Çarşamba, 16 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu, değerli basın mensuplarını, siyasetçileri ve kamusal meseleler ile ilgilenen herkesi, düzenleyeceği Siyaset Salonu toplantısının yeni bölümüne katılmaya davet etmekten memnuniyet duyar. Programın bu haftaki konuğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti üyesi Yakup İbrahim olacaktır. Söyleşinin başlığı ise şöyledir:

“Avrupa ve Sudan’daki olaylar üzerindeki etkisi”

Salonu Avukat Muhammed Abdül Fettah yönetecek.

Tarih: 05 Rabiu’s Sânî 1447 / 27 Eylül 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Güdüm Devletinin Yokluğunda Salgın Hastalıklar Can Almaya Devam Ediyor

Kolera, dang humması ve sıtmadan oluşan salgın üçlüsü, kendine ‘Umut Hükümeti’ adını veren hükümetin akıl almaz ihmalkarlığı ve utanç verici acizliği nedeniyle Hartum, El-Cezire ve Darfur eyaletlerinde halkı kırıp geçiriyor! Halk, hayvanların bile barınamayacağı kadar sağlıksız, her yanı sıtma ve dang humması taşıyan sivrisineklerin ve sineklerin istila ettiği bir ortamda yaşam mücadelesi verirken, nasıl bir umuttan söz edilebilir ki?

Salgın artık her eve girmiş durumda ve hastalanmayan kimse kalmamıştır. Özellikle başkent Hartum’da, içinde dang humması hastası bulunmayan ev neredeyse yok gibi. Bu korkunç tablo karşısında Sağlık Bakanlığı ise, ölü ve hastaları saymaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Anlaşılan o ki, yaptıkları bu istatistik çalışmasıyla büyük bir iş başardıklarını sanıyorlar. Bu hükümet parayı halka hiçbir faydası dokunmayan şeylere harcıyor! Halkın sağlığı hariç her şeye para var, ama çaresiz insanlarımıza gelince beş kuruş para yok! O New York’taki faydasız BM toplantısı için giden heyetin masrafları, yollukları, ceplerine koydukları paralarla, salgından kırılan Hartum ve diğer şehirler ilaçlanamaz mıydı? Halkı yiyip bitiren mikropları yok edilemez miydi? Ancak, bunu neden yapsınlar ki? Onlar bu halkın ensesinde boza pişiren zalim cellatlardır! Sadece rakamları ve istatistikleri sunan birer memurlardır. Dünya Sağlık Örgütü gibi yerlerdeki efendilerinin önünde el açan birer dilenciden başka bir şey değillerdir.

Aslında insanlar, sömürgeci kapitalist devletlerin ajanı olan bu gibi siyasetçilerin kendi otoritelerini gasp etmelerine ve kendilerini İslam nizamı dışında bir sistemle yönetmelerine izin verdiklerinde, haklarından feragat etmiş oldular. Böylelikle ‘devlet, halkının hizmetkârıdır ve onu gözetir’ anlayışı da bu şekilde yok olup gitmiştir.

Oysa İslam’ın kendi sisteminde sağlık her zaman öncelikli olmuştur. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem sağlığa büyük önem verir, herkesin tıbbi tedavi görmesini teşvik ederdi. Hatta kendisine hediye edilen özel bir doktoru, tüm halkın hizmetine sunmuştu. Medine’de, Mescid-i Nebevi’nin yanında, İslam’ın ilk kadın cerrahlarından sayılan ‘sahabiye Rufeyde el-Eslemiyye’ tarafından yönetilen bir ‘tedavi çadırı’ bulunmaktaydı. Benzer şekilde, ‘Hilafet Devleti’nin’ parlak dönemleri boyunca halifeler ve emirler, cinsiyet, din veya sosyal statü ayrımı yapmaksızın tüm halka ücretsiz tedavi ve ilaç hizmeti sunan hastaneler kurmuşlardır.

Bugün hem Sudan halkının hem de bütün dünyanın, Raşidi Hilafet Devleti’nin sunacağı o gerçek himayeye ve sorumluluk anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Hilafet gerçek umut ve insanlığın kurtuluşudur.

Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Kadın Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

ABD Elçisi Tom Barrack’a Yanıt

Amerika, yine o bildik küstahlığıyla gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi. Tom Barrack, Sky News kanalında IMI International’ın baş sunucusu Hadley Gamble’a verdiği röportajda, Lübnan’ın iç işlerine kaba bir şekilde müdahale ederek ordu kurumuna görev biçmeye kalkıştı.

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu olarak biz, bu üstenci ve küstah söylem karşısında net bir şekilde Lübnan’ın, Amerika’nın bir sömürgesi olmadığını vurguluyoruz. Ne Batı’nın ne de özellikle Amerika’nın ordu üzerinde hiçbir vesayet hakkı yoktur. Lübnan ordusunun görevinin, Yahudi varlığının sınırlarını korumak olarak yeniden tanımlanmasına ve dış güçlerin oyuncağı haline getirilmesine Allah’ın izniyle asla müsaade edilmeyecektir.

Barrack’ın, Yahudi varlığıyla savaşmaması için Lübnan ordusunun silahlanmasını engellemek ve onu sadece ülke içinde asayişi sağlayan bir güce dönüştürmek gerektiğinden bahsetmesi, hem Lübnan’a hem de ordusuna yapılmış büyük bir hakarettir. Barrack’ın bu sözleri, ordunun zayıflatılması ve görev tanımının tamamen Batı’nın ve Yahudi varlığının çıkarlarına göre şekillendirilmesi hedefini güden bir projenin açıkça dışavurumudur.

Lübnan’daki aklı başında ve vicdan sahibi siyasetçiler, Yahudi varlığının Amerika ile ilişkisinin, bir parçanın bütünle olan ilişkisi gibi olduğunu anlamalıdır. Yahudi varlığı ABD’den bağımsız bir aktör değil, onun bir uzantısıdır, onun sömürgeci hedeflerinin maşasıdır. Batı’nın İslam ümmetinin kalbine sapladığı zehirli bir hançerdir, işlevsel bir projedir. Bu projenin tek bir amacı vardır: Bu coğrafyayı lime lime etmek, ümmetin yeniden şahlanışını engellemek ve Müslümanları bitmek bilmeyen çatışmalarla oyalamaktır.

Amerika’nın Lübnan’a attığı kemik, sadaka kırıntısıdır! Gaspçı varlığa verdiği destek ise, sınırsız saldırganlık işlemesi için açık çektir. Bu açık çekle işgale, sürgüne, katliama ve Gazze, Lübnan, Suriye başta olmak üzere tüm İslam coğrafyasında alçakça ve sistematik savaşlara imza atmaktadır.

Gerçek şu ki, Yahudilerin bugün bölgede bu denli pervasızca at koşturmasının ve fütursuzca davranmasının tek nedeni, arkalarındaki Amerikan korumasıdır. ABD, ona kalkan olmasaydı, askeri cephaneliğini finanse etmeseydi ve ona ‘uluslararası meşruiyet’ bahşetmeseydi böylesine fütursuzca hareket edemezdi.

Buradaki düşmanlık, basit bir ‘yerel çatışma’ meselesi değildir. Bilakis bu çatışma ve düşmanlık, bu varlığın bekasını kırmızı çizgi olarak gören Amerikan iradesinin bir yansımasıdır. Bu ucube varlık, Müslümanların zayıflatılmasına ve zenginliklerinin yağmalanmasına esasi bir şekilde katkı sağlamaktadır.

Dolayısıyla Amerikan elçisinin görevi kötü niyetlidir. Bu yüzden ülkedeki aklı başında insanlar, Lübnan’ın iç işlerine yapılan bu müdahalelere artık bir son vermeli ve devlet kurumlarının görev tanımının dışarıdan yapılmasına izin vermemelidir. Amerika’dan ve elçisinden bir hayır ummamalıdırlar.

ABD’li elçilerin Lübnan siyasetçilerine söylediği her söz, Amerika’nın çıkarlarına hizmet eden kuyruklu bir yalan, bir oyalama taktiği, bir düzenbazlık ve sahtekârlıktır! Amerika, ideoloji olarak dini hayattan koparmayı hedefleyen, bu uğurda eski-yeni her türlü sömürgeciliği kullanan, çıkarlarından başka hiçbir kutsalı olmayan, kapitalist ve faydacı bir devlettir!

Bu yüzden Amerika ve onun temsilcisine asla ‘arabulucu’ veya ‘tarafsız’ bir devlet olduğu gözüyle bakılamaz. Aksine ABD, saldırgan ve gaspçı varlığın bir numaralı koruyucusu ve destekçisidir!

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ للهِ جَمِيعاً“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 139]

Devamını oku...

İngiltere’den Avustralya’ya Uzanan Sahte Tanıma Dalgası: Daha Geniş Normalleşmenin Altyapısına Zemin Hazırlamaktadır

Amerika, NATO ve diğer haçlı müttefiklerinin tam desteğiyle Yahudi varlığının Gazze’de estirdiği soykırım dehşetinin üzerinden neredeyse tam iki yıl geçmişken şimdi utanmadan BM ile küresel güçler bu varlığı bir de ödüllendiriyor! Kaldı ki bu sözde ‘Filistin Devleti’nin tanınması, bir yandan Gazze’nin kanı hâlâ akmaya devam ederken, diğer yandan da zaten 150’den fazla ülkenin bu adımı çoktan atmış olduğu bir döneme denk geldi. 1948’de bu ucube varlığı sömürgeleştirdiği topraklar üzerinde kuran İngiltere, bugün hem bu suçun sorumluluğundan kurtulmaya çalışmakta hem de İslam ümmetine karşı haince politikalarını sürdürerek, ümmetin Allah’ın hükmüyle yöneten Hilafet sancağı altında yeniden yükselişine engel olmaktadır. Avustralya, Kanada ve Portekiz gibi piyonlar da onu izlemektedir. Başbakan Albanese’nin ‘Avustralya, bağımsız ve egemen Filistin Devleti’ni resmen tanımaktadır’ demesi bu aldatmacanın bir parçasıdır!

Ancak bu liderlerin hiçbiri, bu ‘sözde devletin’ sınırlarını tanımlayamamaktadır. Zira Siyonist varlık, Filistin’in neredeyse tamamını kontrol etmekte ve hatta Nil ile Fırat nehirleri arasında yayılma emelleri taşımaktadır. Dolayısıyla bu tanıma tiyatrosu, Batılı hükümetlerin katliamlardaki suçlarını örtbas etmek için uydurdukları kirli bir siyasi oyundan ibarettir. Bu tanıma, 70 yılı aşkın süredir, özellikle de son iki yıldır tarifsiz acılar ve ölümlerle boğuşan Filistin halkının değil, yalnızca Yahudi varlığının işine yaramaktadır.

Bu hamleler aynı zamanda normalleşmenin yolunu da açmaktadır. İslam beldelerindeki hain rejimler de sıraya girecek ve o gaspçı varlığa, sadece Haçlıların lideri Amerika’nın yönettiği BM’den değil, sözde ümmeti savunması gereken devletlerden de “meşruiyet” hediye edilerek ihanetlerini tescilleyeceklerdir.

İşin ilginç yanı, bu alçakça oyunda, Siyonist katiller bile kendilerine uzatılan bu sahte zeytin dalını ellerinin tersiyle itmişlerdir. Netanyahu, asla bir Filistin devletine izin vermeyeceklerini ifade ederek, daha fazla katliam ve sürgün anlamına gelen ‘nihai çözüm’ hedefine doğru ilerleyeceklerinin sözünü verdi. Yahudi varlığının rahatlatmak isteyen İngiltere Başbakanı Keir Starmer ise, bu tanıma kararının ‘barış umudunu yeniden canlandıracağını’ öne sürdü. Starmer, 150’den fazla ülkeyle aynı yönde hareket ederek, tanımanın ‘iki devletli çözüm için barış umudunu canlandıracağını’ iddia etti ve bunu ateşkes ve esir takasıyla başlayacak bir sürecin parçası olarak tanımladı. Fakat gerçekte bu hamle, insanlık ve din dışı tüm normları ihlal eden bir baskıcıya koruma kalkanı sağlamaktan öteye geçmemektedir.

İslam ümmeti üzerine düşeni yapmalıdır. Filistin’deki din kardeşlerine destek olmalı ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurarak işgal altındaki Filistin’i özgürlüğüne kavuşturmalıdır. Bunun için, Beytülmakdis’i fetheden Ömer-ül Faruk’un ve onu Haçlılardan kurtaran Selahaddin Eyyubi’nin yolunu izlemelidir.

Ümmet kendisine destek oluyormuş gibi davranan ama aslında kendisine tuzak kuran ikiyüzlülere karşı uyanık olmalıdır. Bu ikiyüzlülerin başını ise, asıl varlık amacı Müslümanların Allah’ın şeriatı altında birleşmesine ve mazlumları savunmasına engel olmak olan Birleşmiş Milletler ve onun daimî üyeleri çekmektedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَىٰ مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ“De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.” [Enam 135]

Devamını oku...

Filistin Devletini Tanımak, Yahudilerin Filistin Topraklarının %78’ini Gasp Etmesini Kabul Etmek Anlamına Gelir!

Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Portekiz, ‘Filistin Devleti’ni tanıdıklarını açıkladı. Bu ülkeleri, 22-30 Eylül 2025 tarihleri arasında Fransa ve Suudi Arabistan’ın eş başkanlığında düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferansı’nda bir dizi başka ülke daha izledi. Batılı ülkelerin “Filistin devleti”ni tanıması Müslümanların başındaki Ruveybida yöneticiler, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği tarafından memnuniyetle karşılandı. İşin tuhaf yanı ise, sanki Filistin kurtarılmış da Yahudi varlığı ortadan kaldırılmış gibi Filistinli örgütlerin de bunu memnuniyetle karşılaması ve bunu direnişlerinin bir meyvesi olarak görmeleridir!

Ey Müslümanlar! Siyasi farkındalığının olmazsa olmaz şartı, eşyaları ve eylemleri İslam akidesinin süzgecinden geçirerek değerlendirmektir. Hiçbir Müslüman, bir meseleye hüküm verirken İslam’dan bağımsız hareket edemez, bu helal değildir. Her Müslüman, iki devletli çözümün, Yahudi varlığını tanımak ve onların Mübarek Toprak üzerindeki hak iddialarını kabul etmek anlamına geldiğini bilmelidir. Bu ise, İslam’a göre kesinlikle haramdır. Filistin, sahabenin ve ihsanla onların yolundan giden mücahitlerin temiz kanlarıyla sulanmış bir topraktır. Filistin Müslümanların dünyanın dört bir yanından ziyaretine geldiği ‘üçüncü Harem’ [Mekke ve Medine’den sonraki en kutsal mabet olan Mescid-i Aksa] ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in İsra mucizesinin gerçekleştiği yerdir. Bir Müslümanın bu toprağın en küçük bir parçasından bile vazgeçmesi helal değildir.

Ey Müslümanlar! Yoksa siz küfrün başı İngiltere ve sözde Filistin devletini tanıyan diğer kâfir ülkelerin, Filistin’i kurtarmak için ordularını göndereceğini falan mı sanıyorsunuz? Hilafet Devleti’ni ortadan kaldıran, Balfour Deklarasyonu’nu yayınlayan, Filistin’i manda yönetimi altına sokan, dünyanın çeşitli ülkelerinden Yahudilerin oraya göçünü kolaylaştıran, orada Yahudiler için bir devlet kuran, Müslümanların ülkelerini bölen ve başlarına birinci görevi Yahudi varlığını korumak ve sağlamlaştırmak, diğeri ise Müslüman ülkelerinin parçalanmışlığını muhafaza etmek olan ajan yöneticiler atayan İngiltere değil midir? Gelelim Filistin devletini tanıdığını iddia eden diğer İslam düşmanı devletlere, onların bu sahte tanıması, aslında Filistin’in %78’inin Yahudi varlığı tarafından gasp edilmesini tanımak anlamına gelir. İşin en alçakça yanı ise, bu devletlerin bir yandan Yahudi varlığını ekonomik olarak besleyip yaşatması, diğer yandan da Gazze’de, Batı Şeria’da ve her yerde Müslüman kanı döken o katil savaş makinesine son teknolojik silahları tedarik etmesidir.

Siz gerçekten de Yahudi varlığının size lütfedip Filistin topraklarının bir kısmı üzerinde devlet kurulmasına izin vereceğini mi sanıyorsunuz? Şunu anlamıyor musunuz? Bu iki devletli çözüm tuzağı, olur da bir gün hayata geçerse, Yahudi varlığının güvenlik bekçiliğini yapan bugünkü Filistin Yönetimi’nin kopyası olan, ordusuz, iradesiz, zavallı bir devletçik ortaya çıkaracaktır. Ya da tıpkı Biden’ın model olarak gösterdiği ordusuz ülkeler gibi, bir özerk yönetimden fazlası olmayacaktır. Bunca fedakârlığınızın ve onurlu direnişinizin meyvesi, katil Yahudilerin süngüleri altında bir maslahatgüzar gibi çalışan bir yönetim mi olacak?

Bugün yaşanan bu maskaralık, bize Yasir Arafat’ın 15 Kasım 1988’de Cezayir’de ilan ettiği sözde Filistin Devleti’ni hatırlatıyor. O da kâğıt üzerinde kalmış bir devletti ve acı meyvesi önce Oslo Anlaşması, ardından da Yahudilerin süngüsü altında yaşayan bugünkü güçsüz Filistin Yönetimi oldu.

Ey Müslümanlar! Daima vurguladığımız şu hakikati asla aklınızdan çıkarmayın: Filistin sorununun yegâne doğru ve şeri çözümü, Filistin’in tamamını kurtarmak ve Yahudi varlığını tarihten silmek üzere İslam ordularını seferber etmek ve harekete geçirmektir.

Halkına asla yalan söylemeyen öncü lider olan Hizb-ut Tahrir, bu büyük Hilafet projesinin sancaktarı ve bayraktarı olarak sizi kendisiyle omuz omuza vererek çalışmaya davet etmektedir. Ve Müslümanların ordularını da Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için kendisine nusret vermeye çağırıyor. Çünkü izzetiniz de tüm sorunlarınızın çözümü de ancak Hilafettedir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER