Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yeni Bir Soğuk Hava Dalgası ve Gazze Halkının Giderek Kötüleşen Trajedisine Dair Uyarılar

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yeni Bir Soğuk Hava Dalgası ve Gazze Halkının Giderek Kötüleşen Trajedisine Dair Uyarılar
Yüzüstü Bırakanların Duygularını Kim Uyandıracak?!

Haber:

Gazze Şeridi'nde Pazar günü soğuk hava dalgası nedeniyle bir çocuk ve bir genç kız hayatını kaybederken, yağmur suları ve şiddetli fırtınalar, yerinden edilmiş insanların binlerce çadırının sular altında kalmasına ve uçmalarına neden oldu.

Pazar sabahı Filistin Haber Ajansı, Meteoroloji Dairesi'nin Filistinlilere, ülkenin gök gürültülü fırtınalar ve 20 ila 50 milimetre arasında değişen yağışlarla birlikte yeni soğuk hava dalgasının etkisine gireceği ve bunun da yerinden edilmiş kişilerin çadırlarına zarar verebileceği ve tamamen söküp atabileceği konusunda uyarıda bulunduğunu aktardı.

Yorum:

Sivil savunmadan yapılan açıklamaya göre, Gazze'de bu Aralık ayında başlayan soğuk hava dalgasının etkisiyle 4'ü çocuk olmak üzere 17 Filistinli hayatını kaybetmiş ve işgal tarafından evleri yıkılan yerinden edilmiş kişilerin barınak merkezlerinin yaklaşık %90'ı sular altında kalmıştır. Ayrıca Gazze'deki Hükümet Medya Ofisi'nden alınan verilere gör fırtınalar, çadırlarda ve asgari düzeyde bile koruma sağlamayan ilkel barınak merkezlerinde yaşayan çeyrek milyondan fazla yerinden edilmiş kişilerin zarar görmesine yol açmıştır. Aynı şekilde soykırım ayları boyunca Yahudilerin bombalamaları sonucu zarar gören çok sayıda konut binası yağmur ve rüzgar nedeniyle çökmüştür.

Bununla bağlantılı olarak, Cumartesi akşamından beri Gazze Şeridi'ni vuran yağmur ve şiddetli rüzgarlar, yerinden edilmiş Filistinlilere ait binlerce çadırın uçmasına ve Şeridin çeşitli bölgelerinde de sular altında kalmasına neden olmuştur. Ayrıca Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus şehrinin sahilinde kurulan yüzlerce çadır da yükselen deniz dalgaları nedeniyle sular altında kalmıştır. Yine Pazartesi günü başlayacak dördüncü soğuk hava dalgasıyla birlikte bu trajik koşulların daha da kötüleşmesi beklenmektedir!

Gazze halkına yardım etmek için kıllarını dahi kıpırdatmayan ey ordular!

Bu sert dondurucu soğukta analarınızın, sadece ıslak giysilerle örtünmüş halde açık havada geceleyerek sürekli acı çekmesine razı mı olacaksınız?! Daha birkaç aylık ciğer pareleriniz olan bebekleriniz için buna razı olur muydunuz; Vallahi uzun bir süre katlanamayacaklardır?!  Peki miskin küçük çocuklar ve mazlum yaşlılar için buna razı mı olacaksınız?! Onların damarlarındaki kanı donup soğuktan ve açlıktan ölene kadar öylece durup izleyecek misin?!

Vallahi ben, kardeşlerini destekleme gücüne sahip olup da yüzüstü bırakarak onlara yardım etmemelerine hayret ediyorum! Peki bu gaflet içinde olanların duygularını kim uyandıracak?! أَرَضِيْتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌDünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” [Tevbe 38]

Eğer tövbe edip üzerinizdeki bu ihmalkarlığı atmazsanız, Vallahi alışverişinizi kaybedeceksiniz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir – Tunus

Devamını oku...

Uluslararası Sözleşmeler ve İnsani Sloganlar, Sömürgeci Ülkelerin Çıkarlarının Gerçekleşmesi Söz Konusu Olduğunda Etkisiz Kalıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Uluslararası Sözleşmeler ve İnsani Sloganlar, Sömürgeci Ülkelerin Çıkarlarının Gerçekleşmesi Söz Konusu Olduğunda Etkisiz Kalıyor

Haber:

Sudanlı doktorlar: Hızlı Destek Güçleri milisleri, akrabalarının Sudan ordusuna mensup olduğu bahanesiyle Batı Kordofan eyaletindeki Babanusa şehrinden sınır dışı ettikleri 73 kadın ve 29 kızı El-Mucled şehrinde gözaltına aldı.

Yorum:

Sudan'daki trajik durum, hem modern hem de eski tarihte eşi benzeri görülmemiş bir durumdur; zira binlerce insan ölmüş, milyonlarcası yerinden edilip yıkım ve tahribat yaşamış ve namusları ihlal edilmiştir...

Bütün bunlar ve daha fazlasının sebebi, Sudan'da hiç kimsenin hiçbir çıkarının olmadığı bu savaştır; zira bu, kâfirler tarafından planlanan ve onlardan emir alan ajanlar tarafından uygulanan günahkâr bir eylemdir.Amerika'nın gayesini gerçekleştirmek için, ordu komutanları ve hızlı destek güçlerinin, tüm kirli suç araçlarını ve yöntemlerini kullanarak çerçeve anlaşması projesini uzaklaşmasını sağlamak için garanti altına aldığı bu savaşın uzatılması gerekiyordu.

Kadınların ve çocukların gözaltına alınması, uluslararası hukuku ve silahlı çatışmalar sırasında sivillerin hedef alınmasını veya baskı aracı olarak kullanılmasını yasaklayan tüm sözleşmeleri açıkça ihlal etmesine rağmen, ancak bu sahte sözleşmeler ve yalancı insani sloganların, sömürgeci ülkelerin çıkarlarını gerçekleştirmekle ilgili olduğunda hiçbir etkisi veya faktörü olmamaktadır.

Batı'nın şüpheli hedefleri uğruna trajediler ve savaşlarla dolu Sudan ve diğer Müslüman ülkelerin halklarının çektiği acılar, ancak Müslümanların otoritesini yeniden tesis edecek ve alemlerin Rabbinin şeriatıyla hükmedecek bir devletle sona erecektir;böylece tüm krizler sona erecek, adalet tesis edilecek, devletin ve ümmetin şerî hakları açıklanacak, her hak sahibi hakkı olan hakkını alacak, böylece de ülke korunacak, insanların hakları gözetilecek, kan dökülmesi önlenecek ve mallar ve onurlar muhafaza edilecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...

Subaylar ve Kurmaylar, Ümmetin Ordularının Sömürgecinin Ajanları Olan Yöneticilerin Elinde Bir Piyon Olarak Kalmasını Daha Ne Zamana Kadar Kabul Edecekler?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Subaylar ve Kurmaylar, Ümmetin Ordularının Sömürgecinin Ajanları Olan Yöneticilerin Elinde Bir Piyon Olarak Kalmasını Daha Ne Zamana Kadar Kabul Edecekler?!

Haber:

Ürdün televizyonu Cumartesi günü, Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin dün gece Suriye'deki IŞİD hedeflerine yönelik ABD saldırılarına katıldığını bildirdi.Ürdün televizyonu, "Ürdün'ün katılımı, terörizmle mücadele çerçevesinde gerçekleşmiştir..." dedi. (El Cezire Net, 20/12/2025)

Yorum:

Her zamanki gibi Müslümanların başındaki yöneticiler, Amerika kendilerine emir verdiğinde veya Müslüman ülkelere karşı savaşlarında habis projelerini gerçekleştirmeleri için çağrıda bulunduğunda koşar adımlarla cevap verirlerken Müslümanların ve Gazze, Doğu Şeria'nın kardeşi Batı Şeria'da ve ona en yakın ülkedeki zayıflarının çağrılarına cevap vermeye gelince geride durup kabir sessizliğine bürünüyorlar.

Gazze ve Batı Şeria iki yıldan uzun bir süredir lime lime doğranıp Yahudi varlığı, Amerika ile işbirliği içinde, tüm bölgede fesat saçıp Lübnan, Suriye, Yemen ve İran'ı vurduğu halde Ürdün rejimi bunu bölgenin güvenliği için bir tehdit veya istikrarının bozulması olarak görmemiştir!

Amerikan güçlerinin Suriye'de gerçekleştirdiği saldırılar ve bu saldırıları gerçekleştirmek için benimsediği bahaneler, şüpheli bir zamanda gelmiştir; zira bu saldırılar, Amerika'nın yeni Suriye liderliğiyle birlikte muhalifleri, Müslümanları ve mücahitleri tasfiye edip takip etmek için işbirliğine başlamasından ve yeni Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın Amerika ve projeleriyle işbirliğine devam etmesi için zemin hazırlamasından sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Amerika bunu, Müslümanların güvenliğini bozmaya ve ülkeleri ve siyasi kararları üzerinde hegemonyalarını dayatmaya devam etmek için “terörle mücadele” bahanesini yeniden canlandırmak için bir gerekçe olarak kullanmıştır.

Ey Müslüman ordular içindeki subaylar ve kurmaylar; adamları, teçhizatı ve onları kurmak ve eğitmek için gösterilen çabalarla birlikte bu ordular, sizin boyunlarınızdaki bir emanettir; bu nedenle sizin, onları Amerika'nın dilediği gibi manipüle edip harekete geçirebileceği kartlar haline getirmeniz caiz değildir! Hain yöneticiler kâfirleri kendilerine dost edinip onların hedeflerini kendi hedefleri, onların çıkarlarını kendi çıkarları olarak kabul ederek Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu hadisini sırtlarının arkasına atmışlardır: الْمُؤْمِنُونَ تَكَافَأُ دِمَاؤُهُمْ، وَهُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ، وَيَسْعَى بِذِمَّتِهِمْ أَدْنَاهُمْ. أَلَا لَا يُقْتَلُ مُؤْمِنٌ بِكَافِرٍ، وَلَا ذُو عَهْدٍ بِعَهْدِهِ. مَنْ أَحْدَثَ حَدَثاً فَعَلَى نَفْسِهِ، أَوْ آوَى مُحْدِثاً فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَMüminlerin kanları birbirine eşittir. Onlar kendi dışındakilere (düşmanlarına) karşı tek bir el gibidir, onlardan en aşağı durumda olanı bile zimmetlerinin peşinde koşarlar. Dikkat edin! Kafire karşı bir mümin öldürülmez. Kafirlerden zimmi ve müste’men (eman verilen) gibi Müslümanlarla anlaşması olan kimseler de öldürülmez. Kim bidat çıkarırsa o kendisine eder kim de bir bidat çıkaranı himaye ederse Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun.” Ayrıca Allahu Teala’nın şu kavlini de hiçe saydılar: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَEy iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim ki, onları dost edinirse; o da, onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.” [Maide 51]

Allah bu yöneticiler kahretsin! Zira ümmetin ordularını, düşmanlarıyla savaşmak, ülkelerini ve mukaddesatları kurtarmak ve halklarını desteklemek için harekete geçirmek yerine, tahtlarını korumak ve Amerika'nın ve bölgedeki ve dünyadaki Yahudilerin projelerine hizmet etmek için harekete geçiriyorlar.

Sömürgecinin ajanları olan yöneticilerin elindeki piyonlar olarak kalmaya daha ne zamana kadar devam edeceksiniz ey subaylar ve kurmaylar?!

Ümmetin kalkınmasının ve onun izzetinin, özgürlüğünün ve onurunun yeniden kazanılmasının yolu, öncelikle tiran yöneticilerin tahtlarından geçer; bu yüzden onlardan kurtulmadığımız sürece, ümmetin ordularının kendi çıkarlarını veya ülkesinin çıkarlarını savunduğunu görmeyeceğiz; aksine onlar, sömürgecinin ve onun iradesinin rehinesi olarak kalmaya devam edeceklerdir. O halde kendinizi, davalarınızı ve dininizi, zilletin, aşağılanmanın ve bağımlılığın sebebi olan yöneticilerinizden kurtarmak için acele edin ey subaylar!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Halil Abdurrahman

Devamını oku...

“İşte Senin, Sabredemediğin Şeylerin İçyüzü Budur” [Kehf 82]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْراً

“İşte Senin, Sabredemediğin Şeylerin İçyüzü Budur” [Kehf 82]

Karanlık ve ağır bir gece, uzun ve zorlu bir yolculuk, henüz gerçekleşmemiş bir umudu bekleyen gözler ve sonu gelmeyen sorular; peki neden? Daha ne zamana kadar dayanılmaz olana sabretmek ya da anlaşılamaz olan şeyleri içselleştirmek zorunda kalacağız?

Kafamızın karışık olmasından dolayı bizi kınayamazsınız; çünkü dünyamız fitnelerle dolu, dengeler altüst olmuş ve açıklanamayan olaylara ve mantıkla izah edilmeyen sahnelere tanık oluyoruz; zira Gazze halkının evleri bombalanmakta, aileleri defnedilmekte, mahalleleri terke zorlanmalarından dolayı artık yıpranmış durumda ve yağmurdan parçalanmış çadırlarda yaşamaktadırlar. Çocukları donmakta, aç ve hasta; bu yüzden neden onların yüzüstü bırakıldıklarını soruyoruz? Suriye halkına gelince; değerli kanların döküldüğü ve geride yaslı kadınların ve yetimlerin evsiz kaldığı devrimin ardından, bugün onların aşama veya gerçekçilik adına ilkelerinden ödün verdiklerini, Batı'ya bağlılıklarını terennüm edip durduklarını, bunun halklarının hayatta kalması ve refahları için tek çözüm olarak sunduklarını görüyoruz; bu yüzden şu cevabı olmayan soru yağmuruna tutulmamız hiç de şaşırtıcı değildir: Kanlar, siyasi pazarlarda mı satıldı? Hak sözün sahipleri hapislerdeyken katiller neden serbestler? Bireysel yaşam düzeyinde bile, insanlar neden eziliyor, ihanete uğruyor veya haklarından mahrum bırakılıyor?

O kadar sonu gelmeyen fikirler ve sorular var ki; sonra Kehf suresindeki şu ayet üzerinde düşündüm: مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْراً "İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” [Kehf 82]

Bu ifadenin ağırlığını hissettim; zira sanki bu ifade, insan hayatının derin bir sırrına, acılarına rağmen öğrenmemiz ve kasvetine rağmen kucaklamamız gereken sabır sırrına açılan bir pencere gibidir.

Peki sabredemediğimiz bu şey nedir?

Bu ayet, aklının kaderin hikmetini kuşatmaya muktedir olduğunu düşünen, sonra hikmetin; şeylerin görünüşünde değil, aksine sabrın derinliklerinden ve dünyevi hesaplamalarla ölçülemeyecek bir teslimiyetten yudumlandığını keşfeden kimse üzerindeki etkisi ne kadar da güçlüdür.

Günümüz gerçekliğinde kaç sahne, salih kulun Musa Aleyhisselam ile olan sahnelerine benziyor?

Gemiyi hasara uğrattığında (deldiğinde) bunun bir zulüm olduğunu düşünmüştü, ama aslında bir kurtuluştu!

Çocuk öldürüldüğünde, bunun bir acımasızlık olduğunu düşünmüştü ama aslında bir merhametti!

O zalim kavmin topraklarında duvarlar inşa ettiğinde, bunun boşuna olduğunu düşünmüştü ama bu bir emanetti!

Bugün bizler, sanki hepsini görüyormuşuz gibi kaderler hakkında hüküm veriyoruz ve her perdenin arkasında, görmeyle değil basiretle ölçülebilecek ilahi bir planın olduğunu unutuyoruz; zira kaç hüzünden seni kurtarmıştır ve kaç kayboluştan seni korumuştur!

مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْراً "İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” [Kehf 82] Bu sizin bir acziyetiniz değildir, aksine başınızı durumlara doğru değil, semaya doğru kaldırmayı öğrenmeniz için bir derstir. Yorumuna sabretmeye tahammül edemediğimiz için kaç durumu çabucak reddetmişizdir? Halk tarafından benimsenip kan dökülmesine yol açan ve o an kahramanlığın ve kurtuluşun başlangıcı gibi görünen ama daha sonra önceki rejimin güçlenmesi ve fitneye açılan geniş bir kapı olduğu ortaya çıkan kaç siyasi sahne veya devrimci karar olmuştur? Bizim için Suriye bir örnektir.

مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْراً "İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” [Kehf 82] Bu sadece eski bir hikâyeden ibaret değildir, aksine yaşadığımız gerçekliğin bir aynasıdır; zira bizden hesaplamaların kutsal sayıldığı bir zamanda imanlı olmamız istenirken, etrafımızdaki her şey zıt ve çelişkili göründüğü bir zamanda bizim sebat etmemiz beklenmektedir; o halde sabırlı olup ihmalkarlık veya aşırılık göstermeden Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in öğretilerine bağlı mı kalacağız? Yoksa aceleciliğin tuzağına düşüp pusulamızı kaybederek, batmadan önce gemiye ya da hazinesi ortaya çıkmadan önce duvara itiraz eden biri gibi mi olacağız?

Bugün kayıp olarak gördüğümüz bazı durumların aslında gecikmiş bir zafer olabileceğini ve Gazze'den ders çıkarmamız gerektiğini anlamamız gerekir.

Bu makale lüks bir fikir ya da gerçeklikten çekilmeye yönelik bir davet değildir, aksine göğsü daralan, aklı yorulan ve yolu ağır gelen kimse için bir mesajdır.

Hakkın ve Hilafetin kurulmasına davet yolu, uzak ve zorlu görünse de, bunu şu ayet açıklıyor: مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْراً "İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” [Kehf 82] Şayet sabredersek, kurtuluşa ve iktidara giden yol aynıdır.

İşte hikaye burada başladığı gibi gerçek iman da burada başlıyor; zira bugün sabredemediğimiz şey, yarınki kurtuluşunun bir sırrı olabilir.

Ey sıkıntı üzerine ağır gelen ve beklemekten dolayı göğsü daralan kişi, ulul azm peygamberlerinin sabrettikleri gibi sen de sabret ve gerçeklik sana karanlık gibi görünse de sakın umutsuzluğa kapılma. Zira peygamberler bile sınandıktan sonra hikmeti keşfetmişlerdir. Nitekim Efendimiz Musa bile görüşme sona erene kadar salih kulun fiillerini anlamamıştı. Zira bütün bunlar iman için bir imtihan ve yakin için bir sınavdı; bu yüzden sebat et ve sabredenlerden ol. Çünkü her sıkıntıda bir hikmet, her acıda bir mesaj ve her gecikmede görünmeyen bir lütuf vardır.

Bugün sabretmeye katlanamadığımız şeyler, bir gün Allah'a olan inancımızın derinliğinin ve yardımın, dünyevi hesaplamalardan veya zayıf ittifaklardan değil, sadece Allah katından olduğuna güvenimizin kanıtı olacaktır.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَاDe ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır.” [Tevbe 51] Peki Allahu Teala’nın kavlinden kastedileni anladık mı: Allah’ın yazdığı “bizim için” olup “bizim aleyhimize” değildir; bu da rahmete, hayra ve fazilete, yani bize isabet eden şeylerin, eziyet ve zarar gibi görünse de sonunda bizim lehimize olacağına delalet etmektedir. Yani Allah’ın “bizim için” yazdığı şeyde, dünyada ve ahirette bizim için bir hayır ve maslahat vardır demektir. Keşke Allah’ın planına güvenip sabretmeye tahammül edemediğimiz şeylere sabredebilsek.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Radyosu İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Allah'ın Rasulü'nün Minberinden Atılan Bu Nasıl Bir İftiradır? Laikliğin Din Olarak Alınmasına Yönelik Bir Cuma Hutbesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah'ın Rasulü'nün Minberinden Atılan Bu Nasıl Bir İftiradır? Laikliğin Din Olarak Alınmasına Yönelik Bir Cuma Hutbesi!

Allah şahittir ki, aramızdaki zararlı rejimler, dinimiz ve dünyamız için birer yıkım aracından başka bir şey değildir ve Celil olan Subhanehu’nun şu kavlinin hakikatinin tam bir tercümesidir: أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللَّهِ كُفْراً وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?” [İbrahim 28] Zira onlar, dünyamıza, ahiretimize, azim İslam’ımıza, dilimize ve tarihimize karşı çıkıyorlar, bunları eğip bükmek istedikleri gibi azim olan İslamıyla güçlü olan bu ümmetin evlatlarını sapkınlar, facirler ve sömürgeci kafir Batı’nın otlak alanı ve habis sömürgecinin amaçlarının gerçekleşmesi için de birer araçlar yapmak istiyorlar.

Dün onların laikliği, yüzsüz bir papazlık örtüsüne bürünerek insanların keşiş, rahip ve putlarının koruyucusu olmasını istemişti. Ancak bugün onların kafir, facir, aşağılık ve edepsiz laikliği, Vakıflar Bakanlığı'nı dini tahrif eden bir fabrikaya ve Vakıflar Bakanı'nı da Müslümanların imanını tahrip eden bir balyoza, laik sistemin tapınağının baş muhafızına ve kafir yasalarının putlarına dönüştürmesinin ardından insanların kafirler ve facirler olmasını istiyor.

Bu rejimler, açıkça laikliğin küfrüyle sonuçlanmıştır; bakın işte onlar, insanları İslam’ın doğru yolundan uzaklaştırmak için laikliğe koşup yoğunlaşıyorlar ve insanları da Batı’nın kafir ve facir laikliğini taşımaya zorluyorlar. Bakın işte Fas’taki Müslümanların camilerinin minberlerini günahkar rejim, kafir laiklik için borazanlara dönüştürmüştür. Bakın rejimin en alt dehlizlerinde sayfaları karartılan ve rejimin okurlara ve şeyhlere tek bir hutbe olarak dağıttığı ve Fas'taki Müslüman halka dayattığı Cuma hutbesinin, Hicri 21 Cumâde’l Âhir 1447 M. 12/12/2025 Cuma günkü başlığı şöyledir: “Ümmetin Seçimlerine ve Hayatı Düzenleyen Yasalara Saygıya Tam Bir Özen Göstermek.”  Hutbede geçen iğrenç şeyler arasında uydurma yalanlar ve büyük iftiralar vardır: “Tebliğ etmek ve dinin hakikatini ve doğru dindarlığı açıklamak bağlamında… Bugün, toplumun işleri hakkında kapsamlı bir konu hakkında bir konuşma yapılacak ki o da şudur; Hayatı düzenleyen yasalara ve ümmetin kamu işlerindeki tercihlerine saygı göstermenin gerekliliği ki konuşmanın anlamı şudur; Müslümanların aralarında yaptıkları anlaşmaların şartlarına vefa göstermeleri gerekli olup bu anlaşmaların en önemlileri arasında, bugün devleti topluma bağlayan ve hayatı düzenleyen yasalarda formüle edilen diğer tüm hak ve görevlerin kendisinden dallanıp budaklandığı “toplumsal sözleşme” olarak adlandırılan anlaşma yer almaktadır... Allah’ın kulları; hayatın farklı türlerini ve alanlarını düzenleyen yasalara saygı göstermek, şeriatın özündendir; bu yüzden anayasa belgesinde din olarak temsil edilen, sonra insanların özel ve genel işleri konusundaki tüm işlerin kendisinden dallanıp budaklandığı ilk toplumsal sözleşmeye saygı duymak gerekir…”

Bu hutbe ne kadar büyük yalan ve iftiralarla dolup taşmaktadır; laik sistem ve onun rejiminin, azim İslam’ımızın Hilafetinin yıkıldığı, kafir Batı’nın İslam topraklarını sömürgeleştirdiği ve bizim de kafir laikliğine demir yumrukla sımsıkı sarıldığımız dönem olan bir asırdan fazla bir süredir bizi yönetmesi ne tuhaf bir şeydir.

Fas da bir istisna değildir; zira Fransız, İspanyol ve uluslararası sömürgeciler, Tanca'nın kuzeyini kafir laiklikleriyle yönettiler, ardından diğer sömürgeler gibi sömürgecinin boyutuna göre ulusal bir devlet kurdular ve bu devleti de, yasama kökeni ve anayasal kaynağı sömürgeci Fransa’nın ve laik cumhuriyetinin anayasası ve laik yasaları olan laik bir anayasa ile yönettiler.

Rejim tarafından onaylanan ve Fas'ın Müslüman halkına dayatılan 2011 tarihli son anayasa, hayatın tüm yönlerini ve yönetim, siyaset, toplum, ekonomi, eğitim, yargı, medya, düşünce ve kültür gibi toplumun tüm mafsallarını dolduran kapsamlı bir laikleşmenin temellerini atmıştır. 2011 Anayasası, Batılı laik insan haklarını pekiştirmiş, onu hukuk sisteminin temeli haline getirmiş ve Fas'taki Anayasa Mahkemesi'ni de, yasaların anayasaya uygunluğunu ve insan haklarına saygının boyutunu denetlemek aracılığıyla laik yasaların koruyucusu haline getirmiştir; dolayısıyla 2011 Anayasası, 19. maddenin gerekleri ve bu bağlamda rejim tarafından imzalanan ve onaylanan uluslararası sözleşmeler uyarınca, Batılı laik insan haklarını yerel yasalardan üstün kılmıştır.

Devletin, rejimin ve sistemin İslam hakkındaki tüm söylemleri, Fas'ın Müslüman halkını aldatmaya çalışan rejimin tamamen bir aldatmacası olup bu aldatmacaya, ikiyüzlü yalan okuyucular ve ahmak şeyhler de yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla bizler, laikliğin bataklıklarında boğulan, Batı'nın haçlı medeniyet savaşıyla hayatımızı laikleştirmeye ve bizi sapkın laik canavarlara dönüştürmeye çalışan bir sistemle karşı karşıyayız!

Bakın devletin ve sistemin laikliğini onaylayan laik sistemin Vakıflar Bakanı, açık ve net bir şekilde "Biz laikleriz" demiştir; bunu da laik Fransa'nın cumhurbaşkanı Macron ile yaptığı bir görüşmede açıklamış ve Bakan bunu, rejimin parlamento kürsüsünden rejimin milletvekillerinin önünde de ilan etmiştir.

Bu durumu kendi ağzıyla doğrulayan aynı laik Bakan, bugün de iğrenç bir yalan uydurmakta, rejimin okurlarına ve şeyhlerine Fas'taki İslam’ın evlatlarını kâfir laik sisteme boyun eğmeye, dahası yürürlükteki cehaletinin yasalarına saygı duymaya çağıran tek bir hutbe dağıtmakta, aksine yalan üzerine yalan eklemekte ve laikliğin küfrünün, yasalarının zulmünün ve baskısının ümmetin tercihleri olduğunu iddia etmektedir!

Sanki eğitimlerini ifsat etmeyi, çocuklarını cahil bırakmayı ve saptırmayı, ailelerinin ahlaklarını bozmayı ve kızlarının açılması tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki bu arsız medyayı, Toto'nun iğrençliğini ve Marakeş ve Mawazine'deki müstehcenlik, zina ve alkol festivallerini tercih edenler onlarmış gibi; (daha birkaç gün önce Marakeş Film Festivali, zinayı yaymak ve bedensel özgürlük adına müstehcenliği teşvik etmek amacıyla, rejimin (Fas Sinematografi Merkezi) yönetimi tarafından 400 milyon lira tutarında finanse edilerek ahlaksızlığı teşvik eden bir filmi gösterime sunmuştur!) Sanki aileleri için CEDAW'ın ahlaksızlığını ve Rablerinin temiz Hanif şerî hükümlerinin yerine ailelerini parçalamak ve aralarında boşanmaların patlamasına neden olmak için bunu sosyal sistemleri haline getirmeyi tercih edip talep eden Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki ihaneti ve mukaddesatları gasp eden, çocuklarını öldüren ve gururlu Gazze'deki sevdiklerinin kanı daha henüz kurumadığı halde Yahudi varlığıyla normalleşmeyi tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki rızaya dayalı ilişkiler adı altında kendilerine dayatılan faizi, alkolü ve zinayı ve servetlerinin yağmalanmasını ve faizli borçlar denizinde boğulmayı tercih edenler Fas’ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki Rablerinin şeriatını askıya almayı, O'nun emirlerine ve hükümlerine karşı çıkmayı, O'nun kutsallıklarını ağır bir şekilde ihlal etmeyi ve O'na isyan ederek ahlaksız davranışlarda bulunmayı tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi!

Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberinden atılan ne kadar açık bir yalan ve ne kadar büyük bir iftira! Bu nasıl büyük bir zulümdür ey Fas'ın Rabbani alimlerinden oluşan hak ehli!

Allah şahittir ki kafir Batı'nın laikliğini dinimiz, Allah'a isyanı şeriat ve metot haline getirmek, laikliğin küfrünü din edinmeye çağırmak ve Rabbimizin evlerinin ve camilerinin minberlerinden ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem mihrabından bize kin beslemek, şeytani bir iddiadan başka bir şey değildir.

Müslümanların evlerine küfür ve sapkınlıktan başka bir şey getirmeyen, İslam'dan geriye kalanları yok eden, bozan ve çarpıtan, İslam'a karşı savaşlarında sömürgeci görevlerinin aşağılık ve alçakça doğasına uygun olarak sürekli ve her zaman insanların dinlerine müdahale etme saçmalığına dalan,  Batı laikliğinin küfrünü, felsefesini, yasalarını ve kanunlarını pekiştirmekte kararlı olan, böylece insanların dinini ifsat eden, dünyalarını harap eden ve ahiretlerini hüsrana uğratan ve benim de lanet ettiğimi bu rejimler artık ölmüştür.

Kâfir Batı'nın kaprislerine, sömürge devletçiklerine ve onların sömürgeci işlevlerine uygun olan ve ruveybidanın sapkınlığı ve onun pervasızlığıyla orantılı olan bir dindir.

Allah şüphesiz doğru söyledi ve yalancı ve sapkın rejimler ise yalan söyledi: إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَقَدْ أَنزَلْنَا آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ * يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعاً فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌAllah’a ve Rasulü’ne karşı gelenler, daha öncekilerin aşağılandığı gibi aşağılanacaklardır. Halbuki biz apaçık ayetler indirmiştik. Ve kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır. O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yapıp ettiklerini kendilerine haber verecektir. Allah bunları bir bir saymış, onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.” [Mücadele 5-6] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâci Muhammed

Devamını oku...

Şerî Hükmü Açıklamak, Mezhepçi Naraları Kışkırtmak İçin Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Şerî Hükmü Açıklamak, Mezhepçi Naraları Kışkırtmak İçin Değildir!

Haber:

Ürdünlü yetkililer, yılbaşı “Noel” kutlamalarının haram olması ve bu vesileyle kutlamalara katılmama çağrısında bulundukları gerekçesiyle, çoğunluğu Haşimi Üniversitesi öğrencisi olan bir grup kişiyi gözaltına aldılar ancak onlara herhangi bir suçlama yöneltilmedi ve gözaltına alınanlarla görüşme ve iletişim kurulmasına izin verilmedi. Güvenlik yetkilileri, fitne ve dini naraları kışkırtan her türlü yayının takip edildiğini, bunları yayınlayan ve yeniden yayınlayanların takip edileceğini ve gerekli önlemlerin alınacağını açıkladı.

Yorum:

İslam Devleti’nde Hristiyanlar ve Yahudiler, zimmet ehlinin haklarından yararlanıyor ve cizye ödeyerek tebaalar olarak yaşıyorlardı; ayrıca onların, ticaret, tıp, siyaset, ekonomi ve bilim gibi çeşitli alanlarda bariz bir rolleri de vardı. Nitekim Ömeriye ahdinden beri İslam Devleti’nin koruması altında yaşamışlar ve bayramlarını ve ritüellerini evlerinde ve ibadet yerlerinde sürdürmüşlerdir. El-Faruk, onlara, bayramlarını Daru’l İslam’da ortaya çıkarmamaları gerektiğini şart koşmuş ve Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Acemlerin dedikodularından sakının ve müşriklerin bayram günlerinde onların kiliselerine girmeyin, çünkü gazap onların üzerine inecektir.” Bu durum, Raşidi Hilafetten Osmanlı Hilafetine kadar birbirini takip eden yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Hilafetin yıkılması, İslam'ın uygulamadan kaybolması ve Batı'nın tahakkümüyle birlikte işler karışmış ve Hristiyan bayramlarının kutlanması her yerde ve her surette kendini göstermeye başlamıştır. Sanki ortak yaşama, dini hoşgörü ve dinlere saygı bahanesiyle bir zaruret haline gelmiş gibi!! Dolayısıyla bunlar, Batılı kültürel hegemonyası bağlamında İslam'ın hükümlerini ve mefhumlarını sulandırmak ve çarpıtmak için koydukları isimlendirmelerdir.

Medya kuruluşları, diziler, reklamlar ve dijital platformlar, bu bayramları ve özel günleri, özellikle de Noel'i, sadece kendilerine özgü olmayan genel insanlık münasebetleri olarak pazarlamaya katkıda bulunmuşlar ve bu durum sadece onlarla sınırlı kalmamış, aksine Müslümanların da onlara ve dinlerine karşı hoşgörü ve saygı göstergesi olarak bu kutlamaya katılmaları normal görülmeye başlanmıştır!! Birçok Müslüman, komşuları, dostları ve arkadaşlarıyla birlikte bu bayramı kutlamaya başlamışlar ve bu bayramın, Allah korusun, Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu söyleyerek onların akidelerini, yani küfrü ifade ettiğinin ya farkında değiller ya da farkında değilmiş gibi davranmaktadırlar; oysa bu akide, Allahu Teala’nın şu kavlinin de doğruladığı gibi bir şirktir: لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır.” [Maide 73] Celle Celâluhu şöyle buyurmuştur: لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ Andolsun ki Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuşlardır.” [Maide 72] Bütün bu delillerden sonra, nasıl olur da onlarla birlikte -haşa- “Rabbin oğlunun” doğum gününe iştirak edebiliriz?!! O halde kutlamaya ilişkin şerî hükmü açıklayanları, nasıl olur da mezhepçi naraların ve din fitnesinin kışkırtıcıları olarak değerlendirebiliriz?!! Oysa Müslümanlar burada, kendi dışındakileri kötülemeden veya onların dinlerine müdahale edip aşındırmadan kendi akidelerini korumaktadırlar. Sivil barış, birlikte yaşama ve saygı, kesinlikte akideden taviz vermek veya İslam'ı Batılılaştırma ve sekülerleştirme yönündeki arzuları ve planları tatmin etmek için tevhid akidesi ile şirkin arasını birleştirmek anlamına gelmez.

Hastalıklarında ve sevinçlerinde onları ziyaret etmek, sıkıntılarında onlara yardım etmek ve yanlarında durmak, onlara zarar vermemek veya onları boykot etmemek, mahallelerine saygı göstermek ve ahitlerini, paralarını ve namuslarını korumak gibi akideyle ilgisi olmayan münasebetlerde onlara güzel davranabiliriz. Ancak onların akidelerini onaylamayız. Zira bütün bunlar, bizim dinimizin ve hükümlerinin özündendir. Bunun aksini söyleyenler ve Noel kutlamasının nehyedilmesini mezhep fitnesi olarak görenler, özellikle de insanların âlimler ve fetva verenler olarak gördükleri kişiler, Allah'ın ayetlerini ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerini iyice incelemeleri, anlamaları ve heva ve diktelerden uzak durarak üzerinde düşünmeleri ve insanların Rabbini razı etmek yerine insanları razı etmeye çalışanları takip etmemeleri gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Lübnan'daki UNIFIL Güçleri... Kendisi Himmete Muhtaç Dede, Nerde Kaldı Gayrıya Himmet Ede!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Lübnan'daki UNIFIL Güçleri... Kendisi Himmete Muhtaç Dede, Nerde Kaldı Gayrıya Himmet Ede!

Haber:

Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL), 26 Aralık Cuma akşamı yaptığı açıklamada, güçlerinin Cuma sabahı Güney Lübnan'da iki ayrı olayda Yahudi güçlerinin ateşine maruz kaldığını duyurdu.UNIFIL, Mavi Hat yakınlarındaki hassas bölgelerdeki devriye faaliyetlerine ilişkin olağan prosedürlere uygun olarak, söz konusu bölgelerdeki faaliyetleri hakkında Yahudi ordusunu önceden bilgilendirmesine rağmen iki olayın da gerçekleştiğini vurguladı.

Şunu belirtmek gerekir ki, UNIFIL devriyelerinin sınırda risklerle karşı karşıya kalması ilk kez olmuyor.

Yorum:

Bu haberi işitince, kişinin aklına ilk gelen şey, bölgede yaygın olarak kullanılan şu meşhur sözdür: "Seni, bize yardım etmen için atadık, ey Abdul-Muin, ama anlaşılan senin yardıma ihtiyacın var!"Bu deyim, açıkça yardıma muhtaç bir kişiden veya odaktan yardım istemeyi veya kendisi de açıkça korunmaya muhtaç bir odaktan korunma talep etmeyi ifade etmek için kullanılır.

Birleşmiş Milletler'e bağlı ve BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararı çerçevesinde Lübnan'da faaliyet gösteren UNIFIL güçleri, barış güçleri olmaları gerekirken, mutlak surette Yahudi varlığını destekleyen uluslararası sisteme bağlılıkları nedeniyle tek bir barışı, yani sadece Yahudilerin barışını koruyorlar; bunun en açık kanıtı, Lübnan topraklarında bulunmalarıdır. Oysa Lübnan, Yahudi ordusunun sürekli olarak saldırılarına maruz kalmakta, hatta UNIFIL güçlerinin kendileri bile ateş ve top atışlarına maruz kalmaktadır. Söylendiği gibi eğer gerçekten barış gücü olsalardı, saldırganın kontrolündeki bölgelerde bulunup onu ve saldırılarını önlemek için orada olurlardı. Eğer Lübnan'da herhangi bir şeyi korumak için orada olsalardı, Yahudi ordusunun başlattığı ardı ardına gelen saldırılara karşılık verirlerdi. Dahası bu UNIFIL güçlerinin, ister ateşkes ilan edilmeden önce olsun, isterse sonrasında olsun, Yahudi varlığının geçen yıl Lübnan'a karşı yürüttüğü savaşta neredeyse hiçbir rolü olmamıştır. Zira haber ajansları, anlaşmanın ihlal edilme sayısını saymakla yetinmekte, ardından raporlarını Birleşmiş Milletler'e sunmakta ve Yahudi varlığını Lübnan'ı hedef almayı bırakmasını, aksine sadece UNIFIL ekiplerinin bulunduğu bölgelere saldırmayı bırakmasını talep etmektedir.

Sözde barış gücüyle ilgili bu tekrar eden trajıkomik görüntü yeni bir şey değildir, onu Srebrenitsa'ya sorun; ancak gerçek gülünç olan şey, Müslümanların başındaki yöneticilerin, ülkelerimizden biri Yahudi saldırganlığına maruz kaldığında uluslararasından ve barış güçlerinden tekrar tekrar koruma talebinde bulunmalarında yatmaktadır. Uluslararası koruma talebinde en çok gürültü çıkaran ise Ramallah'taki güvenlik koordinasyon otoritesidir; zira bu otorite, uluslararası koruma talebine bulunarak, ordusu veya yerleşimci çeteleriyle birlikte Filistin halkının kanını dökmeyi bırakmasını sağlayabileceğine dair insanları defalarca aldatmaya çalışmaktadır. Oysa bu uluslararası güçler, uluslararası karar gereği, Yahudi varlığının saldırılarına karşı kendilerini bile savunmaktan aciz kalmaktadır. Ancak Yahudi varlığını savunmaları gerektiğinde güçsüz kalmayacaklar, aksine donanmalar, hava filoları ve kara kuvvetlerinin desteğiyle onun yardımına koşacaklardır.

Gerçek şu ki barış koruma güçleri, Yahudi varlığını koruyan güçler olup ister Lübnan, ister Gazze, ister Golan Tepeleri, ister Sina'da olsun, yani her nerede olurlarsa olsunlar rolleri budur; o halde bu güçler Gazze'ye getirildiklerinde saldırıya uğramalarını ne engelleyecek??

Bunun da ötesinde sorulması gereken bir başka soru da şudur: Lübnan ordusu devlete, dolayısıyla da uluslararası sisteme tabi ise ve otoriteye ve “kutsal” güvenlik koordinasyonuna tabi güvenlik cihazları, ülkenin halkını varlığın ordusu veya yerleşimcilerine karşı savunma gücüne sahip değilse, herhangi bir aklı başında kişi, UNIFIL veya başka herhangi bir uluslararası gücün bunu yapmasını bekleyebilir mi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamad el-Vadi – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, İslam Beldesinin Kalbindeki Bir Batı Üssüdür!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığı, İslam Beldesinin Kalbindeki Bir Batı Üssüdür!

Haber:

ABD Senatörü Lindsey Graham, "İster Evanjelik Hristiyan olun ister olmayın, “İsrail” Amerika için iyi bir anlaşmadır; eğer “İsrail” ordusunu, Mossad'ı ve Şin Bet'i kaybedersek, bölgede kör olacağız; bu yüzden Cumhuriyetçi Parti'nin “İsrail'i” terk edeceğinden endişelenmeyin; bunu yapmayacağız ve “İsrail'in” Amerika için bir yük olduğunu söyleyenlere de karşı duracağız" dedi. (Ajanslar)

Yorum:

Sürekli olarak Yahudi varlığının ve Amerika da dahil olmak üzere çeşitli Batı ülkelerindeki Yahudi lobilerinin, siyasi kararları kontrol ettiği mugalatası yayılmaktadır. Bu mugalata, İslam beldelerindeki mevcut rejimler, onların medya organları ve diğerleri tarafından, mübarek Filistin topraklarındaki Yahudilerin suçlarına ilişkin eylemsizliklerini ve sessizliklerini haklı çıkarmanın yanı sıra Yahudilerin iki kıblenin ilki ve Harameyne ş-Şerifey’in üçüncüsü olan mübarek Mescid-i Aksa'yı gasp etmelerine ilişkin sessizliklerini haklı çıkarmak için kasıtlı olarak yayılmakta ve teşvik edilmektedir. Bu arada gerçeklik, Yahudi varlığının varlığını sürdüremeyeceğini ve güvenliğini de ancak insanların ipine, yani Amerika ve Batı ülkeleri ile onlara bağlı rejimler aracılığıyla sağlayabileceğini kanıtlamaktadır. Nitekim Amerika'daki politikacılarından biri de bunun, bir analiz değil, açık bir gerçek olduğunu teyit etmekte ve Yahudi varlığının Amerika ve ondan önce de İngiltere için kazançlı bir anlaşma olduğunu onaylamaktadır.

Bildiğimiz siyasi mefhum, başta Amerika olmak üzere Batı'nın, Yahudileri, kendi adına ümmete karşı kirli işler yapmak için kullandığı fikrine dayanmaktadır; bu arada Batılı hükümetler, Yahudileri bir baskı aracı veya aktif bir güç olarak sunmakta olup bunu da, İslam'a ve Müslümanlara karşı komplo ve tuzak kurma çabalarını haklı çıkarmak için suçu kendilerine değil de Yahudilerin üzerine atmak için yapmaktadırlar; kurmuş oldukları tuzaklardan biri de, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet projesine ve onun için çalışanlara karşı kurdukları tuzaktır. 

Dünyadaki ve özellikle Batı'daki Siyonistler ve Siyonist hareket, Yahudiler onlardan bir parça olmasına rağmen Yahudi değillerdir; aksine onlardan büyük çoğunluğu ve Siyonist hareketi kontrol edenler, Batı'daki karar vericiler, çıkar sahipleri ve kapitalistler, ya da daha doğrusu Batı'daki derin devlettir.İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşanlar ve İslam beldelerinin kalbindeki ileri üsleri aracılığıyla İslam ümmetinin Hilafetin gölgesinde birleşmesini engellemeye çalışanlar işte onlardır. Onlar için Yahudi varlığı, ümmetle karşı karşıya kaldıklarında bir fırlatma üssünden başka bir şey değildir. Dolayısıyla onların en son kaygısı Yahudiler ve Semitizmdir ve Semitizmi övüp savundukları politikaları,diğer ırklara, etnik gruplara ve dinlere karşı benimsedikleri ve uyguladıkları ırkçı uygulamalarla çelişmektedir. Yani onlar özgürlükleri, milliyetleri, dinleri ve ırkları savunan bir ideoloji ve değerlere sahip insanlar değillerdir; aksine nefislerinde kötü bir amaç güden ve kendi çıkarlarını gerçekleştirmek, ümmete zarar vermek ve Hilafet Devleti’nin gölgesinde İslam'ın geri dönüşünü engellemek için yalnızca tek bir ırkı savunmaktadırlar.

Bu nedenle çevremizde olup bitenleri analiz ederken hata yapmamamız için bu anlayış ve tablonun net olması gerekmektedir. Dolayısıyla Amerika ve Batı, sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Yahudileri veya onların varlıklarını umursamaktadır.Yahudileri ülkelerinden kovan ve onlardan kurtulmayı bir başarı olarak gören bizzat Batı'dır. Bu yüzden Semitizm veya korumacılık Batı'nın umurunda değildir. Dahası bunlar, ümmete ve Hizb-ut Tahrir liderliğinde Hilafetlerini temsil eden projesine karşı çıkmak için kullandıkları sloganlar ve gerekçelerdir. Tıpkı eski Haçlı Seferleri'nin sloganlarının “Mesih'in beşiğini Müslümanlardan kurtarmak” olması gibi.Bu arada gerçek slogan “Süt ve bal ülkesine gidelim” olmasının yanı sıra Irak ve Orta Doğu'ya özgürlük ve demokrasi ihraç etme sloganı olsa da, gerçek slogan Müslümanların petrolü ve İngiltere'nin değil de Amerika'nın liderliğinde yeni bir Orta Doğu'nun oluşturulmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER