Pazar, 02 Safer 1447 | 2025/07/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yemen Üzerindeki Sömürgeci Çatışma, Ortaya Çıkana Kadar Gizli Kalmıştı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yemen Üzerindeki Sömürgeci Çatışma, Ortaya Çıkana Kadar Gizli Kalmıştı!

Haber:

France 24, 30 Nisan Çarşamba günü internet sitesinde “Londra, İngiliz savaş uçaklarının, Husilerin insansız hava aracı üretimi için kullandığı binaların bombalanmasına katıldığını açıkladı” başlıklı bir haber yayınladı ve haberde şöyle geçti: "İngiltere Savunma Bakanlığı Çarşamba günü yaptığı açıklamada, İngiliz Typhoon tipi savaş uçaklarının, Husiler tarafından Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki gemilere saldırmak için kullanılan türde insansız hava araçları üretmek için kullanılan bir grup binayı vurduğunu söyledi.ABD ordusunun Mart ayı ortasında Husilere karşı yoğun bir kampanya başlatmasından bu yana Londra ilk kez Washington'a katılarak ülkede bir hava saldırısı gerçekleştirdiğini duyurdu."

Yorum:

İngiltere, Amerika'nın Yemen'e gece hava saldırıları düzenlediği Mart ortasından bu yana yalnız kaldığı dönem boyunca, aralarındaki açık sömürgeci çatışma oyununa katılmadan sabredemedi. Zira onun şerrinden korkmuyor ve onun hilesine de güvenmiyordu; ta ki 30 Nisan Çarşamba gecesi kendisini takip edip ona katıldığını, Yemen’de yalnız bırakmayacağını ve Typhoon tipi uçaklarının başkent Sana'nın güneyinde bir saldırı başlattığını ilan edinceye kadar.

Bir kişi şöyle sorabilir; İngiltere, tek başına görevini yapıp tek işi hava saldırıları düzenlemek iken neden ABD'ye katılıyor? Cevap; bir takipçinin, iki sömürgeci devletin dünya çapında kendi çıkarları için savaştığını, çıkarlarının farklı olduğunu, dolayısıyla ajanlarının farklı olduğunu idrak etmesi gerekir.Dolayısıyla onlardan her biri, diğerinin ajanlarını hedef almakta ve kendi ajanlarını korumaktadır. ABD'nin, onlarca şoförün öldüğü, tankerlerinin tahrip edildiği ve bombalama alanından kaçtıktan sonra takip edildikleri Ras İsa petrol limanına düzenlediği saldırıların tozu dumanı henüz dağılmamıştı ki İngiltere, ABD'nin bombardımanına tepki olarak Sana'nın güneyinde bir dizi binayı bombaladı.

Ey Yemen halkı: Uluslararası çatışmanın, diğerine karşı bir tarafına katılmayın, bilakis her ikisini birden topraklarınızdan çıkarmak amacıyla Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışanlarla birlikte olun. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُŞüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mümin 51] Ve Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Türkiye: “Büyük Gazze Konferansı”

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti
“Büyük Gazze Konferansı”
 2025 05 03 TR GAZA CONF LOGO

Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti'nin, Ankara’da düzenlediği özelde Gazze genelde tüm Filistin için gerçek ve kalıcı çözümün konuşulduğu “Büyük Gazze Konferansı” büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi.

“Sözler tükendi!, Diplomasi iflas etti!, Gerçek ve kalıcı bir çözüm için... Büyük Gazze Konferansı" başlığıyla düzenlenen program, sunumu üstlenen Köklü Değişim İstanbul Temsilcisi Muhammed Emin Yıldırım’ın açılış konuşması ile başladı.

Türkiye’nin en büyük kapalı kongre salonunun hınca hınç doldurulduğu bir atmosferde gerçekleşen konferans, Dünya Kur’an-ı Kerim Okuma Birincisi ve İmam Hatip Mustafa Özcan Güneşdoğdu’nun Kur’an tilaveti ve konuşması ile devam etti.

Güneşdoğdu, ümmet-i Muhammed’in bir araya gelmesi ve selamete çıkması için duada bulunurken, ümmet bir ve beraber olursa sıkıntıların ortadan kalkacağını bir kıssa ile dile getirdi.

Sosyal medyada bir çok kanalda canlı yayınlanan konferansı 100 binden fazla kişi izlerken, #OrdularGazzeye etiketi Türkiye gündeminin ilk sırasına oturdu.

Mahmut Kar: “Kalıcı Ve Gerçek Çözüm Raşidi Hilafet’in Kurulmasıdır”

Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, “Rabbimiz bu konferansı önce Gazze ve Filistin’in, sonra da işgal ve zulüm altındaki tüm beldelerimizin kurtuluşu için bir adım kılsın inşallah” duasıyla konuşmasına başladı.

Filistin topraklarını işgal ederek yerleştirilen Yahudi varlığı ‘İsrail’in gayri meşru olduğunu ifade eden Kar, bölgedeki İslam beldeleri olan Ürdün, Mısır ve Türkiye’nin hali hazırda işgalci ile ilişkilerini devam ettirdiğine ve stratejik ihtiyaçlarını karşıladıklarının altını çizdi.

1967 sınırları baz alınarak ortaya atılan “İki Devletli Çözüm” planını net bir şekilde reddeden Kar, Filistin topraklarının tek bir karışında onu meşru görmenin ihanet olduğunu, anlaşma yapan ve normalleşmeye çalışanların ise Allah’ın hükmüne karşı geldiğini ortaya koydu.

Sorunun, işgalci ‘İsrail’in bizatihi kendisi olduğunu vurgulayan Kar, asıl hedefi; “Mahmud Abbas’ın başında olduğu bir devleti kabul etmemiz karşılığında işgali kabul etmemizi ve gasıp Yahudileri meşru görmemizi istiyorlar” ifadeleriyle sömürgeci kafirlerin hedefini ortaya koydu.

Konferansın büyük baskı ve zorluklara rağmen düzenlendiği detayını paylaşan Kar, kalıcı ve gerçek çözümü ise Nisa Suresi 75. Ayeti okuduktan sonra şu ifadelerle beyan etti:

“Gazze dâhil bugün yeryüzündeki tüm işgallerin son bulmasının kalıcı ve gerçek çözümü bölünmüş ve parçalanmış olan İslam ümmetinin vahdetini sağlayacak ve yeniden Müslümanları tek bir çatı altında toplayacak olan Raşidi Hilafet’in kurulmasıdır.”

Şeyh Muhareze: “Askerler nerede? Ordular Nerede?”

Mahmut Kar’ın ardından Filistin’de Aksa Tufanı sonrası İslam beldelerinin ordularını Filistin'i kurtarmaya çağırdığı için 10 ay boyunca işgalci ‘İsrail’ cezaevlerinde esir tutulduktan sonra serbest kalan Hizb-ut Tahrir mensubu Şeyh Yusuf Muhareze'nin video mesajı yayınlandı.

Muhareze mesajında şu ifadelere yer verdi:

"Gazze halkı barınaksız, gök kubbenin altında, çadır denilen bir parça kumaşın altında. Bombardımanlar altında imha ediliyorlar, yakılıyorlar, katlediliyorlar. Çevredeki Müslümanların yöneticileri ise Gazze kırmızı çizgimizdir diyorlar.

Güç sahipleri nerede? Askerler nerede? Ordular nerede? Gazze'ye yardım etmek için harekete geçin artık! Biliniz ki Allah sizinle birliktedir ve amellerinizi asla zayi etmeyecektir"

Necmettin Irmak: “Allah Yolunda Mücadele Şart”

“Aksa Tufanı, Yahudi’nin Mezarı” sloganları eşliğinde kürsüye çağrılan İslami Dayanışma Platformu’ndan Necmettin Irmak, Allah’ın nusretini hatırlatan ayetleri okuduktan sonra gerçek çözümün Allah yolunda cihad olduğunu ifade etti. Suriye’deki mücadeleyi de örnek veren Irmak, Allah yolunda mücadele etmenin şart olduğunun altını çizdi. Irmak, Hasan el Benna’nın sözleri ile konuşmasına söz verdi.

Muhammed Mişeniş: “İslam Dışında İzzet Yoktur”

Daha sonra kürsüye çağırılan Filistin Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Mişeniş, Müslümanları köleleştirmek için sürdürülen Gazze savaşının hedefinin küfre boyun eğdirmek olduğunu ifade etti.

Suriye’de neler yapıldığını ve işgalci varlığının yöneticisi Netanyahu’nun Hilafet’in kurulmasına izin vermeyeceğine dair ifadelerini hatırlatarak bölgemizde büyük bir dönüşüm olduğunu ve bunu salihlerin üstlenmesi gerektiğini vurguladı. Ümmetin yöneticileri arasında ihanet içinde olanlar bulunduğunun altını çizen Mişeniş, “İslam dışında zafer yoktur, İslam dışında izzet yoktur” ifadeleri ile çözümün kaynağını ortaya koydu.

Abdurrezak Ateş: “57 İslam Ülkesi Artık Harekete Geçmeli”

“Ordular Aksa’ya” sloganlarıyla konferansın bir diğer hatibi Diyanet İşleri Başkanlığı Müşaviri Abdurrezak Ateş, konuşmasına başladı.

Organizasyondan dolayı Köklü Değişim’e teşekkür eden Ateş, konuşmaktan değil, karşılık bulamadıkları için yorulduklarını ifade ederek 57 İslam ülkesinin artık harekete geçmesi gerektiğinin altını çizdi ve birlik, beraberlik çağrısında bulundu.

Abdullah İmamoğlu: “Gazze, Bize 57 Devletin 1 Halife Etmediğini Gösterdi”

Ardından “Hayber Hayber Ya Yahud, Ceyşu Muhammed Sevfe Yeud” (Hayberi Hatırlayın Ey Yahudiler! Muhammed'in Ordusu Geri Dönecek) sloganı eşliğinde kürsüye gelen Köklü Değişim yazarlarından İlahiyatçı Abdullah İmamoğlu, konuşmasının başında Gazze’de bir buçuk senedir yaşanan mezalim ve buna karşı direnişin bizlere nelere öğrettiğini sıraladı:

- "İmanın, Allah’a güvenip dayanmanın kâfirlerin sahip olduğu teknolojik silahlardan çok etkili bir silah olduğunu gösterdi.

- Yahudi varlığının şişirilmiş bir balon olduğunu da gösterdi.

- Allah diledikten sonra azların çoklara galip geldiğini gösterdi.

- Gazze bize aramızda mesafeler olsa da tek bir Ümmet olduğumuzu gösterdi. Ancak aynı zamanda yöneticilerin bir vadide, ümmetin başka bir vadide de olduğunu gösterdi.

- Gazze bize çocukların sahip olduğu boykot hassasiyetine koskoca devletlerin ve yöneticilerinin sahip olmadığını gösterdi. Gazze’de işlenen mezalime rağmen yöneticilerin kanlı ticaretlerini sürdürdüklerini gösterdi.

- Yöneticilerin; Gazze’deki Müslümanların çaresizliğini, çadırlardaki yavruların yanışını, binaların yok edilmesini, bebeklerin katledilmesini seyrettiklerini, hiçbir şey yapmadıklarını gösterdi. Müslümanların acılarını BM’ye, uluslararası topluma havale edecek kadar aciz olduklarını gösterdi.

- Arap Birliği’nin, İslam İş Birliği Teşkilatı’nın koskoca bir hiç olduğunu gösterdi.

- Ardında korunacağımız bir Halife ihdas etmediğimiz müddetçe can ve mal güvenliğimizin olmadığını gösterdi.

- Gazze Bize 57 devletin 1 Halife etmediğini gösterdi.

Gazze’deki soykırım sürecinde ümmetin, STK’ların, hatta Batılı ülkelerdeki insanların bile insanlık onuru adına üzerlerine düşeni yaptığını hatırlatan İmamoğlu, alimlerin de Gazze için İslam ülkelerinin cihat etmeleri gerektiğine dair fetvalar yayınladığını ancak devasa ordularına rağmen üzerine düşeni görevi yapmayanların sadece yöneticiler olduğunu ifade etti.

Netanyahu’nun tehditlerine gereken cevabı vermekte acizlenen yöneticilerin tıpkı sivil halk gibi kınadığını, miting yaptığını hatırlatan İmamoğlu, 2 milyarlık İslam âleminin işgalci Yahudi varlığı karısında hiçbir caydırıcı etkisinin olmamasının başımızdaki yöneticilerin korkaklığından kaynaklandığının altını çizdi.

Bu yöneticilerin kendi halklarını temsil etmediğini, kâfirlerin çizmiş oldukları Sykes-Picot sınırların bekçiliğini yaptığını ifade etti.

Yaklaşık on gün önce katil Netenyahu ‘Hilafet’in kurulmasına mani olacaklarını ve buna izin vermeyeceklerine’ dair sözleri hatırlatarak İmamoğlu, onların tek korkusunun bu olduğunu ve Müslümanların yüz yıl önce Osmanlı’da olduğu gibi yeniden Hilafet ile tek bir devlet olmasını istemediğini ortaya koydu.

Salondaki misafirlerin coşkuyla “Tek Ümmet Tek Devlet Tek Çözüm Hilafet” sloganları atmasının ardından İmamoğlu, kafilere şu şekilde seslendi:

“Ey kâfirler sizler kerih görseniz de Hilafet kurulacaktır. Çünkü bu Rasul’ün (s.a.v.) müjdesi ve Allah Subahehu ve Teala’nın vaadidir. Sizler Hilafet gerçeğiyle elbet yüzleşeceksiniz. Sonra ne mi olacak? Ve sonra yenilecek ve cehenneme sürüleceksiniz…”

Nevvaf Tekruri: “Gazze, Müslümanlara Çok Şey Öğretti”

Daha sonra kürsüye gelen Filistin Alimler Derneği Başkanı Nevvaf Tekruri, “Gazze’ye selam olsun, Gazzeli kadınlara çocuklara, tugaylara, tümenlere selam olsun” diyerek direnişi selamladı ve Gazze’nin Müslümanlara çok şey öğrettiğini ifade etti.

Tekruri, konferansı hazırlayan Hizb-ut Tahrir’e teşekkürlerini beyan ettikten sonra tek yolun cihad olduğunu, Gazze ve Filistin’in ancak böyle kurutulacağının altını çizdi. Tekruri, Gazze’ye ve Filistin’e verilen desteğe çok teşekkür ederek konuşmasına son verdi.

Tayyip Elçi: “Biz İslam İle İzzet Bulduk”

Medrese Alimleri Derneği Başkanı Tayyip Elçi, ümmetin dünya malına meylettiğini, istek ve arzularını Allah’ın emirlerinin önüne geçirdiğine dikkat çekip, kurtuluşa erişemediğini ifade eden konuşmasında “vehen” hadisini hatırlattı. Çoklukla değil, Allah’ın yardımı ile zaferin geldiğine dikkat çeken Elçi, Hz. Ömer r.a.’ın “Biz İslam ile izzet bulduk” sözlerini hatırlatarak konuşmasına son verdi.

Mehmet Göktaş: “Gazze Kazandı”

“Hilafet Kurulsun, ‘İsrail’ Yok Olsun” sloganlarıyla kürsüye gelen İlahiyatçı Yazar Mehmet Göktaş, hain Arap rejimlerinin ihanetine dikkat çekti. Kassam Tugayları ve Hamas’ın ümmetin yüz akı olduğunun altını çizen Göktaş, 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı’ndan sonra Avrupa’da insanların İslam’a koştuğunu böylece Gazze’nin kazandığını, siyonizmin ise kaybettiğini ifade etti.

Muhammed Emin Yıldırım: “Zalim ‘İsrail’ ile Karşılaşmadan Canımızı Alma Allah’ım”

Kürsüye gelen son konuşmacı Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım, tekbirler getirilmesi ve dua için salonu kıyama çağırdı. Güç sahiplerinin üzerine düşeni hatırlatmak için buraya geldiklerini ifade eden Yıldırım, Gazze’de mücahidlere Allah’tan yardım diledi. Şehitlerin tümünü Şehitlerin Efendisi Hz. Hamza ile haşret duasında bulunan Yıldırım, “zalim ‘İsrail’ ile karşılaşmadan canımızı alma” dileğinde bulundu.

Yıldırım duasında şu ifadelere yer verdi:

"19 aydır ordularına rağmen, petrol kuyularına rağmen kıllarını kıpırdatmayan bütün yöneticileri sana havale ediyoruz Allah'ım

Orduları bırakın, hala limanlarını 'İsrail'e kapatmayanları sana havale ediyoruz Allah'ım."

Duygusal duasına salon coşkulu bir şekilde amin derken Yıldırım, misafirleri ayağa kalkmaya çağırdı ve İslam uğrunda çalışmak için yemin ettirdi.

Cumartesi, 5 Zilkade 1446 - 3 Mayıs 2025

turkiye vilayeti
KONFERANSIN TAM KAYDI

turkiye vilayeti

Konferanstan Kareler

turkiye vilayeti

2025 05 03 TR GAZA CONF POSTER

turkiye vilayeti

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

Ayn Calut Savaşı'ndan Çıkarılacak Olan Ders, Büyük Ümmetin Ordularının Cesur Raşid Bir Halifeye İhtiyaç Duymasıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ayn Calut Savaşı'ndan Çıkarılacak Olan Ders, Büyük Ümmetin Ordularının Cesur Raşid Bir Halifeye İhtiyaç Duymasıdır!

1258 yılının sonunda, Moğol komutanı ve Cengiz Han'ın torunu Hülâgû Bağdat'ı işgal etmiş ve son Abbasi Halifesi Mustasım Billah'ı idam etmişti. Büyük Han olan kardeşi Mengü'nün emirlerine binaen Hülâgû, tüm bölgeyi Moğol egemenliği altına almak amacıyla ordularını Şam ve Mısır'a doğru yönlendirdi. Nitekim 1260 yılının başlarında Moğol kuvvetleri Fırat Nehri'ni geçmiş ve kayda değer bir direnişle karşılaşmadan Halep'i ve ardından da Şam'ı ele geçirmişti. Ne yazık ki bölgedeki Müslüman liderlerin birçoğu Hülâgû'nun işgalinden önce ona resmen boyun eğmişler ve yenilgi ruhuyla kendilerini küçük düşürmüşlerdi.

Profesör Reuven Amitai, "Moğollar ve Memlükler: Memluk-İlhanlı Savaşı (1260–1281)" adlı kitabında, Şam Emiri Melik En-Nasır Yusuf'tan şöyle bahsetmektedir: “Hülâgû'nun gelmesinden yıllar önce Moğollara resmen boyun eğdirilmişti. H. 641 / M. 1243-1244 yılında, o zamanlar hala Halep Emiri ve aynı şekilde Şam'ın Eyyubi hükümdarının en-Nasır olduğuna dair bilgiler vardır… Nitekim işgal altındaki Müslüman topraklarındaki yeni Moğol valisi olan Tebriz'deki Arghun Ağa'ya bir elçi gönderdi. Kayda değerdir ki ertesi yıldan itibaren (H. 642 / M. 1244-1245), en-Nasır Yusuf Moğollara haraç ödemeye başladı. Bu, 1241 yılından beri Batı Asya'daki Moğol kuvvetlerinin komutanı olan Baycu’ya yıllık olarak ödenen haraçla aynı şey olabilir. H. 643 / M. 1245-1246'da en-Nasır Yusuf bir akrabasını Moğolistan'daki Güyük Han'a elçi olarak gönderdi ve elçi en-Nasır'ın Han'a karşı yükümlülüklerini belirleyen fermanlarla geri döndü. Birkaç yıl sonra, yani H. 648 / M. 1250 yılında en-Nasır Yusuf, Zeyn el-Hafizi liderliğindeki bir heyeti Moğolistan'ın başkenti Karakurum'a gönderdi ve bu heyet daha sonra en-Nasır Yusuf'u 1260 yılında Hülagû'ya karşı direnmekten caydırmada önemli bir rol oynadı. Muhtemelen bu dönemde Zeyn el-Hafizi gizlice Moğollara hizmet etmeye başlamıştır. Heyet, Mengü'nün en-Nasır'ın itaatini tanıdığına ve Moğollara bağlılığını onayladığına dair semboller taşıyarak H.649 / M. 1251 yılının sonlarında Şam'a geri döndü.”

Moğollara yönelik bu boyun eğiş, Şam ve Mısır'ın elitleri arasında yerleşmiş olan psikolojik yenilginin bir sonucuydu. Prof. Amitai'nın daha sonra şöyle yazdığı gibi: “Görünen o ki En-Nasır, muğlak bir şekilde de olsa teslimiyetini sunmak yoluyla geçici de olsa Moğol saldırısından kaçınmayı ümit etmiştir. En-Nasır'ın tereddütlü politikaları ve sık sık yaptığı değişiklikler, tereddütlü doğasının ve çevresindekilerin çelişkili görüşlerinin bir sonucuydu. Bir yanda, Moğollara boyun eğme politikasını tavsiye eden psikolojik olarak yenilmiş olanlar vardı. Eyyubilerin en önde gelenlerinden Salih Nureddin İsmail ibn Şirkuh ve büyük bürokrat Zeyn el-Hafizi'nin her ikisi de gizlice Moğollara sadakat gösteriyordu. Bu barışcıl grubun üyeleri arasında Eyyubi Eşref Musa, Hicab prensi Necmeddin Muhammed ibn İftihar Yakut ve tüccar Vecihüddin Muhammed et-Tikriti de vardı. Kürt emirler (belki de Kaymariyyeliler) de yenilgiyi kabul eden görüşleriyle biliniyorlardı. Öte yandan, cihatçı eğilim Baybars el-Bandakdari (en azından en-Nasır'ın hizmetine döndüğü 657 yılının ortalarından itibaren), Emir İmadüddin İbrahim ibn el-Mucir ve Nasıriyye'den emirler, yani bizzat en-Nasır Yusuf'un memlükleri tarafından temsil ediliyordu.”

En-Nasır ancak Şam'ın düşmesinden sonra Moğol yayılmasına direnmeye çalıştı ama ilk psikolojik yenilgisi ona ve ordusuna pahalıya mal oldu. Zira Filistin'in Nablus kentinde Moğollar tarafından yenilgiye uğratıldılar, sonra Hülâgû tarafından esir alınıp idam edildi. En-Nasır'ın güçlerinin dağılmasıyla birlikte, Moğolların yayılmasını durdurabilecek tek güç olarak sadece Mısır'daki Memlükler kalmıştı. Mısır Memlükleri, Moğolların kendilerine gelmesini beklemek yerine, cesur komutan Seyfeddin Kutuz ve onunla birlikte komutanı Baybars'ın liderliğinde düşmanı karşılamak için harekete geçtiler. Hülâgû'nun en güvendiği komutan olan Ketboğa'nın kuvvetleriyle karşılaşmak üzere Mısır'dan yola çıktılar. Ordu Akka'ya indi, zira: “Kutuz bu fırsatı, savaşın yaklaşmasıyla birlikte korkuları daha da arttığından emin olduğu emirleri coşturmak için kullandı. Kutuz'un konuşması şu iki ana ekseni içeriyordu: Emirler ailelerini ve mülklerini korumak için savaşması ve kafirlere karşı İslam'ı savunması gerekir. Konuşma çok etkiliydi: Zira emirler ağladı ve Moğolları ülkeden kovma sözü verdiler.”

Memlük ordusu, Ayn Calut'ta Moğol ordusuyla karşı karşıya geldi ve Moğollar Memlüklere karşı stratejik bir pozisyon aldı. “Bu, Memlükleri beklemek amacıyla Moğollar için mantıklı bir noktaydı. Gilboa Dağı'nın kuzey eteklerinde, atlar için su sağlayan Calut nehri veya vadisi akıyor ve komşu vadi de otlak ve süvari savaşı için uygun koşullar sağlıyordu. Başka avantajlar da vardı; bunlardan biri de Moğolların, kanatlarını korumak için Galboa'nın yakınlığını kullanması ve ayrıca onlara yakındaki Moriah Tepesi gibi mükemmel bir gözetleme noktası sağlıyordu.”

Ayn Calut Savaşı H. 25 Ramazan 658, M. 3 Eylül 1260 tarihinde gerçekleşmiştir.

Başlangıçta savaş Memlüklerin lehine gitmedi. Zira yaklaştıklarında Moğollar onlara saldırdı. Saldırının boyutu bilinmiyordu ama Moğol sağ kanadını kapsadığına inanılıyor; zira Memlüklerin sol kanadı yenilmiş ve dağılmıştı. Ancak Kutuz kuvvetlerini yeniden toplamayı başardı ve Moğolları şaşkına çeviren bir karşıt saldırı başlattı. Moğollar tekrar saldırdı ve Memlükler neredeyse tekrar yeniliyordu. Ancak Kutuz paniğe kapılmadı ve birkaç kez şöyle haykırdı: “Ve İslamah! Ya Allah, kulun Kutuz'a Moğollara karşı yardım et!” Ardından Memlüklerin zaferine yol açan doğrudan bir saldırı başlattı. Muhtemelen Ketboğa'nın bu sırada öldürülmüş olması, Moğol ordusunun nihai olarak dağılmasına yol açmıştır.

Ayn Calut'taki zafer, Moğolların Rahba kalesini kuşatmada başarısız kaldığı 1313 yılına kadar süren bir savaşın başlangıcıydı. Ancak Ayn Calut Savaşı, Moğolların açık bir savaşta aldıkları ilk büyük yenilgiydi ve İslam beldelerinde batı yönündeki yayılmalarını durdurmuştu. Ayrıca Memlükleri yenilgi zihniyetinden kurtardı ve onlara savaşmaya devam etme cesareti verdi. Nitekim Moğollar ve Memlükler arasındaki savaş sırasında yaşamış olan büyük İslam alimi İbnü'n-Nefis şöyle yazmıştır: “Bu ülke, o kâfirlerin işgal ettiği topraklardan çok uzaktaydı, sonra onlara komşu oldu. Bu nedenle bu ülke halkının kâfirlere karşı savaşması ve onlara direnmesi gerekiyordu. Bunu yapmak için de şu iki şeye sahip olmaları gerekiyordu: Büyük bir ordu ve onlara liderlik edecek cesur bir Sultan. Bunlar olmadan, çok sayıda fetihleri ​​ve çok sayıda adam ve orduları olan bu kâfirlerle savaşmak imkânsızdır.”

Ey ümmetin orduları: İbnü’n-Nefis büyük bir orduya ve cesur bir Sultana ihtiyaç olduğundan bahsetmiştir. Bugün büyük ordularımız var, peki ya cesur Sultanımız nerede?! Eğer Seyfeddin Kutuz, yenilgi zihniyeti taşıyan, güç dengesizliğini gerekçe gösteren, düşmanlara güven verici mesajlar gönderen ve kafirlerin koyduğu yasalara uyma sözü veren günümüz askeri liderleri ve yöneticilerinin zihniyetiyle düşünseydi, Ayn Calut'ta muzaffer olamazdı ve İslam ümmeti ve İslam tarihi unutup giderdi. Ama Kutuz dünyayı dinin merceğinden görüyordu. Dolayısıyla o, ümmetteki akidevi gücün kaynağı olmuştur. Bu yüzden o, zayıf ve yeni oluşan askeri teşkilatını, insanlık tarihinin en büyük barbar medeniyetine karşı tarihi bir zafere taşımış ve iki taraf arasındaki büyük güç farkına rağmen Moğol işgalini Müslüman topraklarından kovmuştur.

Ey ümmetin asker subayları: Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْEy iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.” [Muhammed 7] Dolayısıyla Allahu Teala'nın yardımı, O'nun dinine yardım etmekle, O'nun şeriatını uygulamakla, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmakla ve cesur Raşid bir Halifenin liderliği altında orduları harekete geçirmekle olur; o halde icabet edin. Allah’ım ben tebliğ ettim, Allah’ım Sen şahit ol.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halil Musab – Pakistan

Devamını oku...

Suriye'ye Karşı Yeni Yahudi Saldırganlığı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suriye'ye Karşı Yeni Yahudi Saldırganlığı!

Haber:

Yahudi varlığının savaş uçakları Cuma sabahı yani 2 Mayıs günü erken saatlerde, Suriye'nin başkenti Şam'daki başkanlık sarayına yakın bir noktaya saldırı düzenledi.

"Times of Israel'in" aktardığı bir açıklamaya göre Başbakan Binyamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, ordunun Suriye'nin başkentindeki başkanlık sarayı yakınlarındaki bir hedefi vurduğunu ve Dürzi toplumunu koruma taahhüdünü yinelediğini söyledi.Gazetenin aktardığına göre, “Şam'ın güneyine asker gönderilmesine ya da Dürzi toplumuna yönelik herhangi bir tehdide izin vermeyeceğiz” dediler.

Yorum:

Bakın işte Yahudi varlığı iki gün içinde ikinci kez Suriye'yi vurarak Dürzi toplumuna verdiği, saldırıya maruz kalması durumunda onları koruma sözünü yerine getirmiş oldu.Ancak bu kez yeni olan, Kasyun Dağı'ndaki başkanlık sarayının yakınındaki bir hedefin vurulmuş olmasıdır.

Bu mutant varlık, ilk seferinde kendisine misilleme yapacak biri olsaydı, kendisine sırtını döndükten sonra şimdi gözlerine kum serpmek için çalışan bir taifenin koruması altında sesini yükselterek ulaştığı yüksekliğe ulaşamaz, daha ileri gitmeye ve genişlemeye cesaret edemezdi.

Egemenlik mefhumu, özellikle uzun bir savaştan sonra onu güçlendirmeye çalıştığınızda derin ve gerekli bir mefhumdur; eğer bunu ayrıntılı olarak gerçekleştirmiş olsaydınız, çirkin ve kötü olan hiçbir şey ileri gitmeye cesaret edemezdi.Bugün Suriye'de bir oradan bir buradan çağrılar, bir oradan bir buradan diktalar ve bir oradan bir buradan tecavüzler vardır;zira herkes kendini bir öğretmen olarak görüyor ve fikirler, tezler ve öneriler ortaya koyup sunuyorlar.Evet, bunlar oluyor; çünkü mefhumu gerçekleştirecek net ve doğru bir tepki yok.Ekranlarda sadece durumu sakinleştirmek, bakış açılarına yaklaşmak ve haklı çıkmak için ortaya çıkan şahsiyetler var... bunun dışında herkes bir tepki olarak hareket ediyor; bunun sebebi devlet egemenliği mefhumunun net olmaması ve anlaşma sonrası çok sayıda tepkinin ortaya çıkmasıdır! Dolayısıyla bu egemenlik mefhumu, açık bir kusurdur!

Yahudi varlığının dün ve bugün işlediği suçlar ve kurtuluştan sonra yapılan açıklamalar ve eylemler, egemenlik mefhumunun net olmamasından kaynaklanmaktadır ve şahısların gerekçeleri ve savunmaları da aynı şekilde egemenlik mefhumunun net olmamasından kaynaklanmaktadır.Bugün inşa edilmekte olan egemenlik mefhumu, Şam'a gelen heyetlerle bağlantılı bir mefhumdur; bu da tecrit halinde yaşamak istemiyoruz başlığı altında çizilmiş olan bir mefhumdur!Her sahnede siyasi zaruretlerin siyasi yasakları meşru kıldığını söylesek bile bu, başarmak ve devam etmek istediğimiz fikrine dayanan bir mefhumdur!Normalleşme ve İbrahim Anlaşmaları ile ilgili açıklamalara karşı sessiz kalıyoruz; çünkü devam etmek istiyoruz!Evet, bütün bunlar, egemenlik mefhumunun ideolojik aslından kaynaklanan bir mefhumun yokluğundan kaynaklanmaktadır.

Yahudi varlığına ve saldırısına geri dönecek olursak; özellikle Trump'tan aldığı kesin talimatlardan sonra yaşananlara verdiği tepki yüz suyunu korumaktan başka bir şey değildir ve Ashrafiyat Sahnaya'daki birçok figürün “İsrail bizi hayal kırıklığına uğrattı” şeklindeki tepkisi buna delalet etmektedir.Evet, Hama askeri havaalanı saldırısından önceki tarih, saldırıdan sonraki tarihten tamamen farklıdır; zira saldırılardan sonra, herhangi bir hareket, kargaşa, federalizm, ayrılıkçılık veya ademi merkeziyetçilik çağrısını düşünmenin yasak olduğu, devletin kontrolünü tüm topraklara yayacağı ve devletin otoritesi dışında hiçbir silahın bulunmadığı konusunda bir anlaşma yapılmıştır.

Evet, gerçeklik farklıdır ve bu nedenle tutumlar ve hatta tepkiler de farklılaşmıştır; ancak farklılaşmayan tek şey, ister koordinasyonlu olsun isterse koordinasyonsuz olsun, ittifak olduğu şekilde istismar edilecek her türlü senaryo için bizim hala bir tiyatro olduğumuzdur!

Bu meydana gelenler, eğer bilirseniz çok ciddi bir meseledir; anlaşmalara göre darbelerle karşılaşanlardan olmak için dışarı çıktık, fedakarlık yaptık ve kendimizi zorladık; tüm bunları, kokuşmuşun korktuğu ve ifade ettiği şeyi gerçekleştirmek için yaptık ki bu da Allah'ın izniyle yakında gerçekleşecek olan bir vakıadır.Nitekim bizler, İslam'ın ve Müslümanların emanı olan, tebaanın kendini güvende hissettiği ve korunmak için herhangi bir tarafa başvurma ihtiyacı duymadığı gerçek egemenlik sahibi olan, kimsenin kimseden korkmadığı, çünkü haklarının yerine getirileceğini bildiği bir devlet olan, güvenlik mefhumunun net olduğu ve herkesin görevlerini ve haklarını bildiği bir devlet olan, uzaktakinden önce yakın olanın korktuğu ve dehşete düştüğü bir devlet olan, insan onurunu gerçekleştiren ve koruyan, zayıfların haklarını güvence altına alan ve güçlülerin elinden tutan bir devlet olan ve tüm dünyanın açıklanacağı an için saat ve gün saydığı bir devlet olan İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni gerçekleştirmek için sokaklara çıktık. Dolayısıyla bizim, Hilafet Devleti'nin kuruluşuna olan güvenimiz, onların ona güvenleri gibi olmalıdır; çünkü sadece onunla izzetli, mağrur ve egemen olabiliriz; bunun dışındaki her şey, başkasına güvenen ve ilk rüzgarda veya hoşnutsuzlukta çökecek olan bir gölge devletten başka bir şey değildir!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

ABD’nin Acziyeti ve Çöküşü!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

ABD’nin Acziyeti ve Çöküşü!

Haber:

İlk 100 gününde Trump, son 70 yılın en az popüler ABD başkanı oldu... CNN'nin anketine göre Amerikalıların %41'i Trump'ı onaylıyor; bu oran geçtiğimiz Mart ayına göre 4 puan, Şubat ayına göre ise 7 puan düşüş gösterdi. (El Cezire Net, 29/04/2025)

Yorum:

Her ne kadar Trump göreve geldiği gün Amerika'yı süper güç yapacağını iddia etmiş ve ezici bir oy oranıyla seçimi kazanmış olmakla övünmüş olsa da bugünün gerçekliği, almış olduğu kararların çoğu, pazarlıklarda başarılı olmaya çalışan bir tüccar zihniyetiyle aldığı kararlardır. Zira Trump kendisini müzakerelerin kralı olarak görüyor ve tüm meseleleri müzakereler olarak ele alan “Anlaşma Sanatı” adlı bir kitabı da var. Bu nedenle, devletin prestijine ve ABD Başkanı olarak kendi prestijine siyasi açıdan zarar verse bile, bazı kararlarından geri dönmekte hiçbir sakınca görmüyor.Zira o, anlaşmanın belli bir aşamasında geri adım atılmasını ticari bir manevra olarak değerlendiriyor ki bu da yatırımcıların güvenine ve Amerikan halkının da ülkenin geleceğine olan güvenine büyük bir zarar veriyor.

Trump'ın bu politikası, Watergate skandalından bu yana Wall Street'te yaşanan en kötü çöküşe yol açmış, ardından gümrük vergilerinin getirdiği kayıplarla birleşerek küresel piyasaların değerinden 8,6 trilyon Dolar silmiştir; bu da dünyayı küresel ekonomi konusunda çok endişelendirmiştir. Cumhuriyetçi stratejist Douglas Heye Financial Times'a şunları söyledi: “İnsanlar hala marketlere gittiklerinde öfkeleniyorlar ve bildiğiniz üzere bunun da bir etkisi oluyor.Bir de genel kaos var.” Yani halkın öfkesi taşmaya başlıyor ve bu da iç savaş ya da iç kaosun sinyallerini veriyor.

Bugün Trump'ın popülaritesinin düşük olması rakiplerine rahat hareket etme fırsatı veriyor; Washington Post köşe yazarı Ramesh Ponnuru bu duruma şöyle diyerek dikkat çekmiştir: “Takip edilen göçmen politikalarının, düzensiz göçmen sayısında kalıcı bir azalma sağlamaktan ziyade kamuoyunda ciddi bir tepki oluşturmak için daha iyi tasarlanmış eylemleri ortaya çıkarıyor.”

Bu hızlı düşüş, özellikle uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun acziyeti ortaya çıktıktan ve dünya da küresel sistemin, yeniden formüle edilip yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmadıkça dünyaya liderlik etmeye uygun olmadığı düşünülmeye başladıktan sonra, dünyadaki birçok durumu değiştirecektir.İslam nizamından başka yeni bir sistem de yoktur zira kapitalizmi ve araçlarını ortadan kaldırıp yerine adaleti koyabilecek, insana yakışır bir yaşamı gerçekleştirebilecek ve insanlığın fıtratını yeniden tesis edebilecek olan sadece İslam nizamıdır.

Ey Müslümanlar: Sesinizi yükseltin, projenizi ilan edin ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlara destek vermesi için içinizdeki güç ve kuvvet ehlini harekete geçirin ki böylece alemlerin Rabbini razı edelim, mazlumlara yardım edelim ve sahada uygulanmadığından dolayı kaybedilen İslam'ın izzetini geri getirelim ve böylece Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu müjdesini gerçekleştirelim: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِSonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.”O halde yerine başkası getirilenlerden değil, bunun için çalışanlardan olalım.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئاً إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌEğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir.” [Hud 57]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dareyn Eş-Şanti

Devamını oku...

Yahudilerin Gazze ve Şam’da Devam Eden Pervasızlığı Karşısında “Cesurların Barışı” Safsatalarıyla Onunla Uzlaşmak Yerine Bu Varlığın Kökünü Kazımak İçin Hemen Harekete Geçilmesi Kaçınılmazdır!

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı ilk konuşmasında, “Suriye’nin “İsrail” de dâhil olmak üzere bölge ve dünyadaki hiçbir ülkeye tehdit oluşturmayacağına dair taahhüdümüzü defalarca beyan ettik” dedi.

ABD Kongre üyesi Cory Mills ise İstanbul’dan Arap Televizyonu’na yaptığı açıklamada, Esed rejiminin düşüşünden sonra Suriye’de siyasi geçişin, yönetişim ve özgür demokrasiye nasıl olacağını anlamak için el-Şara ile güvenlik konularını görüştüğünü söyledi. Mills, görüşmenin ayrıca Suriye’nin “İsrail” ile ilişkisini ve sınır dosyasını da ele aldığını belirterek, el-Şara’nın “İsrail” ile ilişkileri geliştirmeye ve diyalog başlatmaya, hatta muhtemelen “İbrahim Anlaşmaları”nı genişletmeye açık olduğunu ifade etti. Mills, el-Şara’nın “İsrail”e saldırmak için Suriye üzerinden silah transferinin engellenmesi konusunda çalışmaya hazır olduğunu da ekledi. Mills, ABD’nin, mevcut yaptırımların kaldırılması ya da hafifletilmesi için hangi adımların atılmasını beklediğini açık bir şekilde ilettiğini söyledi. Şam’ı ziyaret eden bir diğer ABD Kongre Üyesi Marlin Stutzman da, Suriye yönetimiyle kişisel ilişkiler kurmanın önemine vurgu yaparak, “Suriye’de sadece bir Amerikan müttefiki değil dost bir liderin olması çok önemli” diye konuştu.

Reuters’in aktardığına göre Cumhurbaşkanı eş Şara, Suriye’deki Filistinli grupların faaliyetlerini izlemek için bir komite kurulduğunu ve devlet kontrolü dışındaki silahlı gruplara izin verilmeyeceğini belirterek, “Bu konudaki görüşmeler devam edebilir ancak genel tutumumuz, Suriye’nin İsrail de dahil olmak üzere hiçbir taraf için tehdit kaynağı haline gelmesine izin vermeyeceğimizdir” dedi.

Bu açıklamalar, ABD’nin Suriye’den talep ettiği ve Washington’un Suriye’ye yönelik politikasını değiştirmeden önce atmasını istediği somut adımlarla aynı zaman dilimine denk geliyor. ABD’nin BM Daimi Temsilciliği Geçici Maslahatgüzarı Dorothy Shea, Suriye geçici yönetimine yönelik beklentileri tek tek şu şekilde sıraladı: “Terörizmin tamamen reddedilmesi ve bastırılması, komşu ülkelere karşı saldırmazlık politikası benimsenmesi.” Dorothy Shea, “Suriye geçici yönetiminin faaliyetlerini yakından izlemeye devam ettiklerini söyledi. Shea, “ABD , Suriye’deki geçici idari yapıların attığı her adımı titizlikle takip ediyor. Uluslararası politikasını bu gözlemleri ışığında şekillendirecektir. Suriye liderliği, artık ülkeyi onlarca yıldır geri bırakan o karanlık geçmişi geride bırakmalıdır” dedi.

Eş Şeybani’nin mevcut Suriye yönetiminin tutumunu yansıtan açıklamaları, Suriyeliler için büyük bir şok ve hatta yıldırım etkisi yarattı. Zira halk, Yahudi varlığının Suriye şehirlerindeki pervasız tavırları ve saldırganlığı karşısında, rejimin ilkeli ve caydırıcı bir duruş sergilememesini endişeyle karşılamaktadır. Yahudi varlığının sürekli barış mesajları vermesi, Suriye kamuoyunda haklı bir tedirginliğe yol açıyor. Özellikle de ABD’li yetkililer Mills ve Stutzman’ın normalleşme ve ‘İbrahim Anlaşmaları’na katılım iddialarına karşı mevcut yönetimden resmi bir yalanlama gelmemesi, bu söylemlerin pratik adımlara dönüşeceği endişelerini artırıyor.

Bu açıklamalar ve tutumlar, devrim yıllarında atılan sloganların artık geçerliliğini yitirdiğini açıkça ortaya koyuyor. Bir zamanlar, “Esed rejimi düşerse Tel Aviv de düşer” diye haykıranlar; şimdi Yahudi varlığına barış eli uzatıyor, Allah’a ve dinine savaş açmış, peygamberleri öldürmüş, Gazze halkını hunharca katletmiş bir yapıyla normalleşme mesajları gönderiyorlar!

Allah’ın bize kâfirlerle savaşmayı ve cihat bayrağını yükseltmeyi emreden ayetlerine ne oldu? Doğu ve batının İslam’ın hâkimiyetine girmesi ve bir İmam’ın liderliğinde yönetilmesi gerektiği emrine ne oldu?

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in أُمِرْتُ أنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حتَّى يَشْهَدُوا أنْ لا إلَهَ إلَّا اللهُ، وأنَّ مُحَمَّداً رَسولُ اللَّهِ“İnsanlar ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” buyuran hadisine ne oldu?!

Nereye koyacağız bu ümmetin cihat ve şehadet aşkını? Nice çilelerle yoğrulmuş, acılarla bilekleri çelikleşmiş yiğitlerinin cesaretini neyle izah edeceğiz?

Allah Subhânehu ve Teâlâ, Yahudi varlığıyla olan çatışmanın doğasını ve hakikatini açıklamıştır. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, değerli sahabeleri ve özellikle Ensar’ın lideri Sad bin Muaz RadıyAllahu Anh Beni Kureyza Yahudileri konusunda verdiği kararla bu ilahi bildirimi pratikte uygulamıştır. Bu çatışma, akide ve ideolojik sabitelerin farz kıldığı, Yahudilerin işlediği suçların da bu gerçekliği doğruladığı ideolojik varoluşsal bir çatışmadır. Yahudilerin büyüklerinin esip gürlemesi ve Hilafetin dönmesine asla izin vermeyeceğiz’ diye haykırması da bu gerçekliği tasdik etmektedir. Zira onlar, hilafetin yeniden kurulmasının onları ve kavimlerini tarihin çöplüğüne atacağını, yeryüzünde izlerini dahi bırakmayacağını çok iyi bilmektedirler.

Yahudi varlığına her türlü silah tedarik ederek onu İslam’a karşı küfrün ileri karakolu hâline getiren Amerika başta olmak üzere uluslararası toplumu memnun etme çabası, hem uçuruma doğru hızla sürüklenmek hem de çökmüş düzenin kalıntıları üzerinde İslami yönetimi kurup tüm Filistin’i Yahudilerin pisliğinden kurtarmayı amaçlayan yaklaşık iki milyon şehidin fedakarlığını heder etmektir.

Bu siyaset, bizi muzaffer olarak Şam’a ulaştıran Allah’ın beraberliğini kaybetme riskini taşıdığı gibi devrim yılları boyunca sabitelerini açıkça ortaya koyan ve dengeleri değiştirme gücüne sahip olan doğal dayanağımız ve asli gücümüz olan halk kuluçkasını kaybetme riskini de barındırmaktadır.

Uluslararası topluma yalvarmak, onun iradesine ve kararlarına boyun eğmek, diz çöktürmek, boyun eğdirmek ve azılı düşman karşısında beyaz bayrağı çekmek için aşağılık bir şantaj aracı olarak kullanılan yaptırımların kaldırılması umudu ve serabıyla onun diktalarına boyun eğmek, dünyada rüsvaylık, ahirette ise çetin bir hesaptan başka bir sonuç doğurmaz. Üstelik bu, tehlikeli bir yoldur, kesin biçimde reddedilmelidir. Çünkü tehlikesi, sadece bugünkü yöneticileri değil, devrime omuz veren halkı, şehitlerin emanetini taşıyanları ve ümmetin tüm onurlu fertlerini de kapsamaktadır. Hâlâ vakit varken ibret alacak bir kimse yok mu?

Amerika, zorba Esed rejiminin bir numaralı destekçisi idi. Şam halkını sindirmek ve onları devrimlerinden ve eski rejimin yıkılması talebinden vazgeçirmek için araçlar, ajanlar, uşaklarla ve her türlü baskıcı yöntemlerle zorba Esed rejimini desteklemiştir. Peki, bu Amerika şimdi birdenbire yırtıcı bir kurttan sevecen bir dosta mı dönüştü? Gerçekten dostluğu aranacak bir ülke mi oldu?

Özellikle hayati meselelerde ideolojik bir duruş sergilemek, günümüzün en önemli farzıdır ve bu aşamanın bir gerekliliğidir. Şam ve devrimi her Müslümanın yüreğinde sembolik bir değere ve özel bir yere sahiptir. Nasıl özel bir yere sahip olmasın ki? Ümmetin küllenmiş umutlarını alevlendirmiştir; Müslümanları Kur’an’ın hüküm sürdüğü bir devletin çatısı altında birleştirme hamasetini canlandırmış ve bizlere Furkan Savaşları’nın onurlu hatıralarını yeniden yaşatmıştır.


Yahudilerle aramızdaki çatışma kaçınılmazdır; er ya da geç o büyük hesaplaşma mutlaka yaşanacaktır. Filistin meselesi, tamamen İslami bir meseledir. Bu meselenin sorumluluğu, ümmetin evlatlarının, özellikle de İslam coğrafyasının dört bir yanındaki ordu komutanları ve güç sahiplerinin omuzlarındadır. Artık Allah rızası için ve tarihe bir not düşmek için harekete geçmelerinin zamanı gelmiştir. Yahudi varlığını koruyan rejimleri devirmeliler, o varlığın ilk savunma hattı olan bu rejimleri yıkmak için orduları harekete geçirmeliler, İslam Devleti’ni kurmalılar ve ümmetin izzetini yeniden ayağa kaldırmalıdırlar. Amerika ve Batı’nın kölesi olanlar bizi kurtaramazlar. Utanç verici, yüz kızartıcı ya da din ve Kur’an düşmanlarını memnun eden politikalar, Filistin’i özgürlüğüne kavuşturamaz. Kurtuluş, ancak İslam’ı hakkıyla uygulayan ve yeryüzünün dört bir yanındaki mazlumlara yardım için ordularını seferber eden bir Hilafet Devleti ile mümkündür. İşte Müslümanları böylesi büyük bir hayra davet ediyoruz ve onlara Allah’ın bu dini yüceltme vaadini, köhne Netanyahu, varlığı, askerleri, onları koruyanlar ve arkasında duranlar istese de istemese de Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hilafetin dönüşüyle ilgili müjdesini hatırlatıyoruz. Sabırdan sonra zafer, aşağılanmadan sonra izzet, yıllar süren zillet ve ihanetten sonra ise hâkimiyet mutlaka gelecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...

Hızlı Destek Kuvvetleri, Tutunduğu Amerika ve Sudan Hükümetinin İpiyle Sivillere Karşı Katliamlar İşlemeye Devam Ediyor

Sudan Doktorlar Birliği, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Omdurman’ın güneyindeki Saliha bölgesinde sivillere karşı bir katliam işlediğini söyledi. Birlik, söz konusu kuvvetlerin aralarında çocukların da bulunduğu 31 sivili, orduya mensup oldukları gerekçesiyle infaz ettiklerini ekledi. Sudan Doktorlar Birliği, bu infazın bölgenin tanık olduğu en büyük belgelenmiş toplu katliam operasyonu olduğuna dikkat çekti. (El-Şark – Sudan)

Hızlı Destek Kuvvetleri, başkentin eteklerinden Sudan coğrafyasının en ücra köşelerine kadar Sudanlı masum sivillerin canına ve malına kıymaya; ırzına geçmeye, yağmacılık yapmaya ara vermeden devam ediyorlar. Etnik temizlik, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi, Roma Statüsü ve uluslararası sözleşmelerde belirtilen tüm suçları çekinmeden işliyorlar. Mensupları bu suçları kayda alıp sosyal medyada yayınlıyorlar, hatta medyaya servis ediyorlar. Tüm bunlara rağmen uluslararası toplumun tepkisi yok denecek kadar az. Çünkü uluslararası siyaset ikiyüzlülük üzerine kuruludur, özellikle de söz konusu Amerika olduğunda. Amerika, Hızlı Destek Kuvvetleri’ni Sudan’daki çıkarlarını korumak için kullandığı başlıca araçlardan biri olarak görmekte, devletin tepe yöneticilerini de bu doğrultuda yönlendirmektedir. Hedeflerinden biri, İngiltere’nin eski sömürge düzeninden kalan oluşumları (örneğin Sümud) etkisiz hâle getirmek ve Güney Sudan’dan sonra şimdi de Darfur’un ayrılığına zemin hazırlamaktır. ABD’nin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin işlediği suçları görmezden gelmesi, uluslararası toplumun bu konuda etkili adımlar atamamasına yol açmaktadır. Amerika’nın bu güçleri Cidde platformu üzerinden yeniden yapılandırma çabası, sürekli tekrarladığı ‘Sudan krizinin askeri çözümü yoktur’ söylemiyle paralellik arz etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, bu son katliamın yanı sıra geçmişte işlenen ve bugün hâlâ Darfur başta olmak üzere çeşitli bölgelerde işlenmekte olan katliamların sorumluluğunun Hızlı Destek Kuvvetleri liderlerine ait olduğunu söylüyoruz. Bu dökülen kanların vebali, hem bu suçu işleyenlerin hem de onları yönlendirenlerin boynundadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ, kasıtlı olarak bir mümini öldüreni öyle bir azapla tehdit etmiştir ki, bu tehdit yalnızca bu günah için geçerlidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْيَقْتُلْمُؤْمِناًمُتَعَمِّداًفَجَزَاؤُهُجَهَنَّمُخَالِداًفِيهَاوَغَضِبَاللَّهُعَلَيْهِوَلَعَنَهُوَأَعَدَّلَهُعَذَاباًعَظِيماً“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içerisinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder ve lanet eder. Onun için büyük bir azap da hazırlamıştır.” [Nisa 93]

Bu masum sivilleri koruyamayan hükümeti de ağır bir vebal altındadır! Zira şeran sivilleri korumakla sorumludur ve bunu yapabilecek güçtedir. Ne var ki orduyu görevini yapmaktan alıkoyan güçlerin oyuncağı haline getirmiştir. Oysa Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, güvenliği, toplumun en temel ihtiyaçlarından bir olarak görmüştür:

مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمْ آمِناً فِي سِرْبِهِ مُعَافًى فِي جَسَدِهِ عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ فَكَأَنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا بِحَذَافِيرِهَا“Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.” Hatta Müslümanların halifesi, yani İslam Devleti’nin başı, İslam’da ümmeti koruyan bir kalkan olarak tanımlanmıştır. Bu konuda Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Ümmet bugün o koruyucu kalkandan yoksundur. Onun yerini Batılı kâfir sömürgecilere hizmet eden, onların talimatlarıyla hareket edip halklarına ihanet eden işbirlikçi yöneticiler almıştır. Bu nedenle tüm Müslümanlara, özellikle de güç ve etki sahibi olanlara düşen görev açıktır: Gasp edilen İslamî yönetimi geri kazanmak için harekete geçmek ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermektir. Hilafet, nerede yaşarlarsa yaşasınlar tebaasına huzur ve güvenlik getirecek, ülkelerimizi ve kaynaklarımızı hoyratça kullanan ve Müslümanların kanının sel gibi akmasına aldırış etmeyen kâfir sömürgecinin elini kıracak, kökünü kazıyacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER