Perşembe, 20 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

El-Halil Şehrinin Kalbi ve İbrahimî Camii, Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesinde Hangi Adım İzlenmiş ise Aynı Adımlarla Yahudileştiriliyor

Yahudi varlığı, İbrahim Camii’nin yönetim yetkilerinin El-Halil Belediyesi’nden alıp (Kiryat Arba’daki Yahudi Din Konseyi’ne) devredilmesine karar verdi. El-Halil Belediyesi’nin bu karara yaptığı itiraz reddedildi. Bununla birlikte, İbrahim Camii’nin iç avlusunun genel bir meydana dönüştürülmesine karar verildi. Buna ek olarak, Yahudi dernekleri El-Halil şehrinde evler satın almak için yoğun bir şekilde aktif olarak çalışmaktadırlar. Böylece El-Halil şehrinin kalbi ve bu şehrin kalbinde yer alan İbrahim Camii, dünya kamuoyunun ve İslam ümmetinin gözü önünde, tıpkı Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Miraç yeri ve çevresi Yahudileştirildiği gibi Yahudileştirilmektedir.

İbrahim Camii’ne, Oslo Anlaşması’ndan sonra ve özellikle 1994’teki katliamın ardından el konuldu. Bu katliamın hemen ardından Yahudi varlığı “Shamgar” komitesini kurdu. Kurulan komite, camiyi Müslümanlar ile gaspçı Yahudiler arasında ikiye böldü. İşledikleri katliamın ödülü olarak caminin üçte ikisini Yahudilere, üçte birini Müslümanlara verdi. Ardından 1997’de Filistin Kurtuluş Örgütü, ihanet anlaşması olan Oslo Anlaşması’na bağlı El-Halil Protokolü’nü kabul etti. Bu protokol gereğince şehir H1 ve H2 bölgelerine ayrıldı. Bu da, Yahudilerin El-Halil’in güney kısmı ile eski şehir ve İbrahim Camii üzerinde hâkimiyet kurmasının yolunu açtı.

İşgalin, El-Halil şehrinin kalbi ve İbrahim Camii üzerindeki egemenliğini sağlayan o uğursuz El-Halil Protokolü’ne saldırılmaması ve görmezden gelinmesi; bunun yerine insaf (adalet) dilenmek için işgal mahkemelerine ve suçlu varlığın işlediği tüm suçlara -biraz endişe duymak dışında- göz yuman Birleşmiş Milletler’e saldırılması (şikâyet edilmesi) şaşırtıcıdır. Oysa söz konusu bu BMGK, en son Gazze üzerinde Amerikan vesayetini öngören ve Yahudilere dilediklerini yapma konusunda mutlak yetki veren bir karar çıkarmıştır.

Evet, kurum ve kuruluşların, celladın bizzat kendisinden adalet talebinde bulunması, camilerimizi ve kutsallarımızı geri vermesini talep etmesi; buna karşılık Oslo Anlaşması’nı ve ardından El-Halil Protokolü’nü imzalayanların yüzüne karşı, “İslam topraklarına ve Müslümanlara yönelik bu ihanet anlaşmalarıyla başlayan belanın başı sizsiniz!” diye haykırmaması gerçekten hayret vericidir. Oysa en azından yapılması gereken –her ne kadar Filistin toprağından feragat gibi bir suçu telafi etmese de– Oslo anlaşmasının reddedildiğini ilan etmek ve onun üzerine inşa edilen, Mübarek Toprak Filistin’in büyük bir kısmından vazgeçen, işgalciye meşruiyet kazandıran tüm anlaşmalardan açıkça uzak durulduğunu beyan etmektir.

Ey Müslümanlar! İbrahim Camii, artık içinde batıl ayinlerin gerçekleştirildiği bir Yahudi sinagoguna dönüştürülmüştür. Onların bu icraatlarına karşı koymak, sadece Müslümanları orada namaz kılmaya çağırmakla olmaz. Bilakis Filistin Yönetimi’nin başta “Oslo” cürmü olmak üzere işlediği cürümleri reddetmekle; meseleyi aslına ve ilk karesine döndürmek için bu anlaşmanın ve eklentilerinin iptal edilmesini talep etmekle olur. O asıl mesele şudur: “Ortada, Yahudi varlığının üzerinde hiçbir meşruiyetinin olmadığı işgal edilmiş bir toprak vardır. İslam ümmeti, işgal altındaki o kutsal mekânlarını savunmakla yükümlüdür. İbrahim Camii de tıpkı Mescid-i Aksa gibi İslami kutsallardandır. Bunlar bir ‘Filistin mirası’ değil, yaratılmışların efendisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e mensup olan İslam ümmetinin mirasıdır. Davanın asıl sahibi, doğru çağrının muhatabı ve görevini yerine getirmesi gereken merci işte bu ümmettir; Yahudi varlığının mahkemeleri veya bir asırdır bu Yahudi varlığını kurup suçlarını örten o uluslararası taraflar değildir.

Filistin davasını İslam’ın koridorları dışında ve Müslümanların elleri dışında başka ellerle çözmeye yönelik her düşünce, davayı boş yere zayi etmek ve gaspçıyı meşrulaştırmak demektir. Bu düşünce, sahibini ihanetle damgalayan, dünyada ve ahirette onu utanç ve rezillikle niteleyen anlık bir zayi ediştir. Yahudilerin tüm bu uygulamalarına gelince, eğer İslam ümmeti ve orduları, Mescid-i Aksa, İbrahim Camii ve mübarek toprağın geri kalanına yönelik kutsal görevlerini yerine getirmiş olsaydı, halkının namusunu ve kanını korumakta yavaş davranmasaydı, tüm dünya onları onaylasa bile bu icraatların hiçbir varlığı ve etkisi olamazdı. Ancak Allah’ın izniyle bu gecikme uzun sürmeyecektir. Zira ümmet şu an Filistin’e doğru yürümek için bilenmektedir. Yahudilerin ülkelere ve kullara karşı her gün daha fazla azgınlık göstermeleri onların bu motivasyonunu daha da artırmaktadır. Ümmetin, kendisini satanlara ve yüzüstü bırakanlara karşı kıyamı Allah’ın izniyle yakındır; Allah’ın izniyle ümmet, işgali ve izlerini silecek, camileri ve toprakları onun pisliklerinden temizleyecek, Allah’a, Rasûlü’ne ve Mübarek Toprak Filistin’e ihanet edenlerin kirinden arınacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَىٰ فِي خَرَابِهَا أُولَٰئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” [Bakara 114]

Devamını oku...

“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

İslam ümmetinin yaşadığı fikri, siyasi ve askeri mücadelenin ortasında, Kur'an'da vahyedilen ilk kelimenin şu olduğunu hatırlatalım: اقْرَأْOku.” [Alak 1]Sonra ayetler, insanın Rabbiyle olan bağına geri döndürecek şekilde devam etmekte ve sonunda Müzzemmil suresi şu büyük kaideyle sona ermektedir:فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20]

Bu ayet sırf ibadet etmeye yönelik bir söylem değildir, aksine ümmetin Kitabı ile olan ilişkisini belirleyen ilahi bir rehberdir: Tıpkı okumak, düşünmek, ahitleşmek ve Müslümanın günlük hareketini, insanın, toplumun ve devletin hayatını yönetmek için gelen vahiy ile ilişkilendirmek gibi.

Yüzyıllar boyunca ümmetin alimleri bu ayetin, Kuran ile ahitleşmenin vacip olmasının, bir Müslümanın az bile olsa her gün düzenli olarak Kur'an okumasının, dolayısıyla Allah'ın Kitabı'nı okumadan hiçbir gün geçirmemesinin zaruretinin temeli olarak anlamışlardır.Taberi, meselenin rahatlamanın ardından (Kur'an'ı okumada) sürekliliğe delalet ettiğini açıklarken Kurtubi bu ayeti, bir Müslümanın gününün, Kur'an'ı okumadan geçmemesi gerektiğinin delili olarak açıklamakta ve İbn Kesir, Şevkani, Nevevi, İbn Receb ve diğerleri ise bu ayeti, Kuran ile sürekli bağlantı kurmanın anahtarı olarak açıklamışlardır.

Ancak Kur'an'ın istediği okuma, sadece kelimelerin tekrarı ya da bereket talep etmek için yapılan bir okuma değildir, aksine düşünceyi harekete geçiren, bir bilinç oluşturan, basireti aydınlatan ve gerçekliği değiştirmek için çalışmaya motive eden bir okumadır. Kur'an, sadece onunla sesimizi güzelleştirmek için değil, bilakis okunup itaat edilmek için indirilmiştir. مَا تَيَسَّرَkolayınıza geleni.” Bu, çok az olduğu anlamına gelmez, aksine bir Müslüman güçlü ve kararlı bir şekilde bunu yapmaya (Kur'an'ı okumaya) güç yetirebilir anlamına gelmektedir.

Bugün ümmetin, kendisini hadari yabancılaşma durumundan liderlik durumuna yükseltecek bir okumaya şiddetle ihtiyacı vardır. Okuma, bir Müslümanı doğru konumuna, yani İslam risaletini taşımaya, Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek bir yönetimi ikame etmek için çalışmaya ve vahiyden hayat, siyaset, ekonomi ve toplumla ilgili kapsamlı bir vizyon istinbat etmeye geri döndüren bir okuma olmalıdır. Kaç Müslüman, Kur'an'ın tamamını okumuş ve Kur'an'da yönetim, cihat, adalet ve zulümle ilgili ayetler geçmiş ancak kendisine şu soruyu sormamıştır:Bugün bu hükümler hani nerede? Ve neden uygulanmıyorlar?Kaç kişi Kur'an'ı hatmetmiş ancak bu onu, Kur'an'ın hükümlerini gerçeklikte somutlaştıracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmanın sorumluluğunu düşünmeye sevk etmiştir!

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُArtık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” [Müzzemmil 20] Bugün bu sadece Kur'an'ı daha güzel seslerle okumaya yönelik bir çağrı değildir, aksine ümmeti vahye geri döndürecek ve onu parçalanma, hegemonya ve tağutlarla muhakeme olunmaktan kurtaracak fikri ve siyasi bir kalkınmaya yönelik bir çağrıdır.

Yani Kur'an, ancak itaat edilmek için okunur, uygulanmak için tilavet edilir ve onunla hükmetmek için ezberlenir.İnsanlardan birçoğunun Kur'an'ı sadece lafzi olarak okumakla yetindiği bir zamanda küfür ve sömürgeci güçler, ümmeti Rabbinin Kitabı'ndan uzaklaştırmak amacıyla ümmetin için yeni bir gerçeklik yazmak için çalışıyorlar.

İşte tam da burada Kur'an'ı tekrar tekrar ve canlı ve ilham verici bir şekilde okumanın önemi ortaya çıkmaktadır ki bu okuma, değişim için fikirler üreten ve kurtuluşa giden yolun insanları, insanların Rableriyle yeniden buluşturmakla başladığını anlatan bir okuma olmalıdır; bu da ancak İslam'ın yönetim projesini yeniden canlandırıp onun devletini kurmakla olacaktır.

O halde her bir Müslüman için Kur'an'dan, asla terk etmeyeceği, anlayışını geliştiren, azmini yenileyen ve ona hak yolu ve onun için çalışmayı hatırlatan bir bölüm olsun. Ve sloganımız da şu olsun: Kalkınmak için oku… Amel etmek için oku… Kur’an’ı ümmetin gerçekliğinde yeniden hakim kılmak için oku.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Takiyyuddin El-Bakari - Yemen

Devamını oku...

Amerika ve Sudan'da Topun Taca Atılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika ve Sudan'da Topun Taca Atılması!

Haber:

Norveç Dışişleri Bakanı ve Norveç’in Sudan Büyükelçisi Andreas Motzfeldt Kravik, ABD Başkanı Donald Trump'ın Afrika ve Arap İşlerinden Sorumlu Danışmanı Massad Boulos'un Sudan hükümetine insani ateşkes konusunda yeni öneriler sunmadığını belirtirken, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan da hızla bu açıklamaları memnuniyetle karşıladığını söyledi. (Sudan Tribune, 27/11/2025)

Yorum:

El-Burhan, Massad Boulos'un Dörtlü'nün belgesi dışında başka bir belge sunmadığını kesin olarak biliyor; ancak görünen o ki Avrupa, özellikle de İngiltere, El Faşir de yaşanan korkunçlukları istismar ettikten sonra Amerika da insanlar yaşanan korkunçlukları unutana kadar geçen zamandan istifade etmek istiyor;zira Amerika'nın Darfur'u Sudan'dan ayırma planında güvendiği Hızlı Destek Güçleri'ni suçlu gösterme girişiminde bulunularak büyük bir yaygara koparıldı. Bu nedenle Amerika el-Burhan’a, sporcuların dediği gibi zaman kazanmak için topu taca atma görevini üstlenmesi talimatı verdi ki el-Burhan, 23/11/2025 tarihinde şöyle bir açıklama yaptı: Dörtlü Mekanizması, müzakereler için üç belge sunarken, yaklaşık iki hafta önce Massad Boulos, hükümetin önceki belgelerinde dile getirdiği endişeleri dikkate almayan yeni bir belge sunmuştur; el-Burhan, Amerikalı danışmanın sunduğu son belgeyi, ordunun varlığını iptal eden, güvenlik güçlerinin dağıtılmasını talep eden ve Hızlı Destek Güçleri'nin kalmasını sağlayan en kötü bir belge olarak nitelendirdi.Garip olan şey, Boulos'un yeni bir belgesinin olmadığını teyit edenin bizzat Massad Boulos'un kendisi değil de Norveçli elçinin olması ve el-Burhan ve Sudan Dışişleri Bakanlığı'nın da bunu memnuniyetle karşılamasıdır. Nitekim Norveçli elçinin el-Burhan ile görüşmesinin ardından yapılan açıklamalarda Dışişleri Bakanlığı vekili Muaviya Osman, Al-Burhan'ın bu net açıklamayı memnuniyetle karşıladığını söyledi ve vekil, Sudan'ın Amerikan tarafından, şu anda barış süreci veya ateşkesle ilgili yeni herhangi bir belge bulunmadığına dair doğrudan teyitler aldığını belirtti.

Ateşkes ve diğer konularla ilgili görüşmeleri uzatmaktan maksadın Avrupa ve adamları olduğu yönündeki görüşümüzü teyit eden şey, El Faşir'de yaşananlara karşı Avrupa'da başlayan devrimin giderek hafiflemeye ve hatta felç olmaya başlamasıdır; bu da fırtınanın amacına ulaştıktan sonra Boulos'a ait bir kartın olmadığına dair mevcut konuşmalara yol açmıştır.Ne yazık ki, ne Avrupalılar El Faşir halkını umursuyor ne de Amerika, onların ve tüm Sudan'ın başına gelen trajedileri umursuyor; aksine Avrupalı ​​ve Amerikalı gruplar, Sudan'da kontrol ve nüfuz için kendi adamları yoluyla çatışıyorlar. Zira küfür tek millet olup onların İslam'a ve Müslümanlara olan kinlerini ve öfkelerini Allah Subhanehu açıklamıştır. Zira Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُGerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Bizleri sömürgeci kafirlerden kurtaracak olan sadece İslam Devleti’dir; bu devlet ise, eğer dünyada izzeti ve ahirette de kurtuluş istiyorsak hepimizin kendisi için çalışmamız gereken Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Osman (Ebu Halil) - Sudan

Devamını oku...

Düşman, Şam’ın Tamamını Savaş Cephesi Olarak Görüyor ve Şam Halkı İse Bunu Ondan Daha Çok Dikkate Alması Gerekiyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Düşman, Şam’ın Tamamını Savaş Cephesi Olarak Görüyor ve Şam Halkı İse Bunu Ondan Daha Çok Dikkate Alması Gerekiyor!

Haber:

Çeşitli haber kaynaklarına göre, Şam kırsalındaki Beyt Cin kasabasında çıkan çatışmalar sonucunda 13 şehit ve onlarca yaralı meydana gelirken, buna karşılık Yahudi varlığının kasabaya ve kendisine meydan okuyan kasabanın gençlerine tutuklamalar yapmak için düzenlediği baskın sırasında Yahudi varlığının dokuz askeri yaralanmıştır.

Yorum:

Artık Tubas ile Beyt Cin arasında bir fark olmadığı gibi Güney Suriye, Güney Lübnan ve Güney Batı Şeria arasında da bir fark yoktur; zira artık Batı Şeria'daki köylerde tutuklamalar, baskınlar ve tarım arazilerinin buldozerlerle yıkıldığını işittiğimiz gibi el-Acref, Seyda el-Hanut, Cibeta el-Haşeb ve Han Ernebe’de kontrol noktaları ve baskınların olduğunu ve Dera kırsalındaki Maaraba ve diğer yerlere baskınlar düzenlendiğini de işitmeye başladık;  zira Yahudi varlığı, Şam topraklarının tamamının kendisi için açık cephe haline geldiğini ilan etmiştir.

İster Beyt Cin’de olsun, ister Batı Şeria’nın köylerinde olsun, isterse Gazze’nin kamplarında olsun Şam'da ayağa kalkan gençlerin ne yüzlerinde, ne güzel özelliklerinde, ne de kahramanlıklarında hiçbir fark yoktur. 

İster Filistin'de, ister Suriye'de, isterse Lübnan'da olsun, Şam’da yaşanan tüm olaylar şunlara işaret ediyor:

  •  Her kim onunla uzlaşarak bir ateşkes sağlayabileceğini sanıyorsa, yanılıyor;aksine onun üzerindeki hakimiyeti ve hegemonyası giderek daha çok güçlenecektir. Belki de Filistin otoritesinin başına gelenler herkes için bir ibrettir; zira otorite Yahudi varlığına ne zaman bir şey verse ondan daha fazlasını talep etmiş, hatta otoritenin kendi halkını katletmesi bile onu tatmin etmez olmuştur.

Sonuç olarak, Şam’ın tamamı, dahası tüm İslam ümmeti tek bir cephe olup ümmetin savaşı tek olduğu gibi onun kurtuluşu da tektir; zira düşman bunu böyle görüyor ve bizim bunu, ondan daha çok dikkate almamız gerekiyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman El-Ladavi

Devamını oku...

Vatikan Papasının Türkiye Ziyaretiyle İlgili Gelişmeler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Vatikan Papasının Türkiye Ziyaretiyle İlgili Gelişmeler!

Haber:

Papa 14. Leo, geçtiğimiz mayıs ayında Katolik Kilisesi'nin başına seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı ziyaretini 27 Kasım 2025'te Türkiye'ye gerçekleştirdi ve ziyaret 3 gün sürdü.İlk yaptığı şey Mustafa Kemal'in kabrini ziyaret etmek oldu.Erdoğan onu, Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda görkemli bir şekilde karşıladı.Daha sonra Hıristiyan akidesinde ve Avrupa'nın kaderinde tarihi bir dönüm noktası olan İznik'i ziyaret etti.

Yorum:

1- Vatikan Papasının ziyareti, Mustafa Kemal'in kabrine çelenk koyması ve onun başında saygı duruşunda bulunması, onun yüceltilmesi ve tazim edilmesi olarak kabul edilmelidir; çünkü Mustafa Kemal, Hıristiyan Kilisesi ve Batı'nın lehine büyük işler yapmıştır. Zira Mustafa Kemal, düşman olarak gördükleri İslam'a savaş açmış, Müslümanları birleştiren ve Avrupa'da İslam'ı yaymak için fetihler yapan Hilafeti yıkmış, devlette, toplumda ve hayatta uygulanan İslam şeriatını yıkarak onun yerine Batı yasalarını getirmiş, haram olan her şeyi mübah kılmış, cumhuriyet, demokrasi ve laiklik gibi Batı sistemlerini kurmuş ve Türkiye'yi Batı'ya ve onun politikalarına bağlamıştır.

2- Şaşırtıcı olan Papa’nın, Millet Kütüphanesi'ndeki Cihannüma Salonu'nda, Nebi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i öven “Ay Doğdu Üzerimize” ilahisiyle karşılanmasıdır! Peki küfür akidesini taşıyan ve onun propagandasını yapan Papa'ya nasıl övgüler yağdırılabilir; yani Papa dolunay mı oldu?! Erdoğan ve yandaşlarının yaptığı ne kadar da aşağılık bir şey! Zira onlar, bir müminin izzetini kaybetmişler ve kâfirlerin önünde ve onların ayakları altında aşağılık bir duruma düşmüşlerdir. Bunu, Muhammed Fatih ve onun tabiilerini temsil eden bir müminin izzetiyle bir karşılaştıralım. İstanbul'u fethedip Ayasofya'yı camiye çevirince Vatikan'daki Papa buna itiraz etmiş ve Batı'yı, Müslümanlara ve devletlerine karşı kışkırtmaya başlamıştır. Bunun üzerine Fatih şöyle demiştir: “Ayasofya'yı camiye çevirmekten şeref duydum; Roma'ya da gelip Vatikan Kilisesini atlarıma ahır yapacağım.” Bunun üzerine Papa sessiz kalmış ve tehdit sahibinin söylediğini uygulamasından korkmuştur. Eğer vefat etmemiş olsaydı tehdidini uygulamak üzereydi. Vatikan Papası, onun ölümünün ardından üç günlük kutlama ilan etmiştir. Dolayısıyla Muhammed Fatih, ilk Müslüman liderler gibi söylediklerini yapan liderlerden biriydi; başta Erdoğan olmak üzere kafirler karşısında zelil olan, halklarına yalan söyleyen, onları kandıran ve aldatan bugünün yöneticileri gibi değildi. Zira bugünün yöneticileri, konuşsalar veya tehdit etseler bile Gazze'deki soykırımda olduğu gibi bir damla su, bir lokma ekmek veya tek bir kurşun bile yardım etmeden bir kenarda durup seyrettiler. Hatta onlar, Yahudilerle ilişkilerini bile koparmadılar ve Yahudilerin hayatta kalma sebeplerini sunmaya devam ettiler.

3- Erdoğan'ın Papa'yı karşılaması ve onunla bölgesel konuları konuşması ise bir başka rezalettir.Ne Papa'nın ne de herhangi bir yabancının bölgenin sorunlarına müdahil olması söz konusu olamaz ve bu sorunlara müdahale etmelerine veya bunlar hakkında konuşmalarına izin verilmez. Müslümanların başındaki diğer yöneticiler gibi Erdoğan da bölgenin sorunlarını yabancılara, özellikle de Amerika'ya teslim etmiştir; bu yüzden onların, Beyaz Saray’a koştuklarını ve Gazze’deki savaşı durdurması için Trump’a yalvardıklarını gördük. Daha sonra Amerikan gözetiminde uluslararası bir yönetim kurulması, uluslararası güçlerin gönderilmesi, Yahudi varlığının silahsızlandırılması değil de mücahitlerin silahsızlandırılması, Yahudi varlığının güçlerinin Gazze Şeridi‘nin içinde ve çevresinde tampon bölgelerde tutulması gibi Amerika'nın Gazze Şeridi'nin kaderini belirlemesi gerektiğini öngören planını kabul etmişlerdir. 

4- Papa bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Türkiye, Hıristiyanlığın kökleriyle ayrılamaz.” Yani sanki Türkiye’yi Müslümanlardan geri almak istiyoruz der gibi Müslüman Türkiye halkını tehdit ediyor ve Erdoğan ve yandaşları da onu alkışlıyorlar! Ayrıca Türkiye'yi, "Doğu ile Batı, Asya ile Avrupa arasında bir köprü, kültürlerin ve dinlerin kavşağı" olarak nitelendirdi.Türkiye'nin Avrupa'yı fethetmek ve Hanif dini ve İslam kültürünü yaymak için orduların başlangıç ​​noktası olması nedeniyle, Türkiye'deki Hıristiyanların büyük çoğunluğunun İslam'ı kabul ettiği bilinmektedir. Zira Osmanlı döneminde Müslümanlar buradan yola çıkarak Balkanları fethedip Viyana surlarına kadar ulaşmışlardır. Ayrıca Türkiye, Batı'dan gelecek saldırılara karşı Doğu'daki İslam ülkesini koruyan bir kaleydi.

5- Erdoğan, Papa ile yaptığı konuşmada, “Farklılığına rağmen biz ve onlar aynı semaya yöneliyoruz ve değerlerimiz de birdir" dedi. Bu ise İslam'a yönelik bir iftiradır. Zira Hıristiyanların ibadetleri, teslise dayalı şirk olan bir ibadettir ve değerleri de onların batıl inançlarından kaynaklanmaktadır.Erdoğan, Filistin meselesine ilişkin, "İki devletli çözümü hayata geçirerek Filistin halkına adalet sağlamak bizim borcumuzdur" dedi. Dolayısıyla o, İslam beldelerinin başındaki diğer yöneticileri gibi, adaleti gerçekleştirmek olarak gördüğü iki devletli çözümü kabul ederek ihanetini teyit etmektedir; oysa bu, büyük bir zulümdür. Zira bu çözüm, Yahudilerin 1948'de Filistin'den ele geçirdikleri toprakların yaklaşık %80'ine sahip olduklarının kabul edilmesini, varlıklarının güçlü ve ağır silahlı olarak kalmasını ve Filistin halkına ise Yahudi varlığının kontrolü altında silahsızlandırılmış bir devlette yaklaşık %20'lik bir pay verilmesini öngörüyor.

6- Papa, Roma devleti ve Hristiyanlık dininde köklü bir dönüm noktası olarak kabul edilen ve 325 yılında düzenlenen Birinci İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümünü anma törenlerine katılmak üzere İznik (eski adıyla Nicaea) kentini ziyaret etti.Roma İmparatorluğu İmparatoru I. Konstantin, Hristiyan rahip ve keşişlerini toplayarak, onlara dayattığı teslis inancına göre Hristiyanlığa geçtiğini ilan ettiğinde, onun kendi dinlerine girmesi için bunu kabul ettiler ve sonra bunu şu üç sözle gerekçelendirdiler:Baba, oğul ve ruhul Kudüs tek bir Tanrı'dır ve aynı zamanda üçü de birdir. Bu ise sapkınlığın da ötesinde bir sapkınlıktır.

7- İmparator Konstantin, İnciller kitabının şirk akidesine göre yazılmasını ve tevhitten bahseden ve şirki reddeden İncillerin engellenmesini emretti ve bir ve tek olan Allah’a inananlara ve İsa'nın Allah‘ın kulu ve elçisi olduğuna inananlara karşı savaş açtı. O tarihten itibaren Kilise, Avrupa halkları isyan edip laiklik adı altında dini devletten ayırıncaya kadar Avrupa'daki imparatorların ve kralların kendi politikalarını halka dayatmak ve onları kendilerine vergi ödemeye zorlamak için kullandıkları bir araç haline gelmiştir; ancak kiliseyi korudular ve onu sömürgeci amaçlarını gerçekleştirmek için bir araç olarak kullandılar.

8- Bir Peygamber ve devlet başkanı olarak Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hristiyan rahip ve keşişleri ve aynı şekilde Yahudi hahamlarını İslam'a davet ettiği gibi onları, Allah adına haktan başka bir şey söylememeye, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaya ve hak olan İslam dinini din olarak kabul etmeye davet etmiştir; nitekim onlar, lanetin üzerlerine inmemesi için bunu reddettiler ama zaten lanet üzerlerine inmiştir. Roma Kralı Heraklius'a, onu İslam’a davet eden bir mektup göndermiş, onlar İslam'ı reddedince onlara karşı cihat ilan etmiş, böylece Mute, sonra da Tebuk savaşı olmuştur. Onun ardından gelen Raşid Halifeler, davet ve cihat yoluyla İslam risaletini yaymaya devam etmişler, Şam beldesini Roma devletinden kurtarmışlardır; ardından onlardan sonra gelen Halifeler, Roma devletinin doğu kısmı olan Bizans İmparatorluğu yıkılana kadar 13 yüzyıl boyunca cihat ve fetihlerine devam etmişlerdir. Nitekim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Konstantiniyye şehrinin fethedileceğini müjdelemiş ve burası Fatih Rahimehullah tarafından fethedilmiştir; ayrıca Roma'nın fethedileceğini de vaat etmiş ve bu da Allah'ın izniyle İkinci Raşid Hilafet kurulduğunda gerçekleşecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...

Tunus Vilayeti: “Siyasi Merkezin Batı Sömürgeciliğinden Kurtulma Vakti Geldi” Paneli

  • Kategori Tunus
  •   |  

Tunus Vilayeti: Panel;

“Siyasi Merkezin Batı Sömürgeciliğinden Kurtulma Vakti Geldi”

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti, 23 Kasım 2025 Pazar günü başkent Tunus’ta “Siyasi Merkezin Batı Sömürgeciliğinden Kurtulma Vakti Geldi” başlıklı bir forum düzenledi. Sukra Ariana’daki parti konferans salonunda gerçekleştirilen etkinlik, geniş bir katılımla yapıldı ve Kur’an tilavetiyle başladı.

Forumun moderatörlüğünü üstlenen Üstad Habib, program boyunca Mühendis Yaser el-Enver ve Üstad Abdurrauf el-Amiri’nin sunumlarına yer verdi.

İlk konuşmasında el-Enver, gerçek bir toplumsal uyanışın yalnızca teknolojik veya maddi gelişmeyle ölçülemeyeceğini, bunun sağlam bir düşünsel temele ve insanı yücelten değerlere dayanması gerektiğini söyledi. Tarihte Müslümanların siyasi ve manevi bir ideoloji temelinde güçlü bir medeniyet kurduğunu hatırlattı.

El-Amiri ise İslam dünyasının, hilafet döneminde sahip olduğu küresel konumdan uzaklaştığını ve bugün Batı’nın düşünsel, ekonomik ve siyasi etkisi nedeniyle yeniden yükselemeye çalışsa da başarılı olamadığını ifade etti. Çözümün, İslami akidenin ve ondan doğan hükümlerin esas alınması olduğunu vurguladı.

İkinci sunumunda el-Enver, uluslararası çekişmelerin en temelde “prensip ve değerler” üzerinden yaşandığını belirtti. Batı medeniyetinin dinî değerleri hayattan ayıran bir anlayışa sahip olduğunu, bunun da toplumları maddiyatçılığa ve ahlaki zayıflığa sürüklediğini savundu. Mevcut siyasi yapının, İslam’ın esaslarını merkeze alarak Nebevi yönteme dayalı bir siyasi model geliştirmesi gerektiğini dile getirdi.

El-Amiri ise ikinci konuşmasında, Batı’nın bazı “İslami” hareketleri iktidara getirip daha sonra başarısızlıkları üzerinden “siyasal İslam çöktü” söylemini yaydığını belirtti. Taliban, Hamas ve Somali’deki İslami Mahkemeler Birliği gibi yapıların ise net bir siyasi proje ortaya koyamaması ve mevcut uluslararası düzenin şartlarına bağlı kalması nedeniyle istikrarlı bir yönetim kuramadığını söyledi.

Forumun kapanışında el-Enver, Müslümanların Raşidî Hilafet’in yeniden kurulacağına dair ilahi vaadin sorumluluğunu taşıdığını belirtti. Böyle bir yönetimin halkına onurlu bir yaşam sunacağını ve İslam’ın temel değerlerini koruyacağını ifade etti.

El-Amiri, değişim isteyenlerin mevcut siyasi düzene yaslanmak yerine benimsedikleri ilkelere dayanarak hareket etmeleri gerektiğini söyledi. Gerçek bir dönüşümün ancak ümmetin, şer’i şartları taşıyan tek bir halifeye biat etmesiyle mümkün olacağını dile getirdi.

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti, açıklamasında çalışmalarını sürdürerek projelerini halka anlatmaya devam edeceğini belirtti.

[كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ]

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir." (Al-i İmran 110)

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti Merkez Medya Ofisi Temsilcisi

Pazar, 2 Cumade'l Ahir 1447 - 23 Kasım 2025

İlgili Linkler:

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Resmi Websitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Resmi Sitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Facebook Sayfası

Devamını oku...

Türkiye: Barış’ın Arka Planı ve Gazze’nin Geleceği Konferansı

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti
Antalya'da Barış’ın Arka Planı ve Gazze’nin Geleceği Konferansı
 

Suçlu Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslümanlara karşı iki yılı aşkın süredir sürdürdüğü acımasız katliamlar (soykırım) karşısında, bugüne kadar 220.000'den fazla Müslümanın şehit olması, yaralanması ve kaybolması üzerine Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti, Antalya'da kapsamlı bir konferans düzenledi:

"Barışın Arka Planı ve Gazze'nin Geleceği"

Antalya’daki konferans, programın moderatörlüğünü de üstelenen Şiyar Yaman’ın Kur’an-ı Kerim tilavati ile başladı.

Yaman, iki yıldır ara vermeden süren vahşi soykırım sürecinde yaşananları hatırlattı. Bu süreçte İslam beldelerinin başındaki yöneticilerin İslam ve Müslümanların düşmanı ABD Başkanı Donald Trump’ı nasıl adımı adımına takip ettiğine dikkat çekti. Bugün yaşananların, ümmetin kanını kutsal ve kıymetli bilen bir Halifeden yoksun olmasının bir tezahürü olduğunu beyan etti.

Ardından kürsüye çıkan Filistinli Alimler Heyeti Başkanı Nevvaf Tekruri, bugün Gazze’deki çirkin planı konuşmak için bir araya geldiklerini ve bu planı asla kabul etmeyeceklerini ifade etti. Tekruri 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun işgalci ‘İsrail’in ne kadar güçsüz olduğunu ve iki yıl geçmesine rağmen hedeflerine ulaşamadığını ortaya koyduğunu ifade etti. Yahudi varlığı Gazze’yi ilhak etmek istediyse de Kassam Tugayları’nın “Biz asla teslim olmayacağız” ifadesi ile başlatmış oldukları direniş ile anlamış olduğunun altını çizdi.

Ayrıca işgalci Yahudi varlığının esirlerini de kurtaramadığını ve mücahidlerden esirlerini alabilmek için masaya oturmak zorunda kaldığını ve bu hedefine de ulaşamadığını hatırlattı.

“Sahada kazanmadığını masada kazanmak için” bir planın ortaya atıldığını ve bu plana paralel olarak İslam beldeleri yönetimlerinin de Gazze’deki Müslümanları yalnız bıraktığını ama işgalcilerin yine de hayallerini kavuşamayacaklarını ifade etti.

“Büyük planın amacı tüm İslam beldelerini kontrol altına almaktır” diyen Tekruri, Trump’ın Gazze planına da değindi. Trump’ın planının amacının Yahudi varlığı işgalinden kurtarmak değil, uluslararası güçlerle yeni bir işgali başlatmak olduğuna dikkat çekti şöyle devam etti: “Bu kollektif işgale Gazze halkı ve ümmet karşı çıkacaktır. Zira bu işgalin amacı direnişi yok etmektir.”

Tehlikenin büyük olduğunun altını çizen Tekruri, hedefin sadece Gazze olmadığını tüm ümmeti parçalamak istediklerini ve bu planın gerçek amacının işgale boyun eğdirilmesi ve ümmetin ılımlılaştırılması olduğunu vurguladı.

Gazze’yi silahsızlandırma, Gazze’de bir emniyet ve istihbarat teşkilatı kurmak, Gazze’yi giden yardımların geçtiği kapıların kontrolünün ABD’ye verilmesi, İşgalci Yahudi varlığına hizmet eden planın etapları olduğunu ve Gazze’yi ‘İsrail’i tehdit eden bir toprak parçası olmaktan çıkarılmasını istediklerinin altını çizdi.

Ümmetin Gazze’yi gündeminde düşürmemesi gerektiğini ve bunu özellikle Hizb-ut Tahrir ve diğer İslami grupların yapması gerektiğini, alimlerin de üzerine düşeni yapması gerektiğini, ihanetleri ifşa etmeleri gerektiğini vurguladı.

Ardından konferansın ikinci konuşmacısı Gazeteci Yazar Ahmet Varol, Filistin topraklarında siyonist hakimiyeti kurmak için tarihteki bazı önemli olaylara değindi ve İngiliz emperyalizmin yaptıklarını hatırlattı. Ümmetin birlikte hareket etmemesi için önce Hilafet’i kaldırdıklarına ve İslam coğrafyasına siyonist bir karakol kurduklarını hatırlattı.

İki yılı aşkın zamandır Gazze’de süren soykırımda yüz bin Müslümanın katledildiği ve Gazze Şeridi’nin yüzde 90’ının tahrip edildiğinin altını çizdi ve bunun tam bir soykırım olduğunu beyan etti. Buna rağmen hedeflerine ulaşamadıklarını ve Trump planını devreye soktuklarını vurguladı.

Trump’ın BM’ye sunduğu 2803 sayılı kanunun geçirilmesinin, küresel emperyalizmin bir tezahürü olduğunu vurgulayan Varol, “Barış Konseyi”nin bir “Vesayet Konseyi” olduğunu ve Filistin halkının siyasi olarak kendi kaderini tayin etme hakkının elinden alındığı gerçeğini ortaya koydu.

Kurulacak olan “Uluslararası Gücün” ise barışı sağlamak için değil, Filistin’e tehdit olarak oluşturulduğunu ve işgale kaşı silahsızlandırma hedefi güttüğünü, asıl tehdit unsuru Siyonistlere karşı bir önlem alınmadığının altını çizdi.

Savaşla elde edemedikleri kazanımları masada kazanmak için çalıştıklarına dikkat çeken Varol, “Filistin ümmetin cephesidir” ifadeleriyle direnişin önemine dikkat çekti ve “Hilafet ile dünyaya BMGK’nın değil, İslam’ın adaletinin hükmedeceğini” ifade ederek konuşmasını noktaladı.

Konferansın son konuşmacısı Dr. Abdurrahim Şen, Gazze’deki zulmü hatırlattığı konuşmasında İslam beldelerinin yönetimlerinin de bu zulme işgalciye lojistik destek vererek destek olduğunu ve bunun bir ihanet olduğunu vurgulayarak başladı ve Allah’ın adaletine işaret etti.

Kur’an'ı Kerim’de bahsi geçen Fil olayını hatırlatan Şen, Allah’ın evini yıkmak için gelen ordunun rehberi Ebu Rigal’in mezarının yıllardır taşlandığının altını çizerek bugün Trump’ın planına rehberlik eden İslam beldeleri yöneticilerinin olduğuna dikkat çekip, “Nasıl bu plana rehberlik edersiniz?” diyerek ihanete ortak olduklarını vurguladı.

“Trump Planı”nın hedefinin bir manda yönetimi kurmak olduğunu ifade eden Dr. Abdurrahim Şen, bu zulmü ortadan kaldırma sorumluluğunu İslam beldelerindeki yöneticilerin omuzlarında olduğunu ifade etti. Siyasi olarak BM’ye, askeri olarak NATO’ya köle olan yönetimlerin bu sorumluluğu üstlenemeyeceğini bu sorumluluğun ancak Hilafet ile mümkün olacağının da altını çizdi. Zira Siyonistlerin önce Hilafet’i yıktığını sonra Filistin topraklarına yerleşebildiğini hatırlatarak uluslararası sisteme köle olmuş 57 İslam beldesi yönetiminin bu işgalin devamına göz yumduğunu vurguladı.

Sadece birkaç saat içinde işgalci Yahudi varlığını ortadan kaldıracak güce sahip olan ümmetin ordularının Yahudi varlığını korumak için görevlendirildiği gerçeğini tarihte yaşanmış örneklerle dile getiren Şen, ‘İsrail’i koruyan bu küresel gücü kıracak ve yok edecek tek gücün Hilafet olduğunu ifade ederek konuşmasına son verdi.

Konferans, “Tek Ümmet, Tek Devlet, Tek Çözüm Hilafet” sloganlarıyla son buldu.

Pazar, 2 Cumade'l âhir 1447 - 23 Kasım 2025

turkiye vilayeti

- KONFERANSTAN KARELER -

turkiye vilayeti

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Ayeti Üzerinde Düşünmek

  • Kategori Makaleler
  •   |  

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللاَّعِنُونَ “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Ayeti Üzerinde Düşünmek

Bu ayet, hak olan nuru taşıyan, sonra da onu gizleyen herkese yönelik şiddetli Rabbani bir uyarıdır. Burada gizlemek, sadece fikri bir hata değildir, aksine hidayet nurunu söndüren ve batılın galip gelmesinin yolunu açan bir suçtur.

Bu ayet ilk olarak, hakkı bilip de gizleyen ehl-i kitap alimleri hakkında nazil olmuştur; ancak bugün, Allah'ın hükümlerini gizleyen, insan yapımı sistemleri güzel gösteren veya sultan/otorite, anayasa veya kanun için hakkı açıklama konusunda sessiz kalan herkes için geçerlidir.

Gerçekliğimizde bu gizlemenin birçok şekillerini görmekteyiz ki bunlar şunlardır: Yöneticileri haklı çıkaran ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farz olduğunu ve ondan başkasıyla hükmetmenin ise apaçık küfür olduğunu gizleyen âlimler... Tevhitten bahseden, sonra da İslam tek bir ümmet ve tek bir devlet olduğu halde demokrasiyi ve ulusal sınırları öven hatipler... Şeriatın Hilafeti farz kıldığını bilen ancak rejimleri öfkelendirmemek için sessiz kalan davetçiler... İslam’a mensup olan ancak Allah’tan başkası adına yasa koymanın batıl olduğu ve ona razı olmanın caiz olmadığı gerçeğini gizleyen siyasetçiler.

Bunların tamamı, Allahu Teala’nın şu kavli dahilindedir: أُولَٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَİşte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159] Yani Allah, onları rahmetinden kovmuş ve hakkı gizlemelerinden dolayı eziyet veren herkesi lanetlemiştir demektir.

Buna karşılık Hizb-ut Tahrir’in metodu, korku veya kayırma olmaksızın beyyinatları/delilleri ve hidayeti/doğru yolu göstermeye ve ümmetin yolunun Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet kurmak olduğunu ve bugün mevcut olan tüm sistemlerin batıl olduğunu ve ona razı olmanın caiz olmadığını haykırmaya dayalıdır.

Ayet açıkça şuna çağırmaktadır: İster beyan edenlerden olun isterse gizleyenlerden olun bugün ümmetin, hakkı haykıran birine ihtiyacı vardır, hakkı haykırma konusunda sessiz kalan birine değil.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müeyyid El-Râcihi - Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER