarla kullanmaktadır.

Dubai’nin, Orta Doğu’da Batılı sömürgeci güçlerin stratejik müttefiki ve Yahudi varlığı ile iş birliği içinde olduğu da not edilmelidir. Örneğin Dubai, 31 Mart-11 Nisan 2025 tarihleri arasında Yunanistan’daki Andravida Hava Üssü’nde düzenlenen çok uluslu hava tatbikatı INIOCHOS-25’e ABD, gasıp Yahudi varlığı ve Hindistan ile birlikte katılmıştır. (13 Nisan 2025 THE ECONOMIC TIMES) Bu gelişme, Çhittagong Limanı’ndaki Yeni Rıhtım Konteyner Terminali’nin DP World’e verilmesinin aslında Amerikan sömürgeciliğinin bölgede tesis edilmesinin bir adımı olarak görülüyor. Allah Subhânehu ve Teâlâ, Müslümanları kafirlerin egemenliğine karşı uyarmaktadır:

إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ “Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” [Mümtehine 2]

Ey insanlar! Devrik diktatör Hasina’nın, iktidarda kalabilmek adına Bangladeş’in güneyindeki Matarbari derin deniz limanını, ABD’nin Hindistan-Pasifik Stratejisi’nde taşeronluk yapan Japonya’ya devrettiği biliniyor. Bu devir, Japonya ile ortaklık maskesi altında aslında ABD’nin Bangladeş’in stratejik limanlarına sızma projesinin bir parçasıdır. Buna ek olarak hain Hasina rejimi, Bangladeş’in derin denizlerindeki 15 hidrokarbon sahasını da ABD’li enerji devi ExxonMobil’e peşkeş çekmiştir! (Daily Jugantar, 25 Nisan 2023) Bu şirket, ABD Kongresi ve Beyaz Saray’la kolkola çalışan emperyalist bir aparattır! Mevcut geçici hükümet de devrik Hasina hükümetinin politikalarını sürdürerek, stratejik öneme sahip Çhittagong Limanı’ndaki çeşitli projeleri yabancı yatırım adı altında DP World’e devredilmesi sürecine start vermiştir. DP World, dünya limanlarında ABD Donanması ile aktif bir işbirliği içindedir! Dünya genelindeki birçok limanda ABD Donanması ile iş birliği yapan DP World’ün Bangladeş karasularında faaliyet göstermesi, Amerikan kontrolünün daha da güçlendirilmesi anlamına gelir. Ülkede Amerikan hegemonyasını güçlendirmek, ülkenin egemenliğini satmakla eşdeğerdir.

Ey insanlar! Bangladeşli işçilerin aylık 2 milyar doları bulan döviz girdisi karşısında, DP World’in 1 milyar dolarlık yatırımının ballandıra ballandıra anlatılması bir aldatmacadan ibarettir! Bir göz boyamadır! Limanlarımız ve doğal kaynaklarımız gibi stratejik varlıklarımızı yabancı işgalinden korumak için kendi kapasitemizi ve liman yönetimimizi güçlendirmek zorundayız! Ancak bu şekilde egemenliğimizi koruyabilir, ekonomimiz gerçek anlamda güçlendirebiliriz! Ne yazık ki, Batı’nın uşağı siyasetçilerin, ülke halkının çıkarlarına yönelik herhangi bir siyasi hedefi bulunmamaktadır. Kendi kapasitemizi geliştirmek yerine, yabancı şirketlerin ve onların sömürgeci efendilerinin çıkarlarını koruma gayreti içerisindedirler. Bu nedenle, aldıkları tüm kararlar ve attıkları tüm adımlar, sömürgeci efendilerinin çıkarlarını korumak ve böylece kendi iktidarlarını sağlama almak üzerine endekslidir. Dolayısıyla, ülkenin stratejik kaynakları bu din düşmanı yönetici zümrenin elinde asla güvende değildir. Bu zümre, halkın kendi kaynaklarından hak ettiği ölçüde yararlanmasına asla izin vermeyecektir. Hizb-ut Tahrir olarak biz, yalnızca Nübüvvet metodu üzere Hilafetin, Şeriat’a göre yöneteceğini, petrol, doğalgaz ve limanlar gibi hayati kaynaklarımızı yabancı düşmanların tahakkümünden kurtaracağını hatırlatıyoruz. Yaklaşan Hilafet, İslam ümmetini tek çatı altında toplayacak ve stratejik kaynaklarını dünyanın süper gücü olmak için kullanacaktır.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ“O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasûlünü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Saff 9]

Devamını oku...

Raşidi Hilafet… Düşmanları Korkutan Ümmetin Projesidir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Raşidi Hilafet… Düşmanları Korkutan Ümmetin Projesidir!

Hilafet projesinin, artık sadece Batı liderlerinin ve onların bölgesel müttefiklerinin zihinlerinde dolaşan bir fikir olmadığı, aksine özellikle Şam ülkesi olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlar arasında genel bir talep haline gelmesinin ardından onların Hilafet projesinin geri döneceğine dair giderek artan korkularını teyit ettiği açıkça ortaya çıkmıştır. Bu bilincin artması ve Hilafetin geri dönüşü için ciddi bir hareketin ortaya çıkmasıyla birlikte, İslam'ın düşmanları, bu büyük hadari projeye karşı düşmanlıklarını hiç tereddüt edip çekinmeden açık bir şekilde dile getirmeye başladılar. Bu yüzden başta suçlu Netanyahu olmak üzere Yahudi varlığının liderlerinin açıklamaları boşuna ve anlamsız değildir. Zira Netanyahu açıkça şöyle demiştir: “Akdeniz kıyılarında İslami Hilafetin kurulmasına izin vermeyeceğiz.” Sonra şöyle diyerek aynı tehdidi tekrarladı: “İsrail”, kuzey veya güney sınırlarında ya da Batı Şeria'da İslami Hilafetin kurulmasına izin vermeyecektir.” Nitekim bu açıklamalar, bu projenin gerçekleşmesinin yaklaşmasından duydukları korkunun boyutunu ortaya koymaktadır; zira onlar, Hilafetin geri dönmesinin kendi varlıklarının ortadan kalkması, nüfuzlarının yok olması ve ümmetin işlerine müdahale etmelerinin sona ermesi anlamına geldiğini biliyorlar.

Bunun öncesinde İngiltere'den de açıklamalar gelmişti; zira Tony Blair, 16 Temmuz 2005 tarihinde İngiliz İşçi Partisi konferansında yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Biz, İsrail devletini ortadan kaldırmak, Batı'yı İslam dünyasından çıkarmak ve Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla İslam dünyasında şeriatla hükmedecek tek bir İslam Devleti kurmak için çalışan bir hareketle karşı karşıyayız.” Bu açıklama, Batı'nın iddia ettiği gibi terörizmden korkmadığını, bilakis İslam'ın yeniden iktidara gelmesi halinde hayata yönelik kapsamlı ve kamil bir sistem olmasından dolayı İslam'dan korktuğunu ortaya koymaktadır.

Öte yandan eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2012 yılında yaptığı basın açıklamasında, Suriye'de Hilafetin kurulmasını hedefleyen hareketlerden duyduğu endişeyi dile getirmişti. Bunun öncesinde de, Irak'a savaş açtıklarında Bush şöyle demişti: “İslam imparatorluğu isteyen insanlardan korkuyorum, onlar ayaklarımızın altındaki halıyı çekecekler.” Aynı şekilde 2013 yılında Cenevre-2 Konferansı'nda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Suriye'de İslami Hilafeti kurmak için çalışan aşırıcı gruplar” olduğunu açıklamıştır.

Hatta bölgesel ajan rejimler de bu ortak endişeyi dile getirdiler; zira Suriye'nin eski Dışişleri Bakanı Velid Muallim şöyle bir açıklamada bulunmuştu: “Hilafetin kurulması için çalışanlar Suriye sınırlarında durmak istemiyorlar, bilakis tüm bölgedeki nüfuz haritasını yeniden şekillendirmekle tehdit ediyorlar.” Suriye'nin devrik cumhurbaşkanı Beşar Esad, rejimin “aşırılık yanlıları” lehine düşmesi halinde tüm bölgeye darbe indirecek bir depremden bahsetmiş ve bununla Hilafet için çalışan hareketlere işaret etmişti...

Tüm bu açıklamalar, Batı'nın, Hilafet projesinin kendi çıkarları ve hegemonyası için ne kadar tehlikeli olduğunun farkında olduğunu göstermektedir. Bu nedenle Batı onu, daha beşikteyken yok etmek için tüm gücüyle çalışmakta ancak buna rağmen, ümmetin arzuladığı kalkınmaya doğru ilerleyişini durduramayacaktır.

Bu tekrarlanan ve açıkça ifade edilen düşmanlık, ümmetin muhlis evlatları için, Hilafet projesine olan inançlarını güçlendirmeleri ve İslami hayatı yeniden başlatmak için çabalarını kat be kat artırmaları için ek bir motivasyon olması gerekir. Düşmanların bu projeye yönelik düşmanlığı, projenin doğruluğunun ve onlar için tehlikeli olduğunun en büyük kanıtıdır.

Bu yükselen korkuyla birlikte, planlarının nasıl da birbiri ardına ortaya çıktığını gördük. Zira komplolar kurdular, fitne çıkardılar, Müslümanları Hilafetten uzaklaştırmak amacıyla siyasi, askeri ve kültürel projelere finansman sağladılar; bunu da halkları saptırmak ve İslam temelinde herhangi bir kalkınma girişimini engellemek için bazen demokrasi iddiasıyla, bazen “terörle mücadele” iddiasıyla, bazen de kendi kucaklarında yetişen ajan rejimler aracılığıyla yaptılar. Bilakis tüm dikkatler, fazilet ve şerefinden ve çatışma için açık bir saha olmasından dolayı Şam topraklarına yoğunlaştı. Zira Şam, Müslümanların kalplerinde yatan bir arzu ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurarak müjdelediği topraklardır: عُقْرُ دَارِ الْإِسْلَامِ بِالشَّامِİslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır.” Bu yüzden Şam hala Hilafete yönelik samimi çağrıların başlangıç noktası olmaya devam ediyor. Bu nedenle kâfirlerin ve onların ajanlarının düşmanlığı iki katına çıkmış ve tarihin çehresini değiştirecek bir zaferin doğmasından korktukları için buradaki muhlisleri her türlü eziyet, saptırma, tutuklama ve karalamayla hedef aldılar.

Ancak tüm bunlara ve komploların büyüklüğüne rağmen, İslam ümmeti talepleri üzerinde sebat etmekte olup içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın tek yolunun, ümmetin izzetini yeniden tesis edecek, onun safını birleştirecek, kafirlerin tuzaklarını onların başlarına dolayacak, iki kıblenin ilki ve Harameyn’in üçüncüsünü işgalci Siyonistlerin pisliğinden kurtaracak Nübüvvet Minhacı Raşidi Hilafetin gölgesinde İslami yönetime geri dönmekte olduğunu idrak etmiştir.

Bugün ümmetin vacibi, düşmanını tanımak, onun planlarını ifşa etmek, yalan ve iftirayla “reform” veya “kalkınma” elbisesi giydirilen tüm Batı projelerini kaldırıp atmak ve sadece bağımlılık ve bölünmüşlük durumunu sona erdirmeye ve ümmetin izzet ve onurunu kazandırmaya muktedir olan Hilafet projesinin etrafında toplanmaktır. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Halkların Sömürülmesine Dayanan Bir İdeolojinin, Onlara Güvenlik Sağlaması İmkansızdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Halkların Sömürülmesine Dayanan Bir İdeolojinin, Onlara Güvenlik Sağlaması İmkansızdır!

  Haber:

Birleşmiş Milletler'in bağımsız uzmanları, Sudan'daki kadın ve kız çocuklarının, özellikle Hızlı Destek Güçleri'nin savaşçıları tarafından toplu tecavüz, cinsel kölelik ve cinayet dahil olmak üzere geniş çaplı ve sistematik hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldıklarını bildirdiler.Uzmanlar, “kadınların ve kız çocuklarının (genel olarak) hala maruz kaldıkları korkunç şiddet ölçeğinin, çatışmalar sırasında koruma mekanizmalarının aşınmasına ilişkin endişe verici bir tanıklığı temsil ettiği” uyarısında bulunarak, “uluslararası toplumun bu sarmalı durdurmak için acilen harekete geçmesi gerektiğini” vurguladılar.

Yorum:

Sudan'da Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki ordu ile Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri arasında iki yılı aşkın süredir devam eden ve on binlerce sivilin ölümüne, 13 milyon kişinin yerinden edilmesine ve sınırsız bir insani krize yol açan savaşın ortasında, bu bağlamda yapılan uyarılar ilk kez olmuyor.

Bu raporların çokluğuna ve istatistik ve sayımdan başka işi olmayan kuruluşların uyarılarına rağmen, savaş ve silahlı çatışmalar sırasında şiddet kullanımını sınırlamak ve bunun olumsuz etkilerini hafifletmek için sivillerin, mülkiyetlerin ve paraların korunmasını öngören birçok konferanslara, anlaşmaların yapılmasına ve yasaların çıkarılmasına rağmen, bunların hiçbirinin kâğıt üzerine yazılan mürekkepten başka bir kıymeti yoktur.Zira son iki yüzyılda gerek Sudan'da, gerekse Irak, Suriye, Yemen, mübarek toprak Filistin ve diğer yerlerde olsun, yaşanan silahlı çatışmalar, kanlı savaşlar ve toplu katliamlar, büyük devletlerin Müslüman ülkelerdeki şiddetli savaşlar sırasında ortaya attıkları tüm parlak sloganların sahte olduğunu kanıtlamıştır.

Uluslararası kuruluşların acil harekete geçmesi için çağrıda bulunduğu uluslararası sistemin karar alma sürecindeki çifte standartlar, ülkelerin yasallaştırdığı ve kararlaştırdığı ile vakıa zemininde uygulanan arasında çelişkiye yol açmaktadır.Zira kapitalist ideoloji, halkların sömürülmesine dayalı olup bu ideolojinin halklara güvenlik ve istikrar sağlaması imkansızdır. Çünkü bu ideoloji, insanlığı önemsemediği gibi ölenlerin sayısına aldırış etmez, bu insanların nasıl öldüğünü sormaz, savaş suçu işleyenlere uyguladığı ceza yasalarını da uygulamaz; peki o zaman onları kim cezalandırılacak?! Kendi kendilerini mi cezalandıracaklar?!Çocuklarımızı terörizmle suçlayıp kendi suçlularını hoş karşılayan bir ideolojide, işte böyle ölçüyorlar!İşte bu demokratik ülkeler, sömürgeci çıkarlarını gerçekleştirme uğruna Müslümanların kanlarını ihlal ediyor ve bir kadının ya da yüzlerce kadının halini hiç umursamıyor.

İslam'da Hilafetin temsil ettiği yönetim sistemi, kadınların sömürülmesinin yasaklanması da dahil kadınların pratik açıdan korunmasını sağlayan bir dizi hükümleri içermekte ve kadınların onuruna yönelik her türlü ihlale ağır cezalar uygulamaktadır;dolayısıyla İslam ülkesindeki ve tüm dünyadaki kadınların acil ihtiyacı olan şey, Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Rana Mustafa

Devamını oku...

Malavi ve Tanzanya Arasındaki Mahsul Savaşı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Malavi ve Tanzanya Arasındaki Mahsul Savaşı!

Haber:

2 Mayıs 2025 Cuma günü, Tanzanya Tarım Bakanı Hüseyin Başe ve Malavi'li mevkidaşı Samuel Kawale, iki ülke arasında tarım ürünleri ithalatının kısıtlanmasına yol açan ticari anlaşmazlığı çözmek amacıyla Dodoma'da ikili bir toplantı düzenledi.(The Citizen, 03/05/2025)

Yorum:

Malavi, Tanzanya'dan tarım ürünleri ithalatını yasakladıktan sonra, iki ülke Nisan 2025'te ticaret savaşına girdi.

Tanzanya, 23/04/2025 tarihinde yasağa cevap verdi ve iki gün sonra da kaldırdı.Malavi ise, Tanzanya'dan un, pirinç, zencefil, muz ve mısır da dahil olmak üzere birçok tarım ürününün girişini yasakladı.

Malavi'den yapılan ithalatla ilgili olarak Tanzanya, elma ve portakal da dahil tüm tarım ürünlerinin ithalatını yasaklamıştır.Savaş, çoğunluğu hayatta kalmak, gıda ve pazarlara erişmek için bu ticarete bağımlı olan fakirlerden oluşan Tanzanya ve Malavi'deki tüccarların ve ihracatçıların geçim kaynaklarını ciddi şekilde aksatmıştır.

Bu mahsul savaşı, kapitalist politikacılar ve onların hükümetlerinin büyük ölçüde ihmalkar ve pervasız olduklarına işaret etmektedir.Zira söz konusu yasağın yol açtığı vahim sonuçlara rağmen, her iki ülke de yerel satıcıları, sınır ötesi ticareti engellemeyi ve bunun sıradan insanların yaşamları üzerindeki etkisini hiç önemsemiyorlar; bu yüzden sonuçlarına bakmaksızın hiç tereddüt etmeden dişe diş önlemler aldılar. Nitekim 25 Nisan 2025 tarihinde BBC'ye konuşan Malavi-Karonga kasabasındaki küçük satıcılar, tonlarca miktardaki ürünlerinin çürümeye başladığını ve Tanzanya'ya girişlerinin engellenmesinin ardından denize atıldığını söylediler.Aynı senaryo Tanzanya'dan gelen tonlarca domates ve muzda da yaşanmış ve sonunda ürünler sınır kontrol noktasında çürümüştür.

Bu mahsul savaşı, sömürgeci Batı’nın dayattığı sınırlar nedeniyle Malavi ve Tanzanya arasında uzun süredir devam eden bir çatışmanın sonucudur.Zira iki ülke, 1960'larda İngiltere'den bağımsızlıklarını kazandıklarından beri, periyodik olarak Nyasa Gölü (Malavi Gölü) üzerinde sınır anlaşmazlığı yaşıyorlar.

Sömürgecilik tarafından çizilen sınırlar, Afrika ülkelerinde vahim etkiler bırakarak acı bir gerçeklik haline gelmiş ve bu da ülkelerin, büyük yıkıma neden olan birçok ekonomik, diplomatik ve askeri şiddet olaylarıyla mücadele etmelerine neden olmuştur.

Böylesine köklü bir sınır ötesi ticari anlaşmazlığı çözmek için, bu tür anlaşmazlıkları ortaya çıkaran Batı kapitalist sisteminin tamamen ortadan kaldırılması ve onun yerine Hilafet Devleti'nin altında İslam'ın gelmesi gerekir ki bu sayede, Afrika kıtasındaki mevcut ülkeler de dahil olmak üzere Müslüman ülkeler ve diğer gelişmekte olan ülkelerde tarihi bir kurtuluş gerçekleşecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Said Bitumva - Tanzanya

Devamını oku...

Hindistan ve Pakistan Arasındaki Çatışmanın Sınırı Amerika’nın Çin'e Yönelik Politikasının ve Stratejisinin Sınırına Bağlıdır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hindistan ve Pakistan Arasındaki Çatışmanın Sınırı

Amerika’nın Çin'e Yönelik Politikasının ve Stratejisinin Sınırına Bağlıdır

Pakistan'da iktidardaki askeri rejim Amerika'nın bir uydusu olarak görülüyor ve askeri liderleri, uzun süre devam etmesini arzuladıkları ikili ortaklık adına Amerika'ya olan sadakatlerini her zaman teyit ettiler, çünkü Pakistan'daki askeri rejim ABD politikasının ve İslam'la savaşma ve stratejik rakibi Çin'i sınırlamak ve zayıflatmak için Avrasya'ya hakim olma yönündeki büyük stratejisinin bir aracıdır.

Aynı şekilde Hindistan'daki Modi rejimi, İslam'a darbe indirmek, Çin'i dizginlemek ve çevrelemek için tamamen Amerikan siyasetine dahil olmuş ve Hindistan, Modi ile birlikte Amerika'nın stratejik ve jeostratejik politikasında kilit bir oyuncu haline gelmiştir.

Pakistan ve Hindistan rejimlerinin Amerika'ya tabi olması ve Hindistan ile Pakistan arasındaki jeostratejik çatışmanın tehlikeli Avrasya bölgesinde ve Çin'in batı sınırlarında yer alması ve iki ülke arasındaki son çatışma, Amerikan politikası çerçevesinde okunabilir ve çatışmanın stratejik ve jeostratejik sınırı, Amerika'nın Avrasya bölgesindeki politikasının sınırına bağlıdır.

Amerika, Çin'i çıkarları için en büyük tehdit ve Avrasya'daki hegemonyası için en tehlikeli rakibi olarak görmektedir; Çin tehlikesine karşı stratejisinin pratik tercümesi, Asya ve Pasifik ülkelerini kullanarak Çin'i düşmanca bir ateş çemberiyle kuşatmak ve bu maksat için Hint Yarımadası'nı, özellikle Hindistan'ı kullanmak olmuştur ve gaye de, öncelikle Çin'i dizginlemek, sonunda onu zayıflatarak kontrol altına almaktır.

Bu da Amerika'nın Hindistan'ın gücünü artırmasını, Hindistan'ın rakibi Pakistan'ı zayıflatmasını, işgal altındaki Keşmir'i tarafsızlaştırarak Pakistan-Hindistan çatışma dairesinden çıkarmasını, Hindistan'ı Çin'e karşı bölgede jeostratejik bir güç olarak dayatmasını ve Pakistan yöneticilerinin, Hindistan'ın Ağustos 2019'da işgal altındaki Keşmir'in Hindistan'ın bir parçası olduğunu ilan etmesinin akabinde Amerikan stratejisine tamamen boyun eğip teslim olduğunun ortaya çıkmasını gerektirmektedir.

Hindistan, her zaman Amerikan stratejik politikası açısından, Batı'nın sömürgeci stratejik mirasının bir parçası olarak görülmüştür; zira daha dün Hindistan, İngiliz stratejisinin bir parçasıyken bugün ise kendisini Amerikan stratejisinin eline teslim etmiş olup Amerika da onu Avrasya bölgesindeki jeostratejik politikalarında ve projelerinde kullanmaktadır. 2002 yılının Ekim ayında ABD Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan bir raporda, “ABD ordusu, Hindistan'daki üs ve askeri altyapıya ulaşmaya yönelik çalışma planlarını sürdürüyor... Hindistan'ın Orta Asya'daki stratejik konumu ve Orta Doğu ile Uzak Doğu arasında bir köprü görevi görmesi, bu ülkeyi ABD ordusu için cazip bir hale getiriyor” ifadeleri yer almıştır. 2005 yılında Pasifik Komutanlığı temsilcisi, Amerikan Savaş Akademisi önünde daha açık bir şekilde şunları söylemişti: “Hindistan'ın somut desteğine ihtiyacımız var; çünkü stratejik hedeflerimiz küresel niteliktedir... ABD'nin gücü, Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia Adası ile Pasifik Okyanusu'ndaki Okinawa ve Guan arasındaki bölgede hâlâ ciddi şekilde zayıftır.” 

Böylece Amerika, Hindistan'ı militarize etmeye (askerileştirmeye) ve savaş kapasitesini güçlendirmeye başlamış olup amacı da Hindistan'ı güvenlik stratejisine dahil etmek ve onu Çin'e karşı kişiselleştirdiği soğuk savaşına sürüklemektir. Hindistan'ın ABD stratejisine dahil edilmesi süreci 2004 yılında başlamış ve Modi hükümeti ile Trump'ın ilk döneminde daha hızlı bir şekilde ilerlemiştir; zira 2016 yılında Hindistan, Amerika ile lojistik değişim anlaşması imzalamış ve bu anlaşma, her iki ülkenin belirli amaçlarla diğer ülkenin askeri tesislerini kullanmasına izin vermektedir; nitekim 2020 yılında da ilk anlaşmayı pekiştirmek için benzer bir anlaşma daha imzalanmıştır. Ayrıca Hindistan, ABD ile iki ülke orduları arasında şifreli iletişimi güvence altına alan anlaşmalar da imzalamış ve Hindistan'ın silahlanma programı ABD silah şirketlerinin pazarına yönelmiştir.

Ve bugün, 13 Şubat 2025'te Modi'nin Amerika'ya yaptığı son ziyaret ve “büyük dost” olarak nitelendirdiği ABD Başkanı Trump ile yaptığı görüşmenin ve imzalanan stratejik anlaşmaların ardından, Trump yönetiminin Hindistan'ın militarizasyonunu hızlandırma ve stratejik kapasitelerini güçlendirerek onu Çin'e karşı Amerikan stratejisine entegre etme kararlılığı ortaya çıkmıştır ve Modi, Amerika'nın bunu gerçekleştirmesi için bir fırsattır. Ziyaret öncesinde Hindistan Dışişleri Bakanlığı, Modi ve Trump'ın, Amerika, Hindistan, Japonya ve Avustralya'nın dahil olduğu Çin'e karşı yapılan Asya ve Pasifik bölgesindeki güvenlik ittifakı olan “Quad”ın güçlendirilmesini ele alacaklarını açıklamıştır. Bunun ardından 21 Ocak 2025 tarihinde Washington'da düzenlenen “Quad” ittifakı toplantısında, Trump yönetiminin Çin tehdidini stratejik öncelikleri arasında ilk sıraya koyduğuna dikkat çekilerek, Hint-Pasifik bölgesinin güvenliğini güçlendirme taahhüdü yinelenmiştir.

Trump, Modi ile düzenlediği ortak basın toplantısında “Hindistan'ın ABD'den petrol ve gaz ithal etmesi konusunda anlaştık” dedi. Modi de şuna dikkat çekti; “Hindistan'ın enerji güvenliğini sağlamak için petrol ve gaz ticaretine odaklanacağız... Enerji altyapısına yapılan yatırımlar aynı şekilde nükleer enerji alanında da artacaktır.” Modi, ülkesinin ve Amerika'nın, stratejik mineraller için güçlü tedarik zincirleri oluşturmaya odaklanacağını ve Amerika ile karşılıklı ticaret hacmini birkaç katına çıkarmaya çalışacaklarını açıkladı. Aynı şekilde Trump, Washington'un Yeni Delhi'ye F-35 savaş uçakları satacağını, böylece Hindistan’ın, bu son teknoloji ürünü uçaklara sahip az sayıdaki ülkeden biri olacağını açıkladı. Ve şunu da vurguladı; “Bu yıldan itibaren Hindistan'a askeri satışlarımızı milyarlarca Dolar artıracağız.” Yine Hindistan'a son tahlilde F-35 savaş uçakları tedarik etmenin önünü açıyoruz. Aynı şekilde Amerikan şirketi General Electric ile Hint şirketi Hindustan Aeronautics arasında imzalanan anlaşma, Hindistan'da Hint uçakları için jet motorları üretilmesine ve Amerika'da üretilen silahlı insansız hava araçlarının satılmasına izin verecektir. Ayrıca ortak açıklamada, “Liderler, 21. yüzyılda ABD ve Hindistan arasında büyük savunma ortaklığı için on yıllık yeni bir çerçeve anlaşması imzalamayı planladıklarını” da duyurdular.

Bu anlaşmalar, Amerika için büyük bir stratejik atılım olarak değerlendiriliyor; çünkü bu anlaşmalar, Amerika'nın Hindistan için hassas ve önemli stratejik sektörleri (enerji, nükleer, nadir mineraller, hava kuvvetleri ve güvenlik) kontrol ve denetim altına almasına ve Hindistan'ı Amerika'nın Çin'e karşı soğuk savaşında kullanmasına imkan veriyor.

Hindistan ile Pakistan arasındaki son askeri olay, Amerika'nın Avrasya bölgesine yönelik politikasının genel çerçevesi kapsamında ve stratejisi bağlamında yer almaktadır ki bu da stratejiyi bozan veya sabote eden bir unsur değil, stratejiye hizmet eden ve yardımcı olan bir unsurdur. Amerika'nın stratejisinin ana tarafı olan Hindistan, Pakistan'a karşı askeri operasyonu başlatan taraf olup dikkat çekici olan, Hindistan'ın olayları ilk andan itibaren kontrol altına almaya ve sona erdirmeye çalışmasıdır; zira Hindistan ordusu yaptığı açıklamada, güçlerinin "Pakistan ve Pakistan işgali altındaki Cammu ve Keşmir'deki terörist altyapısını hedef alan bir saldırı başlattığını, buradan Hindistan'a yönelik terörist saldırıların planlanıp yönlendirildiğini" ve toplamda dokuz yerin hedef alındığını söyledi. Ve şu eklemede bulundu: “Eylemlerimiz odaklı, mutedil ve gerilimi azaltıcı olup hiçbir Pakistan askeri tesisi hedef alınmamıştır”; bu da olayın amacının ve dürtüsünün, dışarıda aranması gerektiği anlamına gelmektedir. Ayrıca dikkat çekici olan bir diğer nokta, Hindistan hava kuvvetlerinin kayıplarının boyutudur ki bu, savaş düzeyine bile ulaşmayan sınırlı bir askeri olay için bir felaket olarak değerlendirilebilir; zira Amerikan CNN kanalı bu konuyla ilgili olarak, “Hindistan ile Pakistan arasındaki son çatışma, Hindistan hava kuvvetlerinin sınırlılığını ortaya koymuştur” yorumunda bulundu. Pakistan güvenlik kaynakları da, düşürülen 5 Hindistan uçağından 3'ünün “Rafale” tipi olduğunu söylemiştir. Bu uçak, Hindistan Hava Kuvvetleri'nin en gelişmiş savaş uçakları arasında yer almaktadır ve son yıllarda Yeni Delhi'nin askeri gücünü artırma çabaları kapsamında satın alınmış olup Hindistan, hava filosunda Fransız "Dassault Aviation" şirketinden satın aldığı 36 adet "Rafale" savaş uçağına sahiptir. Ayrıca, Rus yapımı bir MiG-29 ve bir Sukhoi Su-30 uçağı da düşürülmüş olup Hindistan, savunma teçhizatının yaklaşık %60'ını Rusya'dan temin etmektedir ve aynı zamanda bir de Heron tipi insansız hava aracı da düşürülmüştür.

Bu durum, Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan son olayın, geçici bir güvenlik olayına tepki değil, büyük bir siyasi kırılma olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Modi'nin son ABD ziyaretinde imzaladığı anlaşmalar, ABD'nin Hindistan'ın ekonomik, askeri, güvenlik ve stratejik dokusuna yönelik en büyük nüfuzu olarak değerlendiriliyor; nitekim Hindistan siyasi sınıfındaki siyasi gerginlikler ve kutuplaşmaların ortasında, bu tür anlaşmaların geçirilmesi, Modi ve ABD'nin nüfuzu için ağır bir siyasi darbe olacaktır. Son askeri olay, bu anlaşmaları meşrulaştırmak ve haklı çıkarmak için gelmiştir; zira Hindistan hava kuvvetlerinin bu büyüklükteki bir başarısızlığı, Amerika ile askeri anlaşma ve Fransız ve Rus silahlarının başarısızlığı ve sınırlılıklarının ortaya çıkmasının ardından Amerikan hava kuvvetlerine olan stratejik ihtiyaç için bir gerekçe oluşturmaktadır; ayrıca Amerikan teknolojisinin üstünlüğü nedeniyle anlaşmanın diğer savunma alanlarına genişletilmesi için bir gerekçe oluşturmaktadır. Yine Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş ve Rusya'ya uygulanan yaptırımlar, Modi'ye Rusya pazarından vazgeçip savunma ve enerji alanında Amerika'ya bağımlı hale gelmek için bir gerekçe sunuyor; bu da Hindistan'ın Rusya'dan gelen enerji ve savunma tedarik zincirini koparmasına yardımcı olacak ve bu da Rusya'nın zayıflamasına ve Amerika'nın stratejisine hizmet etmesine neden olacaktır.

Hindistan ve Pakistan arasındaki son olay, Modi'nin ABD politikasına ve Çin'e yönelik stratejisine tam olarak dahil olduğunu ve Hindistan'ı ve tüm stratejik sektörlerini ABD'ye bağladığını gizlemek için bir kılıftır.

İneğe tapan bir Hindu'ların bunu yapması hiç şaşırtıcı değildir ancak asıl utanç verici ve iğrenç olan, Pakistan'daki hain Müslüman yöneticilerin, Amerika'nın azim İslamlarına ve ümmetlerine karşı savaşına katılmaları ve Amerika'nın zalim ve vahşi hegemonyasına hizmet etmeleridir ki bunun bedelini ise Müslümanların kanları ve servetleri ödemektedir.

Ey yeryüzünün doğusu ve batısındaki Müslümanlar topluluğu: Yöneticileriniz, ama tüm yöneticileriniz, İslam'ınızı kökünden söküp atmak, topunuzu dinamitlemek ve düşmanınız adına sömürge mahallelerini yönetmek için sömürgecinin ajanları olup sizin davanıza ihanet ederek düşmanlarınıza hizmet etmektedirler; yöneticileriniz, ama tüm yöneticileriniz sizin düşmanlarınızdır. Peki aklı başında biri için, düşmanının kendi yöneticisi olması mantıklı mıdır?!

هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin. Nasıl da döndürülüyorlar.” [Münafıkun 4]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Haberlere Bakış 15/05/2025

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haberlere Bakış

15/05/2025

Trump, Ahmed eş-Şara'yla görüştü ve Amerika'nın şartlarını kabul ettiği için onu övdü

ABD Başkanı Trump, 13/5/2025 tarihinde Suudi Arabistan'a ulaştıktan sonra yaptığı konuşmada, Suriye'ye yönelik yaptırımları tamamen kaldıracağını açıkladı. Daha önce de Suriye'ye yönelik yaptırımları hafifleteceğini ve Türk mevkidaşı Erdoğan'ın kendisinden bu konuyu ele almasını istediğini açıklamıştı. Ve şöyle dedi: “Pek çok kişi bana bunu sordu çünkü onlara (Suriye’ye) uyguladığımız yaptırımlar gerçekten de pek bir başlangıç imkânı sağlamıyor.Bu nedenle nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünmek istiyoruz.”

Bunun ardından, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın daveti ve huzurunda Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ile 33 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeye telefonla katılan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, eş-Şara'nın Trump'ın şartlarını kabul etmesi gerektiğini söyledi.Bu nedenle Trump daha sonra eş-Şara'yı överek, “Eş-Şara ile görüşmeler harika geçti” dedi ve onu “genç, çekici, sert yapılı, harika ve güçlü bir geçmişe sahip” biri olarak nitelendirdi.Riyad'dan ziyaretinin ikinci durağı Doha'ya giderken başkanlık uçağında gazetecilere şunları söyledi: “Ona, umarım işler istikrara kavuştuğunda İbrahim Anlaşması'na katılırsınız' dedim. O da 'Evet' dedi. Ancak önlerinde yapacakları çok iş var.”

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Türkiye Cumhurbaşkanı, Suriye'de barış ve refahı teşvik etmek için Suudi Arabistan'la birlikte çalışma sözü verdi.” Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı'ndan 5 talepte bulunduğunu açıkladı. Bunlardan ilki: Yahudi varlığı ile ilişkileri normalleştirmek için İbrahim Anlaşması’nı imzalamak. İkincisi: Tüm yabancı savaşçıların Suriye'yi terk etmesini istemek. Üçüncüsü: Filistinli silahlı hareketlerin unsurlarının sınır dışı edilmesi. Dördüncüsü: IŞİD'in geri dönüşünü engellemek için ABD'ye yardım etmek. Beşincisi: IŞİD'in Suriye'nin kuzeydoğusundaki gözaltı merkezlerinin sorumluluğunu üstlenmek.

Eş-Şara, ABD Başkanı ile görüşmeden önce Suriye ile ABD arasındaki ilişkileri güçlendirmek için başkent Şam'da Başkan Trump'ın adını taşıyan bir kule inşa etmek, “İsrail” ile açılım yapmaya açık olmak ve ABD'nin Suriye'nin petrol ve gaz rezervlerine erişimi gibi çeşitli fikirler sundu!

İşte Müslümanların başındaki bu yöneticiler, yaratılmışların şerlisi olup ikiyüzlülüğe, düşmana taviz vermeye ve onun istediği ve şart koştuğu her şeyi kabul etmeye alışmışlar ve onların yanında izzet arıyorlar.بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً *‏ الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعاًMünafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 138-139]

------------

Trump, ticari anlaşmalar ve yatırım adı altında ümmetin servetlerini yağmalıyor

ABD Başkanı Trump, Suudi Arabistan yöneticilerinin, ABD'ye yaklaşık 600 milyar Dolar yatırım yaptıklarını ve bunun 142 milyar Dolarının savunma sanayi alımları için olduğunu belirterek, bunu tarihi bir anlaşma olarak nitelendirdi.Trump'un Katar ziyaretinde; El Cezire 14/5/2025 tarihinde, Katar'ın ABD Başkanı'nın ülkeyi ziyareti sırasında Boeing şirketi ile şimdiye kadarki en büyük uçak anlaşmasını imzaladığını ve bunun Katar Havayolları'nın lehine olduğunu duyurdu.Beyaz Saray, anlaşmanın 96 milyar Dolar karşılığında 210 uçağı kapsadığını belirtti. Bu, ABD başkanının anlaşmanın değerinin 200 milyar Dolar olduğunu söylemesine dair bir düzeltmeydi ki bu da motor anlaşmalarının da eklendiğini gösteriyor. Zira Katar Havayolları, Boeing ile motor satın alımını da kapsayan başka sözleşmeler imzaladı ve aynı şekilde General Electric Aviation ile de imzaladı.Trump, bu anlaşmanın şirket tarihindeki en büyük anlaşma olduğunu söyledi.Katar'ın El Cezire kanalı, Katar'da 800'den fazla Amerikan şirketinin yatırım yaptığını, bunların 120'sinin %100 Amerikan sermayeli olduğunu ekledi.ABD Başkanı Trump'ın, 15/5/2025 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri'ne ulaştığında, Abu Dabi Emirliği başkan yardımcısı ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin ulusal güvenlik danışmanı Tahnun bin Zayed ile 21/3/2025 tarihinde Beyaz Saray'da Trump ile imzalanan ve 10 yıl içinde 1.4 trilyon Dolarlık yatırım adı altındaki anlaşmaların resmen imzalandığını duyurması bekleniyor.Böylece ümmetin paraları sömürgeci Amerika'nın çıkarı için heder ediliyor ve Suriye, Mısır, Sudan ve diğer Müslüman ülkeleri de Amerika'dan yardım istiyor!İster Amerika'da yatırım yapsın ister Amerika'dan dilensin bu ülkeler, Amerika'nın kontrolü ve kibri altında kalıyor ve Amerika da tüm şartlarını kabul etmeleri için onlara şantaj yapıyor;bu şartların başında, Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak, Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak ve yeniden İslam ile hükmetmek ve Hilafeti kurmak için çalışanlarla, “terörle mücadele” adı altında savaşmak geliyor.

-----------

Kürdistan İşçi Partisi (PKK), kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi bıraktığını açıkladı

Kürdistan İşçi Partisi, 12/5/2025 tarihinde, kendini feshettiğini ve 1984 yılında başlattığı ve yaklaşık 40 yıl boyunca 40 binden fazla kişinin hayatına mal olan Türkiye'ye karşı silahlı mücadelesini bıraktığını açıkladı.

Partiye yakın Fırat Ajansı, lider Apo'nun "Abdullah Öcalan'ın" 27/2/2025'te yaptığı “barış ve demokratik toplum” çağrısı üzerine bu adımın atıldığını belirten açıklamasını aktardı.Parti, 5-7 Mayıs tarihleri arasında 12. kongresini gerçekleştirdi.Açıklamada, partinin “tarihi görevini tamamladığı ve demokratik siyaset yoluyla Kürt meselesini çözüme ulaştırdığı” belirtildi ve partinin, “lider Apo'nun "Abdullah Öcalan'ın" pratik uygulama sürecini yürütmek ve yönetmek için bir karar aldığı” da ifade edildi.Kürdistan İşçi Partisi'nin örgütsel yapısını feshetme, silahlı mücadele yöntemini sonlandırma ve Kürdistan İşçi Partisi adına yürütülen faaliyetleri sona erdirme kararlarıdır.”

Yaptığı açıklamada kendisine uygulanan baskılara işaret ederek şöyle dedi: “Zorlu koşullara rağmen, yani devam eden savaş, hava ve kara saldırıları ve Kürdistan Demokratik Partisi'nin (Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan bölgesinde iktidarda olan parti) bölgemize uyguladığı ablukaya rağmen konferansımız barış içinde gerçekleştirildi.”

Görünen o ki parti içindeki İngiliz ajanları, Amerika, Türkiye ve Irak'ın, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne, partiye verdiği desteğin durdurulması yönünde baskı yaptığı bu baskılara karşı koyamamışlardır. Bu nedenle PKK unsurlarını Suriye'den çıkarmak ve bu parti ile ilişkileri kesmek için saldırıya geçerek ona yönelik kuşatmayı ve aynı şekilde ABD yanlısı “SDG” üzerinde baskıları sıkılaştırdı.Abdullah Öcalan'ın çağrısının parti içindeki önemli kanatlar üzerinde etkisi olduğu ve İngiliz ajanlarının elinde bulunan parti liderliği üzerindeki baskıları artırdığı ve onları, bu kararı alan bu konferansın yapılmasını kabul etmek zorunda bıraktığı ortaya çıkıyor.

Öte yandan bu partinin çağrısı, Türkiye rejiminin çağrısı gibi, İslam'ın haram kıldığı kokuşmuş bir milliyetçiliktir; oysa İslam, Araplar, Türkler, Kürtler, Farslar ve diğerlerini, tek bir ümmet altında, tek bir İmamın altında, yani onları İslam ile yönetecek bir Halife'nin gölgesinde birleştirmeye çağırmaktadır.

------------

Bangladeş geçici hükümeti, Avami Birlik Partisi’ni yasakladığını açıkladı

Bangladeş geçici hükümeti, 12/5/2025 tarihinde, firari eski başbakan ve şu anda Hindistan'da yaşayan Hasina'nın liderliğindeki Avami Birlik partisini ve bu partiye bağlı örgütleri terörle mücadele yasası uyarınca yasakladığını duyurdu.Hükümet, partinin insanlığa karşı suçlar işlemiş olması gibi yasaklamayı gerektiren nedenleri öne sürdü ve yasak, parti liderlerinin yargılanması tamamlanana kadar yürürlükte kalacak. Aynı zamanda Seçim Komisyonu, partinin kaydını iptal etti ve seçimlere katılmasını yasakladı.

ABD'nin ajanı Muhammed Yunus'un başkanlığındaki geçici hükümetin, İngiltere'nin desteği ve Hindistan yanlısı Hindistan Kongre Partisi hükümeti döneminde Hindistan'ın doğrudan müdahalesiyle Bangladeş'i Pakistan'dan ayırma suçunu işleyen Avami Partisi'ne mensup olan İngiliz ajanlarını tasfiye etmeye çalıştığı görülüyor.

Hasina hükümeti, 2009 yılında Hizb-ut Tahrir'i yasaklamıştı ancak onun bu yasağı, partinin keyfi olarak yasaklanması ve ülke genelinde İslam'a aykırı keyfi ve zalim eylemlerde bulunduğunun ispatlanması nedeniyle geçersiz sayılmıştı.Yeni hükümetin, bu samimi partiye adaletli davranacağını ilan etmesi ve onun, ümmeti kalkındırmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çok rahat bir şekilde çalışmasına izin vermesi gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Esad Mansur

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER