El-Vai Dergisi Sayı 468 Öne Çıkanlar
- Kategori Video
- |
El-Vai Dergisi Sayı 468 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Muharrem 1447 H. | Temmuz 2025 M.
El-Vai Dergisi Sayı 468 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Muharrem 1447 H. | Temmuz 2025 M.
Smotrich, ‘E1’ veya ‘Doğu Bir’ projesine start vererek Filistin devleti projesini diri diri gömdüğünü duyurdu. Bu proje sözde Büyük Kudüs projesinin bir uygulaması sayılıyor, Batı Şeria’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki coğrafi bütünlüğü ortadan kaldırıyor, Yahudi varlığının diğer uygulamalarıyla birlikte Filistinliler için kuşatılmış yerleşim alanları ve gettolar oluşturuyor. Bu gelişmeden önce de, Yahudi varlığının Batı Şeria’nın kuzeyindeki mülteci kamplarını yıkmaya başlaması ve UNRWA’yı yasa dışı bir örgüt olarak tanımlaması, mülteciler sorununun çözümünü baltalayan adımlar olarak değerlendirilmişti.
Birbiri ardına gelen ve giderek tırmanan tüm bu uygulamalar, Filistin devleti savunucularına egemensiz ve silahsız yarı devlet vaat eden Oslo anlaşmasının sahada artık hiçbir kırıntısı ve esamesi kalmadığını ortaya koymaktadır!
Nihai çözüm konularından (Kudüs, sınırlar ve mülteciler) geriye, üzerinde ‘müzakere’ edilebilecek hiçbir şey kalmamıştır!
Oslo Anlaşması’ndan geriye, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin topraklarının büyük bir bölümünden vazgeçme ve Yahudilerin bu topraklar üzerindeki hakkını temelsiz ve hatalı bir şekilde tanıma ihaneti kalmıştır!
Oslo’dan geriye, yalnızca Yahudileri ve yerleşimcileri koruma altına alan, FKÖ’den önce de sonra da meşru bir taraf gibi gasıp varlıkla ilişkiye girilmesini öngören güvenlik koordinasyonu mekanizması kalmıştır!
Bu ihanet anlaşmasından geriye, mücahitlerle savaşmak, Müslümanların kalbinden İslami değerleri söküp atmak ve bunların yerine küfür, barış ve birlikte yaşama fikirlerini yerleştirmek için müfredatı değiştirmek gibi Yahudilerin, Amerikalıların ve Avrupalıların ajandasının uygulanması kalmıştır!
Oslo Anlaşması’ndan geriye, iktidardaki kodamanlar tarafından Filistin halkının parasının yenilmesi, ağır vergilerle baskı altına alınmaları ve her hareketlerini izleyen bir bankacılık sistemine entegrasyonları kalmıştır!
Tüm bu gerçeklere ve gasıp varlığın, defalarca bir Filistin devletinin kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceğini, Gazze’de Filistin Yönetimi’ne yer olmadığını açıkça deklare etmesine rağmen, yönetimin uşaklarının, Gazze’de ya da Batı Şeria’da ya da peşkeş çektikleri toprakların küçücük bir parçasında varlıklarını sürdürebilmeleri karşılığında Yahudi varlığına hizmet etmeye devam etmek istediklerini beyan etmektedirler.
İslam ümmetinin, Yahudi varlığının işine yarayan kısımları hariç mezara gömdüğü Oslo Anlaşması’nı ve daha ihanet rahminde şekillenmeden önce diri diri gömdüğü Filistin devleti sayfasını, artık en kasvetli ve en karanlık son sayfası olan Gazze ve onun yaralarıyla birlikte kapatmasının ve artık tarih ve coğrafya sayfasını açmasının zamanı gelmiştir. Coğrafya olarak Filistin, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gece yürüyüşüyle onurlandırdığı Şam diyarının incisidir. Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem-i Şerif’tir. Denizinden nehrine kadar Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetinin mülküdür. Tarihsel olarak ise Filistin; Sahabe ve Raşidi Halifelerin fethettiği, Salihlerin özgürleştirdiği ve mücahitlerin destanlar yazdığı topraklardır. Haçlılar burada yerle yeksan edilmiş, Allah Tatarları (Moğolları) orada hezimete uğratmıştır. Bu nedenle Filistin’in aslına dönmesi kaçınılmazdır. Filistin meselesi, bir örgütün meselesi değildir, tüm ümmetin meselesidir. Ordular akın akın oraya doğru yürümeli, dört bir yandan Filistin’e girmeli, işgalcilerin izini silmeli, ona ihanet edenleri mahkemede yargılayıp İslâm’ın kalbi haline getirilmelidir.
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ * إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِدِينَ“Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık. İşte bunda, (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır.” [Enbiya 105-106]
Hızlı Destek Güçleri (HDG), 26 Temmuz 2025 Cumartesi günü Güney Darfur’un başkenti Nyala’da, mevcut Sudan hükümetine karşı paralel bir hükümet kurduğunu duyurdu. HDG’nin bu hamlesi, El Faşer şehrinin bazı bölgeleri hariç büyük bölümünü kontrol altında tuttuğu Darfur bölgesini fiilen ayırma yolunda atılmış önemli bir adımdır. El Faşer şehir de bir yılı aşkın süredir ağır bir kuşatma altındadır ve ardı ardına gelen saldırılarla nefes almakta zorlanıyor. El Faşer de düşerse, o zaman bütün Darfur HDK’nin eline geçmiş olacak.
Ey Sudan halkı! Amerika’nın Darfur’u Sudan’dan koparmak için sahnelediği bu oyun, aslında yıllar önce başladı. Tıpkı Güney Sudan’ı adım adım bölünmeye götürdüğü gibi, aynı kirli senaryoyu şimdi de Darfur için işletiyor. Bu hain planın ilk perdesi, 14 Temmuz 2011’de imzalatılan ve adına ‘barış’ dedikleri o anlaşmayla açıldı. Bu anlaşmayla Darfur’a geniş bir özerklik verildi ki, zaten özerklik, bir ülkeyi parçalamak için atılan ilk adımdır, bir Truva Atı’dır. İşin ilginç yanı ise ABD, her ne kadar bu anlaşmanın mimarı olsa da onu kalıcı bir çözüm olarak görmemiştir. Çünkü nihai hedef, tıpkı Güney Sudan’da olduğu gibi tam bağımsızlıktır. Nitekim dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner de, anlaşmanın imzalanmasının hemen ardından yaptığı açıklamada, “Bu anlaşma, Darfur’daki krizin kalıcı çözümü yönünde atılmış bir adımdır” ifadelerini kullanmıştı.
Amerika’nın Güney Sudan’ı böldüğünü ve şimdi de Sudan’ın geri kalanını parçalamaya çalıştığını kanıtlayan en önemli delillerden biri, eski başkan Ömer el-Beşir’in 25 Kasım 2017’de Rus Sputnik ajansına verdiği demeçtir. El-Beşir, Rusya’nın Sputnik ajansına verdiği röportajda ‘Darfur ve Güney Sudan meselelerinin ABD’den destek gördüğünü, ABD’nin baskıları altında Güney Sudan ayrıldığını’ söylemiş ve “Ellerinde, Amerika’nın Sudan’ı tam beş parçaya bölmek için çalıştığına dair istihbarat olduğunu” belirtmişti. İşte bu sözler, Güney Sudan’ı kimin ayırdığının ve şimdi de Darfur’u kimin koparmaya çalıştığının en açık kanıtıdır. Eğer bu plan -Allah göstermesin- başarıya ulaşırsa, Sudan’ın geri kalan bölgeleri de bir bir parçalanacaktır. Tıpkı daha önce 2 milyon insanın kanı pahasına Güney’i kopardığı ve şimdi de yüz binlerce insanın kanı pahasına Darfur’u ayırmaya çalıştığı gibi, bu yeni beş devletin sınırlarını da sizin ve çocuklarınızın kanıyla çizecektir. O halde, ey Sudan halkı! Bu kahpe planı bozmak, içinizdeki hainlerin ve münafıkların kökünü kazımak ve hayatınızın gidişatını düzeltmek için topyekûn ayağa kalkın.
Ey Sudan halkı! Mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz. Bizler, Güney Sudan’ın koparılmasıyla Amerika tarafından bir kez zaten ısırıldık. Şimdi aynı hatayı tekrarlayıp Darfur’u da ayırmasına izin mi vereceğiz?! Buhari Ebu Hurayra’dan rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:
لَا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ“Mümin bir delikten iki kez ısırılmaz”
Hiçbir devlet topraklarının parçalanmasına izin vermez; zira birlik güç, ayrılık ise zayıflık ve zillettir. Peki ya İslam, ümmetin birliği ve varlığının bütünlüğünü hayat-memat meselesi olarak görmüşse durum nasıl olur? Arface’den rivayet edildiğine göre “Ben, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim:
مَن أتاكُمْ وأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ علَى رَجُلٍ واحِدٍ، يُرِيدُ أنْ يَشُقَّ عَصاكُمْ، أوْ يُفَرِّقَ جَماعَتَكُمْ، فاقْتُلُوهُ“İşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün.”
Ey Müslümanlar! Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in emrettiği üzere, ülkenizin bütünlüğünü bir beka meselesi haline getirmeniz gerekirken, ülkenizin bölünmesine karşı nasıl sessiz kalıp hiçbir şey yapmazsınız? Söyleyin, siz kime boyun eğiyorsunuz? Sömürgeci kâfir Amerika’ya mı boyun eğiyorsunuz, yoksa canınızdan çok sevdiğiniz Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e mi?! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَما آتاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَما نَهاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقابِ“Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah’tan sakının, doğrusu Allah’ın cezalandırması çetindir.” [Haşr 7]
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَىٰ رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ “Allah’a itaat edin, Rasûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimizin görevi sadece açıkça tebliğ etmektir.” [Maide 92]
Ey basın mensupları! İnsanları bölünme riskine karşı uyarmak gibi devasa bir sorumluluğunuz var. Kalemlerinizi ve medyanızı bir farkındalık platformuna dönüştürün. Sömürgecilerin ve onların ülkemizin birliğine kasteden komplolarına yardım eden işbirlikçilerinin planlarını deşifre edin. Unutmayın, sizler hakkın yılmaz savunucusu, batılın amansız düşmanı olmakla yükümlüsünüz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ“De ki: ‘Hak geldi; artık batıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir.” [Sebe 49]
Ey politikacılar! Liderler, yöneticiler ve toplumun önde gelenleri olarak, ülkenin birliğini koruma sorumluluğu, her şeyden evvel sizin omuzlarınızdadır. Bu birliği paramparça etmeyi hedefleyen her türlü projenin karşısında dimdik durmanız, yegâne kurtuluş reçetesidir. Sakın ha, sömürgeci kâfire yardımcılık etmeyin ki, sizin ellerinizle kendi hain emellerini hayata geçirmesin! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [Hud 113]
Ey âlimler! Ey peygamberlerin varisleri! Yöneticileri hakka ve doğruluğa sevk etmek gibi ulvi bir göreviniz var. Sakın onların emir kulu, arzu ve heveslerinin aleti olmayın! Onların keyfine göre fetva veren dalkavuklara dönüşmeyin! Ve bedeli ne olursa olsun, hakkı haykırmaktan asla geri durmayın! Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:
مَنْ كَتَمَ عِلْماً عِنْدَهُ أَلْجَمَهُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ“Kim Allah’ın kendisine nasip ettiği bir ilmi ve bilgiyi gizlerse, Allah kıyamet günü o kişinin ağzını ateşten bir gem ile gemler.” Sizler de pekâlâ iyi bilirsiniz ki, bu ümmetin birliğine ve bütünlüğüne halel getirecek en ufak bir gevşeklik, büyük bir günahtır!
Ey subay ve ey askerler! Ey ülkenin birliğini korumak için namusu ve şerefi üzerine ant içenler! Göz göre göre bu yurdun paramparça edilmesine nasıl müsaade edersiniz?! Zira Allah, vermiş olduğunuz o yeminden/sözden dolayı sizi mutlaka hesaba çekecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وأنتم تعلمون أن التفريط في وحدة الأمة وكيانها هو إثم عظيم“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” [İsra 34] Daha önce Güney Sudan’ı peşkeş çektiğiniz gibi, şimdi de Darfur’un koparılmasına sakın izin vermeyin! Boynunuzdaki bu vebalden kurtulun! Amerika’nın hain planlarının karşısında set olun ve ülkenizi paramparça etme tuzağını bozmak için orduyu derhal göreve çağırın!
Şunu iyi bilmelisiniz ki, bu boğucu felaketlerin ve sömürgeci kâfirlerin ardı arkası kesilmeyen komplolarının yegâne çaresi ve ilacı, İslam’a sadece bir inanç olarak değil, aynı zamanda bir yaşam sistemi olarak da geri dönmektir. Bu da ancak İslam Devleti olan Hilâfet’in kurulmasıyla mümkündür. Bunun gerçekleşmesi ise, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet ikame etmek, kâfirlerin kökünü kazımak ve Müslüman beldelerini birleştirmek üzere Hizb-ut Tahrir’e nusret verilmesiyle olur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]
İktidar hırsıyla yanıp tutuşan demokrat siyasi elitin, küresel hegemonya sahibi Amerika’nın kapısında el açma yarışı ve dilenme rezaleti, eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ“Utanmıyorsan dilediğini yap.” [Buhari] Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu sözü, halkın beklentilerini göz ardı ederek kendi aralarında güç mücadelesine koyulan ve sömürgeci bir güç olan ABD’ye sadakat yarışına giren mevcut geçici hükümetin ve demokrat siyasetçilerin durumunu adeta özetlemektedir. Halk ise bu siyasi sirkten bıkmış usanmış ve aynı zamanda gelecekten derin bir endişe içerisindedir.
Zira, on beş buçuk yıl boyunca zorba Hasina’nın yolsuzluk, ihanet ve ABD-Britanya-Hindistan’a kölelik siyasetine, İslam düşmanlığına karşı ayaklanan; geçen temmuz ayaklanmasıyla sekülerizmin bayraktarı Avami Ligi devirmiş olan halk, bugün aynı kokuşmuş siyasetin yeniden hortladığına tanıklık etmektedir.
Temmuz Bildirisi, halk üzerinde onlarca yıldır varlığını sürdüren başarısız seküler-kapitalist sistemin devamlılığını sağlamaya yöneliktir; Önerilen Temmuz Belgesi ise, siyasi partilerle işbirlikçileri arasındaki güç paylaşımını koruyarak Amerikalıların borusunun ötmeye devam etmesini sağlamak için tasarlanmıştır. Hal böyleyken, halkın bu utanmaz yöneticilerden ve siyasi sınıflardan ne gibi bir beklentisi olabilir ki?
Şeyh Hasina’nın iktidardan düşmesinin ardından, kamuoyunda Profesör Yunus’un küresel etkisini kullanarak ABD-Britanya-Hindistan ekseninin bölgedeki nüfuzunu dengeleyecek adımlar atması yönünde bir beklenti oluşmuştu. Hâlbuki o, ülkede öyle bir tartışma ve siyaset ortamı yaratabilirdi ki, bu sayede halk, yeni Bangladeş’te İslam’ın, halkın ve ülke egemenliğinin çıkarlarını koruyacak yeni bir siyasi uzlaşı inşa edebilirdi. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olmasına karşın, geçici hükümet, ABD ve Hindistan’ın etkisi altında kalarak İslam’ı yeni siyasi düzenlemelerin dışında tutmak amacıyla zalim Hasina’nın Hizb-ut Tahrir’e koyduğu yasağı kaldırmamıştır.
Tüm bunlara rağmen Hizb-ut Tahrir, yeni Bangladeş’te halkın umut ve beklentilerini hayata geçirmek amacıyla, düzenlediği çevrimiçi konferanslar aracılığıyla İslami anayasa ışığında İslam Devleti’nin yapısını, kendi kendine yeten bir ekonominin nasıl kurulacağını ve ülkenin egemenliğini koruyacak güçlü bir askeri kuvvetin nasıl oluşturulacağını ortaya koymuştur. Buna ek olarak, ‘Bir devrim nasıl başarısız olur?’ gibi konuları işleyen bu konferanslar, kamuoyunun aydın siyasi farkındalık seviyesini yükseltmiştir. Ne var ki geçici hükümet, İslam’ı, halkın menfaatlerini ve ülkenin egemenliğini korumaya yönelik bu önerileri kabul etmek yerine, ülkenin İslam sevdalısı halkına ve Hizb-ut Tahrir’e yönelik baskılarını sürdürmekten geri durmamıştır.
Bu ülke halkını birleştirmek ancak İslam akidesi temelinde mümkün olduğu halde, İslamcı bir parti, seküler siyasi partilerden biri olan BNP ile birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’ne İslami sistem olan Hilafet’in yükselişiyle mücadele etme sözü vermiştir. Bu tavır, bu partilerin ABD’ye bağımlı bir siyasette birleştikleri ve ülkenin dindar halkından koptukları anlamına gelmektedir. Allah’ın Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizleri bu yöneticiler ve siyasetçiler hakkında uyarmıştır.
سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَةٌ، يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ، وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ، وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ، وَيُخَوَّنُ فِيهَا الْأَمِينُ، وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ» قِيلَ: وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ؟ قَالَ: «الرَّجُلُ التَّافِهُ يَتَكَلَّمُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ “İnsanlar üzerine öyle hayırsız yıllar gelir ki o zamanda yalancı doğrulanır, doğru yalanlanır, haine güvenilir, emin kimseye güvenilmez! O zamanda Ruveybida konuşur’ buyurdu. Ruveybida nedir? Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Sefih kimse genelin işi hakkında konuşur” buyurdu.” [İbn Mace] Bu yüzden, bu cahil ve liyakatsiz yöneticilerle siyasetçileri terk etmek, halkın boynunun borcudur. Zira onlar, Amerikalıların çıkarlarını koruma konusunda son derece hevesli iken halkın meseleleriyle ilgilenme konusunda ise bir o kadar ihmalkârdırlar.
Ey insanlar! Artık bu kadarı yeter! Artık harekete geçme zamanıdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” [Rad 11] Amerika’ya kölelik siyasetini reddetmeli ve İslam temelinde birleşmelisiniz. Bu süreçteki son dayanak noktanız, ordu içerisinde görev yapan sadık evlatlarınızdır. Onlardan, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i kurması için iktidarı Hizb-ut Tahrir’e teslim etmelerini açıkça talep etmelisiniz.
ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” [Ahmed] Bu Hadis-i Şerif’ten iki husus açıkça anlaşılmaktadır: Birincisi, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’in geri döneceğinin müjdesi; ikincisi ise, eli kulağında olan Hilafet’in kurulmasıyla mevcut ceberut saltanatın son bulacağı gerçeğidir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]
Afganistan’daki Cumhuriyet rejiminin yıkılması hem Afgan halkı hem de tüm İslam ümmeti için 21. yüzyılın en kritik gelişmelerden birini teşkil etmektedir. İslam inancıyla bağdaşmayan bu rejim, aslında yeni-sömürgeci bir projeydi; yolsuzluğu, dışa bağımlılığı ve zulmü sistemleştirmek üzere dayatılmış yapay bir modeldi. Bu nedenle, daha ilk günden beri bu toprakların Müslüman kimliğine yabancı ve İslam’ın ruhuna aykırı olan bu rejimin tarihin çöplüğüne gitmesi kaçınılmaz bir sondu.
Afganistan’a zorla dayatılan Cumhuriyet modeli, İslami meşruiyetten tamamen yoksun, özü itibarıyla tağuti bir rejim ve başarısızlığa mahkûm gayrimeşru bir yapıydı. Nihayetinde, Müslüman halkın direnişi, Mücahitlerin sarsılmaz samimiyeti ve davet erlerinin uyanıklığı sayesinde tarihin çöplüğüne atılmıştır. Bu muazzam ve kutlu zaferden dolayı kahraman Afganistan halkını, sadakat timsali Mücahitleri, hakkı haykıran davetçileri ve topyekûn İslam ümmetini canı gönülden tebrik ediyor ve bu zaferi, kritik bir dönüm noktası, ümmetin yeniden uyanışı ve gasp edilen İslami egemenliğin yeniden tesisi olarak kabul ediyoruz.
Ancak hem Cumhuriyet hem de Demokrasi, bir rejimin düşüşüyle ortadan kaybolan bir isim veya bir dizi sembol ya da ön ekle sınırlı değildir; Bilakis, bunlar iç idareyi ve dış siyaseti tanzim eden belirli prensiplere dayalı, kapsamlı bir ideolojik ve siyasi yapının ifadesidir. Dolayısıyla her ne kadar “cumhuriyetin çöküşü”nden bahsedilse de, onun fikirsel alt yapısı; yani siyasi kurumları, kanunî kodları, politikaları ve dünyaya bakış açısı büyük ölçüde varlığını sürdürmektedir.
Maalesef acı gerçek şudur ki, bugünkü idareciler, ağızlarından Afgan geleneklerini düşürmeseler de, yıktıklarını söyledikleri Cumhuriyet rejiminin en temel hastalıkları olan siyasi realizm, kapitalist pragmatizm ve kabilecilik ruhunu aynen devam ettirmektedirler. Sürekli ‘ulusal çıkar’ demeleri ve seküler küresel sisteme entegre olma çabaları bunun en bariz kanıtıdır. Dolayısıyla, sadece baştakilerin değişmesi veya köhnemiş bir bürokrasinin lağvedilmesi, o kökü dışarıda olan Cumhuriyet zihniyetinin tamamen sökülüp atıldığı anlamına gelmez. Afganistan’ın bir türlü bitmeyen çilesi, başa gelen hükümetlerin kronik istikrarsızlığıdır. Suçu sadece dış güçlere atmak kolaya kaçmak olur; meselenin kökünde, yöneticiler ile yönettikleri halk arasındaki derin kopukluk yatmaktadır. Ülkeyi yönetenler, ne halkla aynı dili konuşan ortak bir kimlik inşa edebilmiş ne de halkın gözünde ‘bizim yönetimimiz’ dedirtecek bir meşruiyet kazanabilmiştir. Bu nedenle kökü olmayan, halkından kopuk bu tür yapay sistemlerin er ya da geç, ya içeriden çökmesi ya da dışarıdan bir darbeyle yıkılması şaşırtıcı değildir.
Mevcut yönetim, eğer gerçek bir istikrar ve kalıcı bir meşruiyet peşindeyse, siyasi otoritenin kaynağının İslam ümmeti olduğunu kabul etmek zorunda. Bu yüzden, hem toplumsal yapıda hem de devletin iç ve dış siyasetinde İslami çözümleri kurumsallaştırması ve yalnızca İslam’a bağlı kalması elzemdir. Çünkü İslami bakış açısına göre güç, uluslararası sistemin kurumlarına yalvarmakla değil, Müslüman halkın rızasıyla elde edilir. Meşruiyet ise, Batılıların tanımasıyla değil, müminlerin, İslam hukuku çerçevesinde yöneticiye ‘Biat’ etmesiyle, yani meşru bir bağlılık yeminiyle tecelli eder.
Dolayısıyla İslam’da devletin temeli; İslami akide, İslami siyaset ve İslami misyon üzerine kurulmak zorundadır. Bu misyon, yöneticiyi milliyetçiliğin, günü kurtaran ekonomik çıkarların ve sözde tarafsızlığın prangalarından azat eder. Bunun yerine, onu davet ve cihat yoluyla İslam’ın üstünlüğünü tüm dünyaya ilan etme ve bu üstünlüğü yeryüzünde hakim kılma gibi ulvi bir görevle bağlar.
Son olarak şunu vurgulamak gerekir ki, Afganistan’ın bugünkü yöneticileri, Yüce Allah tarafından büyük bir imtihandan geçirilmektedir. Siyasi değişim ve iktidarı devralmalarının ardından, yalnızca sözle değil, İslam’ı tam ve kapsamlı şekilde tatbik ederek Allah’a şükretmeleri gerekirdi. Allah’a şükrettiklerini ancak cihat sancağını yapay sınırların ötesine taşıyarak; İslam’a aykırı ne kadar değer, ideoloji ve sistem varsa hepsini kökünden söküp atarak; ve en önemlisi de, Hilafet’in yeniden kurulması için zemin hazırlayıp bu devleti bir an evvel fiilen kurarak kanıtlayabilirler. Fakat eğer onlar, bu yolu seçmek yerine, kendilerini o seküler dünya düzeninin piyonu yapmaya kalkarlar, sömürgeci efendilerinden ve onların kurumlarından icazet dilenirlerse; içlerindeki cihat ateşi söner ve İslam’ı parça parça, işlerine geldiği gibi uygularlarsa, o zaman Allah’ın şu sarsılmaz uyarısı çok yakında onlar hakkında tecelli edecektir:
وإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُم“Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” [Muhammed 38]
Savaş suçlusu Netanyahu, i24News televizyonuna verdiği söyleşide, pısırık Arap yöneticileri ve onların borazanlarının yorum yapamayacakları şekilde açıkça “Tarihi ve ruhani bir görevdeyim.” diyerek “Büyük İsrail” vizyonuna bağlı olduğunu söyledi. Bu vizyonun yalnızca mevcut “İsrail” topraklarını değil, aynı zamanda işgal altındaki Filistin topraklarını ve Ürdün, Lübnan, Suriye ile Mısır’ın bazı bölgelerini de kapsadığını ileri sürdü. Netanyahu’dan önce de cani Smotrich, Filistin çevresindeki Arap ülkelerinden ve özellikle Ürdün’den toprakların ilhakını içeren benzer açıklamalarda bulunmuştu. Tam da bu bağlamda, İslam’ın ve Müslümanların bir numaralı düşmanı olan ABD Başkanı Trump da “İsrail, Orta Doğu’daki diğer ülkelere kıyasla haritada çok “küçük” görünüyor. Bu kadar küçük olduğu için acaba daha fazla toprak alabilir mi diye merak ettim” diyerek Yahudi varlığının yayılmacılığına yeşil ışık yakmıştı.
Netanyahu’nun bu açıklaması, Knesset’in Batı Şeria’nın ilhakını ve yerleşim birimlerinin genişletilmesini duyurmasının ardından Yahudi varlığının Gazze Şeridi’ni işgal etme niyetini açıklamasıyla aynı döneme denk gelmektedir. Bu açıklama iki devletli çözümü fiilen bitirmiştir. Benzer şekilde, Smotrich’in bugün ‘E1’ bölgesindeki büyük yerleşim planı ve Filistin devletinin kurulmasını engelleme yönündeki açıklamaları da Filistin devleti umutlarını zayıflatan gelişmelerdir.
Bu sözler düpedüz bir savaş ilanıdır! Hilkat garibesi bu varlık, sömürgeci Batı’nın desteği ve Müslümanların yöneticilerinin ihaneti sayesinde kurulduğu günden bu yana işlediği suçlara ve yayılmacılığına dur diyecek, küstahlığına son verecek ve kendisini hizaya getirecek bir otoriteyle karşılaşmış olsaydı, bu denli cüretkâr açıklamalar yapamazdı.
Yahudi varlığının siyasi vizyonunun artık netleştiği ve bunu açıklamak için yeni açıklamalara gerek olmadığı gün gibi aşikardır. Filistin’de devam eden ve canlı olarak yayınlanan Yahudi saldırıları, Ürdün, Mısır ve Suriye gibi komşu Müslüman ülkelerin topraklarının bir kısmını işgal etme tehditleri ve suçlu liderlerinin açıklamaları, ciddi bir tehdittir. Bu tehditlerin, Ürdün Dışişleri Bakanlığı bildirisinde söylendiği gibi, ‘Kriz içindeki Yahudi varlığı hükümetindeki aşırılıkçıların benimsediği saçma iddialar’ olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Ürdün’ün bu açıklaması da, Katar, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin açıklamalarıyla benzer şekilde, genellikle yapıldığı gibi kınamanın ötesine geçmemiştir.
Yahudi varlığının bu tehditleri, Gazze’de yürüttüğü soykırım savaşı, Batı Şeria’yı ilhakı ve genişleme niyetleri, sadece bölge halklarına değil, aynı zamanda Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan hükümetlerine de yönelik bir tehdit niteliğindedir. Buna rağmen bu hükümetlerin en üst düzeydeki tepkileri kınama, endişe beyan etme ve uluslararası topluma çağrıda bulunmaktan öteye geçmemiştir. Amerika ve Avrupa, Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşta Yahudi varlığının suç ve katliam ortağı olmasına rağmen, bu yöneticiler Amerika’nın bölge ile ilgili anlaşmalarıyla uyum içinde hareket etmekteler ve Amerikalılara itaatten başka ellerinden bir şey gelmemektedir. Hatta Yahudilerin izni olmadan Gazze’deki bir çocuğa bir yudum su ulaştıramayacak kadar acizlerdir!
Halklar ise Yahudi varlığının tehditlerini öyle Ürdün ve diğer Arap Dışişleri Bakanlıklarının gerçek ve pratik bir karşılık vermekten kaçınmak için ileri sürdüğü gibi boş sözler ve anlamsız sanrılar olarak değil, tamamen gerçek bir tehdit olarak algılamaktadır. Çünkü Gazze’de yaşanan vahşeti açıkça görüyorlar. Bu yüzden güç sahiplerinin ve özellikle orduların, bu tehdide karşı sessiz kalması kabul edilemez! Genelkurmay başkanlarının da iddia ettiği gibi, orduların asıl varlık sebebi ülkelerinin egemenliğini korumaktır. Yöneticilerinin, kendi ülkelerini işgalle tehdit eden düşmanlarla işbirliği yaptığını gördüklerinde bu görev daha da önem kazanmaktadır. Aslında bu orduların, 22 ay önce Gazze’deki kardeşlerine yardım etmesi gerekirdi. Çünkü Müslümanlar, diğer insanlardan ayrı olarak tek bir ümmettir. Sınırlar ve yöneticilerin çokluğu onları ayıramaz.
Hareketlerin ve aşiretlerin Yahudi varlığının tehditlerine yanıt olarak yaptıkları popülist konuşmalar, etkileri kısa süren, sonra hızla sönüp giden eylemler olmaktan öteye gidememektedir. Hele de bu sözlerin, dışişlerinin boş kınama söylemleriyle örtüştüğünde ve rejime destek niteliği taşıdığında hiçbir anlamı kalmaz. Eğer rejim, düşmanı pasif bir şekilde beklemek yerine, hem dış tehdidi hem de bu tehdide karşı mücadeleyi engelleyen iç unsurları bertaraf edecek proaktif ve somut bir eyleme yönlendirilmezse, bu tür halk tepkileri sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْخَائِنِينَ“Eğer (antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden kesin olarak korkarsan, sen de antlaşmayı aynı şekilde bozduğunu onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.” [Enfal 58] Yahudi varlığına ve tehditlerine karşı teyakkuzda olduğunu iddia edenlerden beklenecek en asgari eylem, rejimin elinden tutarak onu hain Vadi Araba Antlaşması’nı iptal etmeye, bu varlıkla tüm ilişkileri ve anlaşmaları kesmeye zorlamaktır. Aksi takdirde, bundan gayrısı Allah’a, Rasûlü’ne ve Müslümanlara ihanettir! Bununla birlikte, Müslümanların sorunlarının nihai çözümü, sadece İslami hayatı yeniden başlatmak için değil aynı zamanda sömürgeci güçler ve dostlarını ortadan kaldırmak için Nübüvvet metodu üzere İslam Devletini kurmaktır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [Ali İmran 118]
ABD merkezli WABC radyosunda yayımlanan “Sid and Friends” programına telefonla bağlanan Dışişleri Bakanı Rubio, sunucu Sid Rosenberg’in Müslüman Kardeşler ve Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi’nin (CAIR), terör örgütü olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı sorusuna, “Bunların hepsi üzerinde çalışılıyor ve açıkçası Müslüman Kardeşlerin farklı kolları var, bu yüzden her birini tanımlamak gerekecek.” şeklinde yanıt verdi.
Rubio, bu tür kararların yargı önünde geçerli olabilmesi için yasal süreçlerden geçmesi gerektiğini söylese de, ifadeleri Amerika’nın hem kendi içindeki hem de dışarıdaki bazı İslami hareketleri giderek daha fazla “tehdit” olarak görmeye başladığını gösteriyor. Rubio’nun bu açıklamaları, Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt’in Mahmud Halil’in ‘Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikasına ve ulusal güvenlik çıkarlarına muhalif olduğu’ için hedef alındığını belirttiği açıklamalarıyla örtüşüyor.
Amerika’daki Müslümanlar, on yıllardır ‘terörle mücadele’ ve ‘ulusal güvenlik’ bahanesiyle casusluk faaliyetlerine, fişlemeye, suçlu muamelesi görmeye ve sindirme politikalarına maruz kalmaktadır. Geçmişte hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimlerin kullandığı İslamofobik söylemler ise, Müslüman topluluğuna yönelik nefret suçlarında endişe verici bir artışa yol açmıştır.
Aslında bu mesele, sadece Müslüman Kardeşler ya da CAIR meselesi değildir, tüm Müslüman kuruluşları ve cemaatlerimizi aynı anda etkileyen bir durumdur. Özellikle Müslümanların haklarını savunan veya İslami bir yönetim talep eden kuruluşların siyasi gerekçelerle hedef alınması, İslam’a karşı yürütülen genel düşmanlık politikasından bağımsız düşünülemez.
Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onun şerefli Ashabı da, Mekke’de sırf insanları İslam’a çağırdıkları için benzer siyasi yasaklara, sürgünlere ve alçakça karalama kampanyalarına maruz kalmışlardı.
İslam, bizlere dinimizi savunmayı, ne pahasına olursa olsun hakkı haykırmayı ve ümmetin iyiliği için tek bir vücut gibi hareket etmeyi emreder. Bu nedenle, Amerika’daki Müslümanlar olarak bizler, hak yolda sarsılmaz bir kale gibi durmalıyız, sesimizi tek bir sese dönüştürmeliyiz, birbirimize kalkan olmalıyız ve bizi sindirip dinimizi gizlemeye zorlayan bu korkakça tehditleri reddetmeliyiz. Allah Subhânehu ve Teâlâ bize şunu hatırlatıyor:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ“Müminler ancak kardeştir.” [Hucurat 10]
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللهُ إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [Tevbe 71]
Biz Hizb-ut Tahrir olarak, bütün İslami kuruluşları birbirlerine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Unutmayalım ki bu, sadece tek bir kuruluşun meselesi değildir. Bu, Amerika’daki İslami kimliğimizi koruma ve yaşatma mücadelesidir.
Soru Cevap
Ermenistan-Azerbaycan Gelişmeleri
Soru:
“İki komşu ülke arasında 35 yılı aşkın süredir devam eden çatışmanın ardından Ermenistan ile Azerbaycan’ın, ABD ile ayrı ayrı barış, ticaret ve güvenlik konularında ortak deklarasyona imza atması, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki nüfuzuna büyük bir darbe vurmuştur...” (15.08.2025 El Cezire) Azerbaycan ve Ermenistan, 8 Ağustos’ta Beyaz Saray’da varılan anlaşma sonrası 11 Ağustos’ta yayınladıkları ortak bildiride, iki ülke arasındaki sorunların çözümü amacıyla 1992’de kurulan Minsk Grubu’nun feshedilmesini talep etti. Anlaşmada, iki ülke arasında hem yerel hem karşılıklı hem de uluslararası ulaşım koridorlarının açılması ifadesi yer aldı... Ama insan sormadan edemiyor: Aralarındaki ilişkilerin çok gergin olduğu ve özellikle son dönemlerde aralarında savaşlar yaşandığı düşünüldüğünde böylesi bir anlaşmaya varılması nasıl mümkün oldu? Peki bu anlaşmadan güdülen amaçlar nelerdir? Allah mükafatınızı artırsın.
Cevap: Bu soruya net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmamız gerekiyor:
1- Ermenistan’ın resmi haber ajansı Armenpress’in Arapça servisi, 9 Ağustos 2025 günü, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, ABD Başkanı Donald Trump ev sahipliğinde ABD’nin başkenti Washington’da Beyaz Saray’da imzaladıkları anlaşmanın tam metnini yayınladı. Anlaşma, Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış ve uluslararası ilişkilerin kurulmasına ilişkin üzerinde uzlaşılan metnin parafe edilmesini, bunun nihai anlaşmaya dönüştürülmesi için çalışmaların devam ettirilmesini, taraflar arasında barışın korunup güçlendirilmesine vurgu yapılmasını, ayrıca Birleşmiş Milletler Şartı ve 1991 Alma-Ata Deklarasyonu doğrultusunda geçmiş çatışmalarından bağımsız bir geleceğin inşa edilmesini öngörmektedir. Anlaşma, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ve Azerbaycan ile Ermenistan’ın ondan ayrılmasının ardından iki ülke arasında sınırların belirlenmesine, birbirlerini tanımalarına, egemenliklerine saygı duyulmasına ve anlaşmazlıkların çözümünde güç kullanılmamasına ilişkin bir deklarasyondur. “Taraflar, ülkelerinin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve kanunlarına saygı gösterilmesi şartıyla, barış, istikrar ve kalkınmayı güçlendirmek amacıyla yerel, ikili ve uluslararası taşımacılık için iki ülke arasındaki ulaşım koridorlarının açılmasının önemini bir kez daha vurgulamışlardır... Bu bağlamdaki girişimler, Azerbaycan’ın ana kara parçası ile özerk Nahçıvan bölgesi arasında Ermenistan toprakları üzerinden kesintisiz bir ulaşım koridorunun açılmasını da içermektedir...” Böylece anlaşma, bu konunun öneminden ötürü iki ülke arasında iletişim, ulaşım ve bağlantı yollarının açılmasına özel önem atfetmiştir. Çünkü Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan bölgesi, coğrafi olarak Azerbaycan ile kara bağlantısına sahip değildir. Arada Ermenistan var. Bu nedenle Azerilerin ulaşım için İran’dan geçmeleri gerekiyor. İşte bu yüzden anlaşma, Azerbaycan ile eksklavı olan Nahçıvan bölgesi arasında bir bağlantı koridorunun açılmasını talep etmektedir. Aynı şekilde, anlaşma, arada Ermenistan’ın yer alması sebebiyle kara bağlantısının ancak Ermenistan üzerinden sağlandığı Azerbaycan ile Türkiye arasında kara ulaşım yollarının açılmasını da talep etmektedir... Bu sayede Amerika, Azerbaycan’daki nüfuzunu güçlendirme, Ermenistan üzerindeki etkisini genişletme ve Rusya’nın Ermenistan’daki nüfuzunu zayıflatma ya da ortadan kaldırma olanağı elde etmektedir.
2- 9 Ağustos 2025 tarihinde Armenpress’in Arapça servisinde yer alan anlaşma metninde, Ermenistan’ın, Amerika ve üzerinde karşılıklı olarak mutabık kalınan üçüncü taraflarla iş birliği içinde, Ermenistan topraklarında ‘Uluslararası Barış ve Refah Trump Rotası’ (TRIP) olarak adlandırılan bir ulaşım koridoru projesinin uygulama çerçevesini belirlemek üzere çalışacağı da belirtildi. Hatta ABD, daha önce söz konusu ulaşım koridorunun kurulmasını ve bir Amerikan şirketi vasıtasıyla işletme haklarının kiralanmasına yönelik bir teklif sunmuştu bile. Middle East Eye sitesi 14 Temmuz 2025 tarihli haberinde, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, 11 Temmuz 2025 Cuma günü gazetecilere verdiği bir brifingde, Amerika Birleşik Devletleri’nin, iki Kafkasya ülkesi arasında uzun süredir tıkanma noktasına gelen diplomatik müzakereleri ilerletmek amacıyla Ermenistan ve Azerbaycan arasında planlanan ulaşım koridorunun işletme haklarını devralmayı teklif ettiğini söyledi. Middle East Eye sitesi, New York’ta düzenlenen basın bilgilendirme toplantısında 32 kilometrelik koridor hakkında Barrack’ın şu ifadelerine yer verdi: “Taraflar 32 kilometrelik bir yol güzergâhı yüzünden tartışıp duruyorlar. Tabii ki bu önemsiz bir mesele değil. Tam on yıldır sürüyor. İşte tam bu noktada Amerika devreye girip “Tamam, biz alıyoruz. O 32 kilometrelik yolu 100 yıllığına bize kiralayın, sonra siz de hep birlikte kullanın” diyor. Bu durum, Amerika’nın her iki ülkedeki nüfuzunu güçlendirecektir. Reuters’in 8 Ağustos 2025 tarihinde geçtiği haber de bunu doğrular nitelikte. Reuters’te yer alan habere göre “Ermenistan’ın, Azerbaycan Cumhuriyeti ile ulaşım koridorunun yüz yıllığına kiralanmasını öngören Trump planını kabul etmesi, ABD’nin Azerbaycan–Ermenistan arasındaki süregelen ihtilaf üzerinde söz sahibi olmaya çalıştığı anlamına geliyor. Azerbaycan, Türkiye’nin de desteğiyle, coğrafi olarak kendisinden ayrı olan Nahçıvan bölgesine bir koridor açmanın peşinde... Ermenistan ise bu anlaşmayı, Rusya’nın son savaşta pasif kalmasının ardından, komşusu Azerbaycan’dan gelebilecek olası saldırılara karşı Amerikan korumasını elde etme şansı olarak değerlendiriyor.” Zira Ermenistan’ın hezimete uğramasıyla, bir zamanlar Rusya’nın desteğiyle 35 yıl önce Karabağ’da kurdukları sözde cumhuriyet de tarihe gömülmüştür.
3- Middle East Eye’nin haberinde, “Azerbaycan’ın, planlanan ulaşım koridorunun tümüyle Ermenistan’ın denetimine bırakılmasına karşı çıktığı” belirtildi. Haberde ayrıca “Türkiye’nin, Bakü’ye barış anlaşmasını imzalaması için perde arkasından baskı yaptığı ve koridoru yönetmek üzere ortak bir özel şirket kurulması fikrini ilk ortaya attığı” ifade edildi. Erdoğan, 19 Haziran 2025’te Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, ertesi gün ise Türkiye’ye tarihi bir ziyaret gerçekleştiren Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı kabul etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının sosyal medya hesabından yapılan açıklamaya göre kabulde, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmede, mevcut konjonktürde Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış müzakerelerinde varılan mutabakatın önemine dikkati çekti... Kabulde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme süreci kapsamında atılabilecek adımlar da ele alındı...” (21.06.2025 El Cezire) Böylece Erdoğan’ın, anlaşmanın imzalanması için Amerika adına zemin hazırladığını görüyoruz. Zira Erdoğan, Amerika’nın yörüngesinde hareket etmekte ve bölgedeki nüfuzunu genişletmesi için ABD’nin uşaklığını yapmaktadır. Sunduğu bu hizmetler karşılığında ise hem iktidarda kalması için Amerika’nın desteğini almayı hem de Türkiye’nin Ermenistan üzerinden Azerbaycan’a uzanan kara yollarındaki ticaret hareketliliğinden kazanç sağlamayı ummaktadır.
4- Anlaşmada, “Tarafların, zirveye ev sahipliği yaptığı ve iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine büyük katkı sağladığı için ABD Başkanı Trump’a derin minnettarlıklarını sundukları” da belirtildi. ABD Başkanı Trump, ülkesinin ve özellikle de kendi şahsî rolünün belirgin bir şekilde ön planda olmasını istemiştir. Zira Trump, ön plana çıkmayı, görünür olmayı ve her başarıyı hanesine yazdırmayı seven bir tiptir. Barışı ve refahı sağlayabilecek yegâne aktör olduğunu iddia etmektedir. Bu yüzden Azerbaycan ile özerk Nahçıvan bölgesini Ermenistan üzerinden birbirine bağlayacak yeni yol “Trump Rotası” olarak adlandırılmıştır. Trump, iki ülke arasında böylesi bir anlaşmanın imzalanmasını sağlayarak Nobel Barış Ödülü’nü almayı da ummaktadır. Çünkü Pakistan Genelkurmay Başkanı Asım Münir ve Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu kendisini bu ödüle aday göstermişlerdir. Bilindiği üzere Trump’ın gerçekleştirmek için çalıştığını iddia ettiği barış ve refah, aslında Amerika’nın çıkarlarını sağlamak, dünyanın çeşitli bölgelerine ABD’nin nüfuz ve hegemonyasını yaymak, “Önce Amerika” ile “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA)” mottosu adı altında yeniden ABD’yi büyük yapmak anlamına gelmektedir.
5- Anlaşmada, “Anlaşmaya imza atan tarafların, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) üye devletlere ve Minsk ile ilgili yapılara, alınan kararı kabul etmeleri yönünde çağrıda bulundukları” yer almıştır.” Başka bir deyişle Trump, Minsk Grubu’ndaki diğer ülkelere, kendilerini sürece dâhil etmeksizin, hatta onlara danışmaksızın ve onlara zerre kadar değer ya da önem atfetmeksizin bu Amerikan kararını kabul etmeleri için dayatmada bulunmaktadır. Özellikle de 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın kararıyla Azerbaycan-Ermenistan sorununu çözmek amacıyla kurulan Minsk Grubu’nun eş başkanlığını Amerika ile birlikte yürüten Rusya ve Fransa sürecin dışında tutulmuştur! Amerika, Rusya’dan ayrı olarak bu anlaşmayı imzalamıştır. Hatta zamanlamasını, Başkan Trump’ın Rus lider Putin’le yapacağı görüşmenin hemen öncesine ayarlamıştır ki, Rusya itiraz etme fırsatı bulamasın. Oysa Rusya’nın, hem Minsk Grubu’nun eş başkanı olması hem de Azerbaycan’daki etkisini yitirse de özellikle Ermenistan üzerindeki nüfuzu nedeniyle bu sürecin içinde olması beklenirdi. ABD, tıpkı diğer Minsk Grubu üyelerinden talep ettiği gibi Rusya’dan da bu anlaşmayı tanımasını ve onaylamasını istemiştir. Fakat Rusya’nın sürece müdahil olup itiraz etmek yerine kılını bile kıpırdatmaması, pozisyonun ne kadar zayıfladığını ve Ermenistan’da yok olmanın eşiğine gelen etkisinin ne denli güçsüzleştiğini göstermektedir.
6- Anlaşılıyor ki Rusya, sürece güçlü bir şekilde müdahale edip itiraz edebilecek ve sonra da Amerika ile ilişkilerini daha ileri seviyelere taşımasını engellemek için Ermenistan’ı etkileyebilecek bir konumda değildir. Bu yüzden, bir yandan Erivan’ı bütünüyle kaybetmemek için Ermenistan’a uyarı mesajları gönderirken, diğer yandan da durumu kabullenmiş ve olan bitenden memnunmuş gibi bir tutum sergilemeyi seçmiştir. Rusya Dışişleri Sözcüsü Mariya Zaharova, yaptığı açıklamada, “Bu bağlamda, Güney Kafkasya cumhuriyetleri liderlerinin Amerikan arabuluculuğuyla Washington’da gerçekleştirdiği görüşme olumlu bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu adımın, barışçıl gündemin ilerletilmesine katkı sağlayacağını umuyoruz.” ifadelerini kullanmıştır. Ancak Zaharova, “dış yardım olmaksızın doğrudan diyalog kurulmasının şart olduğunu” vurgulayarak, “Bölge dışı aktörlerin katılımı, barışçıl gündemi güçlendirmeye yönelik olmalı ve ilave zorluklar ya da ayrım çizgileri yaratmamalıdır.” uyarısında bulunmuştur. (09.08.2025 El Cezire) Yani, Rusya Amerikan nüfuzunun bölgeye sızmasına karşı uyarıda bulunmaktadır. Rusya, daha önce Ermenistan’ı Batı ile ittifak yapmaması konusunda uyarmıştı. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, 24 Temmuz 2025’te yaptığı açıklamada, “Ermenistan’ın kendi siyasi yönünü seçme hakkı olduğunu, ancak Moskova’nın Ukrayna’daki jeopolitik değişimin tekrarından kaçınmayı umduğunu söyledi. Ayrıca Rusya’nın hâlâ Ermenistan’ı müttefik olarak gördüğünü ve iş birliğini sürdürmek istediğini vurguladı.” (25.06.2025 El Cezire) Rusya’nın bu sözleri, aynı Ukrayna’nın kaderini paylaşırsınız şekilde Ermenistan’a verilmiş apaçık bir gözdağıdır. Rusya, 2014 yılında ajanı Viktor Yanukoviç’in, ABD ve Avrupa’nın desteklediği kitlesel protestolar sonucu devrilmesinin ardından Ukrayna’daki nüfuzunu kaybetmişti. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, 23 Şubat 2023’te France 24 kanalına verdiği bir röportajda, ‘‘Ermenistan’ın, yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle Rusya öncülüğündeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne (KGAÖ) fiili katılımlarını askıya aldıklarını açıklamıştı. Zira Rusya, Azerbaycan’ın 2020 ve 2023 yıllarında Ermenistan’a saldırdığı ve onu Azerbaycan’da işgal altında tuttuğu topraklardan çıkardığında Ermenistan’ı savunmamıştı. Nitekim biz, 4 Ekim 2023 tarihinde yayınladığımız soru cevapta şöyle demiştik: A- Rusya büyük olasılıkla bu savaşın kendisine yönelik olduğunun, Erdoğan’ın Türkiye’si ve hamisi haline gelen Azerbaycan üzerinden Amerika tarafından planladığının, kendisini boş yere oyalayacağının ve güçlerini parçalayacağının bilincindedir. Halen varlık yokluk savaşı olan ve kaybetmek istemediği Ukrayna savaşına odaklanıyor. Eğer o savaşı kaybederse her şeyi kaybedeceğini, kazanırsa da kaybettiği bölgelerdeki nüfuzunu yeniden kazanabileceğini biliyor. Aynı zamanda Türkiye ile çatışmak da istemiyor. Bu şartlarda ve kendisine uygulanan yaptırımlarda Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye Batı dünyasına açılan kapısıdır. Keza Azerbaycan’la ilişkilerini de korumak istiyor. Zira özellikle enerji kaynakları alanında 6 milyar dolarlık yatırımı var ve aralarındaki ticaret hacmi 4 milyar dolardan fazladır. Ermenistan ise, her konuda Rusya’ya bağımlıdır... Ukrayna’daki savaşı kazanması durumunda bile eski etkisini tamamen yeniden elde etmesi pek olası değildir.”
7- Amerika, bu süreçte Avrupa’yı ve özellikle de Minsk Grubu’nda eş başkanı olan Fransa’yı görmezden gelmiştir. Görünen o ki Trump, Rusya’yı devre dışı bıraktığı gibi, Fransa başta olmak üzere Avrupa’yı da süreçten dışlayarak konunun tek hâkimi olmak istemiştir. Dahası, Azerbaycan ve Ermenistan Minsk Grubu’nun feshedilmesi için katılımcı devletlere çağrıda bulunmuşlardır. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı tarafından 11 Ağustos 2025’te yapılan açıklamada şu ifadelere yer verilmiştir: “Her iki ülkenin dışişleri bakanları, AGİT Dönem Başkanı’na ortak bir başvuru yaparak AGİT Minsk Süreci’yle ilgili yapıların kapatılmasını talep etti. Başvurunun ardından AGİT Bakanlar Konseyi’nin Minsk Grubu’nun feshedilmesine dair taslak kararı katılımcı devletlere iletildi ve kararın kabulü için gerekli prosedürlere destek istendi...” (11.08.2025 Azerbaycan Devlet Haber Ajansı) Böylelikle Amerika, konuyu tekeline almak ve Ermenistan’da nüfuzunu genişletme imkanı elde etmek için Avrupa’nın Azerbaycan-Ermenistan meselesi üzerindeki etkisini sıfırlamaktadır. İki ülke anlaşmayı hızla uygulamaya başlamıştır. Bu kapsamda, yine anlaşmada belirtildiği üzere, “Aralarındaki tüm karşılıklı davaların ve uluslararası düzeydeki anlaşmazlıkların geri çekilmesi” maddesi de hayata geçirilmiştir. (Aynı kaynak) Fransa, Minsk Grubu’nun feshedilmesini kabul etmek durumunda kalmıştır. Zaten grubun 2020’den bu yana, Azerbaycan’ın Ermenistan’a savaş ilan edip topraklarını geri almasının ardından hiçbir etki ve fonksiyonu kalmamıştı. Minsk Grubu, barışçıl yollarla bu toprakları geri almak için çalıştığını iddia etse de Azerbaycan’a bu konuda hiçbir faydası dokunmamıştır. Fransa, kaybetmiş görünmemek ve bölgede yeniden bir rol üstlenebilmek için Amerika’ya güzellemeler yapmaya başlamıştır. Bu çerçevede, geçmişte Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı açıkça desteklediği halde şimdi anlaşmayı desteklediğini iddia etmiştir...
8- Trump aynı şekilde, kendisine sağladığı hizmetler karşılığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlaşmanın imza törenine katılması için Washington’a davet edilerek ödüllendirilmesini bekleyen Türkiye’yi de göz ardı etmiştir. Hâlbuki Erdoğan, Amerikan planlamasıyla, Azerbaycan’ın desteklenmesi, Ermenistan’a karşı zafer kazanılması ve işgal altındaki topraklarının kurtarılması konusunda önemli bir rol oynamıştı... Fakat Trump, bunu bile Erdoğan’a çok görmüştür; zira anlaşmanın yapılması için artık Erdoğan’a ihtiyaç kalmadığını düşünmüştür. Aksi takdirde, onu da ya Washington’a çağırır ya da Erdoğan’dan, tıpkı 13 Mayıs 2025’te Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara ile yaptığı görüşme sırasında Amerikan taleplerine boyun eğmesi için El Şara ile telefon görüşmesi yapmasını istediği gibi en azından Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile bir telefon görüşmesi yapmasını isterdi. Ancak Ermenistan-Azerbaycan anlaşmasında ise Erdoğan’ı tamamen yok saymıştır! Görüldüğü gibi sömürgeci kâfirler, hasadı devşirirken, onların yörüngesinde hareket edenler veya ajanları ise, iktidarda kalabilmeleri ücreti karşılığında toprağı sürmekteler ve onları için didinip durmaktadırlar. Ancak bunun bile kesinlikle garantisi yoktur... Hiç mi akletmiyorlar?
9- Trump, hem Amerika’nın hem de kendisinin kişisel büyüklüğünü göstermeye aşırı özen göstermekte, dünyada barış yapabilecek, zorlu görevleri başarabilecek tek kişi olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca hem düşmanlarına hem de dostlarına karşı ekonomik savaşlar yürütmekte ve kimi zaman doğrudan, kimi zaman da Yahudi varlığı aracılığıyla kanlı savaşları körüklemektedir. Bunun son örneğini İran’da göstermiştir... Trump, Gazze’yi bir tatil beldesine dönüştürme projesini gerçekleştirmek için, Yahudi varlığını Gazze halkını öldürmesi, aç bırakması ve yerinden sürmesi konusunda utanmadan ve korkusuzca, alenen desteklemektedir. Ve bu destekleme öyle bir boyuttadır ki, ne kimse bu soykırımı durdurmak için müdahale edebilmekte ne de içeriye doğru dürüst bir lokma ekmek sokabilmektedir! Fakat Trump, Allah’ın hem ondan hem ülkesi Amerika’dan hem de ileri karakolu Yahudi varlığından çok daha güçlü, çok daha kalabalık ve çok daha ölümcül nice kavimleri yok ettiğini unutmuş görünüyor. Trump, yine İslam ümmetinin, kâfirlerin dostu olan yöneticilerinden ne kadar baskı, zorbalık ve zulüm görürse görsün, mutlaka ayağa kalkacağını, onlara karşı ayaklanacağını, onları devireceğini ve otoritesini, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek ve ceberut saltanattan sonra Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için içinden ehil olan birine teslim edeceğini ya unutmuştur ya da unutmuş görünüyor. Raşidi Hilafet, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir müjdesidir. Ahmed’in, Huzeyfe’den naklettiği Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ. ثُمَّ سَكَتَ “Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.” Hilafet, mesajını tüm cihana taşıyacak ve yeryüzüne hâkim kılacaktır! Nitekim İmam Ahmed’in Temîm ed-Dârî’den rivayet ettiği Hadis-i Şerif’te Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ، وَلَا يَتْرُكُ اللهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ، عِزّاً يُعِزُّ اللهُ بِهِ الْإِسْلَامَ، وَذُلّاً يُذِلُّ اللهُ بِهِ الْكُفْرَ “Bu din, gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah, bu dini sokmadığı hiçbir ev bırakmayacaktır. Çadırlara bile girecektir. Kimi onuruyla kimi de zilletiyle... Ya İslâm’la izzet bulacak veya küfürle zelil olacaktır.” Allah’ın izniyle bu, mutlaka olacaktır.
إِنَّ اللهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً “Allah, işinde galiptir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir.” [Talak 3]
H.22 Safer 1447
M.16 Ağustos 2025