Çarşamba, 16 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Buluntu Çocuğu Zübeydi Yahudi Varlığıyla Normalleşmeye Hazır Olduğunu Açıkladı

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Buluntu Çocuğu Zübeydi

Yahudi Varlığıyla Normalleşmeye Hazır Olduğunu Açıkladı

Haber:

Yemen Güney Geçiş Konseyi Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkan Yardımcısı Aydarus El Zubeydi, The National gazetesine: "Güney Yemen'in bağımsızlığının ilan edilmesi, “İsrail” ile ilişkilerin kurulmasının önünü açacaktır" dedi ve “uluslararası ortakları” Güney Yemen'e kendi kaderini tayin hakkı vermeye ve bağımsızlığını kazanmasını sağlamaya çağırdı. (Mareb Press, 25/09/2025)

Yorum:

BAE, Suudi Arabistan ile birlikte Husilerle mücadele bahanesiyle Yemen'in büyük bir bölümünü kontrol altına aldıktan sonra, Mayıs 2017'de Güney Geçiş Konseyi'ni kurmuş ve o dönemde, Güney Hareketi'nin sokağından Zübeydi'yi bulmuş ve onu, Yemen'in güneyinin kuzeyden ayrılmasını talep eden bu konseyin başına getirmişti; ama Birleşik Arap Emirlikleri tarafından kurulan Güvenlik Kuşağı ve Seçkin Kuvvetler gibi milisler aracılığıyla Aden, Lahic, Abyan, Şebve illeri, Hadramut sahili ve adalar (Güney Yemen'in büyük bir kısmı) üzerinde kontrol sahibi olmasına ve Güney Yemen'de artık siyasi pozisyonda kuzeyden hiçbir liderin olmamasına rağmen Aydarus, bugüne kadar güneyin ayrıldığını ilan etmemiştir.Nitekim aynı gazetede bunun nedeni “uluslararası ortakların” bu ayrılmayı tanımayı reddetmesi olarak açıklanmıştır. Bakın işte bugün, sözde devletini tanıyacakları umuduyla bu ortakların ayaklarının altına kurbanlar sunuyor!

Zübeydi'nin Yahudi varlığıyla normalleşme arzusunu açıklaması ilk kez olmuyor; ancak bu açıklama bu kez, akide kardeşlerimizin Gazze'de iki yıldır kanlarının akıtıldığı bir sırada gelmiştir; bu meşum açıklamanın yapıldığı sırada Güney Yemen'deki insanlar, Gazze'deki akide kardeşlerimiz için bağış toplayıp onlara yardım etmesi için Allah'a yalvarırlarken Zübeydi ise onları katledenlerle normalleşmeye hazır olduğunu ilan etmiştir!!

Bu açıklama, bu liderlerin İslam ümmetine ait olmadıklarını ve onun davalarını benimsemediklerini, bilakis onların, kendilerine emirlik elbisesi giydirenlerin ve ailelerine ve çocuklarına Abu Dabi'de dünyanın lüksünü yaşatanların kölesi olduklarını ortaya koymaktadır.Zira artık onların, özelde güney halkının, genelde ise Yemen halkının savaşın, para biriminin çöküşünün, fiyatların yükselmesinin, maaşların kesilmesinin, işsizliğin, hizmetlerin, sağlık ve eğitimin bozulmasının ateşi altında yaşadıkları zorluklar ve acılar umurlarında değildir...

Yine bu sefil açıklama, bu liderlerin sorunlarımıza çözüm bulmak için, zenginliklerimizi yağmalayan ve ülkelerimizde kendi çıkarlarını korumak için başımıza bekçiler diken aynı kafir Batı'ya yalvardıklarını ortaya koymaktadır.

Ayrıca bu alçakça açıklama, Yahudilerin Husilerin kontrolündeki bölgelerde Yemen halkına yönelik hava saldırılarıyla aynı zamanda gelmiştir.

Nitekim İslam bize, düşmanımızın kim olduğunu açıkça belirtmiştir; zira Celle ve Ala şöyle buyurmuştur: وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَEy iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim ki, onları dost edinirse; o da, onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.” [Maide 51] Dolayısıyla Allah bizden, bu düşmanı, bizim düşmanımız olarak görmemizi talep etmektedir; o halde nasıl olur da bu düşmanı dost edinip kutsallarımızı ve en değerli varlıklarımızı satarak ona yakınlaşabilirler?!

Zübeydi'nin yaptığı şey, insanların acılarını istismar ederek onlara vehim satmaktadır; ancak güney meselesine, genel olarak da Yemen meselesine yönelik şerî çözüm, bu Ruveybidaları takip etmek değil, aksine Allah'ın dinine yardım etmek için çalışanlar ve bir devletin altında O'nun şeriatını tatbik etmeye davet edenlerle kitleleşmektir. Zira bu devlet, sömürgeci kafirleri ülkemizden kovacak, kanlarımızın dökülmesini durduracak, bizi ve davalarımızı savunacak ve servetlerimizi koruyacaktır ki işte bu devlet, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdulaziz El-Hamid – Yemen

Devamını oku...

İtalya Başbakanı'nın Tutumu, Tüm Batı Ülkelerinin Gerçek Tutumudur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İtalya Başbakanı'nın Tutumu, Tüm Batı Ülkelerinin Gerçek Tutumudur!

Haber:

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni 23 Eylül Salı günü yaptığı açıklamada, Roma'nın Filistin'i ancak tüm Yahudi rehinelerin serbest bırakılması ve Hamas'ın yönetimdeki tüm rollerden dışlanması halinde tanıyacağını ifade etti.Meloni gazetecilere, “Filistin'in tanınmasına karşı değilim, ancak önceliklerimizi doğru belirlememiz gerekiyor” dedi.New York'taki bir sözcü, uluslararası baskının Yahudi varlığına değil Hamas'a yönelik olması gerektiği, çünkü savaşı Hamas'ın başlattığı ve rehineleri teslim etmeyi reddederek savaşın sona ermesini engellediği eklemesinde bulundu.(Reuters, uyarlanmıştır)

Analistler, Meloni'nin Filistin devletini tanımak konusunda İngiltere, Kanada ve Fransa gibi diğer G7 ülkelerinin izinden gitmeyi reddetmesini, Avrupa Birliği'nde Yahudi varlığının en güçlü müttefiklerinden biri olan sağcı bir hükümeti yönetiyor olmasına bağladılar.

Yorum:

İtalya Başbakanı'nın sözleri, Filistin devletini tanıyan ya da şu ana kadar tanımayı reddeden tüm Avrupa ve Batı ülkelerinin tutumunu ifade etmektedir; Batı ülkeleri arasında Yahudi varlığıyla güçlü ittifakları olanlar ve daha zayıf ittifakları olanlar olduğu ya da Filistin halkına sempati duyan hükümetler ve daha az sempati duyanlar olduğu fikrinin küresel olarak propagandasını yapmaya çalışmak, aklı başında herkesin kolayca fark edebileceği aldatmacadan başka bir şey değildir.

Tanıdığını açıklayan İngiltere, İtalya başbakanının bahsettiği şartlardan farklı olmayan koşullar belirlemiştir; uygun şartlar gerçekleşmedikçe büyükelçilik açmayacağını açıklayan Fransa da aynı şekilde yapmıştır.

Hakeza devleti tanıma veya tanımama konusunda farklı başlıklara sahip olsalar da, bu Batılı hükümetlerin tamamı, kalben ve ruhen Yahudi varlığının safında yer almaktadırlar;zira onların hiçbiri, onu Gazze'deki soykırımı durdurmaya veya Yahudi varlığının Batı Şeria'yı yutmasını engellemeye zorlayacak hiçbir eylemde bulunmamıştır; aynı şekilde -kendi nitelendirmelerine göre- 7 Ekim 2023'te barbarca bir saldırı başlattıkları bahanesiyle olanlardan ve olmaya devam edenlerden Gazze halkını sorumlu tutmaktadırlar;ayrıca Gazze'deki tüm Yahudi esirlerin şartsız ve karşılıksız derhal serbest bırakılmasını şart koştukları gibi onların tamamı, Yahudi varlığının meşruiyetini ve Filistin üzerindeki haklarının tanınması ve herhangi bir kargaşa veya tehlikeye karşı onun güvenliğinin korunması için Filistin halkına gerekli tüm şartları da dayatıyorlar.

Sağcı İtalyan Başbakanının söylediklerinin aslında tüm Batı ülkelerindeki sabit tutumlarından hiçbir farkı olmadığını idrak ettiğimiz gibi insanlıkla övünen Batı'nın soykırım gibi iğrenç bir suçu destekleyip finanse ederek kışkırttığı halkının öfkesini absorbe etmeye çalışan hükümetler ile halkının duygularını görmezden gelen hükümetler arasında gerçekte bir fark olmadığını da idrak ediyoruz; belki de tüm bu halklar bunun farkına varmışlardır.Bu suçlu Batı, şekli veya gerçek tutumu farklı olsa da bu kanserli varlığın varlığını ve bütünlüğünü koruma veya sömürgeci varlığını da Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetinin gücünden koruma hedefini gerçekleştiremeyecektir; zira ümmet, onların hepsini yakında ortadan kaldıracak, Batı hükümetleri onun eline düşecek ve halkları ise hiç pişmanlık duymadan seyredecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdullah Hamad el-Vadi – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Sudan'daki Halkımız İçin, İslam Nizamının Gölgesi Dışında Bir Kurtuluş, Güvenlik ve Emniyet Yoktur

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan'daki Halkımız İçin, İslam Nizamının Gölgesi Dışında Bir Kurtuluş, Güvenlik ve Emniyet Yoktur

Tarih boyunca Sudan'daki çatışma ve savaşlara davetiye çıkaran Sudan'daki kabilelerin çokluğu olmamıştır; aksine buna, tıpkı bugün olduğu gibi ve tamamen ilk cahiliye günlerinde meydana geldiği gibi özellikle ülkeyi parçalayıp fitne ve savaş tohumlarını ektikten sonra ekini ve nesli yok eden sömürgeci güçler ve onların ajanları arasındaki şiddetli siyasi ve askeri çatışmalar neden olmuştur. Zira İslam'ın yokluğundan ve devletinin yıkılmasından bu yana insanlar, cahiliye hükümlerine geri dönerek kabilecilik temelinde birbirleriyle savaşmaya başladılar; oysa Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan nehyetmiş ve bunu şöyle buyurarak vurgulamıştır: مَنْ قَاتَلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَدْعُو إِلَى عَصَبِيَّةٍ أَوْ يَغْضَبُ لِعَصَبِيَّةٍ فَقِتْلَتُهُ جَاهِلِيَّةٌ Her kim körü körüne (dikilmiş) bir bayrağın altında asabiyete davet ederken veya asabiyet için öfkelenirken ölürse, bu cahiliye ölümüdür.

Bu nedenle Sudan halkının, bilinçli siyasi fikirden yoksun ve krizlerin ve sorunların sebebi olan kafir Batı ile bağlantılı mevcut siyasi ortamın bilincinde olması gerekir; zira iğrenç kabilecilik esasına dayalı siyasi kutuplaşmanın bir sonucu olarak birbirini takip eden hükümetler, kabileleri çatışmalarının yakıtı olarak kullanmış ve böylece kabileci kutuplaşmada partilerin yaklaşımını takip etmiştir; zira Darfur'da yaşananlar ve halen yaşanmakta olanlar bunun en çarpıcı örneğidir. Bu ise bazı kabilelerin silahlı isyancı hareketlerin yanında yer almasıyla ortaya çıkmış, bu da hükümeti kendisine sadık kabileleri silahlandırarak isyancılarla savaşmak için kullanmaya sevk etmiştir; böylece Sudan'ın tüm bölgelerindeki ardışık hükümetler ilişkilerinde bu yaklaşımı izleyerek tüm bölgelerde gerginlik ve endişe ortamı yaratmışlar ve ülke, her an patlayabilecek bir barut fıçısı haline gelmiştir; bu arada bu çatışma ve barbarca kabileci savaşların tek kaybedeni ülke halkı olmuştur. Zira Sudan halkı hala kanları ve canlarıyla ağır bir bedel ödemeye devam ediyorlar; zira ne yazık ki onlar, birbirlerini öldürmek için kullanılan ucuz araçlardan başka bir şey değillerdir!

Nitekim İslam, bir Müslümanın kanının kutsallığına büyük önem vermiştir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” [Nisa 93] Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللهِ مِنْ قَتْلِ مُؤْمِنٍ بِغَيْرِ حَقٍّAllah katında dünyanın yok olması, bir Müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.” Ve şöyle buyurmuştur: إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse, katil de, maktul de cehennemdedir.” Peki biz Rasule ittiba etmenin neresindeyiz?! Ve biz, şöyle buyuran Allah Azze ve Celle’nin Kitabı’yla hükmetmenin neresindeyiz: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13] Bu nedenle bizim yapmamız gereken, Allah'ın ve Rasulü'nün emirlerine uyarak, yani İslam ile hükmederek, kanlarımızın sürekli akmasını durdurmak ve kafir Batı'nın planlarını engellemektir; zira İslam'a geri dönüp ona aykırı olan her şeyi reddetmedikçe kabile savaşları durmayacak, durum istikrara kavuşmayacak ve masumların canlarına mal olan saçmalık da durmayacaktır.

Ancak İslam, sadece bir otoriteyle, yani İslam'ı uygulayacak ve onu davet ve cihad yoluyla dünyaya taşıyacak bir devletle var olabilir; bu devlet ise, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’dir. Zira Hilafet Devleti'nde yönetim, bir ganimet değil, bir sorumluluk olacaktır; bu yüzden Hilafet Devleti, sağlık, eğitim ve güvenlik, insanlara tarım ve sanayi imkanları sunma, çiftçiler ile yöneticiler arasında bir sürtüşme olmasın diye otlatma alanları açma gibi gözetim görevini yerine getirecek, vandalizm eylemlerinde bulunanların ellerini acımasızca koparacak ve kanunlara karşı çıkanlara yönelik hadleri uygulayarak her türlü cinayet, kundaklama ve yağmalamaya son verecektir.

Nitekim insanları, ırkçılık, kabilecilik veya vatancılık temelinde değil de, tek bir ümmet olması vasfıyla azim İslam temelinde eritmeye muktedir olan sadece Hilafet Devleti'dir; zira Hilafet Devleti, İslam’ın hükümlerine ve onun otoritesine göre hareket etmektedir. Zira Müslümanları birleştiren ve onları Allah için birbirlerini seven kardeşler kılan işte bu otoritedir; zira bu otorite, Arap olan Ebu Bekir ile Habeşi olan Bilal'in, Farisi olan Selman ile Rum olan Suheyb'in, Kureyşli olan Hamza'nın ve Ensar olan Muaz'ın arasını birleştirmiştir...

İnsanlık tarihi boyunca, farklı halkları, ırkları ve kabileleri tek bir ümmet altında eriten sadece azim İslam'dır. Nitekim İslam, Medine-i Münevvere'ye hapsolmamış, aksine tüm yarımadaya yayılmış ve İslam'ı yaymak için de İslami fetihler gerçekleşmiştir; zira Müslümanlar, Araplar ve Persler'den oluşan Hıristiyanlar, Mezdekiler ve Zerdüştlerin yaşadığı Irak'ı fethetmişler, Acemlerin, Yahudilerin ve Romalıların yaşadığı İran'ı fethetmişler, Suriyelilerin, Ermenilerin, Romalıların ve Arapların yaşadığı Roma ve Şam'ı fethetmişler, Berberilerin yaşadığı Kuzey Afrika'yı fethetmişler ve Sind, Harezm, Semerkant ve Endülüs'ü de fethetmişler ve tüm bu halkları, aralarında hiçbir ayrım yapmadan tek bir ümmet altında eritmişlerdir. Böylece İslam'ın nuru kısa bir sürede dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır; çünkü İslam'ın emirleri tebaaya, ırkçılık, taifecilik veya mezhepçilik bakış açısıyla değil, insani bakış açısıyla bakmayı gerektirir. Bu yüzden İslam'ın hükümleri herkesin üzerine uygulanır; zira tüm insanlar İslam Devleti'nin tebaası olup bir Müslüman ile gayrimüslim arasında hiçbir fark olmadığı gibi hiç kimse de bir diğerine zulmedemez; eğer böyle bir şey meydana gelirse, İslam bunu engelleyecek ve caydıracaktır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىBir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır.” [Maide 8] Dolayısıyla hüküm verme konusunda tüm insanlar yargı önünde eşittir ve yönetim sistemi, devletin cüzleri arasındaki vahdeti gerektirdiği gibi Beytu'l Mâl'e yönelik gelirlerine bakılmaksızın her bir vilayetin ihtiyaçlarını garanti almayı da gerektirir; bu da devletin tüm vilayetlerinin evlatları arasındaki erimeyi (kaynaşmayı) kaçınılmaz bir hale getirmektedir.

Bu nedenle her Müslüman erkek ve kadının üzerine, kaybolmuş olan bu azim farzı, yani Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet yapısını kurmak için çalışması farzdır. إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِİşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Rana Mustafa

Devamını oku...

Ruveybidaların İhaneti ve Filistin’in Şehitlerinin Kanı Pahasına Trump Anlaşmasının Kabul Edilmesi

Asıl gündemi Filistin olan BM Genel Kurulu’nda sahneye çıkan Amerikan Başkanı, 150’den fazla ülkenin ‘Filistin devleti’ni tanıdığı bir ortamda adeta dünyaya meydan okudu. Trump, diğer liderlerin sözlerini ‘boş laflar’ diyerek uluslararası toplumla alay etti. İklim anlaşmalarını tiye aldı, göç paktlarını aşağıladı ve Avrupa’nın Filistin’i tanıma hamlesine ‘zayıflık’ diyerek hakaret etti. Kısacası bu konuşma, küresel uzlaşının ruhuna Fatiha okumak ve Amerika’nın artık tek başına hareket edeceğinin ve kendi iradesini, başta Filistin olmak üzere tüm Orta Doğu’ya dayatacağının ilanı gibiydi.

Bu konuşmanın ardından bu ‘asrın Firavun’u’, Filistin’in geleceği hakkındaki planlarını İslam ümmetine dayatmak ve o Ruveybida sürüsüne, kendi sinsi emellerini ve Yahudi devleti rüyasını gerçekleştirmeleri için yeni talimatlar yağdırmak üzere en uysal ve en pısırık uşak yöneticilerle BM’de bir araya geldi. Toplantıda Suudi Arabistan, Katar, BAE, Mısır, Ürdün, Türkiye ve Endonezya yöneticilerinin yanı sıra Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif de yer aldı. Aslında bu toplantıdan önce Trump, o Ruveybidalarla yaptığı bir video konferansta, toplantıdan beklentilerini, onlardan ne istediğini ve ne yapmaları gerektiğini açıkça bildirmişti. Her gün yüzlercesi katledilen Gazze halkının zerre umurunda olmadığını, tek derdinin rehineler olduğunu özellikle belirtmiş; “Rehineleri geri getirmeliyiz… ve dünyadaki diğer toplumlara kıyasla buradakilerin bu işi daha iyi yapabilir… Dolayısıyla sizinle birlikte olmak benim için bir gurur kaynağıdır.’ ifadesini kullanmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Fox News’e verdiği bir röportajda bu durumu teyit ederek, bu çok taraflı toplantıyı Gazze’deki çatışmayı sona erdirmek ve kalan Yahudi esirlerin serbest bırakılmasını sağlamak için ‘son bir çaba’ olarak nitelendirmişti. Beyaz Saray açıklamaları, Trump’ın planının işgal güçlerinin Gazze’den aşamalı olarak çekilmesini, bölgesel barış gücü kuvvetlerinin konuşlandırılmasını ve uluslararası destekli bir geçiş ve yeniden inşa sürecini içerdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Washington, işgalci devletin çekilmesini sağlamak ve geçiş ve yeniden inşa programları için mali kaynakları garanti etmek amacıyla Arap ve İslam ülkelerinin Gazze’ye askeri birlikler göndermesini istemektedir.

Dünya devletlerinin çoğunun sözde bir ‘Filistin devleti’ni tanıması, sahadaki gerçekleri tamamen hiçe saymaktır. Çünkü Mübarek Toprak Filistin’de üzerinde bir devlet kurulabilecek birbiriyle bağlantılı bir toprak parçası dahi kalmamıştır. Üstelik bu tanımayı yapanlar bu gerçeği gayet iyi biliyorlar. Onlar, işgalci varlığın coğrafyayı ne denli parçaladığını ve egemen, kendi ayakları üzerinde durabilen bir devlet kurmanın imkansız olduğunu çok iyi biliyorlar. İşgalcinin Batı Şeria’daki birkaç büyük şehir dışında toprakların neredeyse tamamını fiilen kontrol ettiğini de biliyorlar. Haritalarda bile Filistin, bölgeleri dahi bir deniz içinde serpiştirilmiş küçük adacıklar gibi görünmektedir. Dolayısıyla Filistin’i tanımanın gerçek amacı apaçık ortadadır: Bu, sadece bir göz boyamadır. Asıl niyet, uluslararası toplumu hem Mübarek Toprak Filistin halkını aldatma suçundan hem de işgal güçlerini gece gündüz döktüğü kanın vebalinden aklamak ve ellerini temize çıkarmaktır. Kaldı ki o işgal güçleri, aynı devletlerden askerî, ekonomik ve politik destek almaktadır.

Gelelim Amerika ve Siyonist maşasının bu tanıma oyununa verdiği tepkiye... Aslında bu, onların rüyalarında bile göremeyecekleri kadar büyük bir diplomatik zaferdir! Görünüşe bakılırsa onlar bu ‘varsayımsal devlet’in ilanını Filistinliler için muazzam bir zafer, kederlilere ve şehitlere bir teselli, binlerce şehidin kanına bir karşılık gibi sunmaya çalışıyorlar. Böylelikle işgalci varlıkla ilişkilerin normalleştirilmesi, yöneticilerin (davaya) sadakati olarak meşrulaştırılacak ve henüz bunu yapmamış olan Pakistan, Suudi Arabistan ve İslam dünyasının diğer ülkeleri gibi ülkelere de aynı yolu izlemeleri için bir bahane sunacaktır.

Aslında Trump’la görüşen o Ruveybidalar, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmete önderlik etmektedirler. Bu ülkelerin ordularının ufacık bir bölümü bile Yahudi varlığını yeryüzünden silmeye ve onun şeytani vesveselerini bitirmeye yeterlidir. Elinde nükleer güç bulunduran Pakistan, Gazze’deki canlarımıza yardım edecek ve Filistin’i ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı özgürleştirecek kudrete sahiptir! Fakat hem Pakistan’ın hem de diğer İslam ülkelerinin asıl felaketi, bu büyük ülkelerin potansiyelini Amerikan çıkarlarına hizmet etmek ve Yahudilerin İslam dünyasındaki hayallerini gerçekleştirmek için kullanan bu hain yöneticilerdir. Bu nedenle, Mescid-i Aksa’ya giden yolun bu Ruveybidaların saraylarından geçtiği gün gibi aşikârdır. Yani, onlar devrilmeli ve yerlerine Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti kurulmalıdır. Hilafet, tıpkı Selahaddin Eyyubi’nin izinden giderek Mescid-i Aksa’yı Yahudilerin ve onların haçlı müttefiklerinin pisliğinden temizleyecektir.

Bu nedenle, Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin güçlü mensuplarını, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ‘Yahudilerle savaş ve üçüncü haremi şerifi kurtarma müjdesini gerçekleştirmek için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeye davet ediyoruz. Bu yolla ümmet, ‘gazaba uğrayanların’ ve ‘sapanların’ eliyle maruz kaldığı zillet ve alçaklıktan kurtulacak ve Firdevs cennetine nail olacaktır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ“Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

Devamını oku...

Mübarek Toprak Halkının Kanının Tasfiye Edildiği Bir Dönemde Mübarek Toprak Filistin Davasını Tasfiyesine Dönük Konferanslar Düzenleniyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Gazze’de çocuklar alev alev yanarken, açlık bedenlerini kemirirken, tanklar umutları ve yuvaları yok ederken, uçaklar hastanelerin ve masumların çadırlarının üzerine bomba yağdırırken, işte tam da bu vahşetin ortasında, 22 Eylül gecesi New York’ta Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde sözde ‘Filistin Devleti’nin tanınması için bir konferans düzenlendi.

Evet, kanımız oluk oluk akarken ve katliamlar en şiddetli anını yaşarken, Filistin Devleti’nin tanınmasını görüşmek üzere o konferans toplandı. Kim mi bu toplananlar? İki yıldır bu soykırımı, bu açlığı, yakılan çocuklarımızı naklen izleyenler! Gazze’ye bir yudum suyu bile çok görenler! Şimdi bu konferans tiyatrosu, gafletten uyanış mıdır sanıyorsunuz? Yoksa bu konferansın, tam da Filistin halkının tarihin en acımasız soykırımına maruz kaldığı bir dönemde toplanması, hem kanlarını hem davalarını tasfiye etmenin en uygun anı olarak mı kabul ediliyor?

Aslında bu konferansın da daha önce defalarca yapılan ve Yahudilerin suçlarını ve saldırganlığını durduramayan onlarca tanıma kararından, konferansından ve tasarısından hiçbir farkı yoktur. Nitekim bu son tanımalar, Fransa Cumhurbaşkanı’nın “Filistin devletini tanımamız Filistinliler ve İsrailliler arasında faydalı müzakerelere kapı aralıyor” sözlerinde de olduğu gibi bu mevcut tanımaların asıl amacını özetliyor. Yahudilerle müzakere masasına oturmanın ne demek olduğunu herkes bilir. Bu konferans da, Filistin halkının mazlumiyetini kendine kalkan yapsa da ve haklarını savunuyormuş gibi görünse de, özünde ölümcül bir zehir barındırmaktadır. Zira Filistin Devleti’ni tanıma meselesi, Filistin davasının tasfiyesine açılan bir kapıdan başka bir şey değildir. Nitekim söz konusu konferansta sarf edilen sözler de bu gerçeği teyit etmektedir. Konferans, Yahudi varlığını, güvenliğini ve bekasını çözümün merkezine koymuş, Filistin halkının direnişini ise ‘terör’ olarak damgalamıştır. Amaçları ne mi? Kötü niyetli Batı’nın denetiminde, topraksız, silahsız, kaynaksız, güvencesiz ve onursuz, ucube bir devletçik kurmaktır. Bu devletçik, gaspçı Yahudi varlığını korumak ve varlığını kalıcı kılmak için onun ölçülerine göre tasarlanmış ucuz bir araç olacaktır. Yani bu devletçik, Filistin davasını tarihe gömmek ve normalleşme trenine yol vermek için ödenen değersiz bir bedelden ibaret olacaktır.

Ayrıca konferansın sonuç bildirgesinde, Gazze Şeridi’ni denetlemek üzere Amerikan Koordinatör ve Avrupa Polisi projesinden mülhem uluslararası bir misyon gücün bölgeye getirilerek, Filistin için yeni bir işgal anlamına gelen kötü niyetli bir çağrı da yer alıyordu.

Amerika’nın istediği ise, aslında bir ‘devlet’ değil, bir ‘özerk yönetimdir’ Filistin’in bir parçası üzerinde, silahsız, Yahudi varlığının kontrolü altında bir kukla ‘özerk yönetim’dir!! “Filistin Yönetimi ya da ajan yöneticiler” ona Filistin devleti deseler de bu, hakikati değiştirmez. Zira Amerika, Filistin’in küçücük bir parçası üzerinde bile olsa tam egemenliğe sahip bir devletten ziyade Yahudi hegemonyası altında silahsız ve sadece polis gücüne izin verilen bir özerk yönetime benzer bir yapı arzulamaktadır!

Tarihin şu acı ironisine bakın! Yaklaşık seksen yıl önce o nefret edilesi Yahudi varlığını kuran sömürgeci güçler olan Fransa ve İngiltere, bugün iki devletli çözümü en çok savunanları haline gelmiştir. Elbette bunun tek nedeni, o ucube varlığı ebedileştirme ve sağlamlaştırma arzusudur! 48’de ve 67’de Filistin’i satan, onu Siyonistlerin kanlı sofrasına meze yapan hain yöneticiler de bu koroya katılıyor! O katil devleti tanımayı kendilerine görev bilen bu yöneticiler, şimdi de çıkmışlar utanmadan bir ‘Filistin devleti’ kırıntısı dileniyorlar! Yetmezmiş gibi bunu bir de şenliklerle zafer ve kazanım gibi pazarlamaya çalışıyorlar.

Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet! Şunu bilin ki, Mescid-i Aksa ve Mübarek Toprağı ne Ürdün’ün, ne Mısır’ın, ne Hicaz’ın, ne de Türkiye ve Pakistan’ın mevcut yöneticileri kurtarabilir. Çünkü onlar ihanete alışmış, ihanette ustalaşmış kimselerdir. Eğer ‘iki devletli çözüm’ denilen şeyin altına Mübarek Toprak davasını gömebileceklerini sanıyorlarsa, yanılıyorlar! Çünkü Filistin, Allah’ın İsra mucizesiyle Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Mescidi Aksa’yı yürüttüğü ve böylece bu iki kutsal mekânı birbirine bağladığı günden beri İslam’ın en değerli incisidir.

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ“Kulunu bir gece Mescidi Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.” [İsra 1] İşte bu sebeple Filistin’in bölünmesi asla söz konusu olamaz; çünkü İslam inancı, ondan bir karış dahi taviz verilmesini reddeder! Sömürgeciliğin dayattığı, hain yöneticilerin de pazarladığı çözümlere ve kalıcı hale getirmek istedikleri duruma gelince, yok olmaya mahkumdurlar. Yahudi varlığının sonu da yok olmaya mahkumdur. Ve o gün Filistin, saf ve temiz bir şekilde yeniden İslam yurduna katılacaktır. Haçlıların başına gelenler hiç de uzak değildir.

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Ey Müslümanlar! Kendilerini yüzüstü bırakanlar Allah’ın yardımıyla Mübarek Toprak halkına zarar veremez. Onlar Aziz ve güçlü olan Allah’tan gelecek şanlı bir zafere adaydır. Filistin’in kurtuluşu, öncelikle İslam ümmetinin göğsüne bir kâbus gibi çöken işbirlikçi rejimlerden kurtulmasına bağlıdır. Müslümanlar, üzerlerindeki bu aşağılanmışlık tozundan silkinmedikçe, zalimlere baş kaldırmadıkça ve ordulardaki evlatlarına ve kardeşlerine ‘hemen harekete geçip Allah’ın vaadi ve Peygamber’in müjdesi olan Raşidi Hilafet’i kurun’ diye seslenmedikçe, bu sefalet ve sıkıntı dolu hayatları bitmeyecek, devam edecektir. İşte bu, Allah’ın ve Rasûlü’nün size olan çağrısıdır ve Hizb-ut Tahrir’in sizi davet ettiği şey de budur. O halde Allah’a yardım edin ki, O da size yardım etsin ve ayaklarınızı sağlam kılsın!

Bu onursuzluk karşısında susarak kurtulacağını sananlar büyük bir yanılgı içindedir. Çünkü bu zalim rejimler, bize her türlü aşağılanmayı yaşatmaya ve çocuklarımızı korku, açlık ve sefaletle sarmalamaya devam edeceklerdir. Müslümanların hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa ermesinin tek bir yolu vardır: Gece gündüz demeden çalışarak Allah’ın dinini yeryüzünde egemen kılmak ve bu cani rejimleri yıkmak. Bu hayırlı işte gevşek davranan veya ağırdan alan kişi, yarın Allah’ın huzuruna çıktığında öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın. Bu konuda, İmam Müslim’in Ebu Zer’den rivayet ettiği şu hadis yeterli bir delildir. Ebu Zer, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in doğrudan Yüce Allah’tan aktardığına göre, Allah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

يَا عِبَادِي إِنَّمَا هِيَ أَعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ ثُمَّ أُوَفِّيكُمْ إِيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ خَيْراً فَلْيَحْمَدِ اللهَ، وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ ‌فَلَا ‌يَلُومَنَّ ‌إِلَّا ‌نَفْسَهُ“Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iade ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”

Allahım, bu iyiliği ulaştır, Müslümanların gönüllerini ona aç. Ve bize senin katından yardımcı bir sultan kıl. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

Devamını oku...

Yahudilerle Yapılan Utanç Verici Güvenlik Odaklı Normalleşme Anlaşmaları ve Taksim Projeleri, Ciddi Bir Risktir, Tabanın İradesini ve Elde Ettiği Zaferi Kırmayı Amaçlamaktadır

Suriye Geçiş Dönemi Başkanı Ahmed eş-Şara’nın yaptığı son derece tehlikeli açıklamalar, ülkedeki mevcut manzaraya ışık tuttu. Eş-Şara, ‘Suriye savaşmayı bilir ama artık savaşmak istemiyor. Suriye’nin başka seçeneği yok. “İsrail” ile bir güvenlik anlaşmasına varmak zorunda. “İsrail”in bu anlaşmaya uyup uymayacağı ise apayrı bir konu’ ifadelerini kullandı. Eş Şara ayrıca “Süveyda’daki olayların, daha önce “İsrail” ile yapılacak bir güvenlik mekanizması anlaşmasını bozmak için özel hazırlanmış bir tuzaktan” ibaret olduğunu, SDG ve PKK içindeki bazı kanatların Mart ayındaki anlaşmayı akamete uğrattığını ve süreci yavaşlattığını” belirtti. “Kuzeydoğu Suriye’deki durumun hem Türkiye’nin hem de Irak’ın ulusal güvenliğini tehdit ettiğini” vurgulayan Eş-Şara, “Aralık’a kadar entegrasyon sağlanmazsa, Türkiye’nin askeri operasyon yapabileceğine’ işaret etti.” SDG’nin özerklik taleplerine de yanıt veren Ahmed eş-Şara, “Suriye’nin 107 sayılı yasa uyarınca zaten %90 oranında adem-i merkeziyetçi bir sistemle idare edildiğini’ söyledi. Buna karşın, “Suriye halkının federalizm gibi bir konuyu tartışmaya henüz hazır olmadığını” belirten Eş-Şara, bu tür taleplerin “aslında asla kabul etmeyecekleri bölücülüğü gizlemek için kullanılan bir kamuflajdan ibaret” olduğunu savundu.

Bu açıklamalarla eş zamanlı olarak, bu sözlerin icraata döküldüğü pratik adımlar da atıldı. Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, Londra’da Yahudi varlığının Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ile üçüncü kez bir araya geldi. Toplantıda, Şam ile Yahudiler arasındaki utanç verici normalleşme anlaşmasının mimarı olan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack da hazır bulundu. Medyada yer alan haberlere göre, eş Şeybani, Dermer ve Barrack bu toplantıda “İsrail”in sunduğu yeni bir güvenlik anlaşması taslağını ele aldı.

Bütün bu açıklamalar, Şam ve halkına karşı kurulan tuzak ve komplonun ne denli büyük ve tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor. Yahudi varlığıyla bir güvenlik anlaşması yapma konusundaki bu ısrar, şehitlerimizin kanına yapılmış apaçık bir ihanettir. Amerika’nın tezgâhladığı ve ‘güvenlik ve istikrar’ yalanıyla pazarlamaya çalıştığı bir zillet ve teslimiyet projesidir. Ancak gerçek şu ki, asıl hedef istikrar falan değil! Asıl hedef, bu ülke ve halk desteğini boyunduruk altına almak; Suriye ve tüm bölge halklarının iradesini hiçe sayarak, yalnızca Amerika ve Yahudi varlığının çıkarlarına hizmet eden Amerikan vizyonu doğrultusunda Suriye’nin bölgesel sisteme entegrasyonunu sağlamaktır.

Süveyda’da yaşanan olayların sıradan olaylar olmadığı, aksine ince ince dokunmuş ustaca bir tuzak olduğu iddiasının sebebi, Suriye’nin kendi bağımsız yolunda yürümesini engellemek ve komplocuların dayattığı ve Suriye’nin ya onur kırıcı anlaşmalara boyun eğdirilmesi ya da kaosa sürüklenmesi denklemini kalıcı hale getirmektir.

Adem-i merkeziyetçilik pelerinine bürünen SDG militanlarına gelince, dış mihraklar tarafından fonlanan ve bu coğrafyayı lime lime etme planına hizmet eden hain bir bölücülük projesinin maşasından başka bir şey değildir. 107 sayılı yasaya sığınmak ise, federalizmi veya ona yakın bir sistemi aldatıcı sloganlar altında pazarlamak için kullanılan bir paravandan ibarettir. Asıl amaç, gelecekte ülkenin birliğinden taviz vermenin önünü açmaktır.

Tabii bu tehlikeli oyunda Türkiye’nin rolü de göz ardı edilemez. Ankara’nın sürekli olarak Suriye’nin kuzeydoğusuna askeri müdahale tehdidinde bulunup, sonra bunu şüpheli siyasi pazarlıklar karşılığında ertelemesi, Suriye’nin aleyhine olsa bile kendi çıkarlarını korumak için kullandığı bir şantaj taktiğinden başka bir şey değildir. Nihayetinde ne de olsa devletler birer hayır kurumu değildir, kendi çıkarlarını ön planda tutan yapılardır.

Ey devrimin kuluçkası Şam halkı! Haydi, ebedi düşmanımızla zillet anlaşmaları dayatılmasına veya özerklik ya da federalizm adı altında bölücülük projelerinin hayata geçirilmesine asla geçit vermeyeceğinizi en gür sesle haykırın. Biz, topraklarımız ihanet pazarında satılsın diye binlerce şehit vermedik; halk da coğrafyası parçalansın, iradesi ezilsin diye devrime kalkmadı. Devriminizdeki kararlılığınızı koruyun; her türlü planın üstünde durun.

Ey devrimin evlatları! Ey Allah’ın yardımıyla kazandığınız zaferden sonra kırılmanız istenenler! Haydi en gür sesinizle kanımız üzerinden pazarlık yapan veya ihanet eden herkesin, öncekiler gibi kapkara bir sona mahkûm olacağını haykırın! En gür sesinizle asla diz çökmeyeceğinizi, asla pazarlık etmeyeceğinizi, asla utanç anlaşmalarına boyun eğmeyeceğinizi, uluslararası-bölgesel güçler ile maşaları ne kadar üzerimize çullanırsa çullansınlar, bu bölme projesinin asla başarılı olamayacağını haykırın.

Ey devrimin insanları! Ey bedel ödeyenler! Ey şehit yakınları! Bugünkü savaş, bir sınır ya da iktidar savaşı değil, akidemizin belirlediği bir varoluş ve kimlik savaşıdır! Bu savaş, Yahudi varlığı ve onun arkasındakilerle kaçınılmaz bir savaştır. Bu gerçeği idrak edemeyenler gaflet içindedir. Kim, şehitlerin kanlarıyla ve samimi insanların cihadıyla Esed’in pisliğinden kurtarılan topraklardan tek bir karışını bile peşkeş çekerse, bilsin ki o, sadece bir toprağı değil, bütün bir ümmetin geleceğini peşkeş çekmiş ve onu alçaklık, uşaklık ve zillet bataklığına sürüklemiş olur. Gelin, bu tarihi sorumluluğumuzun farkında olalım. Allah’ın bize lütfettiği zaferin tüm kazanımlarını yitirmeden evvel, bu ihanet projelerini hep birlikte çökertelim.

Devamını oku...

Sudan İçin Bir Kurtuluş İpi Var, Haydi Ona Tutunun!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan İçin Bir Kurtuluş İpi Var, Haydi Ona Tutunun!

Yüz yıldan fazla bir süredir dünya, İslam beldelerinde, özellikle Afrika ülkelerinde yaşanan savaşların, bu ülkelerin fikri, siyasi ve ekonomik geri kalmışlığından kaynaklandığına inandırılmıştır. Dolayısıyla bu ülkeleri dünyaya, Batı'nın sözde yardımı ve müdahalesi olmadan kendi varlıklarını yönetmekten aciz olan ülkeler olarak tasvir etmişlerdir. Aslında bu yalan, Batı'nın Afrika ülkelerini sömürgeleştirmeye, bu toprakların servetlerini çalmaya, onları insanlıklarından çıkarmaya ve onları sadece gerçek ilerleme için tüm fırsatlardan mahrum bırakmakla kalmayıp, aksine yaşam koşullarını da mevcut takvimden daha önceki çağa sevk etmeye başlamasıyla doğrulanmıştır. Nitekim bütün kabileleri ve medeniyetleri katlettiler, kurtulup geride kalanları köleleştirdiler ve halkından binlercesini de uzak kıtalara taşıdılar, hatta onları insan hayvanat bahçelerinde sergilediler, sadece kaynaklarını değil, aynı zamanda hayatlarını, onurlarını ve kültürlerini de sömürdüler... Birkaç yüz yıl sonra kölelik, sanayileşmeye kıyasla çok daha maliyetli bir hale geldiğinde, bu bölgelere, adeta bir cetvelle çizdikleri suni sınırlar içinde sahte bir özgürlük ve gerçeklikte var olmayan bir bağımsızlık verdiler ve bunlara da ulus devlet yapılarını giydirdiler. Bu kârlı “yeni fabrikaların” yeterliliğini sağlamak için, kanunlar, anlaşmalar, uluslararası finansman sistemleri ve benzerleri gibi bir güvenlik ağı kurdular ve böylece bu fabrikaların mülkiyeti üzerinde ne zaman bir değişiklik olsa veya yeni kârlar ortaya çıksa vicdansız sömürgeci Batı, atlarının dizginlerini salıvermektedir. Bu güçlü dizginler ise, halklarının başarısı ve ilerlemesi dışında hiçbir şeyi umursamayan, ruhsuz, kolayca değiştirilebilir ajan yöneticileri tarafından yürürlüğe konan dayatılmış fasit yönetim sistemleridir ve hala da öyledir. Büyükelçilikleri, insani yardım kuruluşları ve benzeri kuruluşları, bu ajanların uzun kolları olup Batı'nın çıkarları uygun gördüğü her durum ve zamanda kabileciliği, ırkçılığı ve mezhepçiliği körükleyerek devrimler, darbeler ve hatta soykırımlar çıkarmaya hazırdırlar. Tüm bunlar olurken, sadece sömürgeler değil tüm dünya, "demokrasi ve laiklik" adlı uyuşturucu ve halüsinojenik bir ilaçla uyuşturulmaktadır.

Kapitalist Batı, ideolojisindeki en yüce iyilik maddi kazanç olduğu için insanın değerini hiç önemsememiştir. Dolayısıyla sömürgecilik, kapitalist ideolojinin kendi varlığını güvence altına aldığı, kendini koruduğu ve başkalarına yaydığı bir araçtır. Bu nedenle diğer halklar üzerine askeri, siyasi, ekonomik, fikri ve kültürel hegemonyayı dayatmak, onun hedeflerine ve arzularına ulaşmak için hayati bir önem taşımaktadır. On yıllar süren sömürgeci nüfuzun sonucu, ülkemizdeki her bir ajan rejimin, bencil ve rekabetçi Batı siyasetinin kaprisleri uğruna kendi ülkesini giderek daha acı verici bir sefalete sürüklemiş olmasıdır. Nitekim buna, Ruanda, Tunus, Mısır, Libya, Pakistan, Bangladeş, Türkiye ve diğer birçok Müslüman ülkelerde defalarca tanık olduk. Sudan da bir istisna değildi. Zira birbirini izleyen laik ve demokratik rejimlerin ölümcül başarısızlıkları, ekonomik, eğitimsel, kültürel ve diğer sistematik rüşvetlerinin listesi sayfalarca uzatılabilir.... Böylece Sudan'daki savaş ve ona eşlik eden siyasi ve ekonomik felaketler, bu sömürgeciliğin bir ürünüdür; zira sömürgeci Amerika Hızlı Destek Güçleri ve diğer gruplara ajanlarını yerleştirdiği gibi sömürgeci İngilizler de siyasi yapıların ve silahlı hareketlerin içine kendi araçlarını yerleştirmişlerdir. Dolayısıyla bu savaş, iki sömürgecinin ülke üzerinde hakimiyet kurma rekabetinden dolayı körüklenmektedir; zira onlardan her biri, bir diğerini kovmaya çalışmaktadır… Bugün Sudan’a odaklanıldığında, el-Burhan ve Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti)'nin Batı'ya olan bağlılıkları nedeniyle nasıl da basiretlerinin körleştiğini görüyoruz... Öyle ki her ikisi de Müslümanların kanının kutsallığını umursamıyorlar, aksine 12 milyondan fazla insanı kendi topraklarında yerinden eden, onları açılık ve susuzluğa sevk eden ve işkencenin, idamın, hatta kadınlara ve çocuklara karşı cinsel şiddetin kullanıldığı bu saçma savaşta, vahşet ve zulüm konusunda rekabet ediyorlar.

Bu devlerin savaşını kim sona erdirip dünyayı ve insanları kurtaracak?

Müslümanlar olarak bizler, Allah Subhanehu ve Teala'nın bu dünya üzerindeki en büyük güç olduğunu asla unutmamalıyız. Bu yüzden ilk adım, sadece Allah'a güvenmek ve sömürgecilere asla güvenmemektir. Tıpkı Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًاAllah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141] Bu nedenle Sudan ve tüm İslam ülkelerindeki bütün krizlerin çözümü ve çaresi, azim İslam akidesidir; zira o, sömürgecinin Sykes-Picot'un sınırları içinde kurulan bir kölelik yerine gerçek egemenliğe sahip bağımsız bir devlet kuran bir akide ve yaşam biçimidir. Nitekim sömürgeciler bölgesel ve kabile ayrılıklarını körüklemişlerdir; bu hastalık ise sadece İslam yoluyla tedavi edilebilir. Zira tarih boyunca İslam, farklı halkları tek bir ümmet altında birleştirebilen tek güç olmuştur. وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَكِنَّ اللهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌVe (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” [Enfal 63]

Böyledir; çünkü İslam sadece bir din değildir, aksine kapsamlı, eksiksiz, pürüzsüz ve ideal bir hayat sistemi ve kanunlara sahip olan bir akidedir. الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناًBugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3]

Halkı yönetme yetkisi, nihai hedefleri sömürgeci efendilerini memnun etmek için dünyevi kazançlar elde etmek olan büyük suçlulara, katillere ve kana susamış canilere ait değildir. İslam'da yönetim sadece Müslümanların ve gayrimüslimlerin canlarını, mallarını ve ırzlarını koruyup muhafaza eden salih, adil ve saf insanlara aittir; çünkü onlar yönetimin bir sorumluluk ve emanet olduğunu ve şeriatın kendilerinden yönetimin görevlerini yerine getirebilecek yetkinlikte olmalarını talep ettiğini bilirler. Çünkü onlar, alemlerin Rabbini ritüel ve ibadetle sınırlandıran laik demokratik sistemlerde olduğu gibi sermaye sahiplerinin arzularına değil, sadece Allah Subhanehu ve Teala'ya tabi olurlar:إنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَHüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” [En’am 57] Ve Allahu Teala’nın şu kavli: إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَHüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf 40]

İslam, sömürgecilerin istismar edici sömürgeci hedeflerini gerçekleştirmek için körükledikleri tüm milliyetçi, kabileci ve mezhepçi savaşları sona erdirecektir; çünkü Müslümanlar tek bir ümmet ve tek bir vücuttur! Ülkelerimizde, özellikle Sudan'daki mevcut savaşlar, sadece kafir Batı'nın çıkarları içindir; hem de Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uyarısına rağmen; zira Ahnef bin Kays’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse, katil de, maktul de cehennemdedir.” Dedim ki: Ey Allah’ın Rasulü! Haydi katil öyle, peki ya maktule ne demeli? Bunun üzerine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: إِنَّهُ كَانَ حَرِيصاً عَلَى قَتْلِ صَاحِبِهِ O gerçekten arkadaşını öldürmek istemiştir.” [Buhari rivayet etti]

Sonuç olarak Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in somutlaştırdığı ve İslam tarihi boyunca da kanıtlandığı gibi İslami hayatı ihya etmek, Sudan ve tüm İslam ülkeleri için tek kurtuluş ipidir. Zira sömürgeci Batı'nın tüm zincirlerini kıracak ve onun araçlarını ülkelerimizden söküp atacak olan sadece Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafettir. İslam'ın uygulanması ve dünyaya yayılması, Hizb-ut Tahrir'in size karşılıksız olarak sunduğu bir kurtuluş ipidir. Batı medeniyetinin kontrolü altında yaşanan on yılların sonucunda ortaya çıkan tüm krizlerin ve sorunların çözümlerini, Hizb-ut Tahrir'in hazırladığı Hilafet Devleti'nin Anayasa Tasarısı'nda bulabilirsiniz.

O halde bu kurtuluş ipine tutunun; tıpkı alemlerin Rabbi Allah katından geldiği gibi: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zehra Malik

Devamını oku...

Amerikan Firavunu Donald Trump ve İslam Beldelerinin Başındaki Onun Ruveybida Sihirbazları

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Amerikan Firavunu Donald Trump ve İslam Beldelerinin Başındaki Onun Ruveybida Sihirbazları

Haber:

Gazze Şeridi'ne saldırılarını sürdüren Yahudi varlığının ordusunun son 24 saatte 170'ten fazla hava saldırısı düzenlediği duyuruldu.

Gazze kentini işgal için kara saldırılarına başlayan Yahudi varlığının ordusu, bölge genelinde hava bombardımanlarını da artırarak sürdürüyor. Saldırılar, açlık ve katliamlara rağmen topraklarını terk etmek istemeyen Filistinlilerin sığındığı Gazze kentinde yoğunlaşıyor.

Öte yandan Yahudi varlığının ordusundan yapılan yazılı açıklamada, son 24 saatte Gazze Şeridi'ne 170'ten fazla hava saldırısı düzenlendiği belirtildi. Açıklamada, Yahudi varlığının ordusunun Gazze kentine yönelik saldırılarını da yoğunlaştırdığı ifade edildi. (hurriyet, 25/09/2025)

Yorum:

وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبٖينَSihirbazlar Firavun’a geldiler: “Galip gelen biz olursak, herhalde bize bir mükâfat olur, değil mi?” dediler. Fïravun: “Evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz, dedi.” [Araf 113-114] Bu ayette açıkça görüldüğü üzere sihirbazlar, kendilerine güç ve para vermesi karşılığında Firavun’a hizmet etmektedirler. Zira Firavun sihirbazlara, kendisine hizmet ettikleri sürece onları ödüllendireceğini, emeklerinin karşılıksız kalmayacağını ve onları yakın adamlarının arasına alacağını söyleyerek halkını daha fazla aldatmaya çalışmalarını ve bunun için tüm çabalarını sarf etmelerini istemektedir. Nitekim sihirbazlar, Firavun ile ücret üzerinde anlaşınca, Firavun’a yakın olmak için ona boyun eğmişler ve sağmal inekler olmaya hazır bir hale gelmişlerdir.

İşte Firavun ile sihirbazlar arasında geçen bu ilişkinin aynısı Amerikan Firavunu Trump ile İslam beldelerinin başındaki ajan yöneticiler arasında geçmektedir. Zira Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ne 170'ten fazla hava saldırısı düzenlendiği bir sırada diğer İslam beldelerinin başındaki ajan yöneticiler gibi Suriye Devlet Başkanı Şara ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan gibi ajanlar, Amerikan Firavun’unun yakın adamlarının arasında olmak amacıyla onunla görüşmek için sıraya girmişlerdir. Bu ajanlar, Trump’ın kendilerine vereceği kıytırık para ve makam karşılığında özelde işgal altındaki Filistin halkının, genelde ise işgal altındaki tüm bölgelerdeki akıtılan kanlar pahasına İslam ümmetini aldatmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ve Trump’a sadakat sözü veriyorlar.

Sonuç olarak İslam beldelerinin başındaki ajan yöneticiler şunu çok bilsinler ki; nasıl ki o sihirbazların arasından Musa’nın Rabbine iman edenler çıkıp Firavun’a meydan okudularsa, İslam ümmetinin arasından da Firavun Trump’a ve kendilerine meydan okuyacak ve Allah’a verdikleri sözü yerine getirecek iman etmiş güç ve kuvvet ehli çıkacak ve hepsini tarihin çöplüğüne atacaktır. وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيباًNe zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER