Cuma, 18 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Danimarka Dışişleri Bakanı, Elleri Masum Gazzelilerin Kanına Bulanmışken, Filistin Konusunda Endişeliymiş Gibi Davranıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Danimarka Dışişleri Bakanı, Elleri Masum Gazzelilerin Kanına Bulanmışken, Filistin Konusunda Endişeliymiş Gibi Davranıyor

Haber:

7 Eylül 2025'te Danimarka Dışişleri Bakanı Lars Løkke Rasmussen, Siyonist dostları ve meslektaşlarıyla bir araya gelerek "endişelerini dile getirmek" ve hükümetlerine "baskı yapmak" amacıyla işgal altındaki Filistin'i ziyaret etti.İşgale yönelik bu dostane ziyaret, Dışişleri Bakanı'nın sosyal medyada şu yorumu yaptığı videoyu paylaşmasından sadece birkaç gün sonra gerçekleşti: “Danimarka hükümeti şimdi Filistin'in gelecekte tanınması konusundaki tutumumuzdan İsrail'in vetosunu kaldırmak için adımlar atıyor.”

Yorum:

Danimarka'nın hala askeri teçhizat sağlamaya ve sabit destek vermeye devam ettiği 700 günlük canlı yayınlanan soykırım, kadın ve çocuklara yönelik vahşi katliamlar ve kitlesel açlıktan sonra Lars Løkke Rasmussen Tel Aviv'e giderek şu yorumu yaptı: "Kendimi ve Danimarka'yı İsrail'in bir dostu olarak görüyorum. Aynı zamanda endişeli bir dost."

Danimarka hükümeti Filistin'in özgürlüğü için çağrıda bulunanlara eşi benzeri görülmemiş bir baskı başlatıp onlarca kişiye terörizm suçlaması yöneltmesi için yargı makamlarına baskı yapmasının yanı sıra Filistin halkına destek verdiklerini ifade edenlere ağır cezalar verirken ve Lars Løkke Rasmussen'in Dışişleri Bakanlığı Yahudilere askeri teçhizat ihracatını onaylamaya devam ederken, Rasmussen şimdi birdenbire "endişelenmeye" başlamıştır. Siyonizm karşıtlığını antisemitizmle eş tutmayı amaçlayan siyasi kampanyalar yürütmesinin ve Danimarkalı politikacılar üzerindeki Siyonist etki iddialarına şiddetle saldırmasının ardından hükümet, şimdi Filistin meselesine ilişkin tutumunun Kopenhag'da değil, işgalin tam merkezinde belirlendiğini kabul ediyor.

Bununla birlikte Danimarka hükümetinin endişelenmesi için geçerli sebepler de vardır. Ama onun endişesi hiçbir zaman Filistin olmamıştır. Olayların gelişmesi ve Danimarka'nın Gazze'deki soykırıma verdiği sürekli desteğe karşı halkın öfkesinin artmasıyla birlikte bir sonraki seçimler yaklaştıkça bocalayan hükümet içerisindeki korku yükseliyor. Avrupa kıtasının dört bir yanındaki siyasi liderler, ellerindeki Gazze halkının kanını yıkamak için ucuz girişimlerde bulunarak siyasi kanalların önünde sıraya giriyorlar.

Soykırımdan hali bir gelecek için Filistin halkına -aynı anda- şartlar dikte etmeye cesaret eden soykırım savunucularından sadır olan sıhhatten yoksun “endişe” sözlerine, aklı başında olan veya biraz olsun asil olan hiç kimse inanmaz! Mübarek toprakların kahraman halkının Lars Løkke Rasmussen gibilerinin herhangi bir ilgisine veya takdirine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla tek kaygısı kariyeri ve kişisel mirası olan ve elleri masum Gazzelilerin kanına bulanmış Rasmussen, Danimarka hükümetindeki arkadaşlarıyla birlikte sonsuza dek fasit bir suçlu olarak hatırlanacaktır.

Müslüman orduları harekete geçip habis Yahudi varlığını ortadan kaldırmadıkça Filistin kurtulamayacaktır. Ayrıca Filistin, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetteki İslami liderler altında diğer Müslüman ülkelerle birleşmedikçe gerçek anlamda özgürleşmeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İlyas Lamrabet

Devamını oku...

Düşen Tahtların Ardındaki İşbirliği!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Düşen Tahtların Ardındaki İşbirliği!

Haber:

Donyo Haber Ajansı muhabirinin aktardığına göre, Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, 5 Eylül 2025'te ABD Başkanı Donald Trump ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Özbekistan Dışişleri Bakanı Bahtiyar Saidov, Telegram kanalı üzerinden, "Amerikalı meslektaşım Marco Rubio ile işbirliği içinde, devlet başkanlarımız arasında varılan tüm anlaşmaların etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacağız" şeklinde yazdı.

Yorum:

Mirziyoyev'in Trump ile görüşmesi, Amerika'nın Özbekistan ile ilişkilerinin daha geniş jeostratejik planlarla bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. Böylece Washington'ın artık Taşkent'i Orta Asya'daki en önemli dayanağı olarak gördüğü açıkça ortaya çıkmış oldu.

Amerika'nın Özbekistan'a olan ilgisi öncelikle kaynak jeopolitiğiyle bağlantılıdır. Zira Orta Asya, uranyum, lityum, bakır ve diğer stratejik mineral rezervleri açısından zengin bir bölgedir. Bu yüzden ABD, bu kaynakları küresel tedarik zincirine dahil ederek Çin'in tekelci etkisini sınırlamak istiyor.Bu açıdan Özbekistan, Amerika'nın ekonomik ve güvenlik yapısının önemli bir parçası haline gelmiştir. Özellikle terörizm, aşırıcılık ve yasadışı göçle mücadele ele alınmıştır; zira Afganistan'la sınırı bulunan Özbekistan, Amerika'nın bölgesel güvenliği açısından önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca Trump, "S5+1" formatı yoluyla güvenlik mekanizmalarını güçlendirmeyi hedeflerken, Rusya ve Çin'in etkisini dengelemeye çalışıyor

Amerika, eğitim alanındaki iş birliğine özel önem veriyor. Zira Taşkent'te, önde gelen Amerikan üniversitelerinin şubeleri açılıyor ve American Spaces'ın faaliyetleri genişliyor. Bu sayede genç neslin zihninde olumlu bir Amerika imajı oluşturularak Amerika'nın çıkarlarını savunacak ajanlar yetiştirilmektedir.

ABD, genel olarak terörle mücadele, güvenliğin sağlanması, ticari, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi sloganları altında Orta Asya'daki konumunu güçlendirmek için kademeli çabalar sarf ediyor.

ABD'nin Özbekistan ile ilişkilerinin giderek önem kazanması sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel jeopolitik değişimlerden de kaynaklanıyor. Washington D.C.'deki Amerikan Dış Politika Konseyi ve Orta Asya-Kafkas Enstitüsü uzmanlarının hazırladığı "Büyük Orta Asya Stratejisi" başlıklı analitik raporda, ABD'nin bölgedeki rekabet gücünü artırmak amacıyla Büyük Orta Asya için etkili bir strateji geliştirmesi ve uygulaması gerektiği vurgulanıyor. Bu ise Orta Asya, Kafkasya, Güney Asya ve Doğu Asya’yı da içeriyor. Ayrıca Rusya-Çin ilişkilerini ve Avrasya'daki jeopolitik rekabeti etkilemeyi, özellikle de temel metaller, uranyum, petrol ve doğal gaz gibi stratejik kaynaklara yönelik pazarların kontrolünü ele geçirmeyi hedefliyor.

Bu arada Washington, Taşkent'i bu stratejide jeopolitik bir dayanak noktası görürken, Özbekistan da dahil olmak üzere Orta Asya'nın bu süreçte oynadığı merkezi rol göz önüne alındığında, Mirziyoyev hükümeti bu stratejide kilit bir oyuncu olmaya çalışıyor. Nitekim Trump, Mirziyoyev'in reformlarını "derin ve geri döndürülemez" olarak nitelendirirken, Mirziyoyev de Trump'ı "iç ve dış politikadaki inanılmaz başarılarından" dolayı tebrik etmiştir.

İslam’a ve Müslümanlara karşı mücadelede bölgesel ve küresel liderler haline gelen Mirziyoyev ile Trump'ın, birbirlerinin başarısız politikalarına yönelik övgü dolu konuşmaları, ikili ilişkilerin gidişatındaki süreci ortaya koymaktadır. Bu telefon görüşmesi, her iki tarafın da dış politika hedeflerinin giderek artan bir şekilde ortak bir hedefe doğru yöneldiğini, yani bölgedeki Batı çıkarlarını güçlendirmede ve özellikle İslam’ın hayat sahasına geri dönmesini engelleme konusunda Amerika'nın rakip güçlerini zayıflatmada daha uyumlu hale geldiklerini ortaya koymaktadır. Acaba Mirziyoyev ve rejimi Allahu Teala’nın kelamından bir öğüt alır mı ki?! Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتاً وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ “Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!” [Ankebut 41]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti, Port Sudan Şehrindeki Kuran Kursları ve Camiler İdaresi Müdürü ile Bir Araya Geldi

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti heyeti, partinin Sudan’ı bölme ve Darfur’u ayırma planlarına karşı başlattığı kampanya çerçevesinde, Port Sudan’da Kuran kursları ve camilerden sorumlu yönetici Şeyh Onur Muhammed Ahmed’i ofisinde ziyaret etti. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı Üstat Nâsır Rıza’nın başkanlığındaki heyete, komite üyesi Abdullah İsmail de eşlik etti.

Üstat Nâsır, Sudan’da Batılı ülkelerin, özellikle de Amerika’nın yaptığı şeylerden bahsetti. Amerika’nın önce Güney Sudan’ı ayırdığını, şimdi Darfur’u bölmeye çalıştığını ve sırada Doğu Sudan’ın olduğunu söyledi. Bu konunun çok kritik ve hayati bir mesele olduğunu, bu yüzden herkesin ciddiyetle çalışması gerektiğini belirtti. Bu planı bozmak için cami imamlarına, siyasetçilere, kanaat önderlerine, ordu komutanlarına ve halka büyük görevler düştüğünü vurguladı. Nâsır, sözlerini desteklemek için çeşitli kanıtlar sundu.

Şeyh Onur, Nâsır’ın konuşmasını onaylayarak, “Bizim rolümüz ne olmalı?” diye sordu. Nâsır da imamlardan ve davetçilerden ne beklendiğini anlattı. Bunun üzerine Şeyh Onur, bu planı çökertmek için hazırlanan parti programının tamamının kendisine gönderilmesini istedi.

Görüşmede, müdür yardımcısı, Eyalet Âlimler Heyeti üyesi Şeyh Lübab ve Kızıldeniz Eyaleti Hafızlık İşleri Müdürü Şeyh Tayyib eş-Şembeli de hazır bulundu.

Devamını oku...

Engelli Gazzeli Çocuklar ve Yavrular, Savaşın En Çok Acı Çeken Kurbanlarıdır

7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden felaket niteliğindeki savaş, Gazze’deki hayatın her yönünü etkiledi; insanlar, ağaçlar, taşlar ve kaynaklar büyük zarar gördü. Özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu, ölüm ve yıkım her yere yayıldı. Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre, savaşta 63 binden fazla kişi şehit oldu, yaklaşık 160 bin kişi yaralandı. Ayrıca yüzbinlerce insan yerinden edildi. Bölgede yaşanan boğucu insani kriz, gıda, ilaç ve temiz içme suyu gibi temel ihtiyaçların ciddi şekilde azalmasına yol açtı.

Yakın zamanda Birleşmiş Milletler’e bağlı bir komitenin bildirdiğine göre, 7 Ekim 2023 ile bu yılın 21 Ağustos’u arasında 157.114 kişinin yaralandığı belirtildi. Bu yaralıların dörtte biri, yani %25’i, maalesef hayatının geri kalanını kalıcı bir engellilik riskiyle karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler’e bağlı komite, savaşın başlamasından bu yana iki yıl içinde tam 40.500 çocuğun yaralandığını duyurdu. En acısı da bu çocukların yarısından fazlası artık engelli. Bu korkunç durum, Gazze’deki en az 21.000 çocuğun artık birer engelliye dönüştüğünü gösteriyor.

Komite, işitme veya görme engelli birçok kişinin çoğu zaman işgal güçlerinin tahliye emirlerinden haberdar olmadığını, bu yüzden zorunlu göçün onlar için imkânsız hale geldiğini ve ne yazık ki bazılarının tahliye emrinden bihaber şehit olduğunu ifade etti.

Hatta bazı engelli kişiler, güvenlikten yoksun ve insan onuruna aykırı şartlarda, herhangi bir yardım olmaksızın kum veya çamur üzerinde sürünerek kaçmaya mecbur bırakılmıştır. Ayrıca insani yardımların sürekli kesintiye uğraması nedeniyle, birçok engelli kişi yiyecek, temiz su ve hijyen gibi temel ihtiyaçlardan mahrum kalıyor. Bu yardımlara kendi başlarına ulaşamadıkları için hayatta kalabilmek için başkalarına bağımlı ve muhtaç durumdalar.

Çocuklar, Gazze’deki engellilik vakalarının en büyük mağdurları oldu. Zira işgalin saldırılarında adeta başlıca hedef haline gelen çocuklar, her bombardımanda bacaklarını kaybetme, ömür boyu felç kalma ya da yüzlerinde kalıcı izler bırakacak yaralanmalarla karşı karşıya kalıyorlar. Bir anda tüm geleceklerini kaybetme riskiyle yüz yüze kalıyorlar. Ayrıca, yerinden edilenlerin kaldığı çadırlarda ve barınma merkezlerinde ne yeterli tıbbi bakıma, ne yardımcı cihazlara ne de yeterli gıdaya erişebilmektedirler.

Gazze’deki hastanelerin büyük çoğunluğunun tahrip edilmesi ve ilaç ile tıbbi cihazlardaki büyük eksiklikler nedeniyle, engelli çocuklar sağlık açısından en çok ihmal edilenler haline gelmiştir. Birçoğu düzenli fizik tedavi seanslarına, sürekli ilaç kullanımına ve protez uzuvlara ihtiyaç duymaktadır. Ancak tıbbi hizmetlerin tamamen kesilmesi, bu temel ihtiyaçları ulaşılması zor bir hayale dönüştürmüştür. Gazzeli çocuklar, hava saldırısı korkusu, açlık ve umutsuzluk arasında parçalanmış bir psikolojiyle yaşıyorlar. Günlük hayatları, bitmek bilmeyen bir acı zincirine dönüşmüş durumda.

Tüm bunlar ve daha fazlası, insan haklarını ve insani değerleri savunduğunu iddia eden kurum ve kuruluşlarıyla birlikte tüm dünyanın gözleri önünde yaşanıyor. Yaptıkları, göstermelik protestolar, raporlar sunmak veya karın doyurmaya yetmeyen yardımlar ulaştırmaya çalışmaktan öteye geçmiyor. Müslümanların yöneticileri, özellikle de Gazze’deki Müslümanların acıları, kanları ve parçalanmış bedenleri pahasına koltuklarını ve tahtlarını korumanın derdine düşmüş durumdalar. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünden gafil ve habersizdirler:

مَا مِنْ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلَّا خَذَلَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنْ امْرِئٍ يَنْصُرُ مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلَّا نَصَرَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ نُصْرَتَهُ“Her kim bir Müslümanın saygınlığının kaybolacağı, onurunun zayıflayacağı bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine yardım edilmesini arzu ettiği yerde yalnız bırakır. Kim de bir Müslümana onurunun zayıflayacağı ve saygınlığının yitirileceği bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım edilmesini arzu ettiği bir yerde yardım eder.”

O yöneticilerden hesap sorulacağı ve intikam alınacağı gün Allah’ın izniyle yakındır.

Devamını oku...

Şiddetli Yağmurlar ve Sel Felaketinin Ardından Ortaya Çıkan Manzara, Müslümanların İşlerinin Güdecek Bir Halife’ye Olan İhtiyacı Bir Kez Daha Gözler Önüne Serdi

26 Haziran’dan bu yana, Hayber Pahtunhva, Pencap ve Karaçi’nin çeşitli bölgelerinde meydana gelen sellerde 650’den fazla kişi hayatını kaybetti, binden fazla kişi yaralandı. Binlerce ev, sahiplerinin bir ömür boyu biriktirdiği emekleriyle birlikte sulara kapıldı; eşyalar ve araçlar yok oldu. İffet ve haysiyetin sembolü olan kızlarımız ve bacılarımız yuvalarından koparıldı, mahremiyetlerinden soyutlanarak açık havada yaşamaya mecbur edildiler.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti olarak biz, bütün Müslüman kardeşlerimizin acısına aynı ölçüde ortak oluyor, bu imtihanı sabırla karşılıyor, diğer Müslümanları da sabra davet ediyoruz. Zira Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلَا وَصَبٍ وَلَا هَمٍّ وَلَا حُزْنٍ وَلَا أَذًى وَلَا غَمٍّ، حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا، إِلَّا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.” [Buhari ve Müslim] Ancak yaşanan bu son felaket, yöneticilerimizin acizliğini, ihmalkârlığını ve vurdumduymazlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Zira Pakistan, ilk defa bir sel felaketiyle boğuşmuyor; 2010 ve 2022’de meydana gelen yıkıcı seller hâlâ hafızalardadır. Sadece 2022’deki sellerde bile ülkenin üçte biri sular altında kalmış, 33 milyon insan etkilenmişti. Kaldı ki Pakistan, iklim değişikliğinden en çok etkilenen on ülkeden biridir. Zira ülkenin Kuzey ve Güney Kutbu dışında dünyanın en fazla buzuluna (9.000’den fazla) sahip olması ve bu buzulların hızla erimesi, sel riskini sürekli artırmaktadır.

Ancak, her zamanki gibi, yöneticilerimiz birkaç gün medyada boy gösterdikten sonra her şey unutulup gitmektedir. Örneğin, Hayber Pahtunhva eyalet hükümetinin tüm bölgeye ayırdığı para sadece 800 milyon Rupi, Buner ilçesine ise 500 milyon Rupidir. Halbuki bu rakamlar ne altyapıyı yeniden kurmaya ne de mağdurlara temel yardım ulaştırmaya yeter. Bu sözde demokratik yöneticilerin politikası, gerçek bir hizmetten çok, göstermelik bir medya yönetiminden ibarettir.

Hilafet sisteminde ise durum tam tersidir: Halife, bütün ümmetin işlerini eksiksiz gözetmekle yükümlüdür. Halife hem ilahî sorumluluk taşımakta hem de ümmetin denetim mekanizmasına tabi olmaktadır. Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

  فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur” [Buhari ve Müslim] Eğer bugün Hilafet var olsaydı, “ani sağanak” gibi bahanelerin arkasına saklanmazdı. Aksine, kurumsal bir altyapı ve bütüncül bir sistem inşa eder, uzun vadeli planlamalar yapar ve kayıpları azaltmak için etkili tedbirler alırdı. Ne var ki, Pakistan’da art arda gelen hükümetler yetmiş yılı aşkın bir süredir bu konuyu ihmal etmişlerdir. Çünkü onların önceliği hiçbir zaman halk değil, daima sömürgeci güçlerin çıkarlarını korumak olmuştur. Halkın sorunlarını ise, ancak iktidarlarını tehdit ettiği zaman ciddiye almaktadırlar.

Hilafet sisteminde bir Müslümanın hayatı kutsaldır. İhmal veya kusur gibi insani sebeplerle bir can kaybı yaşanırsa, bunun diyeti ödenir. Demokratik sistemde ise insanın değeri, siyasi gücü ve iktidar mücadelesindeki etkisiyle ölçülür. Bu demokratik ve kapitalist düzen, Müslümanlara aşağılanma, yoksunluk ve acizlikten başka bir şey vermemiştir. Artık bu düzeni tarihe gömüp Hilafeti kurmanın zamanı gelmiştir. Pakistan Müslümanları ve silahlı kuvvetlerimiz el ele vererek bu köhne sisteme son vermeli ve Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’i kurmalıdır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER