Cumartesi, 29 Safer 1447 | 2025/08/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ermenistan-Azerbaycan Gelişmeleri

Soru Cevap

Ermenistan-Azerbaycan Gelişmeleri

Soru:

“İki komşu ülke arasında 35 yılı aşkın süredir devam eden çatışmanın ardından Ermenistan ile Azerbaycan’ın, ABD ile ayrı ayrı barış, ticaret ve güvenlik konularında ortak deklarasyona imza atması, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki nüfuzuna büyük bir darbe vurmuştur...” (15.08.2025 El Cezire) Azerbaycan ve Ermenistan, 8 Ağustos’ta Beyaz Saray’da varılan anlaşma sonrası 11 Ağustos’ta yayınladıkları ortak bildiride, iki ülke arasındaki sorunların çözümü amacıyla 1992’de kurulan Minsk Grubu’nun feshedilmesini talep etti. Anlaşmada, iki ülke arasında hem yerel hem karşılıklı hem de uluslararası ulaşım koridorlarının açılması ifadesi yer aldı... Ama insan sormadan edemiyor: Aralarındaki ilişkilerin çok gergin olduğu ve özellikle son dönemlerde aralarında savaşlar yaşandığı düşünüldüğünde böylesi bir anlaşmaya varılması nasıl mümkün oldu? Peki bu anlaşmadan güdülen amaçlar nelerdir? Allah mükafatınızı artırsın.

Cevap: Bu soruya net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmamız gerekiyor:

1- Ermenistan’ın resmi haber ajansı Armenpress’in Arapça servisi, 9 Ağustos 2025 günü, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, ABD Başkanı Donald Trump ev sahipliğinde ABD’nin başkenti Washington’da Beyaz Saray’da imzaladıkları anlaşmanın tam metnini yayınladı. Anlaşma, Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış ve uluslararası ilişkilerin kurulmasına ilişkin üzerinde uzlaşılan metnin parafe edilmesini, bunun nihai anlaşmaya dönüştürülmesi için çalışmaların devam ettirilmesini, taraflar arasında barışın korunup güçlendirilmesine vurgu yapılmasını, ayrıca Birleşmiş Milletler Şartı ve 1991 Alma-Ata Deklarasyonu doğrultusunda geçmiş çatışmalarından bağımsız bir geleceğin inşa edilmesini öngörmektedir. Anlaşma, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ve Azerbaycan ile Ermenistan’ın ondan ayrılmasının ardından iki ülke arasında sınırların belirlenmesine, birbirlerini tanımalarına, egemenliklerine saygı duyulmasına ve anlaşmazlıkların çözümünde güç kullanılmamasına ilişkin bir deklarasyondur. “Taraflar, ülkelerinin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve kanunlarına saygı gösterilmesi şartıyla, barış, istikrar ve kalkınmayı güçlendirmek amacıyla yerel, ikili ve uluslararası taşımacılık için iki ülke arasındaki ulaşım koridorlarının açılmasının önemini bir kez daha vurgulamışlardır... Bu bağlamdaki girişimler, Azerbaycan’ın ana kara parçası ile özerk Nahçıvan bölgesi arasında Ermenistan toprakları üzerinden kesintisiz bir ulaşım koridorunun açılmasını da içermektedir...” Böylece anlaşma, bu konunun öneminden ötürü iki ülke arasında iletişim, ulaşım ve bağlantı yollarının açılmasına özel önem atfetmiştir. Çünkü Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan bölgesi, coğrafi olarak Azerbaycan ile kara bağlantısına sahip değildir. Arada Ermenistan var. Bu nedenle Azerilerin ulaşım için İran’dan geçmeleri gerekiyor. İşte bu yüzden anlaşma, Azerbaycan ile eksklavı olan Nahçıvan bölgesi arasında bir bağlantı koridorunun açılmasını talep etmektedir. Aynı şekilde, anlaşma, arada Ermenistan’ın yer alması sebebiyle kara bağlantısının ancak Ermenistan üzerinden sağlandığı Azerbaycan ile Türkiye arasında kara ulaşım yollarının açılmasını da talep etmektedir... Bu sayede Amerika, Azerbaycan’daki nüfuzunu güçlendirme, Ermenistan üzerindeki etkisini genişletme ve Rusya’nın Ermenistan’daki nüfuzunu zayıflatma ya da ortadan kaldırma olanağı elde etmektedir.

2- 9 Ağustos 2025 tarihinde Armenpress’in Arapça servisinde yer alan anlaşma metninde, Ermenistan’ın, Amerika ve üzerinde karşılıklı olarak mutabık kalınan üçüncü taraflarla iş birliği içinde, Ermenistan topraklarında ‘Uluslararası Barış ve Refah Trump Rotası’ (TRIP) olarak adlandırılan bir ulaşım koridoru projesinin uygulama çerçevesini belirlemek üzere çalışacağı da belirtildi. Hatta ABD, daha önce söz konusu ulaşım koridorunun kurulmasını ve bir Amerikan şirketi vasıtasıyla işletme haklarının kiralanmasına yönelik bir teklif sunmuştu bile. Middle East Eye sitesi 14 Temmuz 2025 tarihli haberinde, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, 11 Temmuz 2025 Cuma günü gazetecilere verdiği bir brifingde, Amerika Birleşik Devletleri’nin, iki Kafkasya ülkesi arasında uzun süredir tıkanma noktasına gelen diplomatik müzakereleri ilerletmek amacıyla Ermenistan ve Azerbaycan arasında planlanan ulaşım koridorunun işletme haklarını devralmayı teklif ettiğini söyledi. Middle East Eye sitesi, New York’ta düzenlenen basın bilgilendirme toplantısında 32 kilometrelik koridor hakkında Barrack’ın şu ifadelerine yer verdi: “Taraflar 32 kilometrelik bir yol güzergâhı yüzünden tartışıp duruyorlar. Tabii ki bu önemsiz bir mesele değil. Tam on yıldır sürüyor. İşte tam bu noktada Amerika devreye girip “Tamam, biz alıyoruz. O 32 kilometrelik yolu 100 yıllığına bize kiralayın, sonra siz de hep birlikte kullanın” diyor. Bu durum, Amerika’nın her iki ülkedeki nüfuzunu güçlendirecektir. Reuters’in 8 Ağustos 2025 tarihinde geçtiği haber de bunu doğrular nitelikte. Reuters’te yer alan habere göre “Ermenistan’ın, Azerbaycan Cumhuriyeti ile ulaşım koridorunun yüz yıllığına kiralanmasını öngören Trump planını kabul etmesi, ABD’nin Azerbaycan–Ermenistan arasındaki süregelen ihtilaf üzerinde söz sahibi olmaya çalıştığı anlamına geliyor. Azerbaycan, Türkiye’nin de desteğiyle, coğrafi olarak kendisinden ayrı olan Nahçıvan bölgesine bir koridor açmanın peşinde... Ermenistan ise bu anlaşmayı, Rusya’nın son savaşta pasif kalmasının ardından, komşusu Azerbaycan’dan gelebilecek olası saldırılara karşı Amerikan korumasını elde etme şansı olarak değerlendiriyor.” Zira Ermenistan’ın hezimete uğramasıyla, bir zamanlar Rusya’nın desteğiyle 35 yıl önce Karabağ’da kurdukları sözde cumhuriyet de tarihe gömülmüştür.

3- Middle East Eye’nin haberinde, “Azerbaycan’ın, planlanan ulaşım koridorunun tümüyle Ermenistan’ın denetimine bırakılmasına karşı çıktığı” belirtildi. Haberde ayrıca “Türkiye’nin, Bakü’ye barış anlaşmasını imzalaması için perde arkasından baskı yaptığı ve koridoru yönetmek üzere ortak bir özel şirket kurulması fikrini ilk ortaya attığı” ifade edildi. Erdoğan, 19 Haziran 2025’te Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, ertesi gün ise Türkiye’ye tarihi bir ziyaret gerçekleştiren Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı kabul etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının sosyal medya hesabından yapılan açıklamaya göre kabulde, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmede, mevcut konjonktürde Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış müzakerelerinde varılan mutabakatın önemine dikkati çekti... Kabulde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme süreci kapsamında atılabilecek adımlar da ele alındı...” (21.06.2025 El Cezire) Böylece Erdoğan’ın, anlaşmanın imzalanması için Amerika adına zemin hazırladığını görüyoruz. Zira Erdoğan, Amerika’nın yörüngesinde hareket etmekte ve bölgedeki nüfuzunu genişletmesi için ABD’nin uşaklığını yapmaktadır. Sunduğu bu hizmetler karşılığında ise hem iktidarda kalması için Amerika’nın desteğini almayı hem de Türkiye’nin Ermenistan üzerinden Azerbaycan’a uzanan kara yollarındaki ticaret hareketliliğinden kazanç sağlamayı ummaktadır.

4- Anlaşmada, “Tarafların, zirveye ev sahipliği yaptığı ve iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine büyük katkı sağladığı için ABD Başkanı Trump’a derin minnettarlıklarını sundukları” da belirtildi. ABD Başkanı Trump, ülkesinin ve özellikle de kendi şahsî rolünün belirgin bir şekilde ön planda olmasını istemiştir. Zira Trump, ön plana çıkmayı, görünür olmayı ve her başarıyı hanesine yazdırmayı seven bir tiptir. Barışı ve refahı sağlayabilecek yegâne aktör olduğunu iddia etmektedir. Bu yüzden Azerbaycan ile özerk Nahçıvan bölgesini Ermenistan üzerinden birbirine bağlayacak yeni yol “Trump Rotası” olarak adlandırılmıştır. Trump, iki ülke arasında böylesi bir anlaşmanın imzalanmasını sağlayarak Nobel Barış Ödülü’nü almayı da ummaktadır. Çünkü Pakistan Genelkurmay Başkanı Asım Münir ve Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu kendisini bu ödüle aday göstermişlerdir. Bilindiği üzere Trump’ın gerçekleştirmek için çalıştığını iddia ettiği barış ve refah, aslında Amerika’nın çıkarlarını sağlamak, dünyanın çeşitli bölgelerine ABD’nin nüfuz ve hegemonyasını yaymak, “Önce Amerika” ile “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA)” mottosu adı altında yeniden ABD’yi büyük yapmak anlamına gelmektedir.

5- Anlaşmada, “Anlaşmaya imza atan tarafların, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) üye devletlere ve Minsk ile ilgili yapılara, alınan kararı kabul etmeleri yönünde çağrıda bulundukları” yer almıştır.” Başka bir deyişle Trump, Minsk Grubu’ndaki diğer ülkelere, kendilerini sürece dâhil etmeksizin, hatta onlara danışmaksızın ve onlara zerre kadar değer ya da önem atfetmeksizin bu Amerikan kararını kabul etmeleri için dayatmada bulunmaktadır. Özellikle de 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın kararıyla Azerbaycan-Ermenistan sorununu çözmek amacıyla kurulan Minsk Grubu’nun eş başkanlığını Amerika ile birlikte yürüten Rusya ve Fransa sürecin dışında tutulmuştur! Amerika, Rusya’dan ayrı olarak bu anlaşmayı imzalamıştır. Hatta zamanlamasını, Başkan Trump’ın Rus lider Putin’le yapacağı görüşmenin hemen öncesine ayarlamıştır ki, Rusya itiraz etme fırsatı bulamasın. Oysa Rusya’nın, hem Minsk Grubu’nun eş başkanı olması hem de Azerbaycan’daki etkisini yitirse de özellikle Ermenistan üzerindeki nüfuzu nedeniyle bu sürecin içinde olması beklenirdi. ABD, tıpkı diğer Minsk Grubu üyelerinden talep ettiği gibi Rusya’dan da bu anlaşmayı tanımasını ve onaylamasını istemiştir. Fakat Rusya’nın sürece müdahil olup itiraz etmek yerine kılını bile kıpırdatmaması, pozisyonun ne kadar zayıfladığını ve Ermenistan’da yok olmanın eşiğine gelen etkisinin ne denli güçsüzleştiğini göstermektedir.

6- Anlaşılıyor ki Rusya, sürece güçlü bir şekilde müdahale edip itiraz edebilecek ve sonra da Amerika ile ilişkilerini daha ileri seviyelere taşımasını engellemek için Ermenistan’ı etkileyebilecek bir konumda değildir. Bu yüzden, bir yandan Erivan’ı bütünüyle kaybetmemek için Ermenistan’a uyarı mesajları gönderirken, diğer yandan da durumu kabullenmiş ve olan bitenden memnunmuş gibi bir tutum sergilemeyi seçmiştir. Rusya Dışişleri Sözcüsü Mariya Zaharova, yaptığı açıklamada, “Bu bağlamda, Güney Kafkasya cumhuriyetleri liderlerinin Amerikan arabuluculuğuyla Washington’da gerçekleştirdiği görüşme olumlu bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu adımın, barışçıl gündemin ilerletilmesine katkı sağlayacağını umuyoruz.” ifadelerini kullanmıştır. Ancak Zaharova, “dış yardım olmaksızın doğrudan diyalog kurulmasının şart olduğunu” vurgulayarak, “Bölge dışı aktörlerin katılımı, barışçıl gündemi güçlendirmeye yönelik olmalı ve ilave zorluklar ya da ayrım çizgileri yaratmamalıdır.” uyarısında bulunmuştur. (09.08.2025 El Cezire) Yani, Rusya Amerikan nüfuzunun bölgeye sızmasına karşı uyarıda bulunmaktadır. Rusya, daha önce Ermenistan’ı Batı ile ittifak yapmaması konusunda uyarmıştı. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, 24 Temmuz 2025’te yaptığı açıklamada, “Ermenistan’ın kendi siyasi yönünü seçme hakkı olduğunu, ancak Moskova’nın Ukrayna’daki jeopolitik değişimin tekrarından kaçınmayı umduğunu söyledi. Ayrıca Rusya’nın hâlâ Ermenistan’ı müttefik olarak gördüğünü ve iş birliğini sürdürmek istediğini vurguladı.” (25.06.2025 El Cezire) Rusya’nın bu sözleri, aynı Ukrayna’nın kaderini paylaşırsınız şekilde Ermenistan’a verilmiş apaçık bir gözdağıdır. Rusya, 2014 yılında ajanı Viktor Yanukoviç’in, ABD ve Avrupa’nın desteklediği kitlesel protestolar sonucu devrilmesinin ardından Ukrayna’daki nüfuzunu kaybetmişti. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, 23 Şubat 2023’te France 24 kanalına verdiği bir röportajda, ‘‘Ermenistan’ın, yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle Rusya öncülüğündeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne (KGAÖ) fiili katılımlarını askıya aldıklarını açıklamıştı. Zira Rusya, Azerbaycan’ın 2020 ve 2023 yıllarında Ermenistan’a saldırdığı ve onu Azerbaycan’da işgal altında tuttuğu topraklardan çıkardığında Ermenistan’ı savunmamıştı. Nitekim biz, 4 Ekim 2023 tarihinde yayınladığımız soru cevapta şöyle demiştik: A- Rusya büyük olasılıkla bu savaşın kendisine yönelik olduğunun, Erdoğan’ın Türkiye’si ve hamisi haline gelen Azerbaycan üzerinden Amerika tarafından planladığının, kendisini boş yere oyalayacağının ve güçlerini parçalayacağının bilincindedir. Halen varlık yokluk savaşı olan ve kaybetmek istemediği Ukrayna savaşına odaklanıyor. Eğer o savaşı kaybederse her şeyi kaybedeceğini, kazanırsa da kaybettiği bölgelerdeki nüfuzunu yeniden kazanabileceğini biliyor. Aynı zamanda Türkiye ile çatışmak da istemiyor. Bu şartlarda ve kendisine uygulanan yaptırımlarda Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye Batı dünyasına açılan kapısıdır. Keza Azerbaycan’la ilişkilerini de korumak istiyor. Zira özellikle enerji kaynakları alanında 6 milyar dolarlık yatırımı var ve aralarındaki ticaret hacmi 4 milyar dolardan fazladır. Ermenistan ise, her konuda Rusya’ya bağımlıdır... Ukrayna’daki savaşı kazanması durumunda bile eski etkisini tamamen yeniden elde etmesi pek olası değildir.”

7- Amerika, bu süreçte Avrupa’yı ve özellikle de Minsk Grubu’nda eş başkanı olan Fransa’yı görmezden gelmiştir. Görünen o ki Trump, Rusya’yı devre dışı bıraktığı gibi, Fransa başta olmak üzere Avrupa’yı da süreçten dışlayarak konunun tek hâkimi olmak istemiştir. Dahası, Azerbaycan ve Ermenistan Minsk Grubu’nun feshedilmesi için katılımcı devletlere çağrıda bulunmuşlardır. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı tarafından 11 Ağustos 2025’te yapılan açıklamada şu ifadelere yer verilmiştir: “Her iki ülkenin dışişleri bakanları, AGİT Dönem Başkanı’na ortak bir başvuru yaparak AGİT Minsk Süreci’yle ilgili yapıların kapatılmasını talep etti. Başvurunun ardından AGİT Bakanlar Konseyi’nin Minsk Grubu’nun feshedilmesine dair taslak kararı katılımcı devletlere iletildi ve kararın kabulü için gerekli prosedürlere destek istendi...” (11.08.2025 Azerbaycan Devlet Haber Ajansı) Böylelikle Amerika, konuyu tekeline almak ve Ermenistan’da nüfuzunu genişletme imkanı elde etmek için Avrupa’nın Azerbaycan-Ermenistan meselesi üzerindeki etkisini sıfırlamaktadır. İki ülke anlaşmayı hızla uygulamaya başlamıştır. Bu kapsamda, yine anlaşmada belirtildiği üzere, “Aralarındaki tüm karşılıklı davaların ve uluslararası düzeydeki anlaşmazlıkların geri çekilmesi” maddesi de hayata geçirilmiştir. (Aynı kaynak) Fransa, Minsk Grubu’nun feshedilmesini kabul etmek durumunda kalmıştır. Zaten grubun 2020’den bu yana, Azerbaycan’ın Ermenistan’a savaş ilan edip topraklarını geri almasının ardından hiçbir etki ve fonksiyonu kalmamıştı. Minsk Grubu, barışçıl yollarla bu toprakları geri almak için çalıştığını iddia etse de Azerbaycan’a bu konuda hiçbir faydası dokunmamıştır. Fransa, kaybetmiş görünmemek ve bölgede yeniden bir rol üstlenebilmek için Amerika’ya güzellemeler yapmaya başlamıştır. Bu çerçevede, geçmişte Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı açıkça desteklediği halde şimdi anlaşmayı desteklediğini iddia etmiştir...

8- Trump aynı şekilde, kendisine sağladığı hizmetler karşılığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlaşmanın imza törenine katılması için Washington’a davet edilerek ödüllendirilmesini bekleyen Türkiye’yi de göz ardı etmiştir. Hâlbuki Erdoğan, Amerikan planlamasıyla, Azerbaycan’ın desteklenmesi, Ermenistan’a karşı zafer kazanılması ve işgal altındaki topraklarının kurtarılması konusunda önemli bir rol oynamıştı... Fakat Trump, bunu bile Erdoğan’a çok görmüştür; zira anlaşmanın yapılması için artık Erdoğan’a ihtiyaç kalmadığını düşünmüştür. Aksi takdirde, onu da ya Washington’a çağırır ya da Erdoğan’dan, tıpkı 13 Mayıs 2025’te Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Ahmed el-Şara ile yaptığı görüşme sırasında Amerikan taleplerine boyun eğmesi için El Şara ile telefon görüşmesi yapmasını istediği gibi en azından Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile bir telefon görüşmesi yapmasını isterdi. Ancak Ermenistan-Azerbaycan anlaşmasında ise Erdoğan’ı tamamen yok saymıştır! Görüldüğü gibi sömürgeci kâfirler, hasadı devşirirken, onların yörüngesinde hareket edenler veya ajanları ise, iktidarda kalabilmeleri ücreti karşılığında toprağı sürmekteler ve onları için didinip durmaktadırlar. Ancak bunun bile kesinlikle garantisi yoktur... Hiç mi akletmiyorlar?

9- Trump, hem Amerika’nın hem de kendisinin kişisel büyüklüğünü göstermeye aşırı özen göstermekte, dünyada barış yapabilecek, zorlu görevleri başarabilecek tek kişi olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca hem düşmanlarına hem de dostlarına karşı ekonomik savaşlar yürütmekte ve kimi zaman doğrudan, kimi zaman da Yahudi varlığı aracılığıyla kanlı savaşları körüklemektedir. Bunun son örneğini İran’da göstermiştir... Trump, Gazze’yi bir tatil beldesine dönüştürme projesini gerçekleştirmek için, Yahudi varlığını Gazze halkını öldürmesi, aç bırakması ve yerinden sürmesi konusunda utanmadan ve korkusuzca, alenen desteklemektedir. Ve bu destekleme öyle bir boyuttadır ki, ne kimse bu soykırımı durdurmak için müdahale edebilmekte ne de içeriye doğru dürüst bir lokma ekmek sokabilmektedir! Fakat Trump, Allah’ın hem ondan hem ülkesi Amerika’dan hem de ileri karakolu Yahudi varlığından çok daha güçlü, çok daha kalabalık ve çok daha ölümcül nice kavimleri yok ettiğini unutmuş görünüyor. Trump, yine İslam ümmetinin, kâfirlerin dostu olan yöneticilerinden ne kadar baskı, zorbalık ve zulüm görürse görsün, mutlaka ayağa kalkacağını, onlara karşı ayaklanacağını, onları devireceğini ve otoritesini, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek ve ceberut saltanattan sonra Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için içinden ehil olan birine teslim edeceğini ya unutmuştur ya da unutmuş görünüyor. Raşidi Hilafet, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir müjdesidir. Ahmed’in, Huzeyfe’den naklettiği Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ. ثُمَّ سَكَتَ  “Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.” Hilafet, mesajını tüm cihana taşıyacak ve yeryüzüne hâkim kılacaktır! Nitekim İmam Ahmed’in Temîm ed-Dârî’den rivayet ettiği Hadis-i Şerif’te Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ، وَلَا يَتْرُكُ اللهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ، عِزّاً يُعِزُّ اللهُ بِهِ الْإِسْلَامَ، وَذُلّاً يُذِلُّ اللهُ بِهِ الْكُفْرَ “Bu din, gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah, bu dini sokmadığı hiçbir ev bırakmayacaktır. Çadırlara bile girecektir. Kimi onuruyla kimi de zilletiyle... Ya İslâm’la izzet bulacak veya küfürle zelil olacaktır.” Allah’ın izniyle bu, mutlaka olacaktır.

إِنَّ اللهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً “Allah, işinde galiptir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir.” [Talak 3]

H.22 Safer 1447
M.16 Ağustos 2025

 

Devamını oku...

Husiler Çürümüş Olsa Da Yemen Kabileleri Nasıl Çürümüş Olabilir?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Husiler Çürümüş Olsa Da Yemen Kabileleri Nasıl Çürümüş Olabilir?!

Günümüzde Müslümanlar, Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın, hakkında bir sultan indirmediği yozlaşmış insan yapımı kanunlarla hükmeden, sömürgeci kâfirin peşinden giden, onun planlarını uygulayan, onun çıkarlarını koruyan, onun kültürünü yayan ve onun kanunlarıyla yöneten, tehlike anında sömürgeci kâfire sığınan, Müslümanlar arasında iç savaşı ve fitne ateşini körükleyen, tebaasına zulmeden, onlara en kötü eziyetleri eden, tebaasının davalarına ihanet eden ve tebaasının düşmanlarının yanında yer alan hain rejimlerle imtihan olmaktadır.

Husilerin otoritesi, küfürle hükmeden diğer kapitalist sistemlerden farklı değildir; zira tüm davranış ve tutumlarını kontrol eden hâlâ mezhepçilik zihniyeti olup tüm tebaasına karşı aynı muamelede bulunan ve hepsine aynı perspektiften bakan bir devlet zihniyetine ulaşamamıştır, aksine kendi mezhebine ait olmayanlara farklı muamelede bulunmaktadır; zira eğer bir kişi başka bir kişiyi öldürür ve bu ikisi de kendi mezhebinden değilse, en hızlı bir şekilde katile kısas uygularlar, affı, diyeti veya kısası gerektiren Kur'an ayetlerini dillerinden düşürmezler, bunu da çeşitli medya organları tekrarlayıp durduğu gibi takipçileri tarafından da sosyal medyada dikkat çekici ve etkileyici bir şekilde tekrarlanır ve böylece kendi hükümlerinin doğru olduğuna ve bir şey üzerinde olduklarına dair propaganda yapılmış olur!Ama eğer katil onlardan değil de öldürülen kişi onlardan ise, katili yıldırım hızıyla ve adalete başvurmadan öldürmek için bir an bile tereddüt etmezler!Nitekim bunun bir örneği iki yıl önce yaşanmıştır; zira Husilere bağlı güvenlik unsurlarından birisi Husi otoritesinin güvenlik şemsiyesi altında Beyda vilayetinin Rada'a şehrinde bir adamı öldürdüğü halde bu öldüren kişi, bir yıl boyunca onların koruması altında askeri üniformasıyla Rada'a sokaklarında gezip dolaşmakta olup Husilerin adaletiyle övünüp durdukları yargının rolü ise ortada yoktur!Ancak uzun bir bekleyişin ardından öldürülen kişinin kardeşi onu öldürdüğünde, onların tepkisi şiddetli olmuştur; zira onun evine saldırmışlar, evi havaya uçurmuşlar, onu ağır silahlarla dövmüşler ve içindekileri de öldürmüşlerdir!Bu ise onların taşıdıkları ve bununla insanları yönettikleri mezhepçi zihniyetlerinden kaynaklanan aşağılık hayvanî bir davranıştır.Eğer katil onlardan olup öldürülen kişi de onlardan değilse, katili korurlar ve öldürülenin kanını ise heder ederler; nitekim bunun birçok örneği var ama biz bunlardan sadece iki örnek zikredeceğiz:

Birinci örnek: Beş yıl önce Husilerin ileri gelenlerinden biri, Amran'da Şeyh Ahmed Salim es-Sekeni'nin arazisini gasp etmişti. Şeyh bu durumu devlete şikayet edince onu soğukkanlılıkla öldürmüş, Husilerin otoritesi ise katili korumuş ve öldürülenin kanı ise heder edilmişti. Bunun üzerine binlerce kabile, Şeyh es-Sekeni'nin kanını talep etmek için çadırlar kurdu ancak bu da bir işe yaramadı. Böylece Şeyh es-Sekeni'nin kanı heder olurken katil ise Husilerin koruması altında hâlâ serbestçe gezip dolaşmaktadır!

İkinci örnek: Amran Valiliği Iyal Sarih müdürlüğü El-Hait polis departmanı başkanı Hamir Salih Rattas Felita 26 Temmuz 2025 Cumartesi günü, Bekil'den Arhab kabilesinden olan ve katilin karısının babası olan Şeyh Hamid Mansur Radman'ı öldürmüştü; nitekim Felita, aralarında çıkan ailevi bir anlaşmazlık sonucu amcası Hamid'i öldürmüş, Husiler ise Haşid kabilesinden olan katil Felita'yı korumuştu. Görünüşe göre Arhab'daki bazı şeyhlere, Haşid kabilesi sınırlarında toplanarak kabile ayaklanması düzenlemeleri ve iki kabile arasında fitne çıkarmaları talimatını vermişlerdir ki böylece iğrenç suçlarını örtbas etmek için insanların, sorunun iki kabile arasında olduğuna inanmalarını sağlayacaklardır. Sonra savaş çanlarının çalmasının ardından Husiler aralarında barış yaptılar ve böylece Husiler iki hususta kazançlı çıktılar: Hem kendilerinin propagandası yapıldı, hem de suçları örtbas edildi.

Husilerin Allah’ın şeriatını zerre kadar uygulamadıkları bilinmektedir; aksi takdirde Allah’ın katil hakkındaki kısas hükmünü uygulamakta acele ederlerdi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat vardır.” [Bakara 179]

Husiler, düşünce ve inanç konusunda kendilerinden farklı olanları ya da zalim ve başarısız politikaları nedeniyle kendilerine muhalefet edenleri istedikleri anda tutukluyorlar. Ama insanların canlarına kastederek haksız masum insanların kanlarını döken cani katiller kendilerinden ise, onları hiç umursamıyorlar; çünkü onlara karşı Allah katında bir sorumluluk hissetmiyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yoktur; zira onların hükümleri ayrımcılığa, fanatizme, ırkçılığa ve kibre dayalıdır. Husilerin kontrolündeki bölgelerdeki durumu ve eylemleri işte budur; bu ise onların kontrolü dışındaki ve resmi hükümetin kontrolündeki bölgelerde yaşayanların refah ve huzur içinde yaşadıkları anlamına gelmiyor; bilakis onlar da kaos, anarşi, hırsızlık ve kötü hizmetlerin, hatta hizmetlerin yokluğunun hüküm sürdüğü alevli bir cehennemde yaşamaktadırlar.

Kabilelerin kardeşlik, komşuluk ve akrabalık bağlarıyla birbirine bağlı oldukları, bunun da öncesinde İslam akidesiyle birbirlerine bağlı oldukları bilinmektedir;zira onlar azim İslam ümmetinin bir parçası olup kabilelerin evlatları sivil ve askeri olarak devlet görevlerinde bulunmaktadırlar; bu yüzden şayet onlar, Hizb-ut Tahrir'in arkasında saflarını birleştirip onun, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasını temsil eden azim projesini benimsedikleri takdirde, kuzey ve güney Yemen'deki zalim yöneticilere karşı durup onların hepsini devirebilirler; zira Raşidi Hilafetin kurulması projesi, tüm ümmetin projesi olup onlar da bunun çok önemli bir parçasıdır. Zira Hilafet, Müslümanların tüm sorunlarını çözecek, Müslümanların saflarını sömürgeci kafirlere karşı birleştirecek, intikam sorunlarını kökünden çözecek, Filistin ve onun kardeşleri Keşmir, Burma, Güney Sudan, Kıbrıs ile diğerlerini kurtaracak... İçeride İslam’ı tatbik edecek, kâfir Batı'nın ajan rejimlerinin yarattığı tüm sorunları çözecek ve İslam'ı, bir nur ve hidayet risaleti olarak davet ve cihad yoluyla tüm dünyaya taşıyacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hâşid Kasım – Yemen

Devamını oku...

Endonezya'nın Gerçek Bağımsızlığı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Endonezya'nın Gerçek Bağımsızlığı!

Haber:

Endonezya, 17 Ağustos 2025 Pazar günü başkent Cakarta'daki Merdeka Sarayı'nda geleneksel kostümlerle renkli bir atmosferde bağımsızlığının 80. yılını kutladı.Sağlık Bakanı Budi Gunadi Sadikin, geleneksel batik kıyafetiyle katıldı ve bu kıyafeti eşinin mirası olduğu için seçtiğini açıkladı.Enerji ve Maden Kaynakları Bakanı Bahlil Lahadalia ise geleneksel Sulawesi kıyafetini giydi ve önceki yıllarda da Papua, Sulawesi ve Maluku'nun geleneksel kıyafetlerini giydiğini belirtti.Başkan Prabowo Subianto, geleneksel bir kıyafetle ortaya çıktı. Fildişi renginde bir peci, el yapımı bir sarong ve beyaz yasemin kolye ile tamamlanan kıyafeti dikkat çekti.Sanatçılar Raffi Ahmed ve Nagita Slavina da geleneksel Java kıyafetleri giydiler ve vatandaşları vatanlarına hizmette olumlu katkıda bulunmaya çağırdılar.Dost ülkelerin büyükelçileri resmi kıyafetleri ve kravatlarıyla törene katılırken, birçok seyirci kendi bölgelerinin geleneksel kıyafetlerini giyerek bu kutlamada birliği ve çeşitliliği yansıtmıştır.

Yorum:

17 Ağustos 1945'te bağımsızlığını ilan eden Endonezya, bağımsızlığının 80. yılına girmiştir.Yaklaşık bir asırlık özgürlükle birlikte ilerleme, refah, mutluluk ve adaletin gerçekleşmiş olması gerekirdi.Ancak tam tersi olmuştur; zira Endonezya hala yoksulluk, sınıf ayrımı, ahlaki çöküntü, doğal kaynakların yabancıların kontrolünde olması, borçların artması, yolsuzluk ve benzerleri gibi birçok sorunlarla boğuşmaktadır.

Bu sorunların gerçek kökü, fikri sömürgecilikte, yani laikliğe dayalı kapitalizmde yatmaktadır; bu nedenle mücahitlerin Endonezya'nın yabancı nüfuzundan tamamen kurtulması yönündeki beklentileri gerçekleşmemiştir. Aksine sömürgecilerin izleri hala ülkeyi güçlü bir şekilde pençesinde tutmaktadır.

Birincisi: Kanun ve yasama alanında; Endonezya'nın hukuk sistemi hala laikliktir. Sömürgeci Hollandalılar kovulmuş olmasına rağmen, onların yasalarının çoğu hala korunup uygulanmaktadır.Ayrıca yasaların çıkarılması süreci de yabancı müdahalelerden hali değildir. İkincisi: Ekonomide; ülke, özellikle faiz getirisi trilyonlarca Rupiye ulaşan dış borçlar olmak üzere, büyük bir borçlarla boğuşmaya devam etmektedir. Ayrıca doğal kaynakları yabancı odaklar tarafından kontrol edilmektedir. Üçüncüsü: Sosyal ve kültürel alanlarda; seküler liberal değerlerin yayılmasıyla yıkıcı etkiler kök salmış olup bu da ahlaki çöküntü, cinsel sapkınlıklar (eşcinsellik dahil), pornografi, yolsuzluk, çevrimiçi kumar ve çeşitli şiddet biçimleri gibi toplumsal sorunlara yol açmıştır. Dördüncüsü: Siyasette; Endonezya hala seküler demokratik sistemi uygulamakta olup bu sistem, yerel ajanlar tarafından yürütülen yabancı gündemlere karşı son derece kırılgan bir yapıya sahiptir.Sonuç olarak, parlamentonun çıkardığı birçok kanunlar ve hükümetin yayınladığı yönetmelikler, Endonezya halkının çıkarlarını korumaktan daha çok yabancıların çıkarlarına hizmet etme eğilimindedir.

İslam'ın bakış açısına göre gerçek bağımsızlık, insanın insana kölelikten kurtulması ve sadece Allah Subhanehu ve Teala'ya ibadete bağlı kalınması anlamına gelmektedir.Bu nedenle, Müslümanlar için bağımsızlık sırf savunulması gereken bir hak değil, aksine İslam'ın temel risaletinin ta kendisidir.

Endonezya'nın yıllık bağımsızlık yıldönümünün anılması, sadece formalite icabı bir kutlama olarak kalmaması, aksine henüz gerçek bağımsızlığa ulaşamayan Endonezya'nın ideolojik olarak düşünmesi için bir an olması gerekir. Zira Endonezya hala, sorunları daha da ağırlaştırmaktan ve halkın acılarını daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramayan seküler kapitalizmin hegemonyası altında bulunmaktadır.

Çözüm, Endonezya'nın bu laik kapitalist ideolojiden kurtulmasında yatmaktadır; bu ise ancak, Allah'ın şeriatına geri dönmekle ve İslam şeriatının Hilafet sistemi aracılığıyla hayatın her alanında tam olarak uygulanmasıyla gerçekleşebilir.Zira Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulması, sadece Endonezya'da değil, aksine tüm dünyadaki İslam ümmetinin gerçek bağımsızlığını sağlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...

Müslüman Lider, İslam'ın, İslam Ümmetinin ve İslam Beldelerinin Koruyucusudur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Müslüman Lider, İslam'ın, İslam Ümmetinin ve İslam Beldelerinin Koruyucusudur!

Haber:

16 Ağustos 2025 tarihinde yayınlanan bir haberde, Pakistan ordusu komutanı Mareşal Asim Munir'in şöyle dediği yayınlandı: “Allah beni bu ülkenin koruyucusu kılmıştır.” ABD Başkanı Trump'ın barış arzusunun samimi olduğuna ve bu nedenle Pakistan'ın onun Nobel Barış Ödülü adaylığını ilk destekleyen ülke olduğuna dikkat çekti ve diğer ülkelerin de Pakistan'ın izinden giderek adaylığı desteklemeye başladığı eklemesinde bulundu. (Ajanslar)

Yorum:

Kendini mareşal ilan eden Pakistan ordusu komutanı General Asim Munir, Aksa Tufanı operasyonunun ve Yahudi varlığının Gazze halkına karşı işlediği vahşi soykırımın başlamasından sadece iki ay sonra, yani 10 Aralık 2023'te, ilk kez Amerika'yı ziyaret etmiştir.Zira o zamanlar, Yahudilerin anası olan Amerika'ya yaptığı ziyaretin, Pakistan'daki Müslümanlar ve genel olarak İslam ümmeti tarafından hoş karşılanmayacağını hiç umursamamıştır.Ardından 22 Haziran 2025'te, Amerika'nın Yahudi varlığını desteklemek için İran'a saldırmasından önce de ikinci bir ziyaret gerçekleştirmiştir.O zamanlar Müslümanların onun ziyaretini Amerikan saldırısıyla ilişkilendireceğini bile umursamamıştır.Sonra 10 Ağustos 2025'te üçüncü kez ziyaret etmiş ve ziyaretini Washington ile İslamabad arasındaki ilişkilerde “yeni bir boyut” olarak nitelendirmiştir.Ayrıca onun rejimi, Filistin'deki kardeşlerimizi açlık ve bombalamalarla öldüren Yahudi varlığına sürekli destek vermesine rağmen Trump'ı Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermiştir.2025 yılının Mayıs ayında Pakistan ile Hindistan arasında yaşanan kısa savaş sırasında, Pakistan hava kuvvetleri Hindistan hava kuvvetlerini iki gün boyunca felç ederek Keşmir'i kurtarmak ve Pakistan'a ilhak etmek için altın bir fırsat yakalamıştı.Bu yüzden o, şu ana kadar Pakistan'ın ya da Gazze halkının koruyucusu olmadığını, aksine efendisi Amerika'nın çıkarlarının koruyucusu olduğunu kanıtlamıştır.

Asim Munir, konuşmalarında sık sık Kuran ayetlerinden alıntılar yaparak kendini İslami bir şahsiyet gibi gösteriyor!Pakistan ordusu, Hindistan'a saldırısına “Bünyan el-Marsus” adını vermiş olup bu isim Kuran'dan alınmıştır ancak eylemleri sözleriyle tamamen çelişmektedir.Allah'tan korkan bir köle gibi görünen bu adam, Amerika Birleşik Devletleri'nin safında yer alıyor, başkanını Nobel Barış Ödülü'ne aday gösteriyor ve dünyanın da Trump'ı aynı ödüle aday gösterdiğini gururla söylüyor! Böylece Allah'ın kölesi değil, Amerika'nın kölesi olduğunu da kanıtlamıştır.

Pakistan'daki Müslümanların ve silahlı kuvvetler içindeki muhlis subayların, Asim Munir'in sözlerine, dahası onun Allah'ın emirlerine aykırı olan eylemlerine aldanmaması gerekir.Zira Allah Subhanehu ve Teala, kâfirleri dost edinmemizi yasaklarken Asim Munir ise Washington ile İslamabad arasındaki ilişkilerdeki “yeni boyut” ile övünmektedir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَEy iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide 51] Ayrıca Filistin meselesi için iki devletli çözümün kabulünü savunuyor ki aslında bu, Filistin topraklarının, Mescid-i Aksa'nın ve iki kıblenin ilkinin tamamen Yahudilere teslim edilmesi anlamına gelmektedir.Oysa iki devletli çözümü destekleyen herkes, şöyle buyuran Allah'ın emrini reddetmiş demektir: وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْSizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.” [Bakara 191]

Pakistan'daki Müslümanların ve ordu içerisindeki muhlis subayların, İslam'ın kamil bir şekilde uygulanmasından, yani Hilafetin kurulmasından daha azının kabul edilemez olduğunu idrak etmelerinin zamanı gelmiştir.Zira bizler, İslami sloganlar ve milliyetçi sloganlarla birçok kez çok aldatıldık.O halde bu sefer bir daha aldanmamalıyız. Nitekim Ebu Hureyra’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: لاَ يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِMümin, bir (yılanın) deliğinden iki defa sokulmaz (aldatılmaz).”Bu nedenle Pakistan'daki Müslümanların, silahlı kuvvetlerdeki babalarından, amcalarından ve oğullarından, hain yöneticileri kaldırıp atmalarını ve Hilafeti kurmalarını talep etmeleri gerekir; böylece zulüm günleri sona erecek ve yeni bir izzet ve onur dönemi başlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Şahzad - Pakistan

Devamını oku...

SAYI 561 Çıktı - Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi El-Raye Gazetesi

 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi

El-Raye Gazetesi Yeniden Yayında

 

Biz, Hizb-ut Tahrir Medya Ofisi olarak takipçilerimiz ve Merkezi Medya Bürosu Web Sayfası misafirlerimize, Hizb-ut Tahrir tarafından 1954 yılında başlatılan El-Raye Gazetesinin tekrar yayına başlatılmasını duyurmaktan gurur duyarız. Karanlık ve zorba rejimlerin baskısı sonucu haftalık yayınlanan gazete durdurulmuştu. Şimdi Hizb-ut Tahrir El-Raye Gazetesini Allah’ın izniyle tekrar başlatacaktır.

Devamını oku...

İslam Sudan'a Nasıl Girdi?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Sudan'a Nasıl Girdi?

Bugün coğrafi olarak bilinen Sudan, Müslümanların girmesinden önce siyasi, kültürel veya dini açıdan tek bir varlık oluşturmuyordu; zira çeşitli etnik gruplar ve milletler ve farklı inançlardan oluşuyordu. Nubyalıların bulundukları Kuzeyde, Ortodoks Hristiyanlık bir din olarak yayılmıştı ve Nubya dili, farklı lehçeleriyle siyaset, kültür ve konuşma dilini oluşturuyordu. Doğu'da ise, Beja kabileleri yaşıyordu; bu kabileler, (Nuh'un oğlu Hâm'a nispet edilen) koruyucu kabilelerdi ve kendilerine özgü bir dili, ayrı bir kültürü ve kuzeydekinden farklı bir inancı vardı. Nitekim güneye doğru yöneldiğimizde, kendine özgü özellikleri, dilleri ve putperest inançları ile Zenci kabilelerinin olduğunu görüyoruz. Batı'da da durum aynıydı. (1)

Bu çeşitlilik ve etnik ve kültürel çokluk, İslam'ın Sudan'a girmesinden önceki nüfus yapısının en belirgin özellikleri ve nitelikleriydi ve bu da Sudan'ın kuzeydoğu Afrika'da stratejik bir coğrafi konuma sahip olması gibi çeşitli faktörlerin bir sonucuydu. Dolayısıyla Sudan, Afrika Boynuzu'na açılan bir kapı ve Arap dünyası, Kuzey Afrika ve Sahra Altı Afrika arasında bir bağlantı noktasıdır. Bu konumu ona, tarih boyunca kültürel ve medeniyet iletişiminde, siyasal ve ekonomik etkileşimlerde önemli bir rol vermiştir.Buna ek olarak dünyanın en önemli ticaret yollarından biri olan Kızıldeniz'de de hayati limanlara sahipti.

_____________

(1) İslam'ın Sudan'a Girişi ve İnançların Düzeltilmesi Üzerindeki Etkisi; Dr. Salah İbrahim İsa

Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) (Peygamberliğin beşinci yılının Recep ayında, yani davetin açığa çıkmasının ikinci yılında) Habeşistan'a ilk hicreti, İslam'ın doğuşu ile Doğu Sudan toplumları arasındaki erken bağlantının ilk işaretleri olarak görülebilir. Hicretin hedefi aslında Mekke'deki zulümden kaçarak güvenli bir sığınak bulmak olmasına rağmen, ancak bu adım, İslam'ın Afrika ve Sudan sahasına ilk gelişinin başlangıcını temsil ediyordu. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hicretin 6. yılında elçisi Amr Bin Ümeyye ile birlikte Necaşi’ye, onu İslam’a davet eden bir mektup göndermiş (1) ve Necaşi de İslam’ı kabul ettiğini belirten bir mektupla cevap vermiştir. 

Mısır'ın, Raşid Halife Ömer bin Hattab döneminde, H. 20 M. 641 yılında Amr ibn al-As tarafından fethedilmesiyle Nubiyalar, İslam Devleti'nin Kuzey Nil Vadisi'nde, özellikle de Sudan'daki Nubia krallıklarının stratejik ve coğrafi uzantısı olan Mısır'da idari ve siyasi nüfuzunu pekiştirmeye başlamasıyla kendilerini tehlikede hissettiler. Bu nedenle Nubia krallıkları savunma amaçlı bir tepki olarak Yukarı Mısır'a önleyici saldırılar düzenlemeye başladılar. Bunun üzerine Halife Ömer bin Hattab Radıyallahu Ahn, Mısır valisi Amr İbn Âs'a, Mısır'ın güney sınırlarını güvence altına almak ve İslam davetini tebliğ etmek için Sudan'ın Nubia bölgesine bir seriyye gönderilmesini emretti. Bunun üzerine Amr ibn Âs, H. 21 yılında Ukbe bin Nafi' al-Fıhri komutasında bir ordu gönderdi, ancak ordu, Nubyalılar tarafından şiddetli bir karşılık bulduğu için geri çekilmek zorunda kaldı, birçok Müslüman gözlerini kaybetmiş olarak geri döndüler; zira Nubyalılar ok atmada o kadar ustaydılar ki oklarını gözlere bile isabet ettirebiliyorlardı; bu nedenle Müslümanlar onlara “Ramatu'l Hidag” (göz okçuları) adını verdiler. H. 26 (M. 647) yılında Abdullah bin Ebi Sarh, Osman bin Affan'ın döneminde Mısır'ın valisi olarak atandı ve iyi donanımlı bir kampanyaya liderlik ederek Nubyalılarla karşılaşmak için hazırlık yaptı. H. 31/M. 652 yılında, Nubia Krallığı'nın başkenti Dongola'ya kadar güneye nüfuz etmeyi başardı ve şehri kuşatarak sıkı bir şekilde kuşatma altına aldı. Onlar barış ve uzlaşma teklifinde bulunduklarında, Abdullah bin Ebi Sarh onların bu teklifine icabet etti. (3) Onlarla bir barış anlaşması imzaladı ve bu anlaşmaya “ahd” veya “bakt”** anlaşması adı verildi ve Dongola'da da bir cami inşa etti. Nitekim araştırmacılar Bakt kelimesinin anlamı üzerine içtihatta bulşunmuşlar; bazıları, bu kelimenin Latince anlaşma anlamına gelen “Pactum”dan geldiğini söylerken tarihçiler ve yazarlar ise bu barışı, Müslümanların barış yaptıkları kişilere cizye uyguladıkları diğer barış antlaşmaları gibi görmemişler, aksine onu Müslümanlar ile Nubyalılar arasında yapılan bir anlaşma veya ateşkes olarak değerlendirmişlerdir.

____________________

[2] İbn Cevzi’nin, Tenvîrü'l-Gabeş Fî fazli's-Sûdân ve'l Habeş adlı kitabının onuncu bölümü.

* İslam'dan önce Nubia, Nubia, Mukurra ve Alva (güneyde Asvan'dan bugünkü Hartum'a kadar) olmak üzere üç krallığa bölünmüştü, daha sonra, 570 ile 652 yılları arasında Nubia ve Mukurra krallıkları birleşerek Nubia Krallığı olarak adlandırılmış ve başkenti de Dongola olmuştur.

[3] İmam Ahmed ibn Yahya ibn Cabir el-Bağdadi'nin (Belâzürî olarak meşhurdur) FÜTUHU'L - BÜLDAN adlı kitabı.

** Anlaşmanın tam metnini okumak için eke bakın.

Abdullah bin Ebi Sarh, Müslümanların onlara karşı savaşmayacağına, Nubia'nın Müslümanların ülkesine yerleşmeden geçici olarak girebileceğine ve Nubia'nın da ülkelerine gelen Müslümanları veya antlaşma imzalayanları, ülkeden ayrılana kadar koruyacağına dair güvence vermiştir. Böylece onlar, Müslümanlar tarafından Dongola'da inşa edilen camiyi korumak, temizlemek, süslemek ve bakımını yapmak, camide namaz kılınmasını engellememek, Müslümanların her yıl kendilerine tahıl ve giysi bağışında bulunması karşılığında (ki Nubia kralı ülkesindeki yiyecek kıtlığından şikayet ediyordu) her yıl en iyi kölelerinden 360 kişiyi Müslümanlara teslim etmekle yükümlüdürler ancak ülkelerine yönelik bir düşmanı veya akıncıyı def etme gibi bir zorunlulukları yoktur. Bu barışla Müslümanlar güney sınırlarının güvenliği konusunda mutmain oldular, iki ülke arasındaki sınır ötesi ticareti güvence altına aldılar ve Nubyelilerin güçlü kollarının devletin hizmetine girmesini sağladılar. Malların hareketlenmesiyle birlikte fikirler de aktarılmış ve davetçiler ile tüccarlar, özellikle güzel ilişkiler yoluyla barışçıl bir davetle İslam'ın Nubia ülkesinde yayılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Zira ticaret kervanları, ticari malların yanı sıra akide, dil, hadarat ve yaşam tarzını da beraberlerinde taşıyorlardı.

_______________

[4] Orta Çağda İslam ve Nubia; Dr. Mustafa Muhammed Saad

Ayrıca Arapça, özellikle Kuzey Sudan'da olmak üzere Sudan toplumlarının günlük yaşamında giderek daha fazla yer edinmeye başlamıştır. Bu anlaşma, Müslümanlar ile Hıristiyan Nubyalılar arasında altı yüzyıl süren bir tür kalıcı iletişimi temsil etmiştir (5). Bu sırada İslam akidesi, 7. yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman tüccarlar ve Arap göçmenler tarafından Sudan'ın kuzey kesimine sızmıştır. Bu büyük Arap göçleri şu üç yoldan sızmıştır: Birincisi: Mısır yoluyla. İkincisi: Hicaz'dan Badi, Aidab ve Sevakin limanları yoluyla. Üçüncüsü: Sudan'ın ortaları üzerinden Fas ve Kuzey Afrika yoluyla. Ancak bu grupların etkisi, 9. yüzyıldan itibaren Mısır'dan güneye doğru hareket eden büyük sayılara kıyasla boyutunun küçük olması nedeniyle etkili olmamış ve bunun sonucunda Beja, Nubia ve Orta Sudan bölgeleri Arap unsuruyla kaynaşmıştır. O zaman Abbasi Halifesi Mu'tasım (H. 218-227 H./M.833-842) Türk askerlerine güvenmeye ve Arap askerlerini terk etmeye karar vermiş, bu da Mısır'daki Arapların tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Hicri 3. yüzyıl / Miladi 9. yüzyılda Sudan'a geniş çaplı Arap göçleri yaşanmış, ardından güney ve doğudaki geniş ovalara ilerlemiştir (6). Dolayısıyla bu bölgelerdeki istikrar, ülke halkıyla iletişim kurulmasına, onlar arasında etki oluşturmasına, İslam'ı kabul etmelerine ve ona girmelerine yardımcı olmuştur.

______________

(5) J. Spencer Trimingham; Sudan'da İslam

(6) Yusuf Fazıl Hasan; Sahra Altı Afrika'da İslam'ın Yayılması.

12. yüzyılda, Filistin'in Haçlılar tarafından işgal edilmesinin ardından Sina yolu Mısırlı ve Faslı hacılar için artık güvenli olmadığından, Aydhab limanına (Altın Limanı olarak bilinen ve Kızıldeniz kıyısında yer alan) yöneldiler. 12. yüzyılda, Haçlıların Filistin topraklakrını işgal etmesinin ardından, Mısırlı ve Faslı hacılar için Sina yolu güvenli olmaktan çıkmış ve hacılar, Kızıldeniz kıyısındaki (Altın Limanı olarak bilinir) Aydhad limanına yönelmişlerdir. Hac hareketinin canlanmasıyla ve Müslümanların Hicaz'daki mukaddes topraklara gidiş-dönüşlerinde burayı sık sık ziyaret etmeleriyle, Yemen ve Hindistan'dan gelen malları taşıyan gemiler buraya demir atmaya başlamış, dolayısıyla bölge canlanmış, hareketlilik artmış ve böylece Aydhab, Müslümanların dini ve ticari yaşamında ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur. (7)

Nubia kralları, her ne zaman Müslümanlarda bir zayıflık veya güçsüzlük görseler anlaşmayı bozmuşlar ve özellikle 1272 yılında kral Davud'un döneminde Asvan ve Mısır'daki Müslümanların yerleşim yerlerine saldırmışlar ve Müslümanlar, Zahir Baybars döneminde onlarla savaşmak zorunda kalmışlar ve 1276 yılında iki taraf arasında yeni bir antlaşma imzalanmıştır; sonunda Sultan Nasır bin Kalavun, 1276 yılında Dongola'yı fethetmiş ve Nubia kralı Davud'un kardeşinin oğul Abdullah, 1316 yılında İslam'ı kabul etmiş, bu da İslam'ın orada yayılmasını kolaylaştırmış ve sonunda Nubia ülkesi İslam'a girmiştir. (8)

_____________________

(7) Dr. Mekki Şebike; Asırlar Boyunca Sudan

(8) Mahmud Şakir; Sudan.

Hıristiyan Ulva Krallığı ise, 1504 yılında Arap Abdallabi kabileleri ile Zenci Funj kabileleri arasındaki ittifakın ardından yıkılmış, başkente nispet edilen “Sennar Sultanlığı” olarak da bilinen Funj İslam Krallığı kurulmuş ve Sennar Krallığı, İslam'ın ve Arapça'nın yayılmasından sonra Sudan'da kurulan ilk Arap İslam devleti olarak kabul edilmiştir. (9)

Arap-İslam nüfuzunun artmasının sonucunda, Nubia, Alva, Sennar, Takli ve Darfur'daki kraliyet aileleri, daha önce Hristiyan veya pagan olan dinlerini terk ederek Müslüman oldular. Egemen sınıfın İslam'ı kabul etmesi, Sudan tarihinde çok boyutlu bir devrime yol açmaya yetti. Bunun üzerine Müslüman yönetici aileler kurulup bunlarla birlikte ilk Sudan İslami krallıkları kuruldu; bu krallıkların, İslam dininin yayılmasında büyük bir etkisi olmuş ve Sudan topraklarında İslam dininin yayılmasına, temellerinin pekişmesine, temellerinin atılmasına ve İslam hadaratının kurulmasına katkıda bulunmuştur. Bazı krallar, ülkelerinde davetçi rolünü üstlendiler ve rollerini, bu dini tebliğ etmek ve onu korumakla yükümlü olan yöneticiler olarak gördüler, böylece iyiliği emredip kötülükten men ettiler, Allah'ın şeriatına göre hüküm verdiler, ellerinden geldiğince adaleti sağladılar, Allah'a davet ettiler ve O'nun yolunda cihad ettiler. (10)

Böylece bu bölgedeki İslam daveti, putperestlik ve Hıristiyan misyonerlik kampanyalarının ortasında güçlü ve etkili bir şekilde devam etmiştir. Böylece de Sudan, İslam'ın barışçıl davet ile yayılmasının gerçek örneği olan en meşhur bölgelerden biri haline geldi ve burada Müslümanların ikna, delil ve iyi muamele ile akidelerini yayma yetenekleri ortaya çıktı ve kervan ticareti ve fıkıh alimleri, Sudan topraklarında İslam'ın yayılmasında büyük bir rol oynadılar, böylece savaş meydanlarının yerini pazarlar ve tevhid akidesinin yayılmasında da kılıcın yerini dürüstlük, sadakat ve iyi muamele aldı. (11) Bu konuda tarihçi ve fakih olan Ebu'l-Abbas Ahmed Bâbâ el-Tinbukti şöyle diyor: “Sudan halkı, Kano ve Borno halkı gibi hiç kimse tarafından zorlanmadan gönüllü olarak İslam'ı kabul ettiler ve İslam'ı kabul etmeden önce herhangi bir kimse tarafından zorlandıklarını işitmedik.”

________________

(9) Dr. Tayyib Boujemaa Naima; İslam'ın Funj Krallığı Tarihi Üzerine Bir Okuma (H. 910 - 1237 / M. 1504 – 1821).

(10) Dr. Mustafa Muhammed Saad; Orta Çağda İslam ve Nubia.

(11) Dr. Nureddin eş-Şabani; Afrika Sahra Altı Bölgesinde İslam Tarihi ve Hanedanlar Üzerine Çalışmalar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

M. Durra El-Bakuş

** Emir Abdullah bin Sa'd bin Ebi Sarh'ın, Nubia'nın hükümdarı ve krallığının tüm halkıyla yaptığı anlaşmanın eki:

“Abdullah bin Sa'd'ın Asvan sınırından Ulva sınırına kadar Nubia'nın büyük ve küçükleriyle yaptığı anlaşma; onlar için, onlar ile komşuları olan Yukarı Mısır halkı ile diğer Müslümanlar ve zimmet ehli arasında geçerli olan güvenlik ve ateşkes anlaşması yapılmıştır; siz Nubia topluluğu, hem Allah'ın emanı hem de Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emenı ile güvendesiniz; sizin ülkemize ikamet etmeden geçici olarak girmeniz ve bizim de sizin ülkenize ikamet etmeden geçici olarak girmemiz şeklinde bizimle sizin arasındaki şartları yerine getirmeniz koşuluyla sizinle savaşmayacak, size savaş açmayacak ve sizi işgal etmeyeceğiz; ister Müslüman ister muahid olsun ülkenize gelen veya yerleşenleri, sizden ayrılana kadar koruyacaksınız; Müslüman kölelerden size kaçanları İslam topraklarına geri dönünceye kadar geri vereceksiniz, onlara el koymayacak, engellemeyecek ve ona yaklaşan ve diyalog kuran bir Müslümana ordan ayrılana kadar zarar vermeyeceksiniz. Müslümanlar tarafından şehrinizin avlusunda inşa edilen camiyi koruyacak ve orada namaz kılınmasını engellmeyeceksiniz; camiyi süpürecek, aydınlatacak ve ona saygı göstereceksiniz. Her yıl üç yüz altmış baş köle verecek ve ülkenizin ayıplı olmayan en iyi kölelerini Müslümanların İmamına ödeyeceksiniz ve bunlar arasında erkek ve kadınlar olacak ama yaşlı kadın ve erkek ile ergenlik çağına girmemiş çocuk olmayacak; bunları Asvan valisine ödeyeceksiniz; bir Müslümanın, Elva sınırından Asvan sınırına kadar size saldıran bir düşmanı püskürtmesi veya onu sizden engellemesi gerekmez. Eğer siz, Müslüman bir köleyi barındırırsanız, bir Müslümanı veya bir muahidi öldürürseniz, Müslümanların şehir meydanında inşa ettikleri camiye zarar verirseniz ya da üç yüz altmış baş kölenin bir kısmını engellerseniz, o zaman bu ateşkes ve güvenlik sizden kaldırılmıştır ve Allah aramızda hüküm verene kadar biz ve siz eşit şartlarda olacağız; zira Allah, bizim için hüküm verenlerin en hayırlısıdır; Allah'ın ahdi ve zimmeti ile Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zimmeti bu olup bizim size karşı soromluluğumuz, Mesih’in zimmeti, havarilerin zimmeti ve dininizden ve milletinizden saygı duyduğunuz kişilerin zimmeti gibi kendisine borçlu olduğunuz kişilerden daha büyüktür.

Bu konuda bizimle sizin aranızdaki şahit Allah’tır. Amr bin Şurahbil tarafından otuz bir yılının Ramazan ayında yazılmıştır.”

Devamını oku...

Putin ve Trump'ın Alaska Zirvesi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Putin ve Trump'ın Alaska Zirvesi!

Haber:

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumartesi günü ABD'li mevkidaşı Donald Trump ile düzenlediği basın toplantısında, Trump ile Ukrayna'nın güvenliğinin sağlanmasının gerekliliği konusunda anlaştıklarını vurguladı ve Rusya'nın bu konuda hazır olduğunu ve Ukrayna'daki çatışmanın sona ermesinden gerçek bir çıkarının olduğunu kaydetti. (Sputnik Arabic)

Yorum:

Birincisi: Trump görevinin başlangıcında Putin' karşı dostane açıklamalar yapmış, ona karşı uzlaşmacı bir tutum benimsemiş, Rusya'nın Ukrayna'daki bölgeleri üzerindeki hakimiyetinin onaylanmasını, Ukrayna'nın NATO'ya katılımının dışlanmasını ve ABD'nin Rusya'ya uyguladığı yaptırımları hafifletilmesini içeren büyük tavizler vermiştir. Hatta Trump'ın, ABD'nin Kırım'ın ilhakını resmen tanıması olasılığına dair girişimlerine işaret eden raporlar bile vardır.

Ancak Putin'in inatçı tavrı, Avrupalıların tutumları ve açıklamaları ile özellikle demokratlar olmak üzere bazı Amerikalı politikacıların tutumları, Trump'ın tutumlarını değiştirmesine neden olmuş gibi görünüyor; zira NATO ile yapılan anlaşmalar kapsamında Ukrayna'ya gelişmiş hava savunma sistemleri ve füzeler dahil olmak üzere askeri teçhizat sağlanacağını ve Rus kıyılarına iki nükleer denizaltı konuşlanacağını açıklamış ve Moskova ve Pekin ise bu açıklamaya ortak askeri tatbikatlarla yanıt vermiştir.Ayrıca Rusya'ya sert petrol yaptırımları uygulayacağını imasında bulunmuş, Putin'den belirli bir süre içinde barış anlaşması imzalamasını talep etmiş, önce 50 gün, ardından bunu 10 veya 12 gün olarak kısaltarak, Ukrayna krizine yönelik uzlaşma girişimlerine yanıt vermezse Rusya ve destekçilerinin ihracatlarına ağır kısıtlamalar uygulayacağı tehdidinde bulunmuştur.

İkincisi: Taraflar arasındaki anlaşma girişimleri, NATO'nun açık kapı politikasında ısrar ettiği bir dönemde Ukrayna'nın NATO'ya dahil olması da dahil savaşa yol açan nedenlere çözüm bulmayı gerektiriyor;orta yol olarak da "NATO'nun" Ukrayna'ya kapılarını 20 yıl boyunca kapatması ve Ukrayna'ya yazılı güvenlik garantileri verilmesine dair öneriler de vardır; bu ise her iki tarafça da kabul edilebilir; özellikle Putin, Finlandiya gibi bazı Avrupa ülkelerinin NATO'ya katılımının coğrafi yakınlığı nedeniyle Ukrayna'nın katılımından daha tehlikeli olduğunun farkındadır; bu yüzden Ukrayna'nın katılımı meselesi, bu ülkelerden daha az tehlikeli bir mesele haline gelmiştir.Nitekim Rusya bu ülkelere karşı herhangi bir yanıt vermemiş, sözlü açıklamalar dışında herhangi bir tavır alamamış olup Rusya'nın ele geçirdiği topraklar meselesi ise çok karmaşık bir mesele olarak kalmaya devam etmiştir; zira bu Ukrayna'da anayasa değişikliği gerektirmektedir çünkü cumhurbaşkanı toprakları terk etme yetkisine sahip değildir. Dolayısıyla bizler, Rusya ile Amerika arasındaki müzakerelerin, saldırıya uğrayan tüm ülkelerin ve tüm Avrupa tarafının yokluğunda gerçekleştiğini biliyoruz.

Rusya, Ukrayna'nın doğusunun tamamını ve Luhansk, Donetsk, Herson ve Zaporijya'nın idari sınırları içinde kalan bazı topraklar da dahil olmak üzere Dinyeper Nehri'nin doğusundaki toprakları talep ediyor, Trump ise bunu reddediyor ve Rusya'nın fiilen kontrol ettiği kısımları almasını öneriyor.

Bu senaryo oldukça olası olup Ukrayna ile Avrupa'yı korkutuyor; çünkü onların çıkarlarına ciddi şekilde zarar verecektir. Nitekim Washington Post, üst düzey bir Avrupalı diplomatın “Bu gece çok endişeliyiz” dediğini aktarmıştır.

Üçüncüsü: Putin'in, ABD'nin önerilerini reddetme konusunda ısrarcı olması halinde, Ukrayna'ya askeri desteğin artması, Rusya'nın daha fazla karıştırılması, daha fazla yıpratılması ve ona çok sert yaptırımlar uygulanması bekleniyor ki Putin de bunun farkındadır; bu yüzden Trump'ın yaptırım zihniyetiyle ilgili korkuları altında ve özellikle Batı zihniyetinin her konuya yönelik bakış açısını temsil eden herkesin kabul edebileceği orta bir çözüm olabilir diye zirveye katılmıştır.

Son olarak: Amerika, ister Rusya'yı yıpratıp şeytanlaştırmak, ister Avrupa'yı korkutup Amerika'nın zillet şemsiyesi altında kalmasını sağlamak, isterse Rusya ile Çin arasındaki ittifakı bozmak ve Rusya'yı Çin'i kontrol altına alma politikasına dahil etmek şeklinde olsun siyasi hedefleri için savaşı körüklemektedir;Amerika'nın bazı hedeflerine ulaştığı, ancak hepsine ulaşamadığı ama ilk turda bazı hedeflerini gerçekleştirmeyi başardığı, bu yüzden belki de stratejik sabrından dolayı özellikle kaybedecek bir şeyi olmayacağı aksine kazançlı çıkacağı geri kalan hedefleri gerçekleştirebilirim diye Rusya ile müzakerelere başvurduğu bilinmektedir.Zira savaş onun savaşı olmadığı gibi finansmanı ondan gelmiyor; ayrıca kan da onun kanı değil ve hiç kimsenin çıkarlarını umursamıyor; çünkü onun çıkarları herkesin üstündedir, bu yüzden Ukrayna meselesi, Amerika'nın emrine teslim olanlar için bir ibret olsun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan

Devamını oku...

İşte Bizi Eksik Kılan Şey Budur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İşte Bizi Eksik Kılan Şey Budur!

Haber:

İran Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Laricani, İran ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olduğunu, ancak bunun Suriye hükümetinin tutumuna bağlı olduğunu belirtti.Ani gelişmelerin ve Beşar Esad rejiminin düşüşünün herkes için bir şok olduğunu açıklayarak ilişkilerin yeniden başlamasının mümkün olduğuna ve İran'ın tutumunu Suriye'nin yapacağı hamlelere göre belirleneceğine işaret etti ve durumun hala çalkantılı olduğuna dikkat çekti.Ayrıca Tahran'ın bölgedeki Yahudi varlığının artan müdahalesini reddettiğini ifade etti ve gelecekte koşulların değişmesi halinde ilişkilerin yeniden kurulmasının mantıklı bir olasılık olduğunu ekledi.

Yorum:

Laricani'nin bu açıklaması ve küstahlığı şaşırtıcı değildir; zira o, küstah bir şekilde on yıllardır suçlu Esad'a maddi ve manevi olarak destek veren ve onun düşmesini engellemek için her türlü kirli yolu kullanan biridir.Dolayısıyla dünyanın dört bir yanından paralı askerler getirip para ve silah yağdırması, Hilafetin kurulmasından, Hilafetin kendisini kökünden söküp atmasından ve onu ve onu destekleyenleri derin bir çukura yuvarlamasından korktuğu içindir.

Aslında şaşırtıcı olan, onun hakkında konuştuğu bağlamdır; zira bu bağlamdan, mevcut yönetimden ilişkilerin normalleşmesi ile ilgili mesajlar aldığı ve onların bunu inceledikleri gibi ciddi bir husus olduğu anlaşılmaktadır!Yani inisiyatifi ele alan ve cevabı bekleyen odur.Bu, onun sözlerinin en tehlikeli kısmıdır; çünkü onun (Suriye) İran rejimiyle iletişimin devam ettiğini ima etmektedir. Oysa bu rejimin (İran), Şam topraklarında yapmadığı hiçbir kötülük kalmamıştır.

Peki tüm suçlular, katiller ve canilerle iletişim kurmaya çalışanların biz olmamız mantıklı mıdır? Hangi amaç için? Onlardan ne beklenebilir ki?Aklı başında olan biri, İran'dan, Rusya'dan, Yahudilerden, Amerika'dan veya onların Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki araçlarından bir iyilik geleceğini düşünebilir mi?Hangi aklı başında olan biri, düşmanlarından bir iyilik bekleyebilir ki?!

Laricani'nin açıklaması geçici bir açıklama değildir ve ona karşı sessiz kalmak doğru değildir; çünkü o halkımıza karşı en büyük suçlularından biridir; bu yüzden onun sözlerini görmezden gelmek, dolaylı olarak onu onaylamak anlamına gelir ki bu çok tehlikelidir.“Her açıklamaya yanıt verilmez” gerekçesi burada doğru değildir; çünkü bu kişi sıradan biri değil, aksine bölgedeki suçluların başlarından biridir.

Devrimin, ilan ettiği ve insanların da kabul ettiği sabiteleri vardır ve bu sabiteler aşılması caiz olmayan kırmızı çizgiler haline gelmiştir.Bu sabitelerin en önemlisi, yabancıların Suriye'ye ayak basmamasıdır.Ancak bugün gördüğümüz şey, devrimi kökünden tehdit eden yabancı ayakların kalabalığıdır.Oysa onlar, bizim iyiliğimizi istemiyorlar, aksine bizi başarısızlığa uğratmak ve zaferlerimize düşük yaptırmak için planlar yapıyorlar ve seyirci de kalmayacaklardır.Bunun dışında bir şey düşünen ve nefsinde hayaller kuran bir kişi, büyük bir gaflet içindedir.

Eğer bu odakların gerçek yüzünü bilmeden onlarla iletişim kuruyorlarsa, bu büyük bir felakettir; eğer bilmelerine rağmen iletişim kuruyorlarsa, bu daha büyük ve daha tehlikeli bir felakettir.

Devrim göstermiş olduğu büyük fedakarlıkları, katiller ve suçlularla ucuz pazarlıklar yapmak ya da ümmetin düşmanlarından bir iyilik dilenmek için yapmamıştır.Bu, bir onur ve akide devrimidir ve bu devrimin sabitelerinden vazgeçmek, şehitlerin kanına, tutukluların acısına ve muhacirlerin sabrına ihanet etmek anlamına gelmektedir.Bugünkü görev, Şam topraklarında İran'a ve diğerlerine bir yer yoktur şeklinde gür bir şekilde haykırmaktır; zira kurtuluşun düşmanlarımızdan geleceğini düşünen biri, devrime ihanet etmeden önce hakikate ihanet etmiş olur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER