Cumartesi, 17 Muharrem 1447 | 2025/07/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika Giderek Daha Fazla Cephede Kendi Kendini Yemeye Devam Ederken Felç Oluyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Amerika Giderek Daha Fazla Cephede Kendi Kendini Yemeye Devam Ederken Felç Oluyor!

Haber:

22 Mayıs'ta Fox News, “Trump yönetimi Harvard Üniversitesi'ndeki öğrenci vize programını sonlandırıyor” başlıklı bir haber yayınladı. Makalede, Eğitim Bakanı Kristi Noem'in şu ifadeleri yer aldı: "Bu yönetim, Harvard Üniversitesi'ni kampüsünde şiddeti, antisemitizmi ve Çin Komünist Partisi ile koordinasyonu teşvik etmekten sorumlu tutuyor.Milyarlarca Dolarlık bağışlarını desteklemek amacıyla Harvard'ın doğru olanı yapmak için birçok fırsatı vardı ancak bunları reddetti. Yasalara bağlı kalmamasının sonucunda öğrenci ve ziyaretçi değişim programının akreditasyonunu kaybetti.Bu, ülke çapındaki tüm üniversiteler ve akademik kurumlar için bir uyarı mesabesinde olsun... Üniversitelerin yabancı öğrencileri kaydetmesi ve onların daha yüksek öğrenim ücretlerinden yararlanması ayrıcalık olup bir hak değildir.”

Yorum:

Bu ciddi bir uyarıdır; çünkü Ivy League üniversiteleri (Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeydoğusunda yer alan sekiz özel üniversite grubunu ifade eder) arasında yer alan bu saygın üniversite, önümüzdeki akademik yılda hiçbir yabancı öğrenci kabul etmeyebilir. Hatta şu anda kayıtlı olan öğrenciler bile, yeni akademik yıl başlamadan önce başka bir üniversiteye geçmezlerse, ABD'de kalma haklarını kaybedecekler!Eğitim Bakanı, bu kararın gerekçelerini üniversiteye gönderdiği bir mektupta şöyle açıkladı: “İç Güvenlik Bakanlığı'na ilgili bilgileri sağlamak için yapılan birçok talebi açıkça reddetmeniz, Yahudi öğrencilere yönelik güvensiz ve düşmanca bir üniversite ortamının devam etmesi, Hamas'ı destekleyen söylemlerin yayılması ve “çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık” temelinde ırkçı politikaların uygulanması nedeniyle, bu ayrıcalığı kaybetmiş bulunmaktasınız.” Harvard Üniversitesi, Trump'ın kararının anayasaya aykırı olduğunu iddia eden bir dava açtı ve bir federal yargıç, davanın karara bağlanana kadar vize yasağını askıya aldı. Ancak İç Güvenlik Bakanlığı, şu yanıtı verdi: “Bugünkü karar adaleti geciktiriyor ve başkanının anayasal yetkilerini engellemeye çalışıyor.” Trump yönetimi, “öğrenci vize sistemimizi yeniden gözden geçirmeyi taahhüt ediyoruz ve daha yüksek bir mahkemenin bu konuda bizi haklı bulmasını bekliyoruz. Hukuk, gerçekler ve mantık bizim tarafımızda” eklemesinde bulundu.Buna ek olarak Trump, üniversitenin vergi muafiyet statüsünü kaldırmaya çalışıyor; bu ise geçen ay Harvard Üniversitesi'nin 2,2 milyar Dolarlık federal fonunun dondurulmasının ardından mali baskıyı daha da artıracaktır.Trump yönetiminin siyasi amaçlarla yükseköğrenime yönelik son saldırısını kınayan Amerikan Üniversiteler Birliği Başkanı Barbara R. Snyder, şunları söyledi: “Bu benzeri görülmemiş karar, enerjisi ve yaratıcılığıyla ülkemize büyük fayda sağlayan yetenekli öğrencilerin hayatlarını ve eğitimlerini acımasız ve haksız bir şekilde sekteye uğratacaktır. Sonuçta, ülkemizin geleceği – bilim ve inovasyondaki liderliği ve refahı – bu haksız hatadan dolayı tehlike altındadır.”

Trump yönetiminin Harvard Üniversitesi'ne yönelik gerçekleştirdiği bu saldırılar, Üniversitelerin siyasi kontrolden güçlü bağımsızlıklarını geri çekmek için onlara karşı yürütülen daha geniş çaplı kampanyanın bir parçasıdır.Trump'ın ona yönelik saldırıları, 1950'lerde şüpheli komünistlere yönelik McCarthyist tasfiye operasyonlarından bu yana eşi benzeri görülmemiş bir durumdur.Ancak o zamanlar tehdit, ABD'nin gerçek rakibi olan ve tüm dünyada kapitalizm ideolojisine karşı çıkan Sovyetler Birliği gibi süper bir güçtü!O halde Trump'ı bu kadar saldırgan olmaya sevk eden yeni büyük tehdit nedir?ABD Eğitim Bakanı'nın da şu şekilde söylediği gibidir: “Bu yönetim, Harvard Üniversitesi'ni kampüsünde şiddeti, antisemitizmi ve Çin Komünist Partisi ile koordinasyonu teşvik etmekten sorumlu tutuyor.”Peki bu iddiaların herhangi bir doğruluk temeli var mıdır?

Elbette Siyonist (Yahudi ve daha da önemlisi Evanjelik Hristiyan) baskı grupları ve Miriam Adelson'ın Trump'a sağladığı büyük maddi destek, Trump'ı Amerikan üniversite kampüslerinde gerçekleşen Gazze'deki soykırıma karşı yapılan protestolar hakkında daha sert önlemler almaya sevk etmiştir; peki ya Çin?Amerikan üniversitelerine sağlanan yabancı finansman her zaman şüphe uyandırmış ve geçen on yıl boyunca Çin'in Amerikan kurumlarıyla kurduğu mali ilişkiler yoluyla siyasi nüfuz kazanma çabaları zaman zaman gündeme gelmiştir. Nitekim Harvard Üniversitesi eski profesörü Charles Lieber, 2021 yılında Çin ile bağlantıları konusunda yalan söylediği gerekçesiyle suçlu bulunmuştu. Bu yüzden Hudson Enstitüsü 2023 yılında “Çin Komünist Partisi’nin Üniversite Kampüslerindeki Kampanyası” başlıklı bir rapor yayınlamıştır. Bu anlaşmazlık noktalarına bakmaksızın Harvard Üniversitesi ve diğer birçok üniversiteye karşı yürütülen kampanya, aslında şu anda Amerika'yı yiyip bitiren daha geniş bir iç savaşın sadece bir parçasıdır; bu yüzden Trump, "Amerika'yı Yeniden Harika Yap" programına karşı çıkan siyasi muhalefetin derin devlet etkisini, nerede olursa olsun yok etmeye çalışıyor.Bundan dolayı da federal devlet kurumlarına ve bunların finansmanına yönelik saldırıları gerçekleşmiş olup bu saldırılar, Ocak ayında Elon Musk başkanlığında kurulan Devlet Verimliliği Bakanlığı tarafından yönetilmektedir.

Hükümet daireleri, Kongre'deki yasama organları ve hükümet ve eyalet düzeyindeki mahkemelerdeki bu güç çatışmasının kapsamı genişleyerek yükseköğretimi de kapsamıştır; peki bu çatışmanın sonunu ve sonuçlarını belirleme yetkisine sahip olan kimdir?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...

Gazze'ye Yönelik İnsani Yardım Mekanizması Projesi, Milyarlarca Ümmet İçin Utanç Vericidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze'ye Yönelik İnsani Yardım Mekanizması Projesi, Milyarlarca Ümmet İçin Utanç Vericidir!

Haber:

Washington Post gazetesi Cumartesi günü yayınladığı bir araştırmada, Yahudi hükümeti tarafından sunulan ve Washington'un desteğini alan Gazze'ye yönelik insani yardım mekanizması projesinin büyük engellerle karşı karşıya kaldığını ve projenin yararı konusunda şüphelerin arttığını ortaya koydu.Gazete, yeni mekanizmanın, projenin planlamasına katılan kişilerin ahlaki çekincelerini dile getirmelerine rağmen Gazze sakinlerini zorla göç ettirmek için onları güneye sürmek amacıyla yürütülen Yahudi kampanyasını kolaylaştırdığını belirtti.Planlamaya katılan bazı katılımcılar, planın Filistinlilerin yardım dağıtım merkezlerine ulaşmak için uzun saatler yol kat etmelerini gerektirdiğini ve bu durumun kötüleşen insani koşullar altında onlara ek bir yük getirdiğini vurguladılar.

New York Times gazetesindeki bir haberde de, planın yardım dağıtımları için "alışılmadık bir model" olarak nitelendirildiği ve planın, Yahudi varlığında özel eğitim aldıktan sonra Irak ve Afganistan'da görev yapmış eski ABD Özel Kuvvetleri personelinden oluşan silahlı bir ekibe dayandığı geçmektedir.

Yorum:

Gazze halkını, toplama kamplarındaki tünellere benzeyen geçitler, duvarlar ve barikatlar aracılığıyla ulaşabilecekleri bir avuç yiyeceğe erişmesi için bir Amerikan güvenlik şirketine terk etmek, iki milyar ümmet için yeni bir utançtır!

Vallahi bu, Gazze halkı gibi cihadın, sabrın ve kararlılığın en büyük örneklerini sergileyen bir topluluğa yakışmayan bir manzaradır.

Ayrıca bu, Gazze halkını, ufukları karartan bombardıman, katliam ve soykırımla baş başa bıraktıkları için uğradıkları utancın yanı sıra Gazze halkını açlık savaşıyla yok olmaya terk ettikleri için yaşadıkları utancın ardında tüm Müslümanlar için yeni bir utançtır.

Ümmetin, ümmeti ve ordularını kardeşlerine yardım etmekten alıkoyan, dahası kafirlerin kendilerine karşı yürüttükleri savaşa katılan yöneticilere ve rejimlere karşı sessiz kalması, ümmetin, Gazze'de kuşatma altındaki bir çocuğun ağzına bir lokma yemek, bir yudum su bile ulaştıramayacak bir hale gelmesine neden olmuştur!

Allah'a yemin olsun ki bu, Allah Azze ve Celle'nin, yeryüzündeki hükümdarların tahtlarını sarsacak, onlardan tek bir kişi bile bırakmayacak, ovalardaki kafirlerin temellerini yerle bir edecek, buralarda tek bir direk bile bırakmayacak ve Yahudi varlığını yok edip ondan hiçbir iz bırakmayacak şeklindeki gazabı dışında silinmeyecek olan bir utançtır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Amir Ebu El-Riş – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Gazze Halkının Kanı, Batı'nın İkiyüzlülüğünü ve Ajan Rejimlerin Çirkin Yüzünü Açığa Çıkarıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze Halkının Kanı, Batı'nın İkiyüzlülüğünü ve Ajan Rejimlerin Çirkin Yüzünü Açığa Çıkarıyor!

Haber:

Son zamanlarda Avrupa ve Amerika'nın, Gazze ve Batı Şeria'daki olaylara ilişkin tutumlarında gözle görülür değişiklikler yaşanıyor; zira bazı ülkeler Yahudi varlığının politikalarına karşı daha sert adımlar atarken, diğerleri ise geleneksel desteğini sürdürüyor. Avrupa Birliği'nin 27 üyesinden 17'si, Gazze'ye yönelik devam eden saldırıları ve Gazze'ye insani erişimin engellenmesi karşısında, anlaşmadaki insan hakları maddesini gerekçe göstererek Yahudi varlığıyla yapılan ortaklık anlaşmasının gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.İspanya, İrlanda ve Norveç ise sözde Filistin Devleti'ni resmen tanıdıklarını açıkladılar. Ayrıca Fransa, Kanada ve Birleşik Krallık ise ortak bir bildiri yayınlayarak, Yahudi varlığına askeri saldırılarını durdurmaması ve insani yardımların önündeki engelleri kaldırmaması halinde yaptırımlar uygulayabilecekleri uyarısında bulundular.

Öte yandan Amerika, “meşru müdafaa hakkı” olarak adlandırdığı şeye odaklanarak Yahudi varlığına güçlü desteğini sürdürmektedir ancak Amerikan yönetimi içinde bazı sesler Gazze'deki insani durum hakkındaki endişelerini dile getirdiği gibi Kongre'de de bazı bölünmeler yaşanmıştır; zira bazı ilerici temsilciler ateşkes çağrısı yaparken, çoğunluk ise Yahudi varlığına olan mutlak desteğini sürdürmektedir.(Ajanslar)

Yorum:

Tutumlarda görülen değişiklik, bu ülkelerin duygularının uyandığı anlamına gelmez; zira on sekiz ay boyunca insanlığı komada olan birinin, bazı yapay yaşamsal belirtilerin varlığına rağmen klinik olarak ölü olduğu söylenebilir.Bu nedenle takipçilerin, bu siyasi tutum değişikliğinin gerçek nedenlerini incelemeleri gerekir; çünkü insanlık iddiasında bulunan herhangi birinin kabul edebileceği tek tutum, bu suçlu varlığı durdurmak ve suçlarından dolayı onu muhasebe etmektir.Bunun dışında bu, bir aldatma ve komplo olup Gazze halkını desteklemek ya da onların üzerindeki zulmü kaldırmak için yapılmış bir politika olmadığı gibi kesinlikle sahifeyi parçalamak için de değildir!

Uluslararası sistemin İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanlığının Yahudi varlığından daha az olmadığını, bilakis onlardan her bir devletin Müslümanlara karşı Yahudilerin işlediği suçlardan daha az iğrenç olmayan bir suç geçmişine sahip olduğunu bilmemize rağmen ancak -başta küfrün başı Amerika olmak üzere- hepsi, Gazze'de öldürmek için öldürmeye devam etmenin, özellikle Batı sistemlerinin ajanı olduğu açık bir hale gelen İslam ülkelerinde olmak üzere dünyadaki sömürgeci çıkarlarına hizmet etmediğini idrak etmeleri, Batı'nın buralardaki nüfuzunun ortadan kalkacağının habercisidir.

Binaenaleyh Batı'daki bu eşkıyalar, İslam'a olan kin ve düşmanlıklarına rağmen, bu katliamların kendi çıkarları ve nüfuzları üzerindeki sonuçlarına artık tahammül edemez bir hale geldiler; eğer zerre kadar insanlığa sahip olsalardı, çoktan harekete geçerlerdi.Ancak onların durumu Yahudilerin durumu gibidir;zira onlar, bir serabın peşinde soluduklarını bilmelerine rağmen, sırf öldürmek için öldürmekten zevk alıyorlar ve onları erteleten şey bu zevk olup belki de öldürmenin ve acı çektirmenin zamanını uzatacakladır. Nitekim onların kalplerinde gizledikleri şeyleri bilen Allahu Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [Al-i İmran 118]

Siyasi düzeye gelince; işlerin sömürgeci kafirin elinden çıkmaması ve siyasi sahneyi ve sonuçlarını kontrol etmeye devam etmesi için, Amerika'nın Yahudilerin yaptıklarına karşıymış ve tiran Trump'ın iddia ettiği gibi barışın savunucusuymuş görünmesi gerekmektedir; zira Yahudi varlığına her türlü ölüm ve zulüm araçlarını sağladığı bir zamanda, insancıl görünmeye çalışması, bilakis kendisini Gazze halkına gıda yardımı dağıtımı için bir değer olarak dayatması ve Yahudiler evlatlarının kanıyla doyduktan sonra çatışan taraflar arasında barış ve yeniden yapılanma bahanesiyle Şerid'i yönetmeye hazırlanması, sadece durumu kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden düzenlemek istemesindendir.

Bu aldatıcı tutumlar sadece saf ve basit insanları aldatmak için olup bu da Filistin meselesinin nihai olarak tasfiyesini kolaylaştırmak, Yahudi varlığının Filistin ve tüm bölge üzerindeki hegemonyasına hizmet etmek ve meselenin tasfiyesi için masaya oturulduğunda İslam beldelerindeki kamuoyunun öfkesini yatıştırmak için Müslüman ajanların ihanetlerini meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir;maksat ise uluslararası sistemin mezbahanesine biraz olsun insanlık katmaktır.

Bu nedenle İslam ümmetinin bu gerçeği iyi anlaması gerektiği gibi ümmetin orduları içindeki muhlislerin, mübarek toprak Filistin halkını yüzüstü bıraktıklarını idrak etmeleri ve kendilerini cehennem azabından ve dünyadaki rezillikten kurtaracak şerî tutumu almaları gerekmektedir.Bu da ancak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermekle olacaktır ki böylece onlara,Mescid-i Aksa'yı kurtarma, Yahudileri öldürme, mübarek toprağı ve dünyayı bu suçluların ve onların yandaşlarının şerlerinden temizleme savaşında Raşid bir Halife liderlik edecektir.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً

Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Lübnan'da Müslüman Tutuklulara Yapılan Zulüm!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Lübnan'da Müslüman Tutuklulara Yapılan Zulüm!

Haber:

Şarkul Avsat ve Al-Nahar gazeteleri 24/5/2025 tarihinde, Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın “Lübnan makamlarıyla Suriyeli tutuklular konusunda temas halinde olduğunu vurguladığını” bildirdi.

Yorum:

Lübnan'da mahkumlar krizi giderek kötüleşiyor; zira mahkumların çoğu yargılanmamış durumda ve bazıları on yıldan fazla bir süredir tutuklu bulunuyor. Ayrıca kalabalıklık oranı da oldukça yüksek olup eski ve bakımsız cezaevlerinin kapasitesinin birkaç katı fazla sayıda tutuklu barındırıyor. Lübnan'ın en büyük hapishanesi 1400 mahkûm kapasiteli ancak bugün bu sayı 4.000'i aşmış durumda. Mahkumların %30 ila %40'ı Suriyeliler ve çoğu, Suriye devrimine katıldıkları ve destekledikleri gerekçesiyle terör suçlamalarıyla hapse atılmışlardır ve tabii ki bu mahkumların çoğu da Müslümanlardan oluşuyor. Zira Lübnan'daki iktidar, Batı'yı memnun etmek ve büyükelçiliklerin emirlerini yerine getirmek için onları zayıflatırken, iktidar, onun güvenlik birimleri ve yargı organları, Yahudi varlığının ajanlarına son derece yumuşak ve hoşgörülü davranmaktadır.Nitekim Yahudi güçleri Lübnan'ın güneyinin çoğundan çekilip ajan Lahad ordusu büyük sayılarda (6000 ajan) dağıldığında, iktidar onlara müdahale etmemiştir. Dolayısıyla Lübnan'ın dün ve bugün tanık olduğu şey, Yahudi varlığı tarafından yerlerin ve kişilerin ortaya çıkarılıp öldürülmesinin ve onun casuslarına karşı hoşgörülü davranmanın doğal bir sonucudur.

Lübnan'daki iktidarın yozlaşmışlığının bir benzeri yoktur; zira o, Müslümanları zayıflatıp, onlar için suçlamalar uydurup ve onları yargılamadan yıllarca hapishanelerde tutarken, ajanlara ve düşmanlara ise hoşgörülü olmaktadır.

“Argub’un” tutuklular için genel af çıkarıp Suriyeli tutukluları yeni yetkililere teslim edeceğine dair defalarca söz verdiği bir dönemde, bu sözlerin yerine getirileceğinden şüphe duyuyoruz ki bunun birkaç nedeni vardır:

Birincisi: Lübnan’daki otorite, sistemleri ve liderleriyle yozlaşmış durumda olup vatandaşlarının, özellikle de Müslümanların çıkarlarını hiç umursamıyor.

İkincisi: Suriye'deki yeni otorite, Lübnan'daki Suriyeli tutukluların serbest bırakılması konusunda henüz ciddi ve kararlı bir tavır sergilememiştir. Oysa şayet Lübnan otoritesi, ilişkilerin kesilmesi, sınırların kapatılması ve Lübnan büyükelçisinin sınır dışı edilmesi ile tehdit edilmiş olsa, tutuklular birkaç saat içinde olmasa da en geç birkaç gün içinde serbest bırakılacaktır. Zira onlar için önemli olan Batı'yı memnun etmek, Yahudi varlığına garantiler vermek ve Arap yöneticilerin peşinden gitmektir.

Üçüncüsü: Birçok Müslüman tutuklu, yabancı elçiliklerin ve güvenlik kurumlarının emirleri üzerine hapse atılmıştır. Bu yüzden bu yozlaşmış ve ajan iktidarın emirlere karşı gelmesi kolay değildir.

Dördüncüsü: Lübnan'daki otorite, uluslararası kuruluşlardan bu mahkumlar için para alıyor; zira otorite onları, haram paraya yönelik bir kazanç kapısı olarak görüyor. Bu yüzden bundan vazgeçmeleri kolay değildir!

Ey Lübnan halkı: Mahkumlar sorunu da dahil olmak üzere sizin sorunlarınız, yozlaşmış bir otorite tarafından çözülemez. Ayrıca Gazze ve bölgedeki Müslümanlar gibi, dünyanın doğusu ve batısındaki Müslümanlar da acı çekiyor.Bu yüzden çözüm, Allah'ın şeriatıyla hükmedecek, Müslüman ülkeleri birleştirecek, sömürgecilerin koyduğu sınırları ortadan kaldıracak, fesadın kökünü kazıyacak ve işlerinde dış müdahaleyi engelleyecek adil bir devlettir. Şüphesiz bu olacaktır. Allah Subhanehu’dan yakın olmasını diliyoruz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...

Sudan’daki İnsansız Hava Aracı (İHA) Saldırıları ve Savaşın Seyrindeki Gelişmeler

Soru Cevap

Sudan’daki İnsansız Hava Aracı (İHA) Saldırıları ve Savaşın Seyrindeki Gelişmeler

Soru:

Son günlerde savaşta kayda değer gelişmeler yaşandı. İnsansız hava araçları (İHA’lar), ülkenin idari başkenti Port Sudan’a altı gün üst üste saldırı düzenledi. Saldırılarda, sivil havaalanı, bir hava üssü ve yakıt depoları hedef alındı. Akaryakıt depolarının vurulması, Sudan çapında büyük bir yakıt krizine yol açtı. İHA’lar ayrıca doğuda Eritre sınırındaki Kassala şehri ile diğer bazı yerleşimleri de hedef aldı... BBC’nin 10 Mayıs 2025 tarihli haberine göre tüm bu gelişmeler, el-Faşir’e doğru ilerleyen ordu birliklerinin geri çekilip Sudan’ın doğusunu savunmaya yoğunlaşmasına neden oldu. Sudan’ın doğusuna düzenlenen bu saldırıların, ordunun Darfur’dan uzaklaştırılıp bölgenin tamamen Hızlı Destek Güçleri’ne bırakılması amacıyla mı yapıldığını gösteriyor? Yoksa bu gelişmeler, Cidde görüşmeleri öncesi taktiksel bir hamle mi? Yahut başka hedefler mi söz konusu? Teşekkürler.

Cevap:

Sudan’ın doğusundaki kritik hedeflere yönelik İHA saldırılarının ardındaki güdülerin deşifre edilebilmesi için aşağıdaki noktaların açıklanması gerekiyor:

Birincisi: Sudan’ın doğusuna, özellikle Port Sudan şehrine düzenlenen yoğun saldırılar öncesinde yaşanan gelişmeler:

1- Sudan ordusu, Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) başkent Hartum, Bahri ve Umdurman gibi merkezî ve önemli şehirlerden püskürterek büyük bir zafer elde etti. Bu büyük zafer, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Darfur’da da peşine düşmek için hazırlıklara koyulan Sudan ordusunun moralini yükseltti. Elde ettiği bu başarılardan sonra ordunun, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin peşine düşme moral ve motivasyonunun yükselmesi, normaldir. Yalnız bu eğilim, komutanları, hem kamuoyunun hem de dış dinamiklerden habersiz alt rütbeli subayların baskısıyla yeni gerçekliğe ayak uydurmaya mecbur bırakmıştır. “Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdül Fettah El Burhan, perşembe günü yaptığı açıklamada, ordunun ülkeyi ‘paralı askerler ve işbirlikçilerden kurtarmaya’ ve ‘Hızlı Destek Kuvvetleri’ni ortadan kaldırmaya’ kararlı olduğunu vurguladı.” (13.03.2025 Anadolu Ajansı) Bu açıklama, yeni gerçekliğe ayak uydurma çabasının bir tezahürüdür. Halkı da askeri safları da ciddi şekilde etkisi altına alan bu yeni gerçeklik nedeniyle ordu birlikleri, Darfur’un belirli bölgelerinde Hızlı Destek Güçleri ile çatışmaya girdi. Ordu güçleri, Darfur’un beş başkentinden son kalesi konumundaki el-Faşer şehrinin müdafaasında büyük bir kahramanlık örneği sergiledi. Sudan ordusu, Darfur’a doğru ilerlemeye başladı.

Sahadaki son gelişmeler, ülkenin kuzeyindeki ed Debba kentinden büyük bir ordu ve Ortak Darfur Gücü / Ortak Gücünün El Faşer kenti üzerindeki kuşatmayı kırmak için ilerlediğini gösteriyor. Bu arada Kordofan eyaletinde bulunan aynı güçlere bağlı başka birlikler de yeni cepheler açarak, şehre farklı bir güzergahtan ilerleyip kayda değer askeri başarılar elde etmişlerdir. (19.04.2025 El Kudüs El Arabi) Hartum’daki askeri zaferlerin ardından halkta oluşan ve ordu içinde de büyük bir destek gören bu eğilim, Amerika’nın yönelimiyle örtüşmemektedir. Bu durumdan dolayı El-Burhan’ın, bu yönelimi kontrol altına almaya çalıştığı anlaşılıyor. “El Burhan, savaşın belirli etnik grupları hedef aldığı yönündeki dezenformasyon kampanyalarına karşı uyarıda bulunarak, ‘Savaşımız devlete karşı silah kullanan herkesedir, herhangi bir kabileye karşı değildir’ ifadesini kullandı. El Burhan, bu tür söylentilerin ‘insanları galeyana getirip ölüm çemberine sürüklemek’ amacıyla üretildiği belirtti ve “Bir kabile liderinin isyanının tüm kabilenin isyanı anlamına gelmeyeceğini” kaydetti. (29.04.2025 Russia Today) Sanki El Burhan, Darfur’daki bazı kabilelerin ordunun kendilerine karşı olduğunu düşünmesinden dolayı ordunun Darfur’a yönelen hiddetini frenlemek istemiş ve adeta orduya “biraz yavaş olun” çağrısında bulunmuştur.

2- Hızlı Destek Kuvvetleri, orta bölgelerde aldığı ağır yenilgiler, Hartum, Bahri, Umdurman şehirlerindeki stratejik mevkilerini kaybetmesi, birçok savaşçısını ve saha komutanını yitirmesi sonrası yenilginin kara kefenine ve zafiyet pelerinine büründü. Bu yenilgilerin ardından Hızlı Destek Kuvvetleri, büyük bir bölümünü kontrol altında tuttuğu Darfur’daki kalesine yönelerek El Faşer şehrini kuşatma altına aldı. Amerika’nın Sudan’a ilişkin yönelimleri doğrultusunda Hızlı Destek Kuvvetleri, Darfur’da toplandılar. Bu koşullar altında, Hızlı Destek Kuvvetleri’nden bazı unsurların ayrılması, güçlü bir rakip olan Sudan ordusu karşısında kaybedilen savaşlara girmelerinden ötürü yanlısı kabilelerden asker devşirmede güçlük yaşaması doğaldır. Diğer bir deyişle HDK’nin moralinin son derece düşük olması ve moralman çöküntü yaşaması normaldir. Bu sebeple, el-Faşir’de konuşlu ordu birlikleri, HDK’nin tekrarlanan saldırılarını başarıyla püskürtebilmiştir. Başka bir deyişle HDK’nin El-Faşer operasyonu operasyonel momentum ve zindeliğini yitirmişti. Bu yüzden, Hamideti’nin güçlerine yeniden moral aşılamak, psikolojik üstünlüğü yeniden kazanmak, güç ve gövde gösterisi yapmak, Sudan ordusunun doğu Sudan örneğindeki gibi ulaşılması zor ve güvenli sayılan bölgelerini dahi tehdit edip vurabileceklerini kanıtlamak için büyük çaplı bir operasyonun yapılması kaçınılmazdı.

3- İngiliz ajanı ve piyonu Birleşik Arap Emirlikleri, hem Daglo hem de yandaşları üzerinde söz sahibi olma hayaliyle Hızlı Destek Kuvvetleri’nin lideri ABD maşası Muhammed Hamdan Daglo’yu bir an olsun bile desteklemekten geri durmamıştır. Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu eylemi, Libya’da ABD ajanı General Hafter’e verdiği desteğe benziyor. Sudan yönetimi, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Hızlı Destek Kuvvetleri’ne büyük çaplı askeri destek verdiği suçlamasıyla bu durumdan duyduğu rahatsızlığını defalarca iletti. Bu suçlamalar üzerine BAE, Nisan 2023’te Hartum’da savaşın patlak vermesinin ardından diğer ülkeler gibi büyükelçiliğini Port Sudan’a taşımak yerine Sudan’daki temsilciliğini kapattı. Buna karşın Sudan, Birleşik Arap Emirlikler’indeki büyükelçiliğini ve konsolosluğunu açık tutmaya devam etti. Fakat tansiyonun yükseldiği bu süreçte Sudan yönetimi, Hızlı Destek Güçleri’nin Sudan’da gerçekleştirdiği soykırıma destek verdiği gerekçesiyle BAE’ye karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açtı. Fakat Divan, Sudan’ın bu başvurusunu yetki yetersizliği gerekçesiyle reddetti. “Mahkeme, pazartesi günü yaptığı açıklamada, Birleşik Arap Emirlikleri hakkındaki davaya bakamayacağını bildirdi. Ayrıca Sudan’ın acil önlemler alınması yönündeki talebini reddetti ve davanın gündemden düşürülmesine karar verdi.” (05.05.2025 Reuters) Bunun üzerine Sudan yönetimi, Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı diplomatik ilişkileri tamamen kesmek ve büyükelçilik ile konsolosluk personelini geri çekmek şeklinde oldukça sert bir adım daha attı... Bu hamlenin ardından, BAE merkezli olaylar adeta çorap söküğü gibi gelmeye başladı. “Sudan Ordusu, pazar günü yaptığı açıklamada, Hızlı Destek Kuvvetleri’ne askeri malzeme taşıyan bir Birleşik Arap Emirlikleri kargo uçağını imha ettiğini duyurdu... Ordu, uçakta askerî mühimmatın yanı sıra intihar ve stratejik insansız hava araçları (İHA’lar) bulunduğunu bildirdi.” (04.05.2025 Sudan Tribune)

İkincisi: Bu gelişmelerin arka planı ve sonuçlar:

1- 2023 Nisan ayında Hartum’daki çatışmaların şiddetlenmesi üzerine Egemenlik Konseyi, başkenti geçici olarak ülkenin en güvenli bölgesi olarak görülen Port Sudan’a taşımak zorunda kaldı. Egemenlik Konseyi üyeleriyle birlikte yabancı diplomatik misyonlar, uluslararası yardım kuruluşları ve merkez bölgelerden kaçan çok sayıda sivil de can güvenliklerini sağlamak amacıyla Port Sudan’a sığındı ve burada mülteci durumuna düştü. Port Sudan, savaş sırasında Sudan’ın adeta nefes aldığı bir akciğer konumundadır. Zira ülkenin dış tedarik hatlarını besleyen liman ve aktif tek uluslararası havalimanı bu şehirde yer almaktadır. Hartum Havalimanı ise, ordu kontrolünde olmasına rağmen hâlâ hizmet dışıdır. Port Sudan’ın, Sudan’ın ‘akciğeri’ ve geçici hükümetin idari merkezi olması sebebiyle, şehre günlerce süren insansız hava aracı saldırıları hem Sudanlılar hem de ordu üzerinde büyük bir şok etkisi yarattı. Bu saldırılar, Hızlı Destek Güçleri’nin sanılanın aksine zayıflamadığını, bilakis yeni ve etkileyici askeri kapasiteler geliştirdiğini gösterdiği gibi, orduya da asıl önceliğin Darfur çöllerinde macera araması değil, liman, havalimanı ve yakıt depoları gibi ülkenin can damarı olan tesisleri güçlendirip koruması gerektiğini gözler önüne serdi. Üstelik yakıt depolarında çıkan büyük yangınlar da ordunun Darfur savaşı için gerekli lojistik hattının darbe aldığının en net işaretidir. Bu koşullar altında, ordunun Darfur’daki cepheye yoğunlaşmadan önce, lojistik altyapıdaki hasarı onarması kaçınılmazdır.

2- BBC’nin 10 Mayıs 2025 tarihli haberine ve başka bazı kaynaklara göre, Port Sudan’daki tesisler, Kassala Havaalanı ve Flamingo Limanı Çin yapımı ağır İHA’larla vuruldu. Bu insansız hava araçlarından bazıları 40 kilo, bazıları ise 200 kilo patlayıcı ya da güdümlü füze taşıyabiliyor. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin daha önce bu türde İHA’ları kullanmadığı belirtiliyor. Ayrıca, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) kontrolündeki Nyala şehri havalimanında da bu dronelara benzer insansız hava araçlarının tespit edildiği bildirildi. Ordunun daha önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait bir kargo uçağını vurduğunu duyurduğu havalimanı da bu havalimanıdır.

3- BAE, Çin’den insansız hava platformları temin eden ilk Körfez ülkesi. Defence News 2 Mayıs 2019 tarihli haberinde, BAE’nin bu İHA’ları Libya’da Halife Hafter’i desteklemek amacıyla Trablus’a yönelik saldırılarda kullandığını bildirdi. Times Aerospace ise, BAE’nin Çin yapımı bu insansız hava araçlarını 2014 yılında Irak ve Afganistan’daki cihatçı grupların hedef alınmasında kullandığını aktardı. Bu tablo, Birleşik Arap Emirlikleri’nin uzun yıllardır çeşitli ve ağır tonajlı Çin yapımı insansız hava araçlarına sahip olduğu anlamına geliyor. Sudan’ın doğusundaki hedeflere yönelik bu saldırıların arka planında ya doğrudan deniz üssünden fırlatarak yahut Hızlı Destek Güçleri’ne bu sistemleri temin ederek BAE’nin bulunma ihtimali oldukça güçlüdür. Zira BAE, El Burhan hükümetinin kendisini uluslararası mahkemede teşhir etmesine, ilişkileri kesmesine ve bir kargo uçağını vurmasına çok kızgındır.

4- İHA saldırılarının, havalimanları, liman ve ‘Flamingo’ deniz üssü üzerinde yoğunlaştığı görüldü. Vurulan her noktanın ardından, alevlerin gökyüzüne yükseldiği ve söndürülmesinin günler aldığı devasa yangınların çıkması, saldırıların petrol depolarını hedef almış olabileceğini gösteriyor. Sudan Enerji ve Petrol Bakanı Muhyiddin Muhammed Naim, İHA saldırılarının ilk gününde beş stratejik petrol deposunun tamamen yandığını bildirdi. (06.05.2025 Sudan’ın Sesi) Enerji altyapısının ardı ardına hedef alınması, özellikle de Doğu Atbara’daki stratejik pompa istasyonunun insansız hava aracıyla vurulması, Bakan’ı Güney Sudan’dan gelen petrol akışını sağlayan boru hattını güvenlik gerekçesiyle durdurma kararı almaya itti. (11.05.2025 El Cezire)

5- Saldırıların özellikle yakıt depolarını hedef alması, Sudan ordusunu yakıttan mahrum bırakmayı ve böylece Darfur’da özellikle el-Faşer şehrinde geniş çaplı operasyonlar yürütmesini engellemeyi amaçlıyor. Ayrıca bu saldırılar hem kendi yönetim merkezlerini hem de ülkenin yakıt ve elektrik gibi temel ihtiyaçlarını güvence altına alamayan hükümeti, zayıf bir pozisyona sokmaktadır. “Sudan Elektrik Şirketi, elektrik santralinin insansız hava aracı saldırısıyla hedef alındığını ve bunun sonucunda ülke genelinde elektrik kesintisi yaşandığını duyurdu.” (08.05. 2025 Anadolu Ajansı)

6- Tüm bunlar, Sudan’ın doğusundaki özellikle Port Sudan şehrindeki stratejik tesisleri hedef alan büyük çaplı saldırıların, Darfur’daki savaşla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bu saldırılar, Sudan ordusunu El Faşer operasyonundan uzaklaştırıp doğuya, Port Sudan’ın savunmasına yöneltmek için kurgulanmış klasik bir dikkat dağıtma taktiğidir... BBC’nin 10 Mayıs 2025’teki haberinde, El Faşer’a giden askerlerin Sudan’ın doğusuna yapılan saldırılar yüzünden geri çağrıldığı ve bölgeyi korumaya odaklandığı belirtildi.

Üçüncüsü: Bu olaylardan çıkarılan sonuç:

1- Büyük olasılıkla bu ağır saldırıların ardından Sudan ordusu, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin yeni askeri kapasitesinden endişe duymaya başlamış ve El Faşer ile Darfur genelinde planladığı askeri operasyonlar için gerekli yakıt tedarikini sağlama yeteneğini önemli ölçüde kaybetmiştir. Bunun yanı sıra, olası yeni saldırı dalgalarına karşı Sudan’ın doğusunun savunmasını güçlendirme gerekliliği, ordunun Darfur’daki askeri baskısını azaltıp askeri varlığını doğu cephesine kaydırması sonucunu doğurmuştur.

2- Hızlı Destek Kuvvetleri açısından bakıldığında ise hem operasyonel ivme kazanacaklar hem de El Faşir’de daha başarılı sonuçlar elde edebilmek için moral üstünlük elde edeceklerdir. Tüm bu avantajın arkasında ise Birleşik Arap Emirlikleri’nin verdiği destek ve sağladığı ağır yüklü Çin yapımı insansız hava araçları yer almaktadır.

3- Peki bundan sonra ne olması bekleniyor? El Faşer şehrine yönelik saldırıların artması, şehre yardıma giden ordu birliklerinin geri çağrılması ve Egemenlik Konseyi’nin, Sudan’ın doğusundaki yaralarını sarmakla meşgul olması bekleniyor. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK), Darfur için kilit öneme sahip olan El Faşer’de kontrolü ele geçirmeden yahut şehirde önemli bir ağırlığa sahip olmadan Cidde müzakerelerinin yeniden başlaması pek olası değildir. İşte o zaman ABD devreye girip, Sudan’ın iki güç odağı (Ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri) arasında bir güç dengesi ve kontrol mekanizması tesis edecektir. Böylece, Cidde müzakereleri yeniden başladığında, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) yenilgi psikolojisinden kurtulmuş olup, gücü ve kontrolünden emin bir şekilde Darfur’da fiili bir ‘de facto hükümet’ kurmuş olarak masada yerini alacaktır. Diğer bir deyişle, ülkenin bölünmesi fikrini olgunlaştırmak ve bunu herkesin kabul etmek zorunda kalacağı bir oldubittiye dönüştürmek için uygun koşullar yaratılmış olacaktır.

Dördüncüsü: Sömürgeci kafir Amerika’nın, Sudan’da binlerce cana mal olan bir vekalet savaşını bu kadar pervasızca yönetebilmesi ve bunu gizli değil açık, örtülü değil aleni bir şekilde icra etmek için yerel işbirlikçilerini kullanması gerçekten acı verici... El Burhan ve Hamideti, sadece ve sadece Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek için Sudan halkının kanı üzerinden bir çatışma yürütmektedir. Amerika, geçmişte Güney Sudan’ı Sudan’dan ayırdığı gibi, bugün de Sudan’ın bir kez daha bölünmesini istiyor. Darfur’u ülkenin geri kalanından koparmak için bütün kozlarını oynuyor. Bu yüzden ordu ülkenin diğer bölgelerine, Hızlı Destek Kuvvetleri ise Darfur’a odaklanmış durumda. Ordu bünyesindeki samimi unsurlar, Darfur’da kontrolü yeniden sağlamak için harekete geçerlerse, Hızlı Destek Kuvvetleri, orduyu oyalamak için savaşı Sudan’ın diğer bölgelerine kaydıracak ve böylece ordu birlikleri, Darfur’dan geri çekilip, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin insansız hava araçlarıyla yoğun saldırılar düzenlediği Sudan’ın doğusuna yöneleceklerdir. Bu hamle de doğal olarak Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Darfur’un tamamını ele geçirmesine olanak sağlayacaktır!

Sonuç olarak, size 19 Aralık 2023 tarihli bir önceki soru cevabımızda yaptığımız çağrının bir benzeriyle sesleniyoruz:

Ey şanlı İslam yurdu Sudan halkı! O Sudan ki, Dongola Mescidi’nin Sudanı’dır; Dongola Mescidi, ilk Müslümanların Sudan topraklarında inşa ettiği ilk mescittir... O Sudan ki, Halife Osman RadıyAllahu Anh döneminde fethedilen büyük İslami fethin Sudanı’dır! Osman RadıyAllahu Anh, Mısır valisine İslam’ın nurunu Sudan’a sokmasını emretmiştir. Bunun üzerine Mısır valisi de Abdullah bin Ebi es-Serh’in komutasında İslam ordularını Sudan’a göndererek H. 31 yılında fetih gerçekleşmiştir... Böylece Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın lütfu sayesinde İslam, hızla yayılmış, kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına kadar Sudan’ın her bir köşesini aydınlatmıştır... Bu nurlu yayılış, Müslüman halifeler döneminde de kesintisiz devam etmiştir.

Ey, 1896 yılından Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarına 1916 yılına dek İngiliz sömürgeciliğine karşı cihat eden Sudan halkı! O Sudan ki, Darfur valisi, takva ve güç timsali yiğit kahraman Ali Dinar’ın şehadete eriştiği topraklardır! O mücahit alim Ali Dinar ki, Medine ve Şam halkının mikat yeri olan “Zülhuleyfe”nin onarımında ve hacılara su dağıtmak için “Ebyarı Ali” kuyularının inşasında büyük pay sahibidir...

Ey Sudan halkı! Size sesleniyoruz. Çok geç olup pişmanlık fayda etmeden önce duruma el koyun! Savaşan bu iki tarafın da yakasına yapışın ve onları zorla hakka döndürün! Raşidi Hilafet’in yeniden kurulması için Hizb-ut Tahrir’e destek verin! Çünkü Hilafet, İslam ve Müslümanlar için izzet, küfür ve kâfirler için zillet demektir. Allah’ın rızası ise her şeyden daha büyüktür...

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ “Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

H.23 Zilkade 1446
M.21 Mayıs 2025

Devamını oku...

Gasıp Varlığın Cenin'deki Kurşunları: Ajan ve Hain Rejimlere Yönelik Aşağılayıcı Bir Mesaj ve Yüzlerine Vurulmuş Bir Şamardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Gasıp Varlığın Cenin'deki Kurşunları: Ajan ve Hain Rejimlere Yönelik Aşağılayıcı Bir Mesaj ve Yüzlerine Vurulmuş Bir Şamardır!

Haber:

Masrawy web sitesi 21/05/2025 tarihinde ciddi bir olay hakkında şunları söyledi: İşgal ordusu, kampa yönelik 120 günden fazla süren saldırıların ardından insani durumu incelemek amacıyla işgal altındaki Batı Şeria'daki Cenin kampına resmi bir ziyarette bulundukları sırada yaklaşık 30 Arap ve yabancı ülke temsilcisinden oluşan diplomatik heyete ateş açtı. Heyette Mısır, Ürdün, Fas ve Avrupa ve Asya ülkelerinden büyükelçiler de bulunuyordu ve ateş açılmasının ardından kaçmak zorunda kaldılar. İşgalci, ziyaret önceden orduyla koordine edilmiş olmasına rağmen heyetin aktif bir çatışma bölgesine girdiğini ve ateşin uyarı amaçlı olduğunu iddia etti. Olay, uluslararası kınamaları ve işgalciden resmi açıklama taleplerini beraberinde getirdi.

Yorum:

Yahudi varlığının, aralarında Mısır ve Ürdün gibi büyük Arap ülkelerin büyükelçilerinin de bulunduğu 30 kişilik resmi diplomatik heyete ateş açıp bu kişilerin de yaralanmaktan korktukları için kaçmak ve sığınmak zorunda kalmaları, işgal ordusunun da haklı çıkarmaya çalıştığı gibi geçici bir kaza ya da sahada yaşanan yanlış bir anlaşılma olarak değerlendirilemez; bilakis bu, şu şekilde söylenen açık ve net bir mesajdır; sizler bir hiçsiniz, elçilikleriniz bir kurşuna bile denk değildir ve sizlere, silahsız Filistinlilere davrandığımız gibi davranacağız.

Bu, kasıtlı bir aşağılama ve Camp David ve Wadi Araba ile başlayıp, Oslo ve BAE, Suudi Arabistan ve Fas'ın normalleşmesiyle de son bulmayan aşağılık ve utanç verici anlaşmalara boyun eğen ve halklarını da bunlara boyun eğdiren rejimlere açıkça yöneltilmiş siyasi bir mesajdır. Ayrıca bu mesaj, bu varlığın sadece güçten anladığını ve onun, boyun eğme ve hizmet konumunda olanlara değil sadece kendisine denk konumda olanları saygı duyduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

İslam, kesinlikle bu diplomatik ziyaretleri onaylamadığı gibi işgalin temsilcilerinin meşruiyetini de tanımaz; ayrıca büyükelçiliklerin ve temsilciliklerin varlığına ve mübarek toprakları gasp eden düşmanla normal ilişkiler kurulmasına da razı olmaz. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْإِسْلَامُ يَعْلُوَ، وَلَا يُعْلَى عَلَيْهِİslam üstün olandır, ondan üstün olamaz.” O halde nasıl olur da bir Müslüman, Allah'ın ve Rasulü'nün düşmanının rızasını kazanmaya çalışabilir, dahası onun himayesinde güvenlik talep edebilir ve sonra da kendisine ateş açılmasını kınayabilir?

Cenin, Gazze ve Kudüs halkının kanı, enkazın ortasında fotoğraf çeken, sonra da ilk kurşunda kaçan büyükelçileri beklemiyor, bilakis büyükelçiliklerin emirleri ve uluslararası anlaşmalarla değil de akidesiyle hareket eden orduları bekliyor. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِSize ne oldu da Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” [Nisa 75] Dolayısıyla bu, bir diplomasiye değil, cihada yönelik Rabbani bir çağrı olduğu gibi genel ilişkiler turlarıyla değil, toprakları silahla kurtarmaya yönelik de bir çağrıdır.

121 gün önce Cenin kuşatması başladığında Mısır, Ürdün ve tüm bu ülkeler neredeydi? Evler yıkılıp çocukların ve yaşlıların kanları dökülürken bu elçilikler neredeydiler? Saldırıdan aylar sonra yapılan protokol ziyaretinin bir anlamı var mıdır? Belçika'nın kınamaları veya Yahudilerin iç soruşturmaları, ölüm makinesini durdurup mazlumlara adalet sağlayacak mı?

Gerçek şu ki bu rejimler, yalancı tanık rolünü oynuyorlar ve suça doğrudan ortak oluyorlar. Yahudi varlığıyla güvenlik koordinasyonu kuran, direnişe yardımın ulaşmasını engelleyen, orduların harekete geçmesini engelleyen ve Filistin'e yardım etmeyi düşünen herkese demir yumrukla vuran bir kimse, masum bir taraf olamaz. Filistin'de tekrarlanan katliamlar ve ümmetin onurunun aşağılanması, diplomatik zayıflığın veya koordinasyon eksikliğinin bir sonucu değil, bilakis ümmetin işlerini gözeten, onun kanını koruyan ve kutsallarını savunan İslam Devleti'nin yokluğunun bir sonucudur. Bu yüzden çözüm, daha fazla büyükelçi göndermek değil, bilakis işgalci varlığı kökünden söküp atması için orduları harekete geçirmektir. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِذَا تَبَايَعْتُمْ بِالْعِينَةِ وَأَخَذْتُمْ أَذْنَابَ الْبَقَرِ وَرَضِيتُمْ بِالزَّرْعِ وَتَرَكْتُمْ الْجِهَادَ سَلَّطَ اللهُ عَلَيْكُمْ ذُلّاً لَا يَنْزِعُهُ حَتَّى تَرْجِعُوا إِلَى دِينِكُمْ İyne yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.” Dolayısıyla bugün gördüğümüz bu zillet, cihadı terk edip Birleşmiş Milletler'in sofralarına ve normalleşme ağıllarına bağlanmamızın bir sonucudur.

Ey Kinane askerleri: Artık Allah'ın çağrısına icabet edip toprakları ve kutsal yerleri kurtarmak için şerî vacibinizi yerine getirmenizin zamanı gelmedi mi?! Zira sizler, dökülen her Müslüman kanından, tecavüze uğrayan her bir özgür kadından, yetim kalan her bir çocuktan ve yıkılan her bir taştan Allah'ın huzurunda sorumlusunuz.

Cenin'de yaşananlar sadece diplomatik bir olay değil, bilakis Filistin'i satan rejimlerin yüzlerine atılan yeni bir şamar olduğu gibi bu rejimleri devirmesi ve Yahudileri kökünden söküp atarak mübarek toprakları onun pisliklerinden temizlemeye muktedir tek güç olan Raşidi Hilafeti kurmak amacıyla harekete geçmesi için de halkların yüzlerine bir haykırıştır. Ya İslam'ın gölgesinde özgürce yaşayacağız ya da işgalin ve ajanların ayakları altında rezil olmaya devam edeceğiz.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيّاً وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيراً

Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” [Nisa 75]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Yapay Din Üretimi ve Ona Meşruiyet Kazandırma Çabası!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yapay Din Üretimi ve Ona Meşruiyet Kazandırma Çabası!

Haber:

Donald Trump, Şeyh Hamza Yusuf'u dini danışman olarak atadı. (5pillarsuk)

Yorum:

Trump yönetimi, kendisine bağlı Din Özgürlüğü Komisyonu'na Müslümanları atadı. Ancak bu İslam için bir zaferi değil, bilakis laik liberal hegemonyanın mevcut durumunu temizlemek ve onu korumak için Müslüman alimlerin planlı bir şekilde ele geçirilmesidir.

Tamamen açık olmamız gerekirse: Bu komisyon, seküler kapitalizmi kutsayan, İslam ülkelerine savaş açan ve Filistin'deki Yahudi varlığı gibi sömürgeciliği destekleyen devlete bağlı bürokratik bir organdır. "Alimler" olarak adlandırılanlardan herhangi birinin böyle bir rolü kabul etmesi, ümmetin siyasi beklentilerine ve fikri dürüstlüğüne ihanet etmek sayılır.

Bu komisyon tarafından formüle edilen “din özgürlüğü” çerçevesi, İslam, Hristiyanlık ve Yahudiliğin arasını eşit tutmaktadır; zira İslam’ı, kişisel inanç düzeyine indirgemektedir. Ancak İslam, sadece namaz ve ahlakla sınırlı bir din değildir; bilakis İslam, kapsamlı bir yaşam tarzı ve siyasi, ekonomik, içtimai ve yargı olarak mütekamil bir sistemdir. Dolayısıyla bu komisyona katılarak bu Müslümanlar, İslam'ın marjinalleştirilmesini, özel alana hasredilmesini ve akide ve nizam olarak doğasından ayrılmasını kabul etmiş oluyorlar.

Müslümanların Batı'ya katılımını çoğunlukla, İslami toplumu ve kimliğini korumak ya da hayatın her alanını yöneten ve küfrün fikir ve sistemlerine meydan okuyan bir din olarak İslam'ı yeniden tesis etmek için küresel çabalara katkıda bulunmak yerine, kurumları razı etmeye ya da küfrü en iyi şekilde uygulamanın yolları hakkında meşverette bulunmaya odaklandığını görmemiz utanç verici bir durumdur.

Batı'daki Müslümanların, bu atamaların zaferler değil, bilakis entegrasyon stratejileri olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu Müslümanların statüsünü yükseltmek yoluyla rejim, onların kendisine karşı ayaklanmaları yerine kendi sistemine hizmet etmelerini garanti altına almaktadır. Böylece onları, ümmetten ayırmaya ve kurumun ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak tasarlanmış Amerikan İslami ulusal kimlik kısıtlamalarını kabul etmeye teşvik ediyorlar. Müslümanları, özellikle de samimi alimleri, bu suç ortaklığı rollerini reddetmeye ve İslam'ı kalkındırma projesine geri dönmeye davet ediyoruz: Bu ise laiklik çerçevesinde değil, aksine laikliğe alternatif olan net bir ideoloji çerçevesinde olmalıdır. Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak kapsamlı bir yönetim sistemi olarak İslam'ı yeniden tesis etmeye yönelik küresel çabaları desteklemek, ümmetimizin kimliğini, onurunu, vahdetini ve geleceğini korumanın ve Allah Azze ve Celle'nin emrettiği gibi bu dinin egemenliğini sağlamanın tek garantisidir.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ

Müşrikler istemese bile dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” [Saf 9]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

Allah'ın Düşmanına Hoşgörülü Olup Hediyeler Yağdırırken Müslümanların Mallarını Saçıp Savuruyor Musunuz Ey Köle Yöneticiler?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah'ın Düşmanına Hoşgörülü Olup Hediyeler Yağdırırken Müslümanların Mallarını Saçıp Savuruyor Musunuz Ey Köle Yöneticiler?!

ABD Başkanı Donald Trump, Cuma günü Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Katar'ı kapsayan Körfez turunu tamamladı ve tur sırasında ABD lehine 3 trilyon Doları aşan yatırım anlaşmaları imzalandığını ve ziyaret ettiği üç ülkede de benzeri görülmemiş resmi bir karşılama ile ağırlandığını açıkladı.

Böylece yöneticilerin, Allah düşmanı Trump'a gösterdikleri zillet ve aşağılanma dolu bir tur gerçekleşti; zira onu, kırmızı ve mor halılarla, hatta ülke semalarında jet uçaklarıyla sevilen bir kahraman gibi karşılayıp uğurladılar ve ülkenin erkek, kadın ve genç kızlardan oluşan prensleri ve maiyetindekileri onunla tokalaşmak ve önünde başlarını eğmek için topladılar ki bu, alındaki utanç verici bir sahneydi.

Sonra yatırım ve anlaşmalar adı altında, Müslümanların petrol, gaz ve geçim kaynaklarından çaldıkları milyarlarca Doları, bir kalem darbesiyle altın tepside ona sundular!

Gerçekten de bunlar, ümmetin acı bir sahneyi tattığı karanlık günlerdi; zira ümmet, Gazze'deki çocuklar açlık ve susuzluktan ölüp Sudan'ı kıtlığın vurduğu ve yoksulluğun neredeyse tüm Müslüman ülkeleri sardığı bir zamanda köle yöneticilerin, mallarını kendi katil ve en büyük düşmanı Trump için nasıl zayi ettiğini bizzat kendi gözleriyle görmüştür.

Ayrıca ümmet, Trump'ın yöneticileri bir zirvede toplayarak Amerika'nın yardımıyla Gazze, Şam, Yemen ve Lübnan'da bir buçuk yıldan fazla bir süredir halkımızın kanını döken ve Ortadoğu haritasını değiştirmek için daha fazlasını yapacağına dair tehditlerde bulunan gaspçı Yahudi varlığıyla hiç çekinmeden normalleşme çağrısında bulunduğuna tanık oldu! Dahası onların gözlerinin önünde, sanki Gazze Haşim sahipsiz bir toprak parçasıymış gibi oraya sahip olup kendi yatırım projesine dönüştürme hırsını ve hayallerini de tekrarladı!

Yine Trump, Suriye'nin yeni Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile tokalaşıp onu, Suriye'den yaptırımların kaldırılmasını sağlamak için Yahudi varlığıyla normalleşmeye ve terörist olarak adlandırdığı mücahitlerle savaşmaya çağırmayı da ihmal etmedi!

Gerçekten de bu tur, Müslümanların başındaki yöneticilerin zilletine, aşağılanmışlığına ve suçlarına tanık olmuş ve onların ümmet için ne kadar büyük bir felaket olduğunu ortaya çıkarmış ve onların düşmanlarının dostu olduklarına ve ümmetin kaygıları, özlemleri ve umutlarıyla hiçbir ilgisi olmadığına dair kanaati pekiştirmiştir. Nasıl olmasın ki; zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَAllah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [Mümtehine 9]Gerçekten ümmet, yöneticilerin tahtlarını yıkıp onları sırtının arkasına atana kadar asla huzur bulmayacaktır.

Bizi teselli eden ve nefislerimize umut veren şey ise, Allah'ın değişmeyecek olan sünnetidir ki bu da günlerin, insanlar arasında dönüp durması, وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helak etmek ister.” [Al-i İmran 141] Ve yarattıklarının arasındaki işleri altüst etmesidir; لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَى مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ(Fakat Allah), helak olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı).” [Enfal 42]Hatta Allah'ın yardımı geldiğinde, hak olan, ayın on dördü gibi apaçık ortaya çıkacak ve bütün yüzler ifşa olup bütün maskeler düştükten ve tüm gerekçeler çöktükten sonra, artık hainlere ve korkaklara bir yer kalmayacak ve şüphesiz Allah'ın yardımı gelecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER