Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kırgız Halkı, Demokrasiye Güvenmediğini Teyit Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kırgız Halkı, Demokrasiye Güvenmediğini Teyit Ediyor!

Haber:

İlk tahminlere göre, 30 Kasım'da yapılan Yüksek Şura milletvekilliği seçimlerine 1 milyon 556 bin kişi katıldı. Bu rakam, 4 milyonluk toplam seçmenin sadece %36'sını oluşturuyor.

Yorum:

Resmi otoritenin, yeni parlamento seçimlerine insanların katılımını artırma yönündeki girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Seçmenlere, oylarını istedikleri herhangi bir oy merkezlerinde kullanma hakkı tanınırken, yetkililer seçim gününden önce halkın oy kullanması yönündeki çağrılarını yoğunlaştırmıştır. Ancak Kırgız halkı seçimleri boykot ederek hem iktidar hem de muhalefet temsilcilerinin çoğuna olan güvenini kaybettiğini kanıtlamıştır.

Daha önceki seçim istatistikleri de halkın demokratik sisteme olan güveninin zayıfladığını teyit etmektedir. Örneğin 1995 yılındaki parlamento seçimlerinde seçmen katılımı yaklaşık %76’ya, 2000'de %58’e ve 2005'te %60’a ve 2007’de %74'e ulaşmıştır.2010 yılında ise katılım oranı %59,19’a, 2015'te %58,85’e, 2020'de ise %56,5'e ulaşmıştır. 2021 seçimlerindeki katılım oranı ise %34,61'i aşmamıştır. Bu da yukarıdakilerden anlaşılacağı üzere halkın seçimlere katılımının sürekli olarak azaldığını ortaya koymaktadır.

Gerçeklik, seçimlere katılanların sayısının, insanların demokratik sisteme olan güvenin bir göstergesi olduğunu göstermektedir. Daha dakik bir ifadeyle Kırgızistan'da seçmenlerin büyük çoğunluğu seçimleri boykot ettiklerini açıklamışlardır! Çünkü halk demokrasiden, birbirinden farklı olmayan iktidarlardan, sadece yetkililerin ve sermaye sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden seçimlerden artık bıkmıştır.

Bunun nedeni Kırgızistan'ın “bağımsızlığından” bu yana gelen ardışık hükümetlerin hepsinin, istisnasız ülkeyi zayıflatmak ve halkı yoksullaştırmak için çalışmalarıdır.Seçimler veya darbeler yoluyla gelen yöneticilerin bu konuda birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Bir de buna yozlaşmanın, zulmün ve aynı şekilde ahlaki çöküşün yaygınlaşması eklenmiştir. Şüphesiz bunun temel nedeni, kendisiyle yönettikleri demokratik sistemdir;çünkü yasalar, sadece insanlardan küçük bir grubun çıkarlarına hizmet etmektedir.

Demokratik sistemin destekçileri, çoğunluğun sesinin belirleyici güç olduğunu söylüyorlar ancak Kırgızistan'da yapılan seçimler, bu sözün sadece boş bir slogan olduğunu kanıtlamıştır; zira eğer gerçekten çoğunluğun görüşü geçerli olsaydı, o zaman seçmenlerden %60-70'inin boykot ettiği seçim sonuçlarının iptal edilmesi gerekirdi.

İslam, bugün var olan demokratik sisteme tamamen aykırı olup İslam’da insanların kanunlar çıkarmasına bir yer yoktur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي  أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا  “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65]

Seçimlere ve seçilme meselesine gelince; İslam şeriatının, Batı'daki seçimlerden ve bugün Müslüman ülkelerde uygulanan bozuk sistemlerden farklı, kendine özgü hükümleri vardır.İslam'da seçimler hiçbir baskı ve zorlama olmadan yapılmaktadır; dolayısıyla her Müslüman, kendisinde yeterlilik görmesi halinde, tüm amellerinde İslam’ı esas alması şartıyla kendisini aday gösterme hakkına sahiptir.

Son söz olarak: Müslümanların demokratik sistemdeki seçimlere aldanmamaları gerektiği gibi insanları seçimlere katılmaya zorlamaya yönelik her türlü çabaya karşı kararlı bir duruş sergilememiz gerekir;zira suçlu rejimin parlamentosuna veya hükümetine girmek, sadece suçluların ömrünü uzatmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla seçimler, fitne ve fesat içinde boğulan bu habis sistemi destekleyen kapitalist sistemi devirmek ve İslam'ı hayatın gerçekliğinde bir alternatif olarak getirmek gibi bizi büyük hedeften uzaklaştırmaya yönelik bir araçtan başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nureddin Asanaliyev

Devamını oku...

Varoluş Çatışması: Kim Galip Gelecek; Toprak Sahipleri Mi Yoksa Parçalama ve Yok Etme Projesi Mi?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Varoluş Çatışması: Kim Galip Gelecek; Toprak Sahipleri Mi Yoksa Parçalama ve Yok Etme Projesi Mi?

Haber:

Cenin Taburu bir askeri aracı hedef aldığını duyururken, işgal ise Han Yunus'u bombalamaya devam ediyor.

Gazze'de ateşkesin başlamasının 45. gününde işgal, anlaşmayı ihlal etmeye devam ediyor; zira Refah'a baskınlar düzenliyor ve sarı hat içindeki bölgeleri bombalıyor.

...Bu arada El-Kudüs Tugayları-Cenin Taburu ise savaşçılarının, Ez-Zuyud ekseninde işgal güçlerine ait bir askeri cipte bulunan patlayıcıyı infilak ettiklerini duyurdu. (El Cezire Net)

Yorum:

Cenin Tugayının saldırı duyurusu, işgale, mücade fikrini yok edemediği, direnişin sadece askeri bir tepki değil, aksine Batı Şeria'nın son dönemde yaşadığı zorlu güvenlik ve siyasi koşullara rağmen bu sürekli ilerleyen tiranlığı kırmaya yönelik bir girişim olduğu yönünde güçlü bir mesajdır. Bu da sorunun sadece Gazze ile sınırlı olmadığını, 1967'de işgal edilen tüm toprakları kapsadığını ve çatışmanın coğrafyasının birliği yeniden sağladığını, bu varlığın anladığı tek dilin ise müzakere veya ateşkes değil, sadece silahlı direniş olduğunu teyit etmektedir; Han Yunus ve Refah'ta yaşananlar bunun en büyük kanıtıdır.Dolayısıyla ateşkesin ilan edilmesi, yıpratma savaşına, direnişin ve yeniden mevzilenmesinin tasfiyesine yönelik bir kılıftan başka bir şey değildir.

Bu varlık kibrinden dolayı uçurumu sürüklenecektir; çünkü ümmetimiz ne kadar zayıf olursa olsun bize, bu ümmetin rahminden, Cenin, Gazze ve Beyt Cin'de bu zorba varlığa karşı destan yazan kahramanlıkların çıkacağını hatırlatmaktadır.

O gün kaçınılmaz olarak gelecektir; ey Allah'ın yeryüzündeki kulları, düşmanınız geliyor; o halde sakın silahlarınızı terk etmeyin ve Allah'ın indirdikleriyle olan yönetimin yeniden tesisi edilmesi için ümmetin devrimini ateşleyen bir meşale olun ki böylece Kerim Rasulümüz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulması şeklindeki müjdesini gerçekleştirenlerden olasınız.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةًO kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar.” [Nisa 102] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 02/12/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 02/12/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️  Papa'nın Türkiye Ziyareti

H. 11 Cumade’s Sânî 1447 - M. 2 Aralık 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı ◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi ◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı ◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu

Devamını oku...

Yemen’de Husiler Tarafından Hizb-ut Tahrir Gençlerine Yönelik Yeni Tutuklamalar, Amerika’ya Ölüm” Sloganı ile Trump’ın Gazze Planını Savunmak Nasıl Bir Araya Geldi, Bilemiyoruz?!

Husilere bağlı güvenlik güçleri, 27 Kasım 2025 Perşembe günü, Yemen’in orta kesimindeki Husi otoritesine bağlı Taiz vilayetinin Sabr el-Mevadim ilçesinde 28 yaşındaki Saddam Ali Kaid el-Mukurdi isimli genci gözaltına aldılar. Saddam el-Mukurdi’nin gözaltına alınması; 21 Kasım 2025 tarihinde İbb vilayetinde Üsame ve Muhammed Musad el-Varafi kardeşlerin gözaltına alınmasının ardından gerçekleşen ikinci gözaltı hadisesidir. Bu gözaltılar; “ “Trump, Müslüman Ülkelerdeki Kukla Yöneticilerini Rezil ve Utanç Verici Bir Anlaşmaya Sürüklemekte! Onlar da Haşim’in Gazze’sini Vesayet ve Sömürgecilik Altına Sokmak İçin Onun Arkasında Başlarını Öne Eğmektedirler!” başlıklı bildirinin dağıtılması üzerine gerçekleşmiştir. Söz konusu bildiri, Birleşmiş Milletler’in 17 Kasım 2025 tarihinde 2803 sayılı kararı çıkarma konusundaki suç ortaklığını ifşa etmektedir. Bu karar, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki savaşı durdurmak için hazırladığı ve “tarihi bir an” olarak nitelendirdiği planın onaylanmasından başka bir şey değildir. Hizb-ut Tahrir’in 19 Kasım 2025 tarihinde yayınladığı bu bildiri, Amerika’nın özelde Filistin, genelde ise Orta Doğu’da ördüğü komploları ifşa etmiştir. ABD’nin bu komploları, Oğul Bush’un 2001 yılında başlattığı Haçlı savaşı politikasının aynısıdır.

Bildiride, 23 Eylül 2025 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları marjında Trump’ın Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır, Ürdün, Türkiye, Endonezya ve Pakistan liderleriyle yaptığı görüşmeden bahsedilmiş ve Husilerin adı uzaktan yakından bildiride geçmemiştir. Hal böyleyken Husilerin gençleri gözaltına alması “yarasası olan gocunur” misalini andırmaktadır!! Gazze’yi desteklediklerini ve Mescid-i Aksa’yı Yahudilerden kurtarmaya çalıştıklarını söyleyenler; Gazze’nin vesayet ve sömürge altına girmesine, bazıları Kur’an diliyle konuşuyor olsa bile sömürgeci güçlerin emirleriyle hareket eden askeri güçlerin Gazze topraklarını çiğnemesine nasıl razı olurlar?! Ve yine sömürgeci Amerika’nın karanlık koridorlarında hazırlanan gizli planları ifşa edenlere, 1648 Westfalya Konferansı’ndan bugüne İslam’a ve Müslümanlara düşman olan uluslararası hukuk siyasetini ümmete açıklayanlara nasıl saldırırlar?

Husiler bu eylemleriyle, hakkın apaçık nurunu haykıran Hizb-ut Tahrir’in dürüst ve sadık davetinin çıktığı o pencereyi kapatabileceklerini mi sanıyorlar?! Husilerin, helak olan Ali Abdullah Salih’in yönetiminin zulmünden şikâyet edip, bugün aynı eylemleri ve belki de daha şiddetlisini Hizb-ut Tahrir gençlerine karşı yapmaları ne büyük çelişkidir! Peki parti gençlerinin takip edilip hapsedilmelerine sebep olan suçları nedir?! Trump’ın planını ifşa etmeleri ve Müslüman ülkelerdeki yöneticilerinin ihanetini dile getirmeleri mi?!

Husiler Amerika’ya karşılar mı, söyledikleri gibi “Amerika’ya ölüm” mü istiyorlar; yoksa göründüklerinin tam aksine Amerika’ya muhabbet ve dostluk mu besliyorlar, onu mu savunuyorlar, onun Müslüman beldelerindeki planlarını ifşa edenlere karşı mı geliyorlar, bilemiyoruz?! Zira onlar bir yandan Amerika’ya düşman olduklarını söylüyorlar ama diğer yandan Birleşmiş Milletler’e barış için ellerini uzatıyorlar!! Filistin’i gasp edenlerle savaşmak ve onları ortadan kaldırmak için plan yapıp çalışmak yerine 70. Cadde Meydanı’nda (Meydan es-Sebin) füze ve İHA gösterileri düzenlemekle yetiniyorlar. Mescid-i Aksa’nın, ufukları çınlatan tekbir sesleri eşliğinde Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesi altında yeniden Müslümanların yönetimine geçmesi ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesinin gerçekleşmesi için hiçbir fiilî mücadele yürütmüyorlar.

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ“Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Ey Yemen halkı! Ey Husilerin dayanağı Saada, Amran, Hacce ve Zamar kabileleri! Kâfirlerin suçlarını ve Müslüman yöneticilerin ihanetlerini ifşa edenlerin, ümmete yeniden izzet ve diriliş yolunu gösterenlerin gözaltına alınmasından hoşnut musunuz? Bu kimselerin çağrıda bulunduğu Hilafet Devleti, Müslümanları birleştirecek, İslam’ı uygulayacak, dünyaya yayacaktır. Bizler de o Hilafet’in askerleri olup her iki yurtta (dünya ve ahirette) kurtuluşa erenlerden olacağız. Hilafet Devleti Allah’ın izniyle geri dönecektir ve bizler onun gölgesinde yeniden “hayırlı bir ümmet” olacağız. Yahudilerle olan savaşımız da yakındır ve Allah’ın izniyle onları hezimete uğratacağız; bu Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadi, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Hadi o devlete nusret vererek her iki alemde de kendiniz için bir iz bırakın. Namınız her iki cihanda da yürüsün.

Devamını oku...

El-Halil Şehrinin Kalbi ve İbrahimî Camii, Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesinde Hangi Adım İzlenmiş ise Aynı Adımlarla Yahudileştiriliyor

Yahudi varlığı, İbrahim Camii’nin yönetim yetkilerinin El-Halil Belediyesi’nden alıp (Kiryat Arba’daki Yahudi Din Konseyi’ne) devredilmesine karar verdi. El-Halil Belediyesi’nin bu karara yaptığı itiraz reddedildi. Bununla birlikte, İbrahim Camii’nin iç avlusunun genel bir meydana dönüştürülmesine karar verildi. Buna ek olarak, Yahudi dernekleri El-Halil şehrinde evler satın almak için yoğun bir şekilde aktif olarak çalışmaktadırlar. Böylece El-Halil şehrinin kalbi ve bu şehrin kalbinde yer alan İbrahim Camii, dünya kamuoyunun ve İslam ümmetinin gözü önünde, tıpkı Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Miraç yeri ve çevresi Yahudileştirildiği gibi Yahudileştirilmektedir.

İbrahim Camii’ne, Oslo Anlaşması’ndan sonra ve özellikle 1994’teki katliamın ardından el konuldu. Bu katliamın hemen ardından Yahudi varlığı “Shamgar” komitesini kurdu. Kurulan komite, camiyi Müslümanlar ile gaspçı Yahudiler arasında ikiye böldü. İşledikleri katliamın ödülü olarak caminin üçte ikisini Yahudilere, üçte birini Müslümanlara verdi. Ardından 1997’de Filistin Kurtuluş Örgütü, ihanet anlaşması olan Oslo Anlaşması’na bağlı El-Halil Protokolü’nü kabul etti. Bu protokol gereğince şehir H1 ve H2 bölgelerine ayrıldı. Bu da, Yahudilerin El-Halil’in güney kısmı ile eski şehir ve İbrahim Camii üzerinde hâkimiyet kurmasının yolunu açtı.

İşgalin, El-Halil şehrinin kalbi ve İbrahim Camii üzerindeki egemenliğini sağlayan o uğursuz El-Halil Protokolü’ne saldırılmaması ve görmezden gelinmesi; bunun yerine insaf (adalet) dilenmek için işgal mahkemelerine ve suçlu varlığın işlediği tüm suçlara -biraz endişe duymak dışında- göz yuman Birleşmiş Milletler’e saldırılması (şikâyet edilmesi) şaşırtıcıdır. Oysa söz konusu bu BMGK, en son Gazze üzerinde Amerikan vesayetini öngören ve Yahudilere dilediklerini yapma konusunda mutlak yetki veren bir karar çıkarmıştır.

Evet, kurum ve kuruluşların, celladın bizzat kendisinden adalet talebinde bulunması, camilerimizi ve kutsallarımızı geri vermesini talep etmesi; buna karşılık Oslo Anlaşması’nı ve ardından El-Halil Protokolü’nü imzalayanların yüzüne karşı, “İslam topraklarına ve Müslümanlara yönelik bu ihanet anlaşmalarıyla başlayan belanın başı sizsiniz!” diye haykırmaması gerçekten hayret vericidir. Oysa en azından yapılması gereken –her ne kadar Filistin toprağından feragat gibi bir suçu telafi etmese de– Oslo anlaşmasının reddedildiğini ilan etmek ve onun üzerine inşa edilen, Mübarek Toprak Filistin’in büyük bir kısmından vazgeçen, işgalciye meşruiyet kazandıran tüm anlaşmalardan açıkça uzak durulduğunu beyan etmektir.

Ey Müslümanlar! İbrahim Camii, artık içinde batıl ayinlerin gerçekleştirildiği bir Yahudi sinagoguna dönüştürülmüştür. Onların bu icraatlarına karşı koymak, sadece Müslümanları orada namaz kılmaya çağırmakla olmaz. Bilakis Filistin Yönetimi’nin başta “Oslo” cürmü olmak üzere işlediği cürümleri reddetmekle; meseleyi aslına ve ilk karesine döndürmek için bu anlaşmanın ve eklentilerinin iptal edilmesini talep etmekle olur. O asıl mesele şudur: “Ortada, Yahudi varlığının üzerinde hiçbir meşruiyetinin olmadığı işgal edilmiş bir toprak vardır. İslam ümmeti, işgal altındaki o kutsal mekânlarını savunmakla yükümlüdür. İbrahim Camii de tıpkı Mescid-i Aksa gibi İslami kutsallardandır. Bunlar bir ‘Filistin mirası’ değil, yaratılmışların efendisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e mensup olan İslam ümmetinin mirasıdır. Davanın asıl sahibi, doğru çağrının muhatabı ve görevini yerine getirmesi gereken merci işte bu ümmettir; Yahudi varlığının mahkemeleri veya bir asırdır bu Yahudi varlığını kurup suçlarını örten o uluslararası taraflar değildir.

Filistin davasını İslam’ın koridorları dışında ve Müslümanların elleri dışında başka ellerle çözmeye yönelik her düşünce, davayı boş yere zayi etmek ve gaspçıyı meşrulaştırmak demektir. Bu düşünce, sahibini ihanetle damgalayan, dünyada ve ahirette onu utanç ve rezillikle niteleyen anlık bir zayi ediştir. Yahudilerin tüm bu uygulamalarına gelince, eğer İslam ümmeti ve orduları, Mescid-i Aksa, İbrahim Camii ve mübarek toprağın geri kalanına yönelik kutsal görevlerini yerine getirmiş olsaydı, halkının namusunu ve kanını korumakta yavaş davranmasaydı, tüm dünya onları onaylasa bile bu icraatların hiçbir varlığı ve etkisi olamazdı. Ancak Allah’ın izniyle bu gecikme uzun sürmeyecektir. Zira ümmet şu an Filistin’e doğru yürümek için bilenmektedir. Yahudilerin ülkelere ve kullara karşı her gün daha fazla azgınlık göstermeleri onların bu motivasyonunu daha da artırmaktadır. Ümmetin, kendisini satanlara ve yüzüstü bırakanlara karşı kıyamı Allah’ın izniyle yakındır; Allah’ın izniyle ümmet, işgali ve izlerini silecek, camileri ve toprakları onun pisliklerinden temizleyecek, Allah’a, Rasûlü’ne ve Mübarek Toprak Filistin’e ihanet edenlerin kirinden arınacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَىٰ فِي خَرَابِهَا أُولَٰئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” [Bakara 114]

Devamını oku...

“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

İslam ümmetinin yaşadığı fikri, siyasi ve askeri mücadelenin ortasında, Kur'an'da vahyedilen ilk kelimenin şu olduğunu hatırlatalım: اقْرَأْOku.” [Alak 1]Sonra ayetler, insanın Rabbiyle olan bağına geri döndürecek şekilde devam etmekte ve sonunda Müzzemmil suresi şu büyük kaideyle sona ermektedir:فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

Bu ayet sırf ibadet etmeye yönelik bir söylem değildir, aksine ümmetin Kitabı ile olan ilişkisini belirleyen ilahi bir rehberdir: Tıpkı okumak, düşünmek, ahitleşmek ve Müslümanın günlük hareketini, insanın, toplumun ve devletin hayatını yönetmek için gelen vahiy ile ilişkilendirmek gibi.

Yüzyıllar boyunca ümmetin alimleri bu ayetin, Kuran ile ahitleşmenin vacip olmasının, bir Müslümanın az bile olsa her gün düzenli olarak Kur'an okumasının, dolayısıyla Allah'ın Kitabı'nı okumadan hiçbir gün geçirmemesinin zaruretinin temeli olarak anlamışlardır.Taberi, meselenin rahatlamanın ardından (Kur'an'ı okumada) sürekliliğe delalet ettiğini açıklarken Kurtubi bu ayeti, bir Müslümanın gününün, Kur'an'ı okumadan geçmemesi gerektiğinin delili olarak açıklamakta ve İbn Kesir, Şevkani, Nevevi, İbn Receb ve diğerleri ise bu ayeti, Kuran ile sürekli bağlantı kurmanın anahtarı olarak açıklamışlardır.

Ancak Kur'an'ın istediği okuma, sadece kelimelerin tekrarı ya da bereket talep etmek için yapılan bir okuma değildir, aksine düşünceyi harekete geçiren, bir bilinç oluşturan, basireti aydınlatan ve gerçekliği değiştirmek için çalışmaya motive eden bir okumadır. Kur'an, sadece onunla sesimizi güzelleştirmek için değil, bilakis okunup itaat edilmek için indirilmiştir. مَا تَيَسَّرَkolayınıza geleni.” Bu, çok az olduğu anlamına gelmez, aksine bir Müslüman güçlü ve kararlı bir şekilde bunu yapmaya (Kur'an'ı okumaya) güç yetirebilir anlamına gelmektedir.

Bugün ümmetin, kendisini hadari yabancılaşma durumundan liderlik durumuna yükseltecek bir okumaya şiddetle ihtiyacı vardır. Okuma, bir Müslümanı doğru konumuna, yani İslam risaletini taşımaya, Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek bir yönetimi ikame etmek için çalışmaya ve vahiyden hayat, siyaset, ekonomi ve toplumla ilgili kapsamlı bir vizyon istinbat etmeye geri döndüren bir okuma olmalıdır. Kaç Müslüman, Kur'an'ın tamamını okumuş ve Kur'an'da yönetim, cihat, adalet ve zulümle ilgili ayetler geçmiş ancak kendisine şu soruyu sormamıştır:Bugün bu hükümler hani nerede? Ve neden uygulanmıyorlar?Kaç kişi Kur'an'ı hatmetmiş ancak bu onu, Kur'an'ın hükümlerini gerçeklikte somutlaştıracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmanın sorumluluğunu düşünmeye sevk etmiştir!

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20] Bugün bu sadece Kur'an'ı daha güzel seslerle okumaya yönelik bir çağrı değildir, aksine ümmeti vahye geri döndürecek ve onu parçalanma, hegemonya ve tağutlarla muhakeme olunmaktan kurtaracak fikri ve siyasi bir kalkınmaya yönelik bir çağrıdır.

Yani Kur'an, ancak itaat edilmek için okunur, uygulanmak için tilavet edilir ve onunla hükmetmek için ezberlenir.İnsanlardan birçoğunun Kur'an'ı sadece lafzi olarak okumakla yetindiği bir zamanda küfür ve sömürgeci güçler, ümmeti Rabbinin Kitabı'ndan uzaklaştırmak amacıyla ümmetin için yeni bir gerçeklik yazmak için çalışıyorlar.

İşte tam da burada Kur'an'ı tekrar tekrar ve canlı ve ilham verici bir şekilde okumanın önemi ortaya çıkmaktadır ki bu okuma, değişim için fikirler üreten ve kurtuluşa giden yolun insanları, insanların Rableriyle yeniden buluşturmakla başladığını anlatan bir okuma olmalıdır; bu da ancak İslam'ın yönetim projesini yeniden canlandırıp onun devletini kurmakla olacaktır.

O halde her bir Müslüman için Kur'an'dan, asla terk etmeyeceği, anlayışını geliştiren, azmini yenileyen ve ona hak yolu ve onun için çalışmayı hatırlatan bir bölüm olsun. Ve sloganımız da şu olsun: Kalkınmak için oku… Amel etmek için oku… Kur’an’ı ümmetin gerçekliğinde yeniden hakim kılmak için oku.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Takiyyuddin El-Bakari - Yemen

Devamını oku...

Amerika ve Sudan'da Topun Taca Atılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika ve Sudan'da Topun Taca Atılması!

Haber:

Norveç Dışişleri Bakanı ve Norveç’in Sudan Büyükelçisi Andreas Motzfeldt Kravik, ABD Başkanı Donald Trump'ın Afrika ve Arap İşlerinden Sorumlu Danışmanı Massad Boulos'un Sudan hükümetine insani ateşkes konusunda yeni öneriler sunmadığını belirtirken, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan da hızla bu açıklamaları memnuniyetle karşıladığını söyledi. (Sudan Tribune, 27/11/2025)

Yorum:

El-Burhan, Massad Boulos'un Dörtlü'nün belgesi dışında başka bir belge sunmadığını kesin olarak biliyor; ancak görünen o ki Avrupa, özellikle de İngiltere, El Faşir de yaşanan korkunçlukları istismar ettikten sonra Amerika da insanlar yaşanan korkunçlukları unutana kadar geçen zamandan istifade etmek istiyor;zira Amerika'nın Darfur'u Sudan'dan ayırma planında güvendiği Hızlı Destek Güçleri'ni suçlu gösterme girişiminde bulunularak büyük bir yaygara koparıldı. Bu nedenle Amerika el-Burhan’a, sporcuların dediği gibi zaman kazanmak için topu taca atma görevini üstlenmesi talimatı verdi ki el-Burhan, 23/11/2025 tarihinde şöyle bir açıklama yaptı: Dörtlü Mekanizması, müzakereler için üç belge sunarken, yaklaşık iki hafta önce Massad Boulos, hükümetin önceki belgelerinde dile getirdiği endişeleri dikkate almayan yeni bir belge sunmuştur; el-Burhan, Amerikalı danışmanın sunduğu son belgeyi, ordunun varlığını iptal eden, güvenlik güçlerinin dağıtılmasını talep eden ve Hızlı Destek Güçleri'nin kalmasını sağlayan en kötü bir belge olarak nitelendirdi.Garip olan şey, Boulos'un yeni bir belgesinin olmadığını teyit edenin bizzat Massad Boulos'un kendisi değil de Norveçli elçinin olması ve el-Burhan ve Sudan Dışişleri Bakanlığı'nın da bunu memnuniyetle karşılamasıdır. Nitekim Norveçli elçinin el-Burhan ile görüşmesinin ardından yapılan açıklamalarda Dışişleri Bakanlığı vekili Muaviya Osman, Al-Burhan'ın bu net açıklamayı memnuniyetle karşıladığını söyledi ve vekil, Sudan'ın Amerikan tarafından, şu anda barış süreci veya ateşkesle ilgili yeni herhangi bir belge bulunmadığına dair doğrudan teyitler aldığını belirtti.

Ateşkes ve diğer konularla ilgili görüşmeleri uzatmaktan maksadın Avrupa ve adamları olduğu yönündeki görüşümüzü teyit eden şey, El Faşir'de yaşananlara karşı Avrupa'da başlayan devrimin giderek hafiflemeye ve hatta felç olmaya başlamasıdır; bu da fırtınanın amacına ulaştıktan sonra Boulos'a ait bir kartın olmadığına dair mevcut konuşmalara yol açmıştır.Ne yazık ki, ne Avrupalılar El Faşir halkını umursuyor ne de Amerika, onların ve tüm Sudan'ın başına gelen trajedileri umursuyor; aksine Avrupalı ​​ve Amerikalı gruplar, Sudan'da kontrol ve nüfuz için kendi adamları yoluyla çatışıyorlar. Zira küfür tek millet olup onların İslam'a ve Müslümanlara olan kinlerini ve öfkelerini Allah Subhanehu açıklamıştır. Zira Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُGerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Bizleri sömürgeci kafirlerden kurtaracak olan sadece İslam Devleti’dir; bu devlet ise, eğer dünyada izzeti ve ahirette de kurtuluş istiyorsak hepimizin kendisi için çalışmamız gereken Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Osman (Ebu Halil) - Sudan

Devamını oku...

Düşman, Şam’ın Tamamını Savaş Cephesi Olarak Görüyor ve Şam Halkı İse Bunu Ondan Daha Çok Dikkate Alması Gerekiyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Düşman, Şam’ın Tamamını Savaş Cephesi Olarak Görüyor ve Şam Halkı İse Bunu Ondan Daha Çok Dikkate Alması Gerekiyor!

Haber:

Çeşitli haber kaynaklarına göre, Şam kırsalındaki Beyt Cin kasabasında çıkan çatışmalar sonucunda 13 şehit ve onlarca yaralı meydana gelirken, buna karşılık Yahudi varlığının kasabaya ve kendisine meydan okuyan kasabanın gençlerine tutuklamalar yapmak için düzenlediği baskın sırasında Yahudi varlığının dokuz askeri yaralanmıştır.

Yorum:

Artık Tubas ile Beyt Cin arasında bir fark olmadığı gibi Güney Suriye, Güney Lübnan ve Güney Batı Şeria arasında da bir fark yoktur; zira artık Batı Şeria'daki köylerde tutuklamalar, baskınlar ve tarım arazilerinin buldozerlerle yıkıldığını işittiğimiz gibi el-Acref, Seyda el-Hanut, Cibeta el-Haşeb ve Han Ernebe’de kontrol noktaları ve baskınların olduğunu ve Dera kırsalındaki Maaraba ve diğer yerlere baskınlar düzenlendiğini de işitmeye başladık;  zira Yahudi varlığı, Şam topraklarının tamamının kendisi için açık cephe haline geldiğini ilan etmiştir.

İster Beyt Cin’de olsun, ister Batı Şeria’nın köylerinde olsun, isterse Gazze’nin kamplarında olsun Şam'da ayağa kalkan gençlerin ne yüzlerinde, ne güzel özelliklerinde, ne de kahramanlıklarında hiçbir fark yoktur. 

İster Filistin'de, ister Suriye'de, isterse Lübnan'da olsun, Şam’da yaşanan tüm olaylar şunlara işaret ediyor:

  •  Her kim onunla uzlaşarak bir ateşkes sağlayabileceğini sanıyorsa, yanılıyor;aksine onun üzerindeki hakimiyeti ve hegemonyası giderek daha çok güçlenecektir. Belki de Filistin otoritesinin başına gelenler herkes için bir ibrettir; zira otorite Yahudi varlığına ne zaman bir şey verse ondan daha fazlasını talep etmiş, hatta otoritenin kendi halkını katletmesi bile onu tatmin etmez olmuştur.

Sonuç olarak, Şam’ın tamamı, dahası tüm İslam ümmeti tek bir cephe olup ümmetin savaşı tek olduğu gibi onun kurtuluşu da tektir; zira düşman bunu böyle görüyor ve bizim bunu, ondan daha çok dikkate almamız gerekiyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman El-Ladavi

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER