Çarşamba, 16 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Teslimiyetçi Pısırık Yöneticiler! Bırakın da Ümmet Kendi Kararını Kendi Versin

Ne biz ne de İslam ümmeti Müslüman ülkelerdeki hain yöneticilerin ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’yi peşkeş çekme planını alkışlamasına şaşırmamıştır. Zira bu yöneticilerin teslimiyetçi tavırlarına, hatta meselelerimize karşı sömürgeci güçlerle işbirliği yapmalarına alıştık artık. Onların karakteri budur. Daha 23 Eylül 2025’te New York’taki BM toplantılarında Trump’a övgüler düzen ve Gazze için ondan medet uman bu liderler, Trump’ın sömürgeci planını duyurur duyurmaz desteklerini sunmak için adeta sıraya girdiler. Nasıl sıraya girmesinler ki? Erkeklik onurlarını ve yiğitliklerini kaybettikleri içlerinden bir teki bile aksini yapmaya cüret edemezdi.

Ey Müslümanlar! Trump, Yahudi varlığının Gazze ve Batı Şeria’daki iğrenç suçlarının baş mimarı ve yegâne hamisidir. Ona silah, para ve istihbarat sağlayan; uluslararası alanda onu koruyup kollayan da odur. Katil varlığın suçlarını nasıl örtbas ettiğini, Gazze üzerine kurduğu sinsi planlarını, size dayattığı zillet anlaşmalarını (İbrahim Anlaşmaları) biliyorsunuz! Suç ortağı Netanyahu ile birlikteyken, “Hamas direnecek olursa Netanyahu’ya desteğim tamdır” dediğini de duydunuz. Sanki o ana kadar hiç destek vermiyormuş gibi utanmazca konuşmasını da işittiniz! Bütün bunları bile bile böyle bir suçluya ümmetin meseleleri emanet edilebilir mi?! Ondan, çıkarlarınızı gözetmesi beklenebilir mi?!

Ey Müslümanlar! Ey Müslüman ülkelerin orduları! Sizin, siyaset ve duruşunda Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i örnek alan bir yöneticiye ihtiyacınız var! Sizin, şanlı sahabe ve onları ihsanla takip edenlerin yaptığı gibi yapan bir yöneticiye ihtiyacınız var! Sizin, Ebubekir’in adaletini, Ömer’in celadetini, Harun Reşid’in haşmetini, Mutasım’ın onurunu, Selahaddin’in, Baybars’ın, Kutuz’un cesaretini ve Abdülhamid’in dirayetini kuşanmış bir lidere ihtiyacınız var! Sizin, konuştuğu zaman dünyayı titreten, düşmanın kalbine korku salan, sözünün eri olsun; düşmana şeytanın fısıltılarını unutturan bir yöneticiye ihtiyacınız var! İşte böyle bir yöneticiniz olsa Trump ve onun gibi suçlular size bugün davrandıkları gibi davranamayacak, aksine halifenizin önünde tir tir titreyeceklerdir! Sizin, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği ve halkına asla yalan söylemeyen Hizb-ut Tahrir’in de kurmak için çalıştığı Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafete ihtiyacınız var. Gelin, dünyada izzete kavuşmak ve ahirette de kurtuluşa erişmek için bu kutlu çalışmaya siz de katılın, onlara omuz verin. Aksi takdirde bu vurdumduymaz yöneticiler sizi felakete sürükleyecek ve düşmanlarınızın kucağına atacaklardır!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]

Devamını oku...

Filistin Devletini Tanıma Tiyatrosu!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Filistin Devletini Tanıma Tiyatrosu!

Bakın işte dünya ayağa kalkıyor ya da öyle sanılıyor ve iki devletli çözüme göre Filistin devletini tanıma kararını güçlü bir şekilde alkışlıyor.

Bu, kısık ateşte pişirilmiş bir Amerikan yemeği olup dünyaya barışın bir yüzü olarak sunulmaktadır; bunun kahramanları Suudi Arabistan'ın yöneticileridir ancak gerçeklikte bu, “Washington patentli” ağrı kesici kutusundan başka bir şey değildir.

Suudi Arabistan, resmi bir vakarla, dünyaya şunu söylemek için aracılık rolünü yerine getiriyor: İşte biz buradayız, girişimi sunuyor ve kullanılabilir bir hale getiriyoruz.

İngilizlere gelince; tek devlet projesiyle desteklenen bu çarpık varlıkla geldiklerinde tarih onları çoktan geride bırakmış ve bunu hayata geçirmeyi başaramamışlardır.

Washington, bilinen kurnazlığı ve kötülüğüyle, şapkasından iki devletli çözümü çıkarıp dünyayı bunu oylamaya itmiştir; küresel vicdan ise, aniden derin uykusundan “uyanmıştır”.

Hakikatte bu çarpık vicdan uyanmamış, aksine Amerika'nın hatalarına ve aldatıcı vaatlerine boyun eğerek esnemeye devam etmektedir. Bakın işte dünya bu sahneyi alkışlarken Filistin, çocuklar, yaşlılar ve kadınlar arasında bir ayrım yapılmaksızın işgal güçlerinin ve uçaklarının bombardımanı altında kendi kanında boğuluyor ve bu sahne, suçlu milletlerin haber bültenleri ve konuşmaları için bir malzeme olmaya devam ediyor.

Kısacası ey beyler! Bu, Washington'un taşlarını hareket ettirdiği ve diğerlerini de karar vericiler olduklarına inandırdığı bir Amerikan satranç oyunudur.

Sonuç olarak ne yazık ki bu varlık, bekasını sürdürüp genişlemeye devam ederken, Filistinliler ise vaat edilen devletin serabını beklemektedirler.

Bu, bölümleri Washington tarafından yazılıp Birleşmiş Milletler sahnesinde oynanan ve anlaşmanın (hakların kaybı ve işgalin pekiştirilmesi) şeklindeki gerçek yüzü ortaya çıkıncaya kadar Müslümanların başındaki yöneticilerin seyirci koltuklarında oturduğu bir tiyatrodur.

Davayı değersiz bir bedele satan ajanlar, Beyaz Saray'ın koridorlarında ağzı açık gülümsemelerle geniş koltuklarda oturup Arap kıyafetlerini giymişler “barış” hakkında konuşuyorlar; ama gerçekte onlar, halklarının tıkıştırıldığı hapishanelerin anahtarlarını taşıyan kişilerdir. Böylece kendilerini devlet adamı sanıyorlar ama gerçekte onlar, Amerika'nın emirlerinin yankısından başka bir şey değillerdir.

Ey Müslümanlar, bu hainler sizin adınıza müzakere yapmıyorlar ve sizin adınıza konuşmuyorlar; aksine Batı'nın sofralarında sizin kanlarınızın ticaretini yapıyorlar. Ayrıca onlar, Filistin davasını pazarlık piyasasında bir meta haline getirip onu en düşük fiyata satıyorlar; bu yüzden sakın onların sloganlarına ve konuşmalarına aldanmayın.

Bu topraklar Birleşmiş Milletler kararlarıyla ya da dünyanın ıslıkları ve alkışlarıyla özgürleştirilmeyecek, aksine ümmet ayağa kalkıp artık zamanı gelmiş olan vaadini idrak ettiğinde özgürleşecektir. Bu yüzden ümmetin, gerçek kurtuluşun bu ruveybidaların eliyle olmayacağını idrak etmesi gerektiği gibi atalarının kadim ihtişamına geri dönmesi ve Allah'ın vaadinin, Allah'ın izniyle kaçınılmaz olarak geleceğini hatırlaması gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Yumuşak Hegemonya ve Sudan'dan Libya'ya Kadar Halkların Çektiği Acılar!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yumuşak Hegemonya ve Sudan'dan Libya'ya Kadar Halkların Çektiği Acılar!

Arap bölgemizi kasıp kavuran olayların hızla artmasıyla birlikte, evlatlarının kanı uluslararası ve bölgesel çatışmaların bedeli olsun diye halkların iradesi ve kendi kaderini tayin etme konusundaki meşru hakları hiçe sayılarak, deniz aşırı dayatılan yabancı müdahalelerin ve uluslararası kararların acı verici bir tablosu ortaya çıkıyor.

Sudan ve Libya, ülkelerin büyük güçler arasında nüfuz alanlarına, baskı araçlarına ve mesaj alışverişi için posta kutularına dönüştüğü bu çarpık gerçekliğin sadece iki çarpıcı örneğidir.

İşte bu Sudan, krizin patlak vermesinden bu yana kararları dışarıdan alınan bitap düşmüş bir ülkedir. Amerika sahnenin çok da uzağında değildir, aksine ateşli açıklamalardan seçici yaptırımlara, siyasi haritayı kendi vizyon ve çıkarlarına göre şekillendirme girişimlerine kadar tüm araçlarıyla bizzat olayların merkezindedir. Bakın işte Amerika bugün, demokratik geçişi engellediği gerekçesiyle Sudanlı siyasi figürlere yaptırımlar uygulamakla tehdit ederken, aynı çatışmaya karışan ancak Amerikan çıkarlarına hizmet etmeye daha yakın tutumları olan diğer taraflara göz yummaktadır. Peki o, Sudan'da nezih bir yaşamın gerçekleşmesini gerçekten ciddiye alıyor mu? Yoksa istikrarın sağlanması için Sudan halkına yardım etme sloganı altında kendi çıkarlarına göre kimi cezalandırıp kimi affedeceğini mi seçiyor?

Libya'da da sahne, başka bir şekilde tekrarlanıyor. Libya halkı yıllardır siyasi bölünmenin ve kronik uluslararası müdahalelerin acısını çekmekte ancak buna rağmen ABD, Dibeybe hükümeti halk arasında gerçek bir kabul görmemesine rağmen bu hükümeti desteklemekte ısrar etmektedir. Böylece meşruiyet, Amerika'nın tutumuna göre verilen veya geri alınan bir mefhum haline gelmiştir.

Ne yazık ki bugün tanık olduğumuz şey, ekonomik yaptırımlar veya siyasi baskılar gibi çeşitli araçlar yoluyla büyük güçlerin uyguladıkları “yumuşak hegemonyadır”. Bunlar, orduların yaptıklarından daha acı verici olan modern sömürgecilik araçlarıdır; çünkü bu araçlar, egemenliğe, onura ve karar alma sürecine derinden saldırmaktadır.

Bu uluslararası mücadelenin ortasında Sudan, Libya, Tunus, Yemen ve Suriye halkları, açlık, yerinden edilme ve geleceğin kaybolması gibi acılardan dolayı uzun bir kuyrukta beklerken büyük güçler ise nüfuz için çatışmakta, sadakatler dağıtmakta ve anlaşmalar yapmaktadırlar.

Ancak geriye şu önemli soru kalıyor: Bu hegemonyadan kurtuluşun yolu nedir?

Ben diyorum ki: Bu halkların önünde, dizginleri yeniden ele geçirmekten ve büyük güçlerin satranç tahtasında sadece piyonlar olmayı reddetmekten başka bir seçenek yoktur. Bu nedenle kurtuluşun yolu, ümmetin bilincini yeniden kazanması ve izzet, egemenlik ve onur gibi değerlerin ümmetin vicdanında yeniden canlandırmasıyla başlar. Tarih bize, yaşamak isteyen milletlerin, işgalcinin zorbalığına rağmen galip geldiğini öğretmiştir. Artık “Yeter artık!” dememizin zamanı geldi mi? Geleceğimizi, başkalarının kalemleriyle değil de kendi ellerimizle yazmamızın zamanı gelmedi mi?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmadan Barış Mümkün Değildir, İki Devletli Çözümü Savunmak Allah’a, Rasûlüne ve Müminlere İhanettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmadan Barış Mümkün Değildir, İki Devletli Çözümü Savunmak Allah’a, Rasûlüne ve Müminlere İhanettir!

Haber:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kalıcı barışın sağlanması adına tüm adımlar vakit kaybetmeden atılmalı, küresel vicdanı derinden yaralayan bu soykırım, bu utanç tablosu artık son bulmalıdır. Türkiye olarak iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için tüm imkanlarımızla mücadele etmeyi sürdüreceğiz.” (04.10.2025 Milliyet)

Yorum:

Her zaman olduğu gibi Erdoğan “atılmalı ve son bulmalı” gibi öznesiz cümleler kullanarak bu adımları kimin atacağına ya da bu utanç tablosuna kimin son vereceğine değinmemektedir. Uluslararası düzene daha doğrusu efendisi Amerika’ya ve onun bölgedeki kanserli uru hilkat garibesi soykırımcı varlığına üstü kapalı yalvarmak, meçhule çağrıda bulunmak yerine Erdoğan’ın, Selahaddin’in Eyyubi’nin Filistin ve İslam ülkelerinin hain ve piyon yöneticileri tarafından sözde “kırmızı çizgi” olarak görülen Mescidi Aksa’yı haçlılardan kurtardığı gibi günümüzün haçlıları olan Yahudilerden kurtarmak için “biz adım atacağız, bu soykırımı biz durduracağız, Filistin ve Gazze’yi Selahaddin Eyyubi gibi biz kurtaracağız” demesi gerekirdi. Ama nerede! Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarışını sadece sözle kutlamaktadırlar, özde değil. O kahraman komutanın isminin “S” harfi bile ağızlarına fazla gelmekte, ismini kirletmektedirler. Bunlar, gerçek kahramanlarla övünen, orada burada kahramanlık yapan sahte kahramanlardır.

BM New York toplantısı marjında Trump’ın, İslam beldelerindeki uşaklarını ve piyonlarını toplayıp daha doğrusu karşısına dizip talimatlar yağdırdığı toplantıda sağ tarafına oturttuğu -ama yandaş medya yan yana oturdular diye servis etti, yani ikisini aynı kalibrede gördüler- birinden elbette Kudüs ve Filistin’i kurtarması beklenemez. Kurtarsa kurtarsa muz adalarını kurtarabilir!  Ey Erdoğan! Bu soykırım, bu utanç tablosuna Trump mı son verecek? Onun mu buna son vermesini bekliyorsun? Soykırımcı Yahudi varlığının bir numaralı destekçisi Trump’tan Müslümanların ve Filistin’in yararına bir çözüm bekleyecek kadar naif birimisiniz? En büyük şeytandan bir iyilik bekleyecek kadar naif ve saf olamazsınız. Yoksa Trump’ın şeytani planının bir parçası olmayı mı yeğliyorsunuz?

Ucube Yahudi varlığının Sumud filosunda tutukladığı protestocuları ülkeye geri getirmek için charter uçaklarınızı göndermek yerine savaş uçaklarınızı ve tanklarınızı gönderip Yahudileri yerle yeksan ederek hem onları hem de Filistin ve sözde “kırmızı çizgi” olarak gördüğünüz Kudüs’ü kurtarmış olsaydınız o zaman ülkenizde hatta tüm İslam dünyasında kahraman gibi karşılanırdınız. Ama sizde, bırakın Amerika’ya kafa tutmayı, onun sinek kadar bile değeri olmayan domuzların ve maymunların kardeşi Yahudi varlığına bile kafa tutacak yürek ve cesaret yoktur. Eğer yürek ve cesaretiniz olsaydı, 66 bin şehidin katili ve celladı Yahudi varlığına charter uçaklarınızı göndermek yerine ordularınızı gönderir, Filistin’i Tatarlara mezar yapan Selahaddin Eyyubi gibi siz de Biladu’ş Şam’ı Tatarların kardeşleri Yahudilere mezar yapar, ola ki bir daha dirilirler diye dirilmemeleri için üstüne beton dökerdiniz. Onun baş destekçisi Trump’ın sağ kolu ve zehirli hançeri olmak yerine de onun boynunu vuran, kalbine hançer saplayan, bir daha topraklarımıza dönmemek üzere kuyruğunu kıstırarak topraklarımızdan kaçmasını sağlardınız. Ona dostum demek yerine en azılı düşman muamelesi yapar, bu düşmanlığın gereğini yerine getirirdiniz.

İşte Filistin ve Kudüs’e sahip çıkmak böyle olur yoksa Kudüs fatihi Selahaddin’in Kudüs’ü haçlılardan kurtarışının yıldönümünü anmakla Kudüs’e sahip çıkılmaz, orada burada Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir demekle Kudüs kırmızı çizginiz olmuyor. Kırmızı çizginizse, aşılan kırmızı çizginizi kurtarmak için niye devasa ordularınızı seferber etmiyorsunuz? Özel uçaklar göndermek yerine niye Yahudilerin üzerine top ve mermi yağdırmıyorsunuz? Bırakın 66 bin Müslümanın şehit edilmesini, vatandaşlarınızı esir alan hatta 2010 yılında olduğu gibi 10’unu öldüren Yahudileri sadece ve sadece lanetlemek ve kınamakla yetiniyorsunuz! Bir ümmete baş olmanın gereği bu mu sadece? Lanetlemek ve kınamak mı?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

Müslümanların Başındaki Yöneticiler, Ümmetin Düşmanlarına İstihbarat Desteği Sağlıyorlar ve Ümmetin Hayati Davalarına Karşı Komplo Kuruyorlar

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Müslümanların Başındaki Yöneticiler, Ümmetin Düşmanlarına İstihbarat Desteği Sağlıyorlar ve Ümmetin Hayati Davalarına Karşı Komplo Kuruyorlar

Haber:

Middle East Eye: BAE'nin Yemen adalarında kurduğu askeri üsler, Yahudi varlığı ile Abu Dabi arasında istihbarat paylaşımını imkan sağlıyor.(Belkıs Uydu Kanalı, 4 Ekim 2025)

Yorum:

Uydu görüntüleri, BAE'nin 2016 yılında Husi'lerle savaşmak bahanesiyle Yemen'e girmesinden bu yana kontrol ettiği Yemen adalarında birkaç askeri üs kurduğunu ortaya çıkardı. O zamandan beri, Husi'lerin bu bölgelerde bulunmamasına rağmen, varlığını Yemen adaları, kıyıları, limanları ve kıyı şehirlerinde yoğunlaştırdı. Aynı zamanda, Husi'lerle olan savaş cephelerini desteksiz bırakarak, buradaki askeri varlığının ardındaki gerçek hedefini ortaya koymuştur. Bu hedef, Suudi-Amerikan etkisine Yemen'de meydan okumak ve böylece ABD'nin ülkede tek başına etki ve zenginlik sahibi olmasını engellemektir.

Uydu görüntüleri, bu adalarda gelişmiş savaş uçaklarının iniş kalkış yapabileceği askeri üsler ve pistler olduğunu ortaya koyduğu gibi Middle East Eye de, kısa bir süre önce bu askeri üslerin Yahudi varlığının Abu Dabi ile istihbarat alışverişinde bulunmasına imkan sağladığını açığa çıkarmıştır!Bu da Yahudi varlığı ile BAE arasında askeri ve istihbarat işbirliği olduğunu göstermektedir.

Bu ise Müslümanların başındaki yöneticilerin ümmetlerine ihanet ettiklerini ve Allah'ın ve ümmetin düşmanı olan ve İngiltere'nin bölgeye diktiği ve bugün Amerika ve tüm Batı'nın arkasında durup benimsediği Yahudi varlığı lehine ümmete karşı komplo kurduklarını teyit etmektedir.

Bu nedenle Yemen halkının, gerek BAE ile gerekse sözde elitler ve güvenlik kemerleri gibi BAE'nin ülkede kurduğu güvenlik ve askeri kurumlarla işbirliği yapması ve çalışması caiz olmadığı gibigeçiş konseyi gibi onun kurduğu partilerle veya ona bağlı yetkililerle ilişki kurması da caiz değildir!Çünkü bu ilişki, Batı'nın gündemlerinin uygulanması ve ümmetin düşmanlarıyla askeri ve istihbarat işbirliği olarak itibar edilen BAE'nin ülkedeki çalışmalarına destek ve yardım niteliğinde olup bu bağlamda, BAE tarafından kurulan Geçiş Konseyi, Yahudi varlığıyla ilişkilerini normalleştirmeye hazır olduğunu açıklamıştır!

Ey Yemen halkımız: Sömürgecinin zulmünden kurtulmanın, serveti geri elde etmenin ve kan dökülmesini durdurmanın yolu, ihanetleri ifşa olan bu liderleri takip etmek değildir, aksine Allah'ın şeriatıyla hükmedecek, sömürgeci kafirleri ve onların yerel yardakçılarını ülkeden kovacak ve insanları onların kötülüklerinden ve komplolarından kurtaracak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak yoluyla İslam projesini takip etmektir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz El-Hamid – Yemen

Devamını oku...

Suriye Okullarında Müzik ve Spor Dersleri İçin İslami Eğitim Derslerinin Azaltılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suriye Okullarında Müzik ve Spor Dersleri İçin İslami Eğitim Derslerinin Azaltılması!

Haber:

Suriye'de, Eğitim Bakanlığı'nın eğitim yılının başlamasıyla birlikte haftada dört olan İslami eğitim derslerini ikiye indirmeye karar vermesinin akabinde tartışmalar devam ediyor;bazıları bunu, “eğitim faaliyetlerini çeşitlendirmek” ve öğrencilere müzik ve spor için daha fazla alan sağlamak amacıyla atılmış bir adım olarak nitelendirirken diğerleri ise bunu, dersin eğitimsel rolünü zayıflatacağını ve öğrencilerin dini başarılarını etkileyeceğini ifade etmektedir.

Suriye okullarında öğrenciler, İslami eğitimin azaltılması ve müzik ve spora ayrılan zamanın artırılmasıyla ders programlarında belirgin bir değişimin olduğunu hissetmeye başladılar. Ancak karar toplumda yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır; zira öğretmenler ve veliler “İslami derslerin” azaltılmasına karşı çıkarken, eğitim uzmanları ise kararın esnek bir şekilde uygulanması halinde olumlu sonuçlar doğurabileceğini düşünüyor. (El-Arabi El-Cedid)

Yorum:

Müslüman ülkelerin tamamında okullar ve genç nesiller hedef alınmakta olup rejimlerin bu alandaki takip ettiği çizgi neredeyse aynıdır; çünkü bu, fonların kesilmesi ve yaptırımlar uygulanması tehdidi altında Batı'nın diktelerine cevap verme çerçevesinde gerçekleşmektedir. Böylece eğitim müfredatının laik bir hale geldiğini, cihada teşvikten uzaklaştığını ve Yahudi varlığıyla bir arada yaşamayı kabul ettiğini görüyoruz.Ayrıca eğitim müfredatından, cihada teşvik eden ve İslam'da vela (Allah için sevmek) ve bera (Allah için buğzetmek) mefhumundan bahseden ayetler ve hadisler silinip ona Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW) ve Çocuk Hakları Sözleşmesi'nden bahseden hükümler dahil edilmekte, cinsiyet mefhumuna odaklandıkları gibi dans ve şarkı söylemek gibi müfredat dışı etkinlikler ve yarışmalara odaklanıyorlar. Böylece sanat, müzik ve spor dersleri için İslami eğitim derslerini azalttıklarını görmektesiniz.Bu nedenle Ahmed Şara hükümetinin uygulamaya başladığı bu değişiklikler, Müslüman ülkelerde eğitim müfredatını sekülerleştirmek, genç nesli yozlaştırmak ve İslami kimliklerini sulandırmak amacıyla izlenen bu genel politikadan sapmamaktadır.

Onlarca yıl boyunca Esad ailesinin zulüm ve suçlarının acısını çeken Suriye halkı, "Bu (Devrim) Allah İçin, Bu Allah İçin" ve "Ebedi Liderimiz Efendimiz Muhammed'dir" sloganı atarak mücrim Beşar'ın rejimini devirmek amacıyla mübarek bir devrim için sokaklara döküldüler, bunun uğrunda  büyük fedakarlıklar yaptılar ancak bu fedakarlıkları, laik insan yapımı bir anayasayla yönetilmeye devam etmek için yapmadılar, suç ve sesleri susturma politikasının devam etmesi, hak sözü söyledikleri için gizli yargılamalarla on yıllarca hapis yatmak için yapmadılar, fedakarlıklarının meyvesinin Yahudi varlığıyla normalleşme ve onunla güvenlik anlaşmaları imzalanması için yapmadıkları gibi bu fedakarlıkları, eğitim müfredatı ve sisteminin sekülerleştirilmesi ve çocuklarının dinlerinin hükümlerini öğrenmek yerine spor ve müzik eğitimi alması için de yapmadılar!

Ey Şam halkı ve Dâru’l İslam’ın merkezi:

Hayatınızın tüm işlerinde İslam ile hükmetmekten daha azını kabul etmeyin, sömürgecilerin ve onların araçlarının mübarek devriminizin meyvelerini toplamaya devam etmelerini kabul etmeyin ve kendilerini Batı'ya ipotek eden ve ona itaat etme sadakatini sunan yöneticileri de kabul etmeyin; haydi devriminizi normal seyrine geri döndürün, Allah'tan başka kimseye boyun eğmeyi kabul etmeyin ve çok geç olmadan siz ve çocuklarınız bunun farkına varın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Munasıra

Devamını oku...

Büyük Yalanın Açığa Çıkarılması, Vehim ile Gerçek Arasında Kapitalizm!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Büyük Yalanın Açığa Çıkarılması, Vehim ile Gerçek Arasında Kapitalizm!

İnkar edilemez gerçek şu ki, tüm dünya şu anda başta Amerika olmak üzere Batı yöneticileri arasındaki yalan sorununu açığa çıkarıyor. Peki onların şu anda bu gerçeği açığa çıkarması bir aptallık belirtisi midir?Yoksa demokratik anlayışları ve özgürlükleri konusundaki yaşadıkları yalanın sebebi, onların ideolojilerinin anlaşılmaması mıydı? Yalanı doğrudan ayırt etmek için belirlenmesi gereken ölçü ve standart nedir? Peki Amerika, Avrupa ve dünya liderleri, kapitalist ideolojinin ortaya çıkmasından ve dünyaya egemen olmasından bu yana kendilerine, halklarına ve dünyaya karşı dürüst oldular mı?

Bu sorular, açıklamaların, araştırmaların, önerilerin ve cevapların etrafında dönmeyi gerektirir; çünkü dünya liderleri, geçen on yıllar boyunca yasama meclisleri ve hükümetleri tarafından yasallaştırılan sistemlerine, kanunlarına ve ideolojilerine bağlıdırlar ve geriye kalan ideolojinin geri kalan ömrüdür. Şayet ortada bahsedilen bir yalan ikilemi varsa, bunun çözümü nedir? Yalan söylemek, onların ideolojisinde mubah veya meşru mudur?

On sekizinci yüzyılın başlarından itibaren kapitalist ideoloji dünyanın büyük bir bölümünü ele geçirmiştir. Bu ideolojinin akidesi şudur: “Tanrının Hakkını Tanrıya Sezar’ın Hakkını Sezar’a Verin.” Bu da Allah'a iman etmek isteyen birinin, bu imanını kendisiyle sınırlaması gerektiği, çünkü bunun Allah'ın varlığına, O'nun gücüne, kimliğine ve hakimiyetine iman edilmesiyle ilgili olup hayatta bu anlayışa dayalı olarak davranmanın ve amel etmenin caiz olmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla pratik ve uygulama olarak yaşamla ilgili davranış, yeryüzünün tanrısına (Sezar) ve onun yasama konseylerine atfedilmiştir. 

O zaman kapitalist akide ve onun laiklik mefhumu, dinin yaşamdan ayrılması, yani dinin, birey ve kilise ile sınırlandırılması ve bireylerin, toplumların veya devletlerin davranışlarıyla hiçbir ilgisinin olmaması demektir; yasama metinlerinde dine dikkat çekilmiş olsa bile bu, gözlere kum serpmekten, alay etmekten ve akılları hafife almaktan ibarettir. İşte bu kaide, özel ve genel arasında yalan ve ikiyüzlülük mefhumunu pekiştirmektedir; çünkü bu ideolojinin politikası, mana ve mefhum olarak tamamen “yalan söyleme sanatıdır.”

Bu medya manipülasyonu, akademisyenlerin, politikacıların, düşünürlerin ve sıradan insanların, büyük bir yalan içinde yaşamalarına, yani anlamını, yapısını ve mefhumunu düşünmeden bu ideolojiyle yaşamalarına neden olmuştur. Bu ideolojinin, halkları aldatması ve (özgürlük, çocuklar, kadınlar, hayvanlar, eşcinsellik, demokrasi ve benzerleri) gibi değerleri ortaya atması, bunlara yönelik örgütler ve kurumların kurulması, bunların propagandasını yapmak ve bunlar yoluyla vicdanları satın almak için milyarların harcanması, insanların zihinlerini bulanıklaştırmaktan ve bu ideoloji ve sonuçları hakkında bir an bile olsa durup düşünmelerini ve tefekkür etmelerini engellemekten başka bir şey değildir. Bu nedenle bu konuya ışık tutan veya üzerinde düşünmeye çalışan herkes ya susturulmakta ya marjinalleştirilmekte ya hapsedilmekte ya öldürülmekte ya da dünyanın en ücra köşelerine sürgün edilmektedir.

Büyük yalanlarıyla kapitalist ideoloji, kibirlenerek, iftira atarak ve yeryüzüne yayılıp genişleyerek Allah'tan başkasına ibadet edilen bir ilah haline gelmiştir; dolayısıyla kapitalist ideoloji, yönetimin iplerini ve baskı kılıcını elinde tutan bir yasama organı olup böylece insanlar da krallarını ve krallarının dinlerini takip etmektedir.  

Son iki yüzyıl boyunca yöneticilerin, rejimlerin, akademisyenlerin ve politikacıların açıklamalarını inceleyen biri, bunların hepsinin şu yalana dayalı olduğunu görecektir: Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombalar, Vietnam, Afganistan ve Irak'ın işgali, Libya ve İran'ın vurulması, Filistin'in işgali ve onun üzerinde mutant bir varlığın kurulması ve bunun yanı sıra (halkların kurtuluşu, kendi kaderini tayin hakkı, devletlerin iç işlerine karışmama ve devletler arasında veya kendilerinden daha büyük güçler tarafından saldırganlığın yapılmaması) gibi tarihteki en büyük yalana dayalı olan ve hala da olmaya devam eden Birleşmiş Milletler'de yapılan açıklamalar, konferanslar ve toplantılar ve "teröre karşı savaş" projesi… Yani aklın hayalin alamayacağı büyük ve sayısız yalanlar vardır. 

Bu yalanları, halkların, akademisyenlerin, siyasetçilerin ve düşünürlerin zihinlerinden açığa çıkarmak, Aksa Tufanı operasyonu gibi bu yalanların boyutuna uygun olması gerekiyordu. Onlar tuzak kuruyorlar ve tuzakları da büyüktür ancak Allah'ın tuzağı, onların tuzaklarından çok daha büyüktür; çünkü onların tuzakları, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilen Allah katında (malumdur). Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُHilelerinin cezası Allah katında (malum) iken, onlar tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!” [İbrahim 46] Dolayısıyla bu olay (Aksa Tufanı) insanlar için, ideolojinin mefhumunu ve Batı dünyasının demir yumruk, çatışma ve sömürgecilikle pazarladığı bir yalan üzerine kurulduğu büyük yalanın gerçeğini açığa çıkarmıştır.

Şu anda ve son iki yıldır Gazze ve Batı Şeria'da yaşananlar, doğal ve beşeri bir olay değildir; zira bunu başlatan kişiler, sadece fitili ateşlemekle görevlendirilmiş sebeplerdir ve patlamanın şiddeti, ulaştığı boyutu ve etkisi ise Müdebbir, Hakîm ve Alîm olan Allah’a aittir.

Meydana gelenleri destekleyen ve karşı çıkanlar arasındaki küresel bölünme göz önüne alındığında, destek kefesinin çarpıcı bir şekilde arttığını ve dünyanın, hak ve hakikatin yanında yer alan grup ile batılın ve yalanın yanında yer olan grup olmak üzere iki kampa bölündüğünü görüyoruz; bu da Allah Subhanehu ve Teala'nın, hak ile batılın arasını ayırmak istediğine, sonra batıl kampının yavaş yavaş parçalanmaya başlayacağına işaret etmektedir. لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَى مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ (Fakat Allah), helak olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı).” [Enfal 42]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER