Cuma, 25 Zilkâde 1446 | 2025/05/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Daha önceleri Amerikalı yetkililer Müşerref'in Amerika Birleşik Devletleri için bölgedeki menfaatlerini korumada ve nüfûzlarını pekiştirmede bir "hazine" (bulunmaz Hint kumaşı) olduğunu, Afganistan işgâlinde kendileri için kararlılıkla çalışan biri olduğunu sık sık yinelemişlerdi... Ve dün, 18.08.2008 günü (istifa edip) yönetimden ayrılırken Amerika onu terk etti. O halde bu nasıl olur? Yoksa burada İngiltere ile siyâsî bir çatışma vardır da İngiltere'nin Müşerref'i kovmada başarılı olması sonucu mu meydana gelmiştir? Ayrıca Müşerref'in Devlet Başkanlığı makamındaki yerini kimin alması beklenmektedir?

 

Cevap:  Evet, gerçekten de Müşerref, Amerika Birleşik Devletleri için tam bir hazine, tam bir bulunmaz Hint kumaşı idi. Zîra o, Afganistan'da ve bölgede Amerika'ya pek çok hizmetler sundu. O kadar ki Müşerref'in desteği olmasaydı Amerika Afganistan'ı kesinlikle işgâl edemezdi, desek abartmış olmayız. Bunun yanı sıra "terörizme karşı mücâdele" bahanesiyle işgâle direnen Müslümanlara cephe alması da Amerika'nın, işgâle direnen çok sayıda Müslümanı tutuklamasını kolaylaştırmıştı.

Bunların hepsi doğrudur. Ancak Müşerref, son senelerde, bilhassa yaklaşık bir senedir, Amerika'nın plânlamalarını uygulamaya muktedir olmadı. Zîra gerek insanlar nezdinde, gerek ordu nezdinde, gerekse parlamento nezdinde konumunun sarsılmasından dolayı bundan âciz kaldı. Bu da özellikle kabileler bölgesi, Swat Vâdisi ve Lâl Mescid'deki katliamları başta olmak üzere Müslümanlara karşı cürümlerinin çoğalmasından, kendisini Amerika'nın kucağına atmak için arsızca çırpınmasından ve Müslümanların yalnızca fikirlerini ve mefhumlarını değil, şiarlarını dahi hiçe sayarak Amerika'ya her tür hizmeti sunmasından ötürüydü.

Nitekim Amerikalı bazı yetkililerin açıklamaları, gerek iktidar nezdinde, gerek ordu nezdinde, gerekse ümmet nezdinde konumunun sarsılması sonucunda Müşerref'in görevlerini Amerika'nın arzuladığı şekilde layıkıyla yerine getirmekten âciz kaldığını ifşa etmiştir. Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerinin komutanı Korgeneral David D. McKiernan'ın 07.08.2008 günü Amerikan CNN Televizyonu'na verdiği demeç, bu açıklamalardan biridir. Şöyle diyordu: "Pakistan Hükümeti'nin daha fazlasını yapması gerektiğine inanıyor muyum? Evet kesinlikle! Pakistan'daki ISI [Pakistan İstihbârat Teşkilatı] gibi örgütlerden bir kısmında biraz suç ortaklığı olduğuna inanıyor muyum? Evet, olduğuna inanıyorum... Bu sene Afganistan'ın güneyinde ve doğusunda yabancı savaşçıların sayısında belirli bir artış gözlemledik. Pakistan'daki yetkililerden, onların güvenli sığınaklarına karşı harekete geçmelerini bekliyoruz."

New York Times Gazetesi ise CIA [Amerikan Merkezî Muhâberat Teşkilatı] Başkan Yardımcısı Stephen Kappes'in, Pakistanlı yetkililerden açıklama talep etmek ve onlara, Pakistan İstihbârat Teşkilâtı ile Celâleddîn Hakkânî liderliğindeki isyancı şebeke arasında gizli işbirliği olduğuna dair delîller göstermek için İslâmâbâd'a gittiğini bildirdi. Gazete şunu da teyit etti: "Amerikalılar, 60 kişinin ölümüne yol açan Kâbil'deki Hindistan Büyükelçiliği'ne yönelik saldırıya Pakistan istihbârat birimlerinin bazı unsurlarının karıştıklarını kanıtlayan haberleşmeleri izlediler."

Amerika kavradı ki Müşerref'in Amerika'ya hizmette gösterdiği onca fedakârlık ve özveri ile harcadığı çabalara rağmen Müşerref'in ordu, hükümet ve halk ile ilişkilerinde konumunun sarsılması, yükümlülüklerini Amerika'nın arzuladığı şekilde yerine getirmesine imkân vermemektedir.

Binâenaleyh Amerika, Müşerref'in artık rolünü tamamladığını ve insanları Müşerref diktatörlüğünden kurtarıcı gibi görünen, sonra Amerika'nın menfaatlerini gerçekleştirecek, nüfûzunu koruyacak, terörizme karşı mücâdele gerekçesiyle Müslümanlara karşı savaşı sürdürecek... yani yıldızı kayıp da istifa etmeden evvel iktidara sıkı sıkıya yapıştığı sıralarda Amerika'ya gösterdiği hizmette olduğu gibi Müşerref'in çizgisini devam ettirecek bir alternatif çıkarmanın kaçınılmaz hale geldiğini gördü.

Kayda değerdir ki Müşerref'in ayrılması (dünkü istifası) bir günlük iş değildir. Bilakis Müşerref'in yıldızı, dört aşamada yavaş yavaş kaymaya başlamıştır. 18.08.2008 günü istifasını ilan etmesiyle tükeninceye değin yıldızı her aşamada azar azar sönmüştür. Bu aşamalar şunlardır:

Birinci Aşama: Amerika, İngiltere ile anlaşma yapıp bunun gereği olarak Pakistan Halk Partisi Lideri Benâzir Butto'nun İngiltere'deki sürgününden Pakistan'a dönmesine izin verdi. Bu anlaşmada en bariz iki husus vardı:

Birincisi: Pakistan Halk Partisi, Müşerref'in yeniden Devlet Başkanı seçilmesine itiraz etmeyecek,

İkincisi: Benâzir Butto, etkin yetkilerle başbakan olmak koşuluyla Müşerref ile otoriteyi paylaşacak.

Yani Amerika, Laik Benâzir Butto'nun partisinin desteği olmadan Müşerref'in iktidarda kalmaya devam etmesinin mümkün olmadığını idrâk etti. Bu ise Müşerref'in Müslümanlara karşı katliamlarından ve onların nefretini kazanmasından ötürüydü. Böylelikle Amerika, kısıtlı da olsa Müşerref'in yetkilerinden bir kısmını bu anlaşma sayesinde kurtarabileceğini düşündü.

Kayda değerdir ki Halk Partisi, kitleleşmiş bir parti değil, "toplama" bir partidir. Yani fertlerinin benimsediği ve etrafında kitleleştiği sınırlı fikirlere sahip değildir, bilakis ilişkileri, belirli menfaatlere ve şartların gereğine göre şekillenmiş şahıslardan müteşekkil bir topluluktur. O nedenle içerisine sızmak gayet kolaydır ve öyle de olmuştur. Zîra Baba Butto döneminde Pakistan Halk Partisi'nin arkasında Amerika vardı, ancak İngiltere, Benâzir Butto'nun oradaki sürgün yılları boyunca onun ve Pakistan Halk Partisi'ndeki etkin liderlerin dostluğunu kazanmaya güç yetirebilmiş, Baba Butto döneminde Amerika'ya dost olmasından sonra, İngiltere onu kendi tarafına çekecek derecede etki edebilmişti.

Binâenaleyh ilk aşama; Müşerref'in kısıtlı yetkileri pahasına, Benâzir Butto'nun Pakistan'a dönmesini sağlayan bu anlaşmadır.

İkinci Aşama: Amerika'nın Navâz Şerîf'e Pakistan'a dönüş izni verdiği gündür. Zîra Navâz Şerîf, Amerika'nın adamı olduğu halde, Hindistan'ın eski Başbakanı Vajpayi liderliğindeki Baharatiya Cenata Partisi'nin iktidarda olduğu esnada Pakistan Ordusu'nun Hindistan'daki Kargil Tepeleri'ni işgâl etmesine mâni olamadığı zaman Amerika ona çok öfkelenmişti.

Bilindiği gibi Amerika, İngiliz yanlısı bir parti olan Kongre Partisi'nin Hindistan'da uzun yıllar boyu süren iktidarından sonra Cenata Partisi'nin dostluğunu kazanıncaya kadar çok yoğun bir çaba sarf etmişti.

Amerika, Vajpayi iktidarının ömrünü uzatmak için ekonomik, siyâsî ve askerî olarak onu desteklemiş, ardından Kargil Tepeleri'nin işgâl edilmesi, Cenata Partisi'nin popülaritesine saplanmış bir hançer mesâbesinde olmuştu.

Onun için Amerika, Navâz Şerîf'e karşı düzenlenen ve kovulmasına yol açan Müşerref darbesinin arkasında yer almış, ona uzun müddet öfkeli kalmış ve geri dönüşüne izin vermemişti.

Fakat "özellikle Butto suikastinden sonra" Pakistan Halk Partisi'nin halk desteğinin tavan yapması ve dolayısıyla bu artışın, Halk Partisi'nin seçmenlerin oylarını silip süpürmesi, ardından anlaşma bentlerine bağlılıktan vazgeçmesi ve tek başına iktidarı üstlenmesi ve böylelikle İngiliz nüfûzunun geri dönmesi ihtimâli belirince, Amerika korkuya kapıldı.

Bundan dolayı, hem Müşerref'e dönük halk öfkesini paylaşması, hem de Halk Partisi ile otoriteyi paylaşması için Navâz'ın Pakistan'a dönüşüne izin verdi ki tüm oylar Halk Partisi'ne gitmesin, bilakis oyların büyük bir çoğunluğu, Butto'nun partisi ile Navâz'ın partisi arasında dağılabilsin.

İşte bu, ikinci aşamadır. Nitekim Navâz Şerîf'in dönüşünden, Müşerref sonrası döneme hazırlık işlerinin başladığı açıktı.

Üçüncü Aşama: Amerika'nın Müşerref'e, Devlet Başkanı seçilmesini kolaylaştırmak için, karşılaştığı her halk krizinde veya meclis krizinde kuvvet açısından istismar ettiği Genelkurmay Başkanlığı'nı bırakma sinyali vermesidir.

Dördüncü Son Aşama: Hâlihazırdaki Pakistan Başbakanı Rızâ Gilânî'nin Amerika ziyâretidir. Kendisi orada Bush ile uzun bir görüşme yapmış, sonra Pakistan'a dönüp Müşerref'in azline ilişkin icraatlara girişmiştir.

Bu ziyâreti takip edenler, Rızâ Gilânî'nin Amerika'ya boyun büktüğünü ve Amerika'nın, öne süreceği Devlet Başkanlığı adayı için Halk Partisi'nin desteğini garantilediğini görmüştür. Navâz Şerîf'in partisi ise zaten çantada kekliktir.

Bu ziyâretin sonucu olarak Amerika, koalisyon hükümetine Müşerref'in azil işlemleri için yeşil ışık yakmıştır. Bu da Rızâ Gilânî'nin ve dolayısıyla Halk Partisi'nin Amerika'nın göstereceği devlet başkanı adayı için destek muvâfakatini garantiledikten, yani Halk Partisi'nin Amerika'nın istediği kişinin devlet başkanlığına ulaşmasına engel olmayacağı garantisinden sonra olmuştur.

Rızâ Gilâni, bir İngiliz ajanı olarak, İngilizlerin Amerika ile cepheleşmeme politikalarında yaptıkları gibi, Amerika'nın istediği kişiyi devlet başkanlığına ulaştırmasına engel olmayacağına dair Bush'a muvâfakat vermiş olabilir. Lâkin râcih olan; Amerika'nın, yeni otoritede oldukça önemli bir makam önerisiyle onu ayartmış olması ve onun da Amerika'ya yakınlaşmış olmasıdır.

Fakat beklenen o ki İngiltere, mezkur anlaşmadan beri Pakistan yönetimine ortak olma bakımından kendisine açılan bu fırsatın heder edilmesine suskun kalmayacaktır. O nedenle, önceki anlaşmaya benzer şekilde yönetimde faal bir ortaklığı garantilemedikçe Halk Partisi'nin kendisine dost liderleri yoluyla, önümüzdeki devlet başkanlığı seçimlerini engellemek için çalışacaktır.

İngiltere'nin Pakistan'da eksiksiz bir nüfûza tamah edecek tâkâti yoktur, ancak eline geçen fırsatı da geri tepmeyecektir. O nedenle Amerika'nın şimdi arzuladığı devlet başkanlığı seçimlerini engellenmesi, yeni bir anlaşma görüşmeleri başlatılmadıkça muhtemeldir, hem de kuvvetle.

Beklenen müstakbel devlet başkanının kim olacağına gelince; bilinmelidir ki öne sürülecek isim kim olursa olsun, devlet başkanlığı adaylığında ve seçilmesinde en etkin rol Amerika'ya ait olacaktır. Buna göre üç ihtimal mevcuttur:

Birinci İhtimal: Rızâ Gilânî olabilir. Bu da Amerika'nın, onun gerçekten kendisine dost olduğundan emin olması halinde mümkündür, yoksa görünüşte Amerikan politikasına uyumlu gibi görünmeyi, sonra arkadan hançerlemeyi temel alan yeni İngiliz yöntemi gereğince sırf şeklî bir dostluğu kabul etmeyecektir. Şayet Amerika Rızâ Gilânî'nin kendisine gerçek anlamda dost haline geldiğinden mutmain olursa, ne âlâ. Ancak bu durum, Halk Partisi'nin İngiliz uşağı liderleri yoluyla suhuletle sükut etmeyecek ve Rızâ Gilânî'ye sorunlar çıkarabilecek olan İngiltere'nin sakinleşmesini gerektirir.

İkinci İhtimal: Navâz Şerîf'in partisinden, evlâ babından liderlerinden biri olabilir, ama Amerika'nın adamlarından olduğu halde, gerek halk arasında fazla sevilmemesinden, gerekse Kargil krizinin etkilerinin henüz Amerika'nın aklından çıkmamış olmasından dolayı bizâtihi Navâz Şerîf olmaz. Navâz Şerîf'in adaylığı, ancak onun partisinden güçlü bir aday çıkmaması halinde söz konusu olabilir. O zaman belki ona yönelebilir.

Üçüncü İhtimal: Söz konusu bu iki ihtimalin zorlaşması halinde Amerika, yeniden orduya yönelebilir. Hele ki Genelkurmay Başkanı Eşraf Kiyânî, Müşerref'in aday göstermesi ve Amerika'nın muvâfakati ile ordu komutanlığına atanmış iken. Yine de Amerika, eksantrik Amerikan demokratikleşmesine uygun olarak askerîn siyâsete karışması gibi bir araçtan da mahrum olmayacaktır!

Son olarak diyoruz ki keşke bu uşak yöneticiler, Sömürgeci devletlerin kendilerinden önceki uşakların başına neler getirdiğini, rollerini ve görevlerini tamamlamalarından sonra onları çekirdek çitler gibi nasıl çitleyip attığını, böylelikle atılmış bu uşakların, Kâfirlere uşaklıkları ve Ümmet'e hıyânetlerinden ötürü dînlerini kaybetmelerinden sonra dünyalarını da kaybettiklerini bir akletseler, bir ibret alsalardı!

Diyoruz ki şâyet akletselerdi, Sömürgecilere yanaşacaklarına, halklarına yakınlaşıp hiç olmazsa dünyalarını korurlardı, lâkin hiç aklederler mi?!

 

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ancak Hilâfet'in Kurulmasıyla, 1947'de Verilen Kurbanlar Meyvesini Verir

Pakistan'ın Kabileler Bölgesi'ne yönelik Amerikan füze saldırıları ve Pakistan ekonomisine, siyâsetine, dâhilî ve hâricî işlerine yönelik Amerikan müdâhalesi ortasında hiç kimsenin, Pakistan'ın gerçek anlamda bağımsızlığa kavuştuğunu savunmaya cesareti kalmamıştır. Bugün bizler bağımsız bir millet değiliz, bilakis halen dahi Batı'ya köleyiz. Halen kendimizi Sömürgecilik sisteminin ilmiğinden kurtarmanın mücâdelesini vermekteyiz. Tâ ki Hilâfet'i kurmaya muktedir oluncaya ve Allah'ın kelimesi en yüce oluncaya dek!

Filhakîka 14 Ağustos'u, [Pakistan'ın Bağımsızlık Günü] İslâmî yönetim altında yaşamak isteyen 600,000 el-Hind Müslümanının kurban verildiği bir gün olarak yâd etmeli, bugün onların arzularını ve amaçlarını yerine getirmenin tek yolunun, İslâmî Devlet'i, boynumuzun borcu olan Hilâfet'i ikâme etmek olduğunu kavramalıyız. Artık Pakistan'ın mevcut ajan yöneticileri, gerek demokrasi gerek diktatörlük yoluyla Kapitalist sistemi dayatarak kitleleri köleleştirmeye daha fazla devam edemez, er yada güç, bugün yada yarın bundan vazgeçmek zorunda kalacaklardır.

O yöneticiler, Keşmir Müslümanlarına gıda sevkıyatını keserek binlerce Müslümanı öldürmekle tehdit eden Hindistan'a tepki olarak güya öylesine öfkelenirler ki Ahand Barat'ın [Büyük Hindistan megali ideası] zeminini hazırlamak üzere Pakistan'ın ve Hindistan'ın Bağımsızlık Günü'nü birlikte kutlayan Laik sivil toplum kuruluşlarını açıktan ve gizliden desteklerler. Bugün Ümmet Hilâfet'i kurmaya mecburdur. Sırf İslâm uğrunda 1947 yılında yüz binlerce Müslümanın göçü ve fedakârlığı ancak böyle meyvesini verir ve bu muazzam fedâkârlık heba olmaz.

 

Devamını oku...

Masum Canlara Kıyan Yeni Mücrim Katliam, Bir Güvenlik Sorunu mudur, Yoksa Bir Varlık ve Sistem Krizi midir?!

  • Kategori Lübnan
  •   |  

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ  "Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için Âhiret'te de büyük azap vardır." [el-Maide 33]

 

Bu beldedeki mücrim patlamalar, masum kurbanların sayısını arttırmak ve kanlarını, bu beldenin dâhilindeki ve hâricindeki çatışma tarafları arasındaki karşılıklı mesajlaşmaların mürekkebi haline getirmek üzere süregelmektedir. Bugünkü Trablus patlaması, geniş çaplı cürümü ile gündeme damgasını vurdu. Öyle ki ardında onlarca ölü ve yaralı kurban ederek, bu beldenin zemîninde birbiriyle çatışan tarafların cürüm boyutuna yeni bir kanıt gösterdi.

Soruyu tekrarlıyoruz: Siyâsî çatışmanın yerli ve yabancı tarafları, insanların kanlarını, güvenliklerini ve geleceklerini karşılıklı mesajlaşmaların ve baskıların bir aracı haline getiriyorlarsa, insanların güvenliğini ve maslahatlarını korumada güvenlik birimleri'nin rolü nerede kalıyor? Buna cevap: Ne yazık ki güvenlik birimleri bizâtihi bu çatışmanın meydanlarından, hatta araçlarından biridir. Bu dehşetengiz cürümün fâilleri, üç yılı aşkındır Lübnan'ın tanık olduğu onlarca güvenlik ve politika cürümleri gibi fâil-i meçhul kalacaktır.

Bu facia, birbirleriyle çatışan iki grup arasındaki anlaşmaya binâen "Kontenjan" Hükümeti'nin güvenoyu almasının ertesi günü meydana gelmiştir. Bunun da hükümetin görevinin, gelecek ilkbahardaki milletvekilliği seçimlerini icra etmek olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği bir vakit olması, bu hükümetin, birbiriyle çatışan iki gruptaki tarafların girdiği seçim kampanyası meydanlarından biri olduğu anlamına gelmektedir. Gerçek şu ki aslında sorun, ne güvenlik sorunudur, ne seçim sorunudur, ne de hayatî bir sorundur. Bilakis sorun, beceriksiz bir varlık ve kıytırık yapıya sahip bozuk bir nizâm krizidir.

Zîra önceki Cumhurbaşkanının görev süresi dolunca, makamı aylarca boş kaldı, bunun öncesinde taifelerden birini temsîl eden bakanlar hükümetten çekildi, Lübnan'ın yarısına önderlik eden muhâlefet, hükümetin meşru olmadığını ve dolayısıyla Lübnan'da hiçbir yürütme organı bulunmadığını ilân etti. Doha Anlaşması'ndan sonra ise, yeni bir Cumhurbaşkanı seçilince Hükümetin istifâ etmesi, yeni bir hükümet kurulması gerekti ve kurulan hükümetin başbakanının ilân edilmesi bir buçuk ayı buldu. Bu süre zarfında istifâ eden Hükümet işleri idâre ediyordu, ancak herhangi bir önemli siyâsî karar alma yetkisine sahip değildi. Hükümetin kurulmasından sonra yeni siyâsî çarpışmanın yörüngesi olan kabînenin şekillenmesindeki gecikme nedeniyle, güvenoyu almadan önce yaklaşık bir ay işleri idare etme (sürünceme) hükümeti olarak kaldı. Ardından bu şekillenmenin mecliste ele alınması, karşılıklı hakaretler ve çirkin ifâdeler haddine varacak düzeyde sözlü sataşmalara tanıklık ederek uzadı. Dolayısıyla bu Hükümet de, üyeleri arasındaki siyâsî savaşın bir meydanı olacaktır. Çünkü o, zırvaca Vatanî Birlik Hükümeti olarak isimlendirdikleri bir Kontenjan Hükümeti'dir. Ömrünün birkaç ay olacağı sanılan bu Hükümet'in önüne, milletvekilliği seçimleri yasasını çıkarması, ardından da bu mahzun beldede yeni bir kabilevî çarpışma başlatacak seçimleri icra etmesi gelecektir. Belde ve halkının başına neler getireceğini Allahu Te'alâ'dan başka hiç kimsenin kestiremeyeceği seçimlerden, vay bu beldenin haline! Bu seçimlerin yapılması halinde bile belde, tekrar hükümetin istifası, yeni bir hükümet kurmakla yeni bir başbakanın görevlendirilmesi, kabinenin şekillenmesi ve güvenoyu kampanyası şeklinde yeni bir sarmalın içine sürüklenecektir. Zîra her seçim, istifa, görevlendirme, hükümet kurma, kabine şekillendirme, güvenoyu oturumu, liyakat tartışması ve anayasal süreç ardından Lübnan halkı, fitnelerin, çatışmaların, patlamaların, sokak ve mahalle çarpışmalarının, havada uçuşan karşılıklı sataşmaların, kin, nefret ve öfke provokasyonlarının ateşi üzerinde evirilip çevrilecektir. İyi de böyle devlet olur mu hiç?!

Aklı başında herkesin örfünde siyâsî otoritenin görevi, ancak devleti, yani toplumu oluşturan siyâsî topluluğun kabul ettiği kanunları ve nizâmları infâz ederek insanların işlerini gözetmektir. Eğer siyâsî otorite olmasaydı, toplum kargaşa içerisine sürüklenir, orman kanunları hâkim olur ve insanların işlerinde düzensizlik oluşurdu. Dolayısıyla devletin başarısı; insanların işlerini gözetmedeki, örflerine, kanaatlerine ve ölçülerine göre toplumu düzenlemedeki başarı oranı ile ölçülür. O halde otorite; gerilimin, kaosun, parçalanmanın kaynağı olur, akımlar ve sözde siyâsî güçler arasındaki çatışmanın meydanı haline dönüşürse, meşru olduğunu nasıl iddia edecek?! Varlık gerekçesi ne olacak?!

Lübnan'daki sorun, karmaşık bir sorundur. Zîra bu devletin, üzerinde temerküz ettiği bir toplumu yoktur ve dolayısıyla insanlar bu devlet çevresine suni olarak toparlanmamış olsa, esâmisi bile kalmazdı. Gerek yürütme, gerek yasama, gerekse yargı olsun, bu devletin Lübnan'daki organları; ancak kendilerini taifeler olarak isimlendiren kabilelerin, makam, mevki, görev ve para sahibi olmak üzere pay ve hisse kapmak için rekabet ettikleri ve çekiştikleri bir çiftliktir. Zîra Lübnan'daki devlet, en iyimser olasılıkla, Lübnanlı kabîle şefleri arasındaki kontenjan paylaşımının yalancı şahididir, en kötümser olasılıkla ise aralarındaki çatışmanın meydanıdır, ancak her halükârda bölgesel ve devletlerarası güçlerin posta kutusudur. Burada mektuplar kan ve barut ile yazılır, buraya bırakılır, burada açılır ve burada okunur. İyi de böyle devlet olur mu hiç?!

Eğer devlet, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in tanımladığı gibi kendisiyle korunulan ve ardından savaşılan bir devlet olursa, ne güzel bir devlet olur. Fakat üzerinde korsanların çatıştığı, uğrunda insanların şereflerinin ve haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı bir ganîmet olursa, eninde-sonunda mutlaka tarih çöplüğüne gider.

Ey Lübnan Halkı!

Kanlarınızı yakıt yapa yapa gelecek aylarda yaşanacak çarpışma, seçim sandıklarında oylarınızı gasp etmeye yönelik bir çarpışmadır. O halde sizleri ve kanlarınızı istismâr edenlerin çağrılarına mı icâbet edeceksiniz? Yoksa ülkeyi ve halkını, bölgesel ve devletlerarası güçlerin çatışmasına peşkeş çeken bu kokuşmuş fırkacı nizâmı reddettiğinizi mi ilân edeceksiniz?

Ey Müslümanlar!

Durumunuzun bozukluğunu ve sizlere tahakküm eden nizâmların akametini idrak etmeniz için daha ne kadar sıkıntılara, trajedilere ve felaketlere maruz kalmanız gerekecek?! Sizleri Batı hadâratından, hâkimiyetinden ve içerisinde bulunduğunuz felâketten kurtaracak İslâm yönetiminin ve devletinin kurulması dışında başka bir kurtarıcının olmadığını anlamanızın vakti gelmedi mi? Biliniz ki Hilâfet'in kurulması için çalışmanın külfeti, bozuk ajan nizâmların gölgesinde tek bir günün sıkıntılarına bile denk değildir, Ey Müslümanlar!

Sizleri, Rabbinizin Şeriatı'na dayanmayan tüm projeleri kaldırıp atmaya, ne besleyen ne de aç bırakan ara çözümleri reddetmeye davet ediyor, yegane köklü çözüm için çalışmak üzere azimlerinizi keskinleştiriyoruz.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ  "Yoksa onlar Cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

 

www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.turkiyevilayeti.org |www.tahrir.info

 

Devamını oku...

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ "Sakın Allah'ı, zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma!" [İbrâhîm 42]

300'den fazla "İslâmcı" mahkum, hem işledikleri hiçbir suçları ve günahları, hem bugüne dek haklarında hiçbir yargı kararı olmadığı halde uzun süredir yaşadıkları trajedilerine son verilerek salıverilmeleri için yeni bir açlık grevi başlattılar. Bu mahkûmların meselesini, yayınlarımızda, basın açıklamalarımızda, basın toplantılarımızda ve haksızlıklara ve hakâretlere maruz kalmaları üzerine geçen sene Trablus'taki Taynâl Câmii'ndeki dayanışma gününde çokça gündeme getirmiştik. Mahkûmların aileleri de defalarca protesto gösterileri düzenlemişler, ileri gelenler ve yetkililerle görüşmek için kapı kapı dolaşmışlardı. Ancak bu çağrılar, ülkedeki yöneticilerin kulaklarına hiç gitmemişçesine boşa çıktı. Yine de denize düşen yılana sarılırmış misâli, mahkûmların ve akrabalarının ümitlerini arttıracak yeni siyâsî bir mevsim baş gösterdi. Bununla kastımız, birbirleri ile çatışan grupların seçmenlerin oylarını gasp etmek için ellerindeki tüm imkânları seferber ettikleri önümüzdeki milletvekilliği seçim mevsimidir. Şimdi bu mazlumların belirsizliği bu mevsimde, envaî türde hakârete ve baskıya maruz kalarak yaklaşık bir buçuk senedir hapishanede tutulmalarının ve daha önce de soruşturma sırasında en iğrenç işkence türlerine maruz kalmalarının ardından bazı yetkililer nazarında gerçekten adil bir davaya dönüşecek mi?! Hem kendisine, hem halkına, hem de insanlık onuruna saygı gösteren devletler, her türlü kasıtlı fizikî veya psikolojik baskı altında mahkûmların verdiği her türlü ifâdeyi, herhangi bir yargı kararına dayanmayan geçersiz ifâde olarak değerlendirirler. Liderleri, hukukun ve insan haklarının üstünlüğünden dem vuran Lübnan'da ise tedhiş, fizikî işkence ve zulüm baskısı altında alınan itiraflar, kanundan daha yerleşik bir uygulama haline gelmesinin yanı sıra onlarca genç, hiçbir insana saldırmadıkları halde bir buçuk senedir tutuklu bulunmaktadırlar. Onlara isnat edilen tek suçlama ise Irak'ta işgalci düşmana karşı savaşmak veya saldırıya maruz kalmaları halinde kendilerini ve ailelerini savunmak amacıyla evlerinde bireysel silâhlara sahip olmalarıdır. Oysa fırkacı fitne savaşçıları, ağır silâhlarıyla ve füzeleriyle Beyrut, el-Cebel ve Trablus sokaklarına inerek haklarında hiçbir hukukî soruşturma açılmaksızın katlettikleri, yaraladıkları, yaktıkları, yıktıkları, sürgün ettikleri ve etrafa korku saçtıkları halde tek bir kurşun dahi sıkmakla suçlanmadılar? Niçin? Cevabı çok basit; çünkü bu savaşçılar, cürümleri ne kadar büyük olursa olsun dokunulmazlık zırhı verilen fırkacı liderlere bağlıdırlar. Bakışlarını, bu asırda Müslümanların en şerefli meselelerinden biri sayılan Irak'a yönelten gençler ise, Lübnan'daki yetkililer nazarında suçludurlar. Çünkü onlar, Lübnan'daki hiçbir kabîle liderinin koruması altında değildirler, dahası asrın Fir'avun'u Amerika'ya düşmanlık ilân etmiştirler! Seçim ve benzeri politik mevsimler bir yana, Müslümanlardan olan ve olmayan saygın eşrâfa sesleniyor ve diyoruz ki bugün tâifelerin liderlerine dostlukla ile temsîl eden cahiliye örflerini terk ediniz ve öteki insanlara, Lübnan'da siyâset bezirgânı olan fırkacı kabîlelerin liderlerine tâbi olmaları sıfatıyla değil, insan olmaları nazarı ile bakınız. Mahkûmların ailelerine ve akrabalarına ise deriz ki seçim mevsimlerini o kadar da güvenmeyiniz. Zîra ülke dışından gelecek tek bir sinyal, mahkum bezirgânlarının bakışlarını bu seçim pazarından başka bir pazara çevirmeleri ve Amerika ile bölgesel nizâmları daha az öfkelendirecek başka bir pazara bel bağlamları için yeterlidir. Ayrıca kamuoyunu ve siyâsî aktivistleri, mahkumlar karşısında adil ve insaflı bir duruş sergilemeye davet ediyoruz. Kasten olmasa bile zulme sessiz kalmak ona ortak olmaktır.  فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ "Muhakkak ki zulüm, Kıyâmet Günü'nün karanlıklarıdır."

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Demokratik Seçimler Aldatmacadır ve Halkın Halini Değiştirmez

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı bir basın açıklamasında, demokratik sistemlerdeki seçimlerin aldatmacadan ibaret olduğunu söyledi. Geçmişte ülke, geçenlerde yapılan yerel seçimlere benzer pek çok seçimler yaşamış, hiçbir seçimde insanlar için herhangi bir değişim meydana gelmemiştir. Bilakis bu tür seçimler yoluyla Sömürgeci milletler, Bangladeş üzerindeki hâkimiyetlerini iyice pekiştirmişlerdir. Bunun için demokratik sistemlerde seçimler halkın halini asla değiştirmez.

Bu seçimlerden birkaç gün önce, dünya çapında Müslümanlar Hilâfet'in yıkılış gününü hatırlayıp ele aldılar. Artık kesin olarak netleşmiştir ki İslâmî Ümmet, bu kokuşmuş Kapitalist Demokratik sistemden kurtulmak ve Hilâfet Nizâmı altında yaşamak istemektedir. Son olarak Muhyiddîn Ahmed, Hilâfet'i kurmak için çabalarını artırmaları yönünde insanları teşvik etmiştir.

 

Devamını oku...

Kerkük Krizi, İşgâlin ve Kuyruklarının Hakîkatini İfşâ Eden Yeni Bir Süreçtir  

Bölge meclislerinin seçim kanununu oylamasına eşlik eden Kerkük Krizi'nin kızışması ve bunu, katliamlar, patlamalar ve kardeşlik bağını hiçe sayan ırkçı çatışmalar gibi tehlikeli güvenlik sorunlarının takip etmesi; İşgâlci Kâfirin yazıp ile her tür ayrılıkçılık, bölücülük, gerek Iraklılık gerek taifecilik bazında zıtlık ve karşıtlık ile doldurduğu, ardından daha büyük bir cürüm olarak, bu ülkede "işgâlci kâfirin milletvekillerince" onaylanan anayasanın zehirli sonuçlarındandır.

Yaşanan ve yaşanmakta olan trajik olaylar, İslâmî Ümmeti zayıflatmak, zayıflığını daha da derinleştirmek, birleşmesini engellemek amacıyla ülkeyi daha fazla krizlere sürükleyecek ve Müslümanların beldelerini, en basit devlet dinamiklerine muhtaç olacak şekilde kıytırık varlıklara parçalanmasının zemînin hazırlayacak kokuşmuş Batı demokrasisinin bizi ne hale getirdiğine dair inkârı imkansız bir delîl olarak görülmelidir.

Ey Müslümanlar! Müslümanlar Irak'ta, parlak İslâmî fetihten beri Râşidî İslâmî Hilâfet Devleti'nin ve peşi sıra gelen Halîfelerin yönetimi gölgesinde birbirlerini seven ve birbirlerine yardım eden kardeşler olarak asırlarca yaşadılar ve bu uzun dönem boyunca İslâm'dan başka hiçbir kimlik taşımadılar. Bu da İslâm'ın azâmetine, akîdesinin ve nizâmının doğruluğuna apaçık bir delîl idi. Zîra milletleri ve ümmetleri tüm farklılıklarına rağmen aynı potada bütünleştirdi ve bunlardan, ideolojisini ve topraklarını Küfür tamahlarına ve saldırılarına karşı savunan, İslâm'ın hayrını ve nûrunu tüm dünyaya yayan tek bir Ümmet biçiminde muhteşem bir doku oluşturdu.

Ey Müslümanlar! Bush'un demokrasisini, anayasasını ve size dayatılan kuyruklarını reddederek kardeşliğinize ve vahdetinize dönmenizin artık zamanı gelmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ  "Mü'minler ancak kardeştirler." [el-Hucurat 10] Ve şöyle buyurmuştur:  وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın ve sakın parçalanmayın!" [Âl-i ‘İmrân 103] Allah'ın hükmünü bir kez daha geri getirmek için samimiyet ve dürüstlük ile çalışanların saflarında yer alınız ve Allah'ın dînine nusret vermek için acele ediniz:  إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a (O'nun Dînine) nusret eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret eder, zafer verir ve ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar." [Muhammed 7] Her yabancıyı ve saldırganı kovunuz. Gerçek şu ki kurtuluşunuz ancak ve sadece; beldelerinizi size vakfedecek, Allah'ın izniyle dünyada birinci devlet olacak, şerrin ve fesâdın kökünü kazıyacak, insanlar arasında Allah'ın Hanîf Şeriatı ile hükmedecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla İslâm'ın Nûrunu tüm dünyaya yayacak, sizin yegâne devletiniz olacak Hilâfet'in gölgesindedir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Batı Şeria'daki Hilâfet'in Yıkılış Yıldönümünü Anma Amellerinin Ertelenmesine Yönelik Talepler Hakkında

  • Kategori Filistin
  •   |  

Yaklaşık bir haftadır bazı saygın, etkin, yetkin şahsiyetler ve kuruluşlar, özellikle el-Halîl şehrinde olmak üzere Hizb-ut Tahrir şebâbının önde gelen bazı şahsiyetlerine seslenerek Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anma faaliyetleri kapsamında Hizb'in ilân ettiği etkinliklerin ertelenmesini talep ettiler. Nedeni ise Batı Şeria ve Ğazze'deki atmosfere hakim olan mevcut ayrılıkçı gerginlik, tansiyon ve kızgınlık halidir. Onlar, mevcut gerilim halinin bu etkinlikleri çizgisinden ve hedeflenen maksadından saptırmak için provokatörlere giriş kapısı aralayacağı yönündeki ciddî kaygılarını dile getirdiler. Bu talepler, 01.08.2008 Cuma günü ilâ 02.08.2008 Cumartesi günleri yoğunlaştı. Zîra el-Halîl şehrinin hayırlı evlatlarından bazıları, bu talebi önde gelen üç yerel gazetenin birinci sayfasında yayınladılar. Talebin metni aşağıdaki şekildedir:

بسم الله الرحمن الرحيم

Çağrı

Saygın, etkin, yetkin şahsiyetler, vatanî kurumların temsilcileri, el-Halîl Belediye Başkanı ve el-Halîl'deki vatanî güçlerin temsilcileri olarak, her zaman olduğu gibi sorumluluk bilincinde olmaları ve Filistin gündemindeki mevcut koşulları dikkate almaları için Hizb-ut Tahrir / Filistin'deki kardeşlere sesleniyoruz. Bizler, 02.08.2008 Cumartesi günü kararlaştırılan etkinliklerin ertelenmesi için bu nidâ ile sizlere sesleniyoruz. Bizleri, aramızı düzeltmeye ve fitneye engel olmaya alıştırıp bize hep bunu öğütleyenlerin bu nidâya icâbet edeceğinden emîniz. Muhakkak ki Allah, el-Muvaffik'tir.

Hilâfet Devleti'nin harcı olarak değerlendirdiğimiz, birçok faaliyetimize hep katılmış, fikirlerimize daima ihtimam göstermiş ve sıkıntılı anlarımızda sürekli yanımızda olmuş, bu nida sahiplerinden olan hayır ve fazilet halkımıza diyoruz ki; Müslümanların durumuna gösterdiğiniz ihtimâmdan, berrak etkinliklerimize şaibenin karışmaması ve Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet meselesine adanması için gösterdiğiniz gayretten ötürü sizlere müteşekkiriz. Biliyoruz ki sizleri bu talebe iten faktör, Müslümanların ve İslâm Dâveti'nin maslahatıdır. Dolayısıyla Allah, sizleri mübarek kılsın ve hayır ile mükâfatlandırsın. Taleplerinize aşağıdaki şekilde icâbet etmeyi kararlaştırdık:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinlikleri ertelenmez, iptal edilir. Çünkü ertelenmesi ile vakti geçmiş ve Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anmanın dışında farklı amellere dönüşmüş olur. Hele ki sizleri kaygılandıran koşulların yakın gelecekte ortadan kalkması beklenmemekteyken.

2.   Bu nedenle size ve taleplerinize saygımız ve sürekli katılmakta olduğunu etkinliklerimize gönül rahatlığı ile iştirak etmenize yönelik çabamız çerçevesinde, Kalkilya ve el-Halîl'de yapılacağı duyurulmuş iki yürüyüşü iptal etmeyi, ancak RamAllah ve Tulkerim'deki konferansları belirlenen programa göre gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. Çünkü mezkûr kaygılarınız sırf yürüyüşlere ilişkindir.

Bu münâsebetle Filistin halkına ve tüm Müslümanlara aşağıdaki hususları beyân ediyoruz:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinliklerimizi ilân ettiğimizden beri Otorite, korkutma ve yıldırma kampanyası yürüttü ve ardından bunu, bilfiil infâz ederek bu yıldönümündeki tüm etkinliklerimizi engelledi. el-Halîl'de hanımların konferansını engelledi, Beyt Lahim ve Cenîn konferansını engelledi, bunların hepsinde Hizb'in pek çok şebâbını tutukladı, konferans mekanlarını ve bağlantı yollarını adeta askerî abluka altına alarak insanlara coplarla saldırdı. Tüm bu korkutma ve yıldırma kampanyası, ardından bunların engelleme yoluyla infâz edilmesi ve ağızların kapatılması kesinlikle bizleri korkutamayacaktır. 31.07.2008 tarihli beyânımızda, Otorite'nin tüm tehditlerine ve yıldırmalarına rağmen etkinliklerimizi yapmayı sürdürmeye azmettiğimizi teyit etmiştik. Bunun içindir ki kararlarımıza etki etme noktasında Otorite'nin korkutmasının ve yıldırmasının bize göre hiçbir değeri yoktur ve bu icâbetimiz sadece, bu taleplerin değer verdiğimiz muhterem şahsiyetlerden gelmiş olmasındandır.

2.   Birebir görüşmeler veya yerel medya organları yoluyla yaşanan genel tartışmalar sırasında, böylesi bir atmosfer altındaki yürüyüşlerimizi sabote ederek doğru çizgisinden saptıracak provokatörler ve "kirli eller" sık sık gündeme geldi. Diyoruz ki bu hadiselerin yaşanmasının baş sorumlusu Filistin Otoritesi'dir. Çünkü Otorite'nin, cebir ve şiddet zoruyla da olsa meşru amellerimizi engellemeye yönelik ısrarı, bu ihtimâli kapı aralayan faktördür. Eğer Otorite, iç barışı korumada dürüst olsa, kimi kesimlerle hesaplaşma derdine düşmese, amellerimizi serbest bırakır, sakin bir seyir halinde olaysız yapılabilir ve herhangi bir güvenlik önlemi almasına gerek kalmaksızın sırf izlemekle yetinmesi yeterli olurdu. Otorite'nin güvenlik birimleri, Yahudi ordusu bir şehre veya bir köye girdiğinde görevini bitirene kadar tek tek saklanmıyor mu? İşte bu Otorite, bir taraftan "güvenlik" kuvvetlerini Yahudi ordusu karşısında saklanmaya zorlayıp Filistin güvenlik birimlerini görmekten rahatsız olmaksızın görevini tamamlamasına imkan verirken, diğer taraftan bir konferans veya yürüyüş ile Müslümanlara Hilâfet'i hatırlatmak istediklerinde Ümmetlerinin evlatlarına baskı yapmalarını ve onlara karşı aslan kesilmelerini istemektedir. Güvenliğin korunması ve bunun da amellerimizi yasaklamaya yönelik bir gerekçe olması hususunda Otorite'nin iddialarını yalanlayan faktör, Otorite'nin kapalı bir salonda hanımlara yönelik konferansı engellemesidir. Şimdi hanımların konferansı, vatanî güvenliğe yönelik bir tehdit midir yoksa Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere yönelik bir düşmanlık mıdır?

3.   Bu sene kanuna göre Otorite'ye tebligatlar gönderdik ve önceki neşriyatta da bu tebligatların gerekçelerini ve şer'î hükmünü açıladık. Ancak Otorite, amellerimizi engellemek uğrunda kanunu çiğnedi, kuvvet kullanmak, yakalamak ve tutuklamak yoluyla amellerimize saldırdı, bu elîm yıldönümündeki amellerimizi sabote etti. Hukukçular, insan hakları aktivistleri ve benzeri kesimler olmak üzere kamuoyu ile ilgilenen herkes, amellerimizi Otorite'nin müdahalesi olmaksızın yapmamız için kanunun gerektirdiklerini yerine getirdiğimizi, Otorite'nin ise bu eylemleri ile haklarımıza saldırdığını ve kendi çıkarttığı kanunu kendisinin çiğnediğini teyit ettiler. Şunu da teyit ederiz ki Otorite, kendi kanunu çiğnemede ısrarla bu çizgiyi takip ederse adımına adımla karşılık vereceğiz ve uygun gördüğümüze göre tebligat göndererek veya göndermeksizin yürüyüşlerimizi yapacağız.

4.   Son olarak; gerek Filistin halkı, gerekse tüm Müslümanlar bilmelidirler ki siyâsî haklar olmak üzere -ki İslâm davetini taşımak bunların başında gelir- mevcut haklar, ne yöneticilerin, ne de yönetici kılıklı kimselerin bir lütfüdür. Aksine bunlar, Ümmet'in hakkıdır, vecîbesidir ve el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hidâyeti üzerine seyretmek maksadıyla bunları söke söke almak için mücadele etmelidir. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER