118 - Kitap - Hilâfet Devleti Anayasa Tasarısı veya Esbab-ı Mucibesi - İktisadi Nizam - Madde 154
- Kategori Bir Kitap
- |
Gazze’de Yahudi varlığının bombardımanı altında siviller can verirken, apartmanlar, üniversiteler, okullar, hastaneler ve mescitler hedef alınırken, hatta çadırlar dahi yıkılırken, Arap ve Arap olmayan Ruveybida yöneticiler Doha’da “utanç ve rezalet zirvesi”nde bir araya geldi ve bir karara varamadan dağıldı. Katar’ın Doha şehrinde düzenlenen sözde Arap-İslam Acil Zirvesi, o Ruveybida sürüsünden beklendiği gibi, göstermelik kınamalardan ve timsah gözyaşlarından başka bir sonuç doğurmadı. İşin en alçakça yanı ise, bu göstermelik kınamaların bile Gazze ve Doha’da can veren şehitler için değil, kendi kurdukları o ‘Doha İmparatorluğu’nun sahte egemenliği tehlikeye girdi diye yapılmış olmasıdır! Gazze’de on binlerce kardeşimiz şehit edilirken, bu soykırım için tek bir kelime etmeye bile tenezzül etmediler. Zirveden cılız bir kınama açıklaması dahi çıkmadı. Ama bunun yerine o Ruveybida sürüsü, ‘İsrail’in Doha’ya saldırısını’ kınayan bir bildiri yayınlayarak bunu ‘apaçık, haince ve korkakça’ bir eylem olarak nitelendirdi. Zirvenin sonuç bildirgesi ise, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetin başına musallat edildikleri günden bu yana tüm İslam Dünyası’nda sürdürdükleri o korkak politikanın dışına zerre kadar çıkmadı.
Bu maskaralığa katılan Amerikan uşakları, zirve marjında bir araya gelerek asıl gündemleri ve dertlerinin İslam ve Müslümanlarla savaşmak olduğunu vurguladılar. İslam ve Müslümanlarla mücadele kararlılıklarını dile getirdiler. İşte bu kapsamda Mısır Cumhurbaşkanı Abdul Fettah es-Sisi, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ile zirve marjında bir araya geldi. Mısır Cumhurbaşkanlığı Resmi Sözcüsü Büyükelçi Muhammed eş-Şinnavi, es Sisi’nin görüşmeye, Pakistan’da yaşanan son sel felaketi ve 13 Eylül’deki terör saldırısında hayatını kaybedenler için Pakistan hükümetine ve halkına en içten taziyelerini sunarak başladığını belirtti. Şennâvî ayrıca, Mısır rejiminin terör ve aşırılığın her türünü kınadığını ve güvenliği ile istikrarı tehdit eden bu olguları kesin bir dille reddettiğini söyledi. Pakistan Başbakanı ise Mısır’ın bölgesel gerilimi düşürmedeki aktif rolünü överek, Kahire’nin Gazze’de ateşkes sağlanması yönündeki arabuluculuk çabalarını ve sivillerin acılarını hafifletme girişimlerini takdirle karşıladığını ifade etti. Başbakan ayrıca, İran ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı arasındaki işbirliğinin yeniden başlamasına yönelik anlaşmanın sağlanmasındaki kolaylaştırıcı rolü nedeniyle de Mısır’ı tebrik etti.
Tüm bu tiyatro, Mübarek Toprak Filistin’de olanlar yüzünden ümmetin kanının kaynadığı, kanının beynine sıçradığı, Gazze ve Filistin’deki çaresiz bırakılmış kardeşleri için ciğerleri ve yüreklerinin yandığı bir zamanda yaşanmıştır. İslam ümmetinin, Yahudilerle savaşmak için harekete geçtiği bir zamanda gazaba uğrayanlar, iki milyarlık ümmeti pervasızca kışkırtmaya ve provoke etmeye devam etmiştir. Sanki tüm bu yaptıklarıyla, ‘Kendi ellerimizle kazdığımız bu mezarlara bizi neden gelip gömmüyorsunuz?’ diye adeta meydan okuyorlar. İşte böylesi bir zamanda o Ruveybida sürüsü Doha’da bir araya geliyor, oysa yönettikleri ümmet, eğer isterse dağları yerinden sökebilecek potansiyele sahiptir! Hal böyleyken, o toplantıya katılan ülkelerin en küçüğünün bile karşısında duramayacak olan işgalci Yahudi varlığını, İslam Ümmeti nasıl olur da ezip geçemez?!
Artık bu bilmecenin cevabı, yakın uzak herkes için gün gibi aşikardır. Bu yöneticiler, İslam ümmetinin sadık ve samimi liderleri değildir. Onlar, Batılı sömürgeci güçlerin birer ajanı ve Siyonist işgalin vefalı bekçileridir. Hatta birçoğu, Yahudilerle aynı saftadır. Onların yegâne işlevi, İslam beldelerindeki Batılı çıkarlara bekçilik etmek ve İslam dünyasının kalbine yerleştirilmiş bir kanser uru ve Batı’nın ileri askeri üssü olan Yahudi varlığını korumaktır. Bunun yanı sıra, İslam ümmetinin birlik ve bütünlüğüne engel olmak ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’in kurulmasını engellemek için çalışmaktadırlar.
O halde bu yöneticileri ortadan kaldırmak ve böylece Batı’nın İslam toprakları üzerindeki etkisini silip atmak, eskisinden çok daha acil ve zorunlu bir hale gelmiştir. Bu görev, özellikle Müslüman topraklardaki güç ve kuvvet ehline, yani Müslüman ordulara ve en başta da mücahit Pakistan Ordusu’na düşmektedir. Pakistan silahlı kuvvetleri içindeki samimi subayların, Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeleri şeri bir yükümlülüktür. Bu eylem, vicdanlarını aklayacak, yeniden izzete kavuşmalarını sağlayacak ve o Ruveybida liderlerin lekelediği Şer’i sorumluluklarını yerine getirmelerine imkân verecektir. Aksi takdirde, ahirette hüsrana uğramadan önce bu dünyada rezil ve rüsva olacaklardır. O samimi subaylar, ne zaman Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etmek üzere Hizb-ut Tahrir’e nusret verecekler? Hizb-ut Tahrir Hilafet’i kuracak, Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek, orduları hazırlayıp Mübarek Toprak Filistin’i özgürlüğüne kavuşturacak, evladını yitirmiş annelerin, çocukların ve yaşlıların intikamını alacak ve Siyonist işgali kendi elleriyle kazdığı mezara gömecektir?
Bu onur yalnızca hak edenlere layıktır. Öyleyse güç ve kudret ehli arasından kim, ahiret azabından kurtulup cennetin ebedi saadetine ermek için Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etme şerefine layık olduğunu ispatlayacaktır? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah muttakiler ile beraberdir.” [Tevbe 123]
kardeşlerimizi, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsü’nün düzenleyeceği basın toplantısına davet etmekten memnuniyet duyarız. Toplantının başlığı:
“Dörtlü’nün Bildirisi ve Yitirilen Egemenlik”
Saat: 28 Rabiu’l Evvel 1447 / 20 Eylül 2025 Cumartesi Saat: 13.00
Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.
İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü
Batıl, Sultanın Elbisesine Büründüğünde!
Dengelerin altüst olduğu ve batılın sesinin yükseldiği zamanlarda, bazıları batılın gerçeğe dönüştüğünü, zulmün adalet elbisesine büründüğünü, baskının siyaset, tuğyanın hikmet ve despotizmin bir sistem haline geldiğini sanabilir. Ancak gece ne kadar uzun olursa olsun hakikat silinemez ve otoritenin tahtıyla güçlendirilse bile batıl da fazilete dönüştürülemez.
Zaman batıla bir rol verebilir, kör olan güçler batıl için bir devlet ve otorite kurabilir, onun için vehimden bir saray inşa edebilir ve adına sahte bir tarih yazabilir; ancak medya onu nasıl tasvir ederse etsin ve kitleler korku veya dalkavukluktan dolayı ona ne kadar oy verirlerse versinler, batıl batıl olarak kalmaya devam edecektir.
Gelin şöyle diyen Firavun hakkında bir düşünelim: أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى “Sizin en yüce Rabbiniz benim!” [Naziat-24] Peki onun despotluğu onun hakikatini değiştirdi mi? Onun gücü, hikmete dönüştü mü? Kesinlikle hayır; zira tarih ona lanet etmeye devam ettiği gibi insanlık da onu adaletin değil tuğyanın bir simgesi olarak hatırlamaya devam etmiştir. Aynı şekilde batılın ridasını giyen bir kimse, otoritesi ne kadar güçlü olursa olsun yakında tarihin adaleti önünde ifşa olacaktır.
Gerçek, tabi olanların çokluğuyla ölçülemez; nitekim gerçek, güpegündüz suikasta uğrayabilir, doğruyu söyleyenler yalanlanabilir, ağızları kapatılabilir ve gerçekler gizlenebilir ancak gerçek, karanlıkla kuşatılmış olsa bile gerçek olarak kalmaya devam eder.
Bizler, gerçeklerin yanlı medyanın etkisi, gücün saldırısı veya halkın sessizliği ile altüst edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ancak hiçbir şey batıla kalıcı bir meşruiyet kazandıramadığı gibi zulmün üzerine tesis edilen şey de bir süre sonra da olsa yıkılacaktır.
Bugün Batı medeniyetinin yaptığı şey, kendi işi üzerinde hiçbir şeye sahip olmayan ve aşırı yoksulluk içinde yaşayan ezilen halkları köleleştirmek olup bundan dolayı medeniyeti, insanı yiyip bitiren ve onun kanını petrol karşılığında, onurunu ise hisse senetleri karşılığında satan bir makineye dönüşmüştür.
Her yerde yüksek gökdelenlerin sahipleri daha çok refah içerisinde yaşasınlar diye acı çeken halklar vardır. Peki zulüm ve kölelik üzerine kurulu bir medeniyet ayakta kalabilir mi?Nitekim tarih bize, zulmün bir süresi olduğunu ve batılın da ne kadar süslendirilirse süslendirilsin kendi yok oluşunun tohumlarını içinde barındırdığını öğretmiştir.
İmparatorlukların yıkılıp altın putların parçalandığı gibi bu habis medeniyet de yıkılacak ve onun yıkıntılarının arasından, kıymeti ceplerde olan şeyle değil, Allah'ın onlara bahşettiği nimetlerle ölçülen yeni bir insan doğacaktır. İşte o zaman karaborsalarının enkazı üzerinde onur sancakları dalgalanacak ve İslam nizamı egemen olacaktır; böylece insanlık, ceberrut iğrenç kapitalizmin azabından kurtulacak ve dünyanın dört bir tarafına adalet ve hayır yayılacaktır.
Bu sistem, zekatı bir iyilik olarak değil, alınması gereken bir hak, faizi bir suç ve adaleti de bir temel haline getiren bir sistemdir... İnşaAllah bu sistem, adaleti tesis etmek, mazlumları kurtarmak, tüm insanlığa mutluluk getirmek ve insanı insanlara ibadet etmekten kurtarıp insanların Rabbine ibadet etmeye yöneltmek için kendi metoduyla geri dönecektir. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir: الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak
Haber-Yorum
Dünün Liderleri İle Bugünün Yöneticileri Arasında Ne Büyük Bir Fark Var!
Haber:
Mısır'ın Güvenlik Konseyi Temsilcisi: Bölgedeki krizleri çözmek için diplomasiye bağlılığımızı teyit ediyor ve Orta Doğu'da barış ve istikrarın ancak 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören adil ve kapsamlı bir çözümle sağlanabileceğini vurguluyoruz.
Yorum:
Alışkın olduğumuz bu açıklamalar, kınama ve eleştiriden öteye geçmezken yöneticilerin şakşakçılığını yapanların çoğu, bunları Yahudi varlığına yönelik acı verici tokatlar olarak nitelendirmiştir! Peki boyun eğme ve teslimiyet diplomasisinin acısı ne olacak?Katar'ın güvenliğinin kırmızı çizgi olduğunu söylemenin acısı nerede?!Her şeyden önce kırmızı çizgiler çoktan aşılmış olup özellikle de kınama ve suçlamalar tehdit ve korkutmanın ötesine geçmemiştir!
Güvenlik Konseyi'ndeki Arap ülkelerinin temsilcilerinin, özellikle de katledilen ve açlık çeken Gazze'deki halkımızın komşuları olan Mısır ve Ürdün'ün temsilcilerinin “tokatlarını” işittiğimizde hemen aklımıza, ajan yöneticilerin ve boş lakırtıların hakim olduğu bu günümüz ile büyük liderlerin ve şanlı zaferlerin yaşandığı dünkü zaman arasındaki büyük fark geliyor.
Bu temsilciler, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan ve İslam beldelerinin geri kalanını korumayı başaran ve büyük komutan Kutuz'un komutanlığındaki Müslümanların, Hülâgû'nun komutasındaki Tatar ordusunu yenilgiye uğrattığı Ayn Calut Savaşı'nı işitmediler mi?
Bu büyük zafer, 270 yıldan fazla bir süre boyunca İslam beldelerini Memlükler'in yönetimi altında birleştirmede ve Müslümanların, Irak'ta Abbasi Devleti'nin çöküşüne ve Şam'ın işgaline kadar ulaşan bir dizi büyük yenilgilerinin ardından Tatarların oluşturduğu tehlikeyi azaltmada önemli bir rol oynamıştır.
Ey Batı'nın ajanları!' Şunu çok iyi biliniz ki, Müslümanların zaferi için cesur bir komutana ve hikmetli bir lidere ihtiyaç vardır ki sizin kaybettiğiniz şey işte budur. Nitekim Kutuz “Va İslamah!” diye haykırdığında onun haykırışı, bozguna uğrayıp yenilen Tatarların ayaklarının altındaki yeri sarsarken bugün ise sizler uluslararası sisteme haykırıyorsunuz; oysa bu uluslararası sistem güvenilirliğini yitirmiş ve onun kusurları açığa çıkmış olup Yahudi varlığının İslami beldelerimizde çıkardığı arbede için zayıf argümanlar ve aldatıcı gerekçeler sunmaktadır.
Dünün liderleri ile bugünün yöneticileri arasında ne kadar da büyük bir fark var!
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa
Haber-Yorum
Hindistan ve Trump'ın Tehditleri!
Haber:
Bir ABD yetkilisi ve bir Avrupa Birliği diplomatı, ABD Başkanı Donald Trump'ın Salı günü blok yetkililerini, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e baskı uygulamaya yönelik bir strateji kapsamında Çin'e %100'e varan gümrük vergileri uygulamaya teşvik ettiğini söyledi.
Özel görüşmeleri ele almak için isminin açıklanmasını istemeyen yetkili, Trump'ın Avrupa Birliği'ni Hindistan'a geniş kapsamlı gümrük vergileri uygulamaya teşvik ettiğini de söyledi. (El Arabiya)
Yorum:
Birincisi: Batı gazeteleri, ABD Başkanı Donald Trump'ın Hindistan'ı aşağıladığını ve öfkelendirdiğini, bunun da Hindistan'ın ABD ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesine ve Çin ve Rusya'da bulabileceği kendi yolunu ve ortaklarını aramasına neden olduğunu vurguladılar. New York Times, Trump'ın seleflerinin Hindistan ile ilişkiler kurmak için yaptığı yatırımı boşa harcadığını belirtirken, Bloomberg ise Hindistan'ın Washington'a meydan okuyarak Çin ve Rusya ile ilişkilerini güçlendirmeye başladığını bildirdi.New York Times, otuz yılı aşkın bir süredir birbirini izleyen Amerikan başkanları Hindistan ile dostluk kurmak için muazzam bir diplomatik sermaye yatırımı yapmışlar, Bill Clinton iki demokrasiyi “doğal müttefikler” olarak nitelendirmiş, George W. Bush bu ikisini “insan özgürlüğü davasında kardeşler” olarak nitelendirmiş ve Barack Obama ve Joe Biden ise şöyle demişti: “İkisi arasındaki ilişki, bu yüzyılın en önemli küresel anlaşmalarından biridir.”
İkincisi: Hindistan, büyüklüğüne ve nüfusunun çokluğuna rağmen, ajan bir devletti ve hala da öyle olmaya devam ediyor;dolayısıyla Hindistan, başlangıçta İngiltere'nin ajanlığı altındaydı ve İngiltere, dünyadaki nüfuzunu pekiştirmek için onu büyük ölçüde istismar etmiştir;zira Hintlilerle savaşmış, İngiltere iki yüzyıldan fazla bir süre Hindistan'ı sömürgeleştirmiş ve Hindistan, hayali bağımsızlığını kazandıktan sonra bile İngilizlerin nüfuzu ve ajanlığı altında kalmaya devam etmiştir. Bu yüzden İngiltere'nin Hindistan'da daha güçlü bir dayanağı olduğu gibi burada ajanları ve Hindistan'ın sözde bağımsızlığından sonra bile ülkeye liderlik eden ve Hindistan'ın İngilizlerin tacının incisi olarak kalmasını sağlayan Kongre Partisi adından köklü bir parti vardır.
Nitekim İngiltere zayıflayınca, Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan da dahil onun sömürgelerini çıkarmaya başladı ancak başlangıçta İngilizlerle olan güçlü bağlar ve İngiliz ajanların gücü nedeniyle başarısız oldu. Bunun üzerine Amerika Budist akidesini kullanmaya ve dini partilerin iktidara gelmesini teşvik etmeye başvurdu, (Hindistan'ın üç kez başbakanı olan) Vajpayee'yi destekledi ve Bharatiya Janata Partisi, Yeni Delhi ile Washington arasındaki ilişkileri benzeri görülmemiş bir şekilde canlandırdı ancak Bharatiya Janata Partisi 2004 genel seçimlerini kaybedip İngiliz yanlısı Kongre Partisi iktidara gelince tüm bunlar değişmiştir.Nitekim 2010 yılında Hindistan Parlamentosu, ABD ve ABD şirketlerinin Hindistan pazarına girmesini engellemek amacıyla nükleer santral tedarikçilerine aşırı kısıtlamalar getiren "Nükleer Sorumluluk" kanunu çıkarmış ve bu kanunun yürürlüğe girmesi, 2005 yılında ABD ile sivil nükleer anlaşmanın imzalanmasını imkansız bir hale getirmiştir.
Kongre Partisi hükümetinin düşmesinin ve Modi'nin partisinin başarısının ardından, Modi ilk olarak Hindistan halkı nezdinde Amerika'nın imajını iyileştirmeye başlamış ve Modi'nin Kongre Partisi'nden devraldığı ağır miras göz önüne alındığında, Amerika'nın o dönemde herhangi bir değişime ilişkin beklentileri mütevazı olmuştur.
Seçimler sırasında Amerika'nın Modi'ye verdiği destek dikkat çekici olmuştur: "Zira Modi'nin imajını parlatma kampanyası sadece Hindistan ile sınırlı kalmamış, aksine ülke dışında, özellikle Amerika'da bulunan çok sayıda sempatik Hindu örgütüne de yayılmış, onlar da Modi'yi istisnasız tüm etnik gruplarla birlikte çalışmaya istekli olan ve tüm Hintlilerin lideri olarak tanıtmaya çalışmışlardır.Onun yanında duran örgütler arasında Hindu Amerikan Vakfı ve Amerika Birleşik Devletleri Hindistan Siyasi Eylem Komitesi de vardı.Bu örgütler, Dışişleri Birimi ve Yurtdışı Bharatiya Janata Partisi Dostları gibi Bharatiya Janata Partisi’ne bağlı örgütlerle doğrudan veya dolaylı olarak koordinasyon ve iş birliği yapmaktan geri durmamıştır; Amerika ve başka yerlerde yaşayan binlerce Hintliden bahsetmiyorum bile.Amerikan yönetimlerinin, uzun süredir iktidarda olan Kongre Partisi'ni devre dışı bırakmak ve Amerika'nın ajanlarını kendi destekleriyle iktidara getirmek için nasıl muazzam çabalar sarf ettikleri konusunda söylenecek çok şey vardır.
ABD'nin eski Hindistan Büyükelçisi Robert Blackwell, 2015 yılının Ocak ayında Yeni Delhi'de Modi döneminde ABD-Hindistan ilişkileri üzerine bir konuşma yaparken şunları söylemiştir: “Önümüzdeki iki yıl boyunca ABD'nin Hindistan'a yönelik stratejisiyle ilgili olarak benim görüşüm, geçen on yılın başında olduğunun aksine beklentilerimiz en iyi ihtimalle mütevazı olması gerektiğidir. Ne bu başbakan ne de o başkan, ABD-Hindistan ilişkilerinde stratejik bir değişim sağlayabilecek durumda değildir. Bu nedenle benim görüşüme göre, önümüzdeki iki yıl içinde iki ülke arasında gerçek bir stratejik ortaklık olmayacaktır.”
Yukarıda geçenlerden maksat, Amerika'nın ajanlarının iktidarda kalmasını sağlamak için muazzam çabalar göstermesi, hatta savaşçıları kontrol edemeyince Pervez Müşerref'in önderliğindeki bir darbeyle Nevaz Şerif hükümetini devirmesi, bunun da Vajpayee hükümetinin iktidarı kaybetmesine ve Kongre Partisi'nin yükselişine yol açmasıdır;bu da Pakistan'ı Hindistan'a aşağılayıcı tavizler vermeye, tüm askeri, nükleer, teknolojik ve ticari alanlarda Hindistan ile işbirliği yapmaya ve Pakistan'ı Çin'i kontrol altına alma stratejisine dahil etmeye zorlamıştır. Zira Hindistan'ın Çin ile yüzleşmesinin önündeki en büyük engel, iktidarda olan Kongre Partisi'nin varlığıydı ki böylece bu engel artık ortadan kalktı, ABD'nin Amerika yanlısı Janata Partisi'ni, Hindistan ordusunu Pakistan sınırından ziyade Çin sınırına odaklamaya ikna etmesi daha kolay bir hale geldi ve Amerika Hindistan'a Afganistan'da hayal bile edemeyeceği bir rol verdi.
Üçüncüsü: Bugün Trump gelmiş, Hindistan'dan gelen mallara %50'ye varan gümrük vergileri uyguluyor.Burada biraz duralım; Amerika'nın Hindistan'daki ajanlarının itaatkâr olduğu ve hiçbir talebi reddetmeyeceği doğru ve Amerika'nın başkalarını veya onların çıkarlarını umursamadığı da doğru; ancak Trump yönetimi, iktidardaki ajanlarının düşmesinden ve bunun onlar üzerindeki etkisinin yanı sıra aynı şekilde Çin'i kontrol altına alma stratejisi üzerindeki etkisinden hiç korkmuyor mu?
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan
Haber-Yorum
İngiltere'de Barışçıl Bir Şekilde Filistin'i Destekleyen Yüzlerce Protestocunun Tutuklanması Demokrasi Maskaralığının Bir Kanıtıdır
Haber:
6 Eylül Cumartesi günü, Londra'da Filistin'i destekleyen bir gösteride yaklaşık 900 kişi tutuklanmıştır; oysa bu kişiler, Gazze halkının maruz kaldığı soykırımı ve açlığı protesto etmelerinin yanı sıra İngiliz hükümetinin Temmuz ayında terör örgütü olarak nitelendirdiği "Filistin Eylemi" grubunun yasaklanmasını da protesto ediyorlardı.Tutuklananlar arasında papazlar, rahipler, öğretmenler, doktorlar, diğer sağlık çalışanları, Holokost'tan kurtulanların çocukları ve engelli protestocular da vardı.Onların çoğu yaşlıydı –altmışlı, yetmişli ve hatta seksenli yaşlarda– ve aralarında tekerlekli sandalyede oturan 62 yaşındaki kör bir adam da vardı.Polis, “Soykırıma karşıyım ve Filistin Eylemi’ni destekliyorum” yazılı bir pankart taşıdıkları için yüzlerce barışçıl göstericiyi gözaltına aldı.Gazze'de devam eden soykırıma karşı daha önce düzenlenen benzer gösterilerde de bu örgütü destekledikleri gerekçesiyle 700'den fazla kişi tutuklanmıştı.
Yorum:
“Filistin Eylemi” İngiltere merkezli bir örgüt olup, “İsrail'in soykırım ve apartheid rejimine yönelik küresel suç ortaklığını sona erdirmek” şeklindeki hedefini ilan etmiş; bu hedef, örneğin Elbit Systems -ki Elbit Systems'ın İngiliz şubesi, en büyük Siyonist silah üreticisidir- gibi ilgili silah fabrikalarının faaliyetlerini engellemek de dahil olmak üzere İngiltere'nin Yahudi varlığına silah tedarikini durdurmayı içermektedir.Bu örgütün bazı üyeleri, hedeflerini gerçekleştirmek için doğrudan eyleme geçtiler ve Haziran ayında İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin Brize Norton hava üssüne girerek iki Voyager tarzı uçağa zarar verdiler ve örgüt, bu eylemin hükümetin işgale silah satmasına karşı bir protesto olduğunu açıkladı.Raporlara göre, hava üssü Gazze'nin bombalanmasına katılan Yahudi varlığına ait savaş uçakları tarafından kullanılmıştır.Nitekim bu olaydan kısa bir süre sonra örgüt, terör örgütü olarak nitelendirilmiş ve örgüte üye olmak veya örgüte kamuoyunda destek vermek, 14 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılan bir suç haline gelmiştir.
Bu yasağın ardından, barışçıl bir şekilde Filistin'i destekleyen gösterilerde yüzlerce protestocu, sadece örgüte destek verdikleri veya örgütle bağlantıları olduğu için Terörle Mücadele Yasası uyarınca tutuklanmıştır.Mayıs 2024'te, bağımsız olduğu iddia edilen bir hükümet incelemesi, Filistin Eylemi hareketinin neden olduğu siyasi şiddet ve kargaşayı “terörist gruplar” ile karşılaştırmış ve hareketin faaliyetlerinin yasaklanmasını önermişti.Çok ilginçtir ki, bu incelemenin yazarı John Woodcock, silah üreticilerini temsil eden lobi gruplarının ücretli danışmanı ve aynı zamanda İşçi Partisi'nin "İsrail Dostları" grubunun eski başkanıdır.
Gerçek şu ki İngiliz hükümetinin, Gazze'de insanların toplu katliamına ve açlığa karşı protesto eden yüzlerce barışçıl göstericiyi tutuklamaktan hiç utanmazken aynı zamanda bu soykırıma silah üretilmesine ve satılmasına izin vererek suç ortağı olması, onun demokratik sisteminin ahlaki boşluğunu ve insanlık dışı olduğunu açıkça göstermektedir.Geçmişte kadın hakları savunucuları, iklim aktivistleri ve hayvan hakları grupları da dahil olmak üzere diğer örgütler de kendi davaları için doğrudan eylemlerde bulunmuşlardı ancak terörle mücadele yasalarının Filistin'in kurtuluşunu destekleyen örgütlere karşı kullanılması, bu yasağın açıkça işgale ve İngiliz hükümetinin bu soykırımdaki suç ortaklığına karşı çıkanları susturmayı amaçladığını teyit etmektedir.İngiltere'deki Uluslararası Af Örgütü'nden Kerry Moscogiuri, “Hükümet, terörle mücadele yasaları uyarınca sadece barışçıl protesto yaptıkları için insanları tutukluyorsa, o zaman İngiltere'de ciddi bir sorun var demektir” şeklinde açıklama yaptı.
Ayrıca barışçıl Filistin yanlısı protestocuların tutuklanıp gözaltına alınmasının yanı sıra İngiltere'de üniversite profesörleri, doktorlar ve diğer profesyoneller işlerinden uzaklaştırılmış, öğrenciler ise işgali eleştirip Filistin'in kurtuluşunu destekledikleri için eğitimlerini bırakmak zorunda kalmışlardır. Bu zulüm, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya da dahil olmak üzere diğer demokratik ülkelerde de yankı bulmuştur.
Tüm bunlar, dünyaya propagandası yapılan ve liberal değerlerinin üstünlüğü hakkında dersler veren ancak siyasi ve ekonomik çıkarları tehdit edildiğinde bu değerleri ezmeye ve terk etmeye hazır olan bu demokratik ülkelerdeki ifade özgürlüğünün sahteliğini göstermektedir;çünkü laik demokratik kapitalist sistemde siyasi ve mali kazançlar, her zaman insan hayatının kutsallığı da dahil olmak üzere diğer tüm konulardan önce gelmektedir. Demokratik değerlerin ve inançların, bunlara liderlik eden hükümetlerin ahlaki vicdanları gibi değişime ve dönüşüme maruz kaldığı açıktır! Demokratik sistem, otoritenin halka verildiği vehmini aşılamakta ancak gerçekte otoritenin, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına göre kanunlar ve politikalar yapan yönetici elitlerin veya zenginlerin elinde olduğu kesin olarak ispatlanmıştır.Hatta ifade özgürlüğü bile, hükümetin o anki siyasetine uygun olarak halka verilip geri alınmaktadır.Buna ek olarak yöneticilerin gerçek anlamda hesap vermesi bir hayalden ibarettir; zira soykırımcı bir işgali silahlandıran sorumlular, herhangi bir siyasi veya hukuki sonuçlardan kaçınabilmektedirler!
Tüm bunlar Müslümanlar olarak bizim için, şekli ne olursa olsun demokratik sistemin, halklar için adaleti asla garanti edemeyeceği ve soykırımı durdurmak için ahlaki bir temele sahip olmadığı konusunda açık bir ders olmalıdır.Hakların sağlanması öngörülemez ve değişkendir ve demokrasi ile otokrasi arasında ince bir çizgi vardır, bu durum şu anda Amerika'da ve diğer birçok demokratik ülkede açıkça görülmektedir.Gazze'deki soykırımı durdurmak ve işgali ortadan kaldırmak için, mali sonuçları ne olursa olsun, insan hayatına gerçekten değer veren, insanlığı savunan ve her türlü zulme ve baskıya karşı çıkan bir devletin kurulması gerekmektedir.Yani İslam'ı ve Müslümanları koruyacak ve ordusunu davasını savunmak için kullanacak bir devletin olmasını gerektirir.Bu devlet ise, yalnızca Kuran ve Sünnet ile hükmedecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafettir.Bu nedenle Filistin, Keşmir, Sudan, Yemen ve diğer yerlerdeki ümmetimizin katledilmesine son verildiğini görmek istiyorsak o zaman bizim, Müslüman ordularını hiç gecikmeden Hilafetin kurulması için teşvik etmek de dahil olmak üzere Hilafetin kurulması için derhal çalışmamız gerekir.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاء حَتَّى إِذَا جَاءهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئاً
“İnkâr edenlerin yapıp ettikleri, susamış kimsenin geniş düzlüklerde görüp su zannettiği serap gibidir; sonunda gelip ona ulaşınca orada bir şey bulamaz.” [Nisa 39]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma Sıddık
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, gençlerinden Salih bin Muhammed eş-Şifra’nın vefat ettiğini duyurur. Merhum, H. 21 Rabiu’l Evvel 1447, M. 13 Eylül 2025 Cumartesi günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Hizb-ut Tahrir’in Kayrevan gençlerinden olan Eş Şifra, baskı ve zulmün en karanlık dönemlerinde partinin saflarına katılmış, davasına sımsıkı sarılmış ve bu yükü taşımada büyük bir fedakârlık göstermiştir. Son nefesine kadar Rabbi’nin vaadine ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine yürekten inanarak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafete davet etmeye devam etmiştir. Biz onun böyle olduğunu düşünüyoruz, ancak biz Allah katında hiç kimseyi tezkiye etmeyiz.
Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, onu Salihler zümresi arasında kabul buyurmasını, derecesini ‘illiyyîn’e yüceltmesini, geride kalan kederli ailesine, yakınlarına, sevdiklerine ve dava arkadaşlarına sabır, metanet ve ecir ihsan eylemesini niyaz ediyoruz.
إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]