Çarşamba, 16 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kerame Geçidi İle Birleşmiş Milletler Koridorları Arasında Filistin Devletinin Tanınması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kerame Geçidi İle Birleşmiş Milletler Koridorları Arasında Filistin Devletinin Tanınması!

Haber:

Yahudi varlığının başbakanının emriyle Salı günü, Batı Şeria halkını dış dünyaya bağlayan tek kara geçiş noktası olan Kerame geçişinin Çarşamba gününden itibaren kapatılacağı duyuruldu.

Yorum:

Birkaç gün önce birçok ülke, Filistin devletini tanımak amacıyla New York'taki Birleşmiş Milletler'de bir konferans için bir araya geldi. Bu törende, Filistin halkının hakları için zafer kazanıldığı iddiasıyla medya aracılığıyla yanıltıcı bir propaganda yapıldı, ardından sezon sona erdi. Pratik gerçeklik ise Filistin sahasında fiili olarak cereyan eden ve etmeye devam eden şeydir; zira prosedürleri hiç durmamış olsa da sözde iki devletli çözüm projesi için atılan her adıma karşılık Yahudi varlığı Filistin halkının hayatını son derece sefil bir hale getirmek için adımlar atmaya başlamış ve bu adımların en sonuncusu da Kerame geçişinin kapatılması olmuştur.

Geçişin kapatılması, Batı Şeria halkının şiddetli acılarının ötesinde ciddi sıkıntılar taşımaktadır; zira Yahudilerin, insanların ateş, kuşatma, öldürme, açlık ve toprakların tahrip edilip onlara el konulması altında yaşadığı topraklar üzerinde uyguladığı onlarca önlemin yanı sıra şehirlerin ve köylerin birbirinden izole edilmesi için kapatılması gibi geçişin de kapatılması, evet tüm bunlar, gerçekleşmesi halinde iki devletli çözümün doğası ve özü hakkında bir anlayış vermektedir.

Yahudi varlığı, büyük ve etkili ülkeler de dahil olmak üzere dünyanın çoğu ülkesi tarafından tanınan bir Filistin devleti fikrine karşı bu şekilde davranıp tepki gösteriyorsa, o halde bu devletçiğin, işgalin gelecekteki saldırılarına karşı ne gibi bir garantisi olabilir ve Yahudi varlığıyla komşu olan bu sözde devletin nasıl bir yaşamı olacak? Varlığın kendi imzaladığı anlaşmaların sonucu olarak Filistin otoritesiyle otuz yıl veya daha uzun bir süre ilişki kurması ve otoritenin de kendisini Yahudi varlığına hizmet etmeye adaması, onunla komşu olan bir devletin doğası hakkında bir anlayış vermiyor mu?

İronik olan ise, Filistin devletinin tanınmasıyla ilgili önerilerdeki garantilerin, Yahudi varlığından alınan garantiler değil, onun lehine icat edilmek için planlanıp bu devletçikten talep edilen garantiler olmasıdır; oysa on yıllardır saldırgan ve işgalci olan taraf bilinmektedir.

Onların bir “rüya” ve acıların sona ermesi olarak tasavvur etmeye çalıştıkları devlet, ayrıntılarda ve gerçekte, kâğıt üzerinde olduğundan çok daha kötüdür; zira bu devlet, mevcut otoritenin Batı tarafından değiştirilmiş bir versiyonundan başka bir şey olmayacak ve bu varlıkla olan ilişkisinin özü, teslimiyet, bağımlılık ve güvenlik görevi ilişkisi olacaktır. Böylece özellikle yaşamın temel ihtiyaçlarına sahip olmayacak olması da dahil olmak üzere bu durumun taşıdığı zorluklar ve aşağılanmalarla birlikte işgalin merhameti altında kendisine sadece suni solunum verilecektir.

Buradaki soru şudur: Filistin halkı onlarca yıl süren acılardan sonra gerçekten bu devleti mi hak ediyor? Peki bu onların acılarına son verecek mi? Peki bu vahşi varlığın yanında gerçekten onların yaşamlarını garanti edecek mi? Peki onun akıbetinin, ilk versiyonu olan Filistin otoritesinin akıbeti gibi olmayacağının bir garantisi var mı? Peki bu devlet, iddia ettikleri gibi tek çözüm mü, yoksa gerçekleşmesi halinde felaket ve trajediler daha da mı büyüyecek?Ya da sadece Filistin halkı için değil, aksine tüm bölge için bu varlığın pekiştirilmesi midir?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman El-Ladavi

Devamını oku...

Petrol Kaynakları Tebaanın Hakkıdır, Bir Grubun Diğerine Karşı Onu Tekelleştirme Hakkı Yoktur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Petrol Kaynakları Tebaanın Hakkıdır, Bir Grubun Diğerine Karşı Onu Tekelleştirme Hakkı Yoktur!

Haber:

22 Eylül 2025 tarihinde Bağdat El Yevm Ajansı, “Üçlü anlaşma kesintinin karanlığını dağıtıyor...” başlıklı bir haber aktardı. Haberde şöyle geçti:

Kerkük vilayetindeki Kuzey Petrol Şirketi'nden bir kaynak, 22 Eylül 2025 Pazartesi günü, şirketin resmi talimatları almasıyla birlikte bir saat içinde Kürdistan Bölgesi'nden petrol ihracatını yeniden başlatmaya tamamen hazır olduğunu bildirdi.

Kaynak, Kürt medyasına, bölge, federal hükümet ve petrol şirketleri arasında üçlü anlaşmanın resmi olarak imzalandığını ve şirketin ihracat sürecini başlatmak için resmi bir mektup beklediğini vurguladı.

Yorum:

Allah Subhanehu, petrolü tüm tebaa için bir kamu kaynağı haline getirmiştir; dolayısıyla petrol, Hilafet Devleti'nin kontrolü altında olan kamu mülkiyetlerindendir; bu yüzden petrolü, bir gruba karşı diğer bir guruba tabi kılamaz, aksine petrol, tebaanın haklarından bir hak olup bu haktan devletin gölgesindeki tüm bireyler faydalanır ve bu konuda Arap, Acem, Müslüman ve zimmi arasında herhangi bir ayrım yapılmaz; yani herkes, bu kamu mülkiyetlerinde hak sahibidir.

Sahabe Radıyalllahu Anh’tan bir adamın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte savaştım ve onu şöyle derken işittim: النَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثَةٍ: فِي الْكَلَأِ، وَالْمَاءِ، وَالنَّارِİnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Merada, suda ve ateşte.” [Ahmed ve Ebu Davud rivayet ettiler ve adamları da sikadır] Ebu Hureyra’dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ثَلَاثٌ لَا يُمْنَعْنَ؛ الْمَاءُ وَالْكَلَأُ وَالنَّارُ(İnsanları) şu üç şeyden engellemek (vermemezlik) helal olmaz: Su, mera ve ateş.” [İbn Mace rivayet etti]

Ateş, aydınlatma için kullanılan her şeyi kapsar ve petrol de bir aydınlatma kaynağı olarak kabul edilir; dolayısıyla petrol de kamu mülkiyetlerinden olup bir grubun diğer gruplara karşı onu ele geçirmesi haramdır; aynı şekilde insanların dışında onu mülk edinmek amacıyla petrolü çıkarma işini özel şirketlerin üstlenmesi de haramdır.

Bugün yaygın olan felaketlerden biri de İslam ümmetinin, Müslümanları paramparça etmek ve daha çok dağılmalarını sağlamak için Müslüman ülkelerin merkezinde krizler yaratan açgözlü kapitalist sistemiyle Batı ülkeleri tarafından kontrol edilen dağınık devletçiklere bölünmüş olmasıdır; bu devletçiklerin bu şekildeki varlıkları haram olup bu haramlara rıza gösteren herkes günah işlemiş olur.

Irak'taki Müslümanlar arasındaki krizlerin varlığı, Müslümanların dağınık ve bölünmüş bir şekilde kalmaya devam etmeleri oluşturulmuş suni bir varlıktır....

Anlaşma aslında, Müslümanların, gücünü parçalayan birçok bölünme ve fitne krizi içinde kalmasını sağlamak için 2003 yılında Irak'taki Amerikan temsilcisi Bremer'in söyledikleri üzerinde anlaşmak amacıyla bölünmüş odaklar oluşturmak için değil, Müslümanlar arasında işgalci Amerika'yı Irak'tan kovmak için olmalıdır. Dolayısıyla aslında ümmet, çocuklarının zihinlerini bölünme ve parçalanma zincirleriyle bağlamış olan Amerika'nın ipine değil, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalıdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنْتُمْ عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” [Al-i İmran 103]  

Sözde Kürdistan Bölgesi, Bağdat hükümeti ve Kuzey Petrol Şirketi arasında imzalanan bu anlaşma, Allah'ın düşmanı olan işgalci Amerika’nın getirdiği şeyleri pekiştirmek için olup şer'an batıldır.

Irak'taki Müslümanların yapması gereken, kulların Rabbinin yönetimi altında hidayeti ve doğru yolu arzulayarak Allah'ın şeriatını uygulamak yoluyla dünyada itminan ve mutluluğun egemen olması için Allah'ın şeriatına sımsıkı sarılmaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Vail Sultan – Irak

Devamını oku...

Suriye’nin Yeni Yaklaşımı – Pragmatizm!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Suriye’nin Yeni Yaklaşımı – Pragmatizm!

Haber:

25 Ağustos 2025'te Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, üst düzey bir Arap medya heyetiyle yaptığı görüşmede, kendisini ister cihatçı, ister Müslüman Kardeşler, hatta isterse Arap Baharı olsun herhangi bir İslamcı parti veya hareketlerin uzantısı olarak kabul etmediğini açıkladı.Sky News Arabiya Genel Müdürü Nedim Katiş'e göre, aynı zamanda Şara, ABD ve Körfez ülkelerinin desteğiyle Siyonist varlıkla bir güvenlik anlaşması konusunda üst düzey görüşmelerin sürdüğünü de açıkladı.Şara, kapsamlı bir barış antlaşması imzalamak için koşulların henüz olgunlaşmadığını kabul etmekle birlikte, Suriye'nin “çıkarlarına” hizmet etmesi halinde bu tür anlaşmaları imzalamaktan çekinmeyeceğini de belirtti. (Suriye Mirsad)

Yorum:

Ahmed Şara'nın İslamcı gruplardan ayrılması, İslam'la yönetme perspektifini terk etme, “ulusal uzlaşma” sloganı altında Beşar Esad'ın destekçilerine dokunulmazlık verme ve şimdi de Yahudi varlığıyla müzakerelere girme yönündeki gidişatı göz önüne alındığında hiç şaşırtıcı değildir.Bu adımlar, onun siyasi mirasının İslam'dan veya Arap Baharından değil, aksine Suriye'deki yönetici sınıfını uzun süredir domine eden laik milliyetçi gelenekten kaynaklandığını ortaya koymaktadır.

Öte yandan Suriye halkı ve onun mübarek devrimi, sürekli olarak İslami kimliklerini ve özlemlerini dile getirmişlerdir. Onların sloganları ise iman ve azmi temsil etmektedir: “Otorite ve Prestij İçin Değil, Allah İçin Allah için”, “Allah'ım Senden Başka Kimsemiz Yok Allah’ım”, “Hoşuna Gitse De Gitmese De Ebediyen Hilafet Ey Esed.” Bu arada halk samimiyet, fedakârlık ve idealizmi somutlaştırırken Ahmed Şara'nın açıklamaları ve eylemleri ise siyasi pragmatizmi, uzlaşmayı ve devrimin İslami vizyonunu göz ardı etmeyi yansıtmaktadır.

Ailelerin, rızıklarını ve canlarını Allah’ın ve O'nun yönetiminin uğruna feda ettiği bir devrimin, şimdi Amerika ve Yahudi varlığının onayıyla meşruiyet arayan bir rejim tarafından gasp edildiğine şahit olmamız son derece trajik bir durumdur. Oysa bunlar Suriye'nin yıkımına ve Gazze'de ümmetimiz üzerinde devam eden soykırımına ortak olan aynı güçlerdir.Bu bağlamda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu hadisi güçlü bir yankı uyandırmaktadır:مَنِ الْتَمَسَ رِضَا اللَّهِ بِسَخَطِ النَّاسِ، رَضِيَ الله عَنْهُ، وَأَرْضَى النَّاسَ عَنْهُ، وَمَنِ الْتَمَسَ رِضَا النَّاسِ بِسَخَطِ اللَّهِ، سَخَطَ اللَّهُ عَلَيْهِ، وَأَسْخَطَ عَلَيْهِ النَّاسَKim insanların gücenmesini göze alarak Allah’ın rızasını gözetirse, Allah ondan razı olur ve insanları da ondan razı eder. Kim de Allah’ın gücenmesini göze alarak insanların rızasını gözetirse, Allah ona gücenir ve insanları da ondan gücendirir.”

Sevgili Peygamberimizin Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e tabii olan Müslümanlar olarak bizler, asla umutsuzluğa kapılmamalıyız.Hendek Savaşı ebedi bir hatırlatmadır: Zira Kureyş ve müttefikleri Medine-i Münevvere'yi kuşattığında, açlık ve sıkıntıdan dolayı dünya Müslümanlara dar gelmişti ancak bu sıkıntı içinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, zaferi, yani Suriye, İran ve Yemen'in anahtarlarını müjdelemişti.İşte bu tarih bize, fırtınanın ortasında olsalar bile müminlerin, kararlılık ve iyimserlik içinde kalmalarını ve musibetlerin geçici olduğunu ve Allah'ın yardımının kaçınılmaz olarak geleceğini idrak etmelerini öğretmiştir.

Ümmetin vacibi, İslam’ın etrafında birleşmek ve ilkelerimizi zayıflatan tavizleri reddetmek yoluyla kaçınılmaz zafere doğru ivme kazanmaya devam etmektir.Suriye ve tüm İslam beldeleri için gerçek kurtuluş, ancak adaleti, muhasebeyi ve ümmetin onurunu garanti edecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmakla gerçekleşebilir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Şâmî

Devamını oku...

Şara ve Petraeus'un Görüşmesi, Aralarındaki İlişkinin Hakikatini İfşa Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Şara ve Petraeus'un Görüşmesi, Aralarındaki İlişkinin Hakikatini İfşa Ediyor!

Haber:

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 22 Eylül Pazartesi günü New York'ta Concordia Üniversitesi'nin güvenlik ve demokrasi konulu yıllık konferansı kapsamındaki bir oturumda, yani Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun çalışmalarının aralarında Irak'taki ABD güçlerinin eski komutanı ve eski CIA Direktörü General David Petraeus ile bir araya geldi. (El Cezire)

Yorum:

Görüşme birçok sürprizle doluydu; zira dostça ve neşeli bir görüşmeydi ve görüşmeye selamlaşmayla başladılar; zira Petraeus, Şara’yı neşeli bir şekilde karşılayarak ona Arapça, "Esselamu Aleykum sayın Başkan" dedi ve ardından, "Onur duyduk Sayın Başkan" diye eklemede bulundu. Bilmeyenler için; Petraeus, Colani'nin Amerikalılar tarafından Irak'ta tutuklandığı sırada Irak'taki ABD kuvvetlerinin komutanıydı ve Petraeus, Colani'nin nerede olduğuna dair bilgi vermesi karşılığında 10 milyon Dolar teklif etmişti.Tutuklandıktan sonra Colani, yıllarca hapis yattı ve Petreus'un Irak'tan ayrılmasının ardından da serbest bırakıldı.Petraeus, daha sonra direniş çabalarına karşı savaşan “İslamcı aşırılıkçılar” yetiştiren Amerikan gözaltı sistemini denetlemesiyle de meşhur olmuştu ve bu kişilerden biri de IŞİD'den Ebu Bekir Bağdadi'ydi.Colani ise 2006 ile 2011 yılları arasında Kamp Bucca'da tutuklu kaldı ve Beşar Esad rejimi çöküşün eşiğindeyken Suriye sınırına geçmesi için serbest bırakıldı!

Ancak asıl sürpriz, bir hapishane generali ile kaçak olan silahlı biri arasındaki gülümsemeler, kahkahalar ve selamlaşmalarda yatmaktadır ki Petraeus, Şara’ya olan hayranlığını dile getiriyor ve onu parlak bir başkan olarak nitelendiriyordu!

Amerika’nın Şara’ya verdiği rolü vurgulamak için; mübarek Filistin topraklarını işgal eden, halkını katledip ona işkence eden, başta Golan Tepeleri ve Hermon Dağı olmak üzere Suriye topraklarına saldırılarını ve görüşmeye kadar aralıksız devam eden bombardımanlarını sürdüren işgalci devletle Suriye'nin ilişkisinden bahsederken Ahmed Şara, Suriye'nin İbrahim Anlaşması'nı imzalayan ülkelerden farklı olduğunu, zira Yahudilerin binin üzerinde saldırısına maruz kaldığını açıklamıştır. Ancak güvenlik konusunda bir anlaşmanın mümkün olduğunu vurguladı ve Yahudi varlığıyla tam normalleşmeyi dışlamadığını vurgulamıştır!Peki Beşar Esad, ümmetin azılı düşmanı ile böyle bir anlaşma yapmaya cesaret edebilir miydi? Yoksa Petraeus'a yaptığı "Suriye'deki görev, Irak'taki görevinizden daha zor" şeklindeki nahoş şakası bunu mu yansıtıyor?!

Ahmed Şara'nın Müslümanların başındaki Ruveybida yöneticilerin kulübüne dahil olduğu açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır; böylece bölgedeki Amerikan ajanlarının yaptıklarını hiç utanıp korkmadan ustalıkla uygulamaya muktedir olan iyi bir Amerikan ajanı olarak güven mektubunu sunmayı tamamlamış oldu. Dolayısıyla Şara, mübarek Suriye devriminde ölen bir milyondan fazla şehidin kanları boşa gitmiş olsa bile günahlarının bağışlandığını zanneden eski bir “mücahittir.” Oysa şehitlerinin kanlarının boşa gitmesi ve işgalci varlıkla normalleştirmek için onun gibileri iktidara getirmeye gerek yoktur; aksine Allah’ın indirdikleriyle hükmeden ve mübarek Filistin toprakları ve Haremeyn eş-Şerifeyn’in üçüncüsü kurtuluncaya kadar kendini rahat hissetmeyen ve gülmeyen bir Halife’ye biat etmek gerekir. 

Bu nedenle Şam halkının görevi, firari Beşar döneminde olduğundan daha acil ve zorunlu bir hale gelen mübarek devrimlerine devam etmeleridir ki böylece kendileri üzerinde kontrolünü ele geçirip selefi Beşar'ın yaptığı gibi kendilerini yeniden öldürmeye ve işkence etmeye başlamadan önce bu ajanı kaldırıp atabilsinler.O halde mübarek Suriye devrimindeki güç ve kuvvet ehli Hizb ut Tahrir'e nusret vererek Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasını temsil eden gerçek kurtuluşa götüren çalışmayı geciktirmesin. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  “Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

“Hilula" Kutlamaları Sırasında Suvayr'ın Kalbinden Yahudi Ordusu ve Esirleri İçin Dualar Vallahi Bu Bir Alçaklıktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

“Hilula" Kutlamaları Sırasında Suvayr'ın Kalbinden Yahudi Ordusu ve Esirleri İçin Dualar Vallahi Bu Bir Alçaklıktır!

Haber:

21 Eylül 2025 tarihinde, İbranice web sitesi Kikar HaShabbat'tan alıntı yapan bir dizi elektronik web sitesi, bu hafta Suvayr'da Faslı yetkililerin resmi katılımıyla düzenlenen Rabbi Haim Pinto'nun ölüm yıldönümü kutlamasına dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce Yahudi cemaati üyelerinin katıldığını ve Haham'ın bu yıl Yahudi devletinin askerleri için ve Gazze'deki tüm tutukluların hızlı ve güvenli bir şekilde geri dönmesi için dua ettiğini aktardılar.

Aynı web sitesine göre kutlama 4 gün boyunca torunu Rabbi David Hanania Pinto tarafından, Yahudi Ajansı'nın Rabat'taki irtibat bürosu başkanı Yossi Ben David ve önde gelen Faslı siyasi şahsiyetler ve kralın temsilcilerinin huzurunda düzenlenmiş olup Ben David'in yanı sıra törene, Suvayr bölgesinin valisi Muhammed Raşid, yerel bilim konseyi başkanı Muhammed Mankit, yerel otoritelerin temsilcileri ve bir dizi seçilmiş kişiler katılmıştır.

Web sitesi, etkinlik sırasında Haham Pinto'nun Kral VI. Muhammed'e özel teşekkürlerini bildiren sözler söylediğini, Faslı Yahudileri gözetmesi konusundaki çabalarından dolayı onu tebrik ettiğini, Yahudilerin onun yönetimi altında güven içinde yaşadıklarını ve Fas'ın her yerinde kendilerini rahat hissettiklerini vurguladığı bildirdi.

Yorum:

Vallahi bu bir alçaklıktır ve Vallahi Daru'l İslam'ın merkezinde ellerinden Müslümanların kanı akan suçlu bir katilin, ülkenin seçkinleri ve yerel bilim konseyinin başkanının huzurunda konuşma yapmaya davet edilmesi, saçmalığın doruk noktasıdır;görüyor musunuz nasıl da onların dualarıyla kendilerini güvende hissediyorlar?Hangi ilim, hangi fıkıh veya hangi siyaset bunu izin verir Allah aşkına?!Vallahi bu, hiç kimsenin önceden hayal bile edemeyeceği veya aklından bile geçirmeyeceği aşağılık bir durumdur!

Rejimin, Amerika ile yakınlaşmanın ve Yahudi varlığına sevgi beslemenin Fas'tan uzak durmalarını sağlayacağına zannederek halefine ve halefinden sonrasına yönelik geçiş aşaması için bir atmosfer hazırladığı açıkça ortaya çıkmıştır;bunun için ekonomi, eğitim, sağlık, ordu ve benzerleri gibi alanlarda onlara ülke kapılarını ardına kadar açıyor ve onların ülkedeki çıkarlarının, Yahudileri ve Amerika’yı kendisinin güvenliğine ve istikrarına hırs göstermeye sevk edeceğini sanıyor. Dolayısıyla rejimin lisanı hali şöyle diyor; istediğinizi alın ama lütfen gelecek rejimi ve liderini, güçlenip temellerini sağlamlaştırıncaya kadar koruyun; böylece kendi çıkarlarınızı da güvence altına almış olursunuz; inanın bu saflığın ötesinde bir saflıktır. Ne zamandan beri koyunlar kurda teslim edilmeye başladı?! Yahudilerin ve Amerika’nın güvende olduğunu mu sanıyor?! Onlara sunmuş olduğu şeye razı olup ikna olduklarını mı zannediyor?!

Geçmişten beri peygamberleri öldürenler hiçbir zaman güvende olmamışlardır ve onların açgözlü oldukları aklı olan biri için gizli bir şey değildir; bu yüzden onlara elinizi verseniz kolunuzu kaptırırsınız; o halde nasıl olur da onlara inanabilirsiniz?Neden rejim bu kadar korkup da bu suçlu katillerin rızasını ve korumalarını talep etmek için koşturuyor?Halklar genellikle yöneticilerinden sevgi ve samimiyet gördüklerinde ve çıkarlarını gözetmeye hırs gösterdiklerinde yöneticilerini korumak için istekli olurlar; bu yüzden Fas'ın yöneticilerinin halkına yakınlaşıp onlara iyi davranmaları daha iyi olmaz mıydı; işte o zaman kendisinden korktukları bu halk, kendilerini (yöneticilerini) koruyan ve tam bir özveriyle onlara yönelik darbelere karşı koyan bir kalkana dönüşecektir?

Halkı razı eden şey, yöneticilerin yaptıklarının tam tersidir; zira halkı razı eden şey, devletin Yahudi varlığıyla tüm ilişkilerini kesmesi, onun temsilcilerini ve şirketlerini sınır dışı etmesi, savaş gemilerinin, uçaklarının ve askerlerinin Fas'a gelmesini yasaklaması ve Filistin halkının acılarını hafifletmek amacıyla onlara yardım etmek için acele etmesidir.Nitekim devletin halkı razı eden şeylerin tam tersini yapması, onun giderek popülaritesinin azalmasına ve insanların ona karşı öfkesinin artmasına neden olmuştur; bu da devleti, koruma talep etmek için kendini düşmanın kollarına atmaya sevk etmiştir ve böylece biz de bir kısır döngünün içine giriyoruz: böylece de rejimin düşmana daha fazla hizmet etmesine ve halkın da öfkesinin artmasına neden olmuş ve bu da dış korumaya ve benzerlerine olan ihtiyacı artırmıştır...

Rejimi ve ülkeyi yıkıma ve tahribata sürükleyen bu kısır döngünün kırılması gerekir; zira bu döngü, ülkenin zenginliklerine ve potansiyellerine gözünü diken düşmanları güçlendirmekte ve insanların daha fazla köleleştirilmesine ve zulüm görmesine yol açmaktadır.Çözüm, gizli değil bilenmekte olup fazla araştırma veya incelemeye ihtiyaç yoktur.Yüzlerce yıldır Fas, Kuzey ve Orta Batı Afrika ile Güney Avrupa'nın geniş bölgelerini yöneten büyük ülkelerin beşiği olmuştur; bu şerefe ancak Rablerinin şeriatını uygulayarak ve O'nun rızasını ve hükümlerini her şeyin üstünde tutarak ulaşmıştır.Bu yüzden daha önceki halimize geri dönelim ki Allah da bizi daha önceki halimize geri döndürsün; işte o zaman ülkemizin kalbindeki bir bölge veya geçit üzerindeki egemenlik için yalvarmayacağız, aksine tartışma genellikle Paris'in ve Londra'nın banliyöleri üzerinde olacaktır.

Yahudi varlığı Allah'ın izniyle kaçınılmaz olarak çok yakında ortadan kalkacak ve hafif silahlarla donanmış bir avuç müminden kendisini korumaktan aciz olan varlık, korumaktan çok korunmaya ihtiyaç duyacaktır! Zira onun yapısındaki çatlaklar, hiç kimse için bir sır değildir.

Koruma ve izzet, aslan kesilse bile bir kediden talep edilmez; aksine kediyi ve aslanı yaratan ve gökleri direksiz bir şekilde diken Allah’tan talep edilir; bizim talep ettiğimiz hakikat işte budur.O halde izzeti Allah'tan talep edin ki onu size ikram etsin, yardımı O'ndan talep edip teçhizatı onun için hazırlayın ki O da sizlere bunları versin. Sakın onların cazibesine aldanmayın; zira batıl olan devlet bir saatliktir, hak olan devlet ise kıyamet gününe kadardır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Abdullah

Devamını oku...

Gazze'deki Kıtlıktan BM ve Küresel Güçler Sorumludur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Gazze'deki Kıtlıktan BM ve Küresel Güçler Sorumludur!

Haber:

Entegre Gıda Güvenliği Faz Sınıflandırması (GKF), 22 Ağustos 2025 tarihi itibarıyla Gazze'de resmen kıtlık (Faz 5) ilan etti.Sınıflandırmaya göre, yaklaşık 640.000 kişi "felaket düzeyinde gıda güvensizliğinin" (Faz 5) acısını çekerken 1,14 milyon kişi "acil durumun" (Faz 4) ve 396.000 kişi de "kriz" durumunun (Faz 3) acısını çekiyor.

Yorum:

Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), UNICEF, Dünya Gıda Programı, Dünya Sağlık Örgütü ve çok sayıda ilgili sivil toplum örgütü de dahil olmak üzere çok sayıda Birleşmiş Milletler kuruluşları olmasına rağmen ancak bu kuruluşlar, aslında modern etnik soykırım programını hafifletmekte başarısız olmuştur. Zira dünya çapında kıtlıkla mücadele konusunda onlarca yıllık deneyime sahip olan bu ajanslar, varoluşsal bir krizin varlığını ilan etmediler ve kıtlıktan dolayı ölümün yayılmasını önlemek için etkili bir şekilde müdahale etmediler.Dünyanın bu suçu soykırım olarak adlandırma konusundaki isteksizliği ve savaşın koşullarını veya Yahudi hükümetinin politikalarını belirsiz bir şekilde suçlama eğilimi, derin bir ahlaki ve pratik başarısızlığı ortaya koymaktadır.İrlanda Patates Kıtlığı (1845–1852), Büyük Ukrayna Kıtlığı (1932–1933), Büyük Çin Kıtlığı (1959–1961) ve birçok Hint kıtlıkları (1770, 1782, 1788, 1837, 1876 ve 1943) milyonlarca insanın bekası pahasına kontrol, kâr ve gücü önceliklendiren politikalar izleyen sömürge güçler nedeniyledir; bugün ise Yahudi varlığı ve Amerika, Mısır, Ürdün, Türkiye ve diğerleri gibi suç ortağı olan bölgesel rejimlerle birlikte bu modeli tekrarlamaktadır.Çoğu zaman sınırlı ve zararlı yardımların atılması da dahil olmak üzere onların eylemleri, acıları hafifletmekten ziyade köleliğin devam etmesini amaçlamaktadır.

Gazze'deki açları beslemek sadece siyasi bir mesele değildir, aksine temel bir insani ve ahlaki görevdir.Tıpkı Allah Subhanehu ve Teala'nın kutsi bir hadiste bize, şunları hatırlattığı gibi:إنَّ اللهَ عز وجل يَقُولُ يَومَ القِيَامَةِ: يَا ابْنَ آدَمَ، مَرِضْتُ فَلَمْ تَعُدنِي! قَالَ: يَا رَبِّ، كَيْفَ أعُودُكَ وَأنْتَ رَبُّ العَالَمِينَ؟!، قَالَ: أمَا عَلِمْتَ أنَّ عَبْدِي فُلاَناً مَرِضَ فَلَمْ تَعُدْهُ! أمَا عَلِمْتَ أنَّكَ لَوْ عُدْتَهُ لَوَجَدْتَني عِنْدَهُ! يَا ابْنَ آدَمَ، اسْتَطْعَمْتُكَ فَلَمْ تُطْعِمنِي! قَالَ: يَا رَبِّ، كَيْفَ أطْعِمُكَ وَأنْتَ رَبُّ العَالَمِينَ؟! قَالَ: أمَا عَلِمْتَ أنَّهُ اسْتَطْعَمَكَ عَبْدِي فُلانٌ فَلَمْ تُطْعِمْهُ! أمَا عَلِمْتَ أنَّكَ لَوْ أطْعَمْتَهُ لَوَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي! يَا ابْنَ آدَمَ، اسْتَسْقَيْتُكَ فَلَمْ تَسْقِنِي! قَالَ: يَا رَبِّ، كَيْفَ أسْقِيكَ وَأنْتَ رَبُّ العَالَمينَ؟! قَالَ: اسْتَسْقَاكَ عَبْدِي فُلاَنٌ فَلَمْ تَسْقِهِ! أمَا عَلِمْتَ أنَّكَ لَوْ سَقَيْتَهُ لَوَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي “Kıyamet gününde Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: Ey Âdemoğlu! Hastalandım da beni ziyaret etmedin. ‘Ya Rabbi! Sen Alemlerin rabbisin. Ben seni nasıl ziyaret edebilirdim ki? Bilmiyor muydun, falan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Onu ziyaret etmiş olsaydın, beni onun yanında bulacağını bilmiyor muydun? ‘Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim, beni doyurmadın. Ya Rabbi! Sen Alemlerin rabbisin. Ben seni nasıl doyurabilirdim ki? Bilmiyor muydun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Onu doyurmuş olsaydın, bunu benim katımda bulacağını bilmiyor muydun? Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su vermedin!’ Ya Rabbi! Sen âlemlerin rabbisin. Ben sana nasıl su verebilirdim ki? Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su verseydin, bunu benim katımda bulacağını bilmiyor muydun.”

Açları doyurmak ve zayıfları korumak sadece Müslümanlar için ahlaki bir görev değil, bilakis evrensel bir medeniyet standartıdır.İhtiyaç sahiplerini görmezden gelmek ve mazlumlara ulaştırmakta başarısız olan bürokratik kanallar aracılığıyla yardımın sağladığını iddia etmek, insan onuruna ihanet etmek ve Allah Subhanehu ve Teala'ya karşı sorumluluğumuzu inkâr etmektir.

Gazze'ye yardımın ulaşmasını engelleyen engeller açıktır ki bunlar; sınır kısıtlamaları, askeri kuşatma ve onlarca yıl önce sömürgecinin mandalarının, yani 16 Mayıs 1916'da İngiliz Sykes ve Fransız Picot tarafından çizilen sınırlarının gölgesinde politikalar uygulayan suç ortağı rejimlerdir.Sorumluluk öncelikle, ihtiyaç sahiplerine gıda, tıbbi yardım ve temel ihtiyaç malzemelerinin ulaşmasını sağlamak için sınırları kontrol eden yöneticiler ve askerlerin omuzlarındadır. Ayrıca bu kuşatmaları dayatanların ailelerinin ve aynı şekilde İslam ülkelerinde ve dünyada bu adaletsizliğe göz yuman toplumların da ahlaki bir sorumluluğu bulunmaktadır.

Allahu Teala Kerim Kur’an’da bize şunu hatırlatmaktadır: قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِّنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عِيداً لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِّنكَ وَارْزُقْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ * قَالَ اللَّهُ إِنِّي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ فَمَن يَكْفُرْ بَعْدُ مِنكُمْ فَإِنِّي أُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَّا أُعَذِّبُهُ أَحَداً مِّنَ الْعَالَمِينَMeryem oğlu İsa şöyle yalvardı: “Allah’ım! Ey rabbimiz! Bize gökten öyle bir sofra indir ki, ilk gelenimizden son gelenimize kadar bizler için bir şölen ve senden bir işaret olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.Allah da şöyle buyurdu: “Onu size mutlaka indireceğim; fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, varlıklar âleminde hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.” [Maide 114-115]

İsa Aleyhisselam'ın arkadaşları, zor zamanlarda rızkın ulaşması için ilahi müdahaleyi aramışlardır.Benzer şekilde İslam ümmeti de bugün, Gazze halkına yardım etmesi için dua ediyor. Ancak buna fiili duanın da eşlik etmesi gerekir. Zira gerçek kurtuluş, sadece dua etmekte değil, kuşatmaya meydan okuyarak bu işbirlikçi rejimleri ortadan kaldırmakta yatmaktadır.

Kardeşleri ve bacıları ölürken amelinde ihmalkâr olan bir kişi, merhamete daha layık olduğunu sanmasın.Zira kıyamet gününde şahitlik vaat edilenler, değişimi gerçekleştirebilecek olanların geride durmalarına tanık olacaklardır.Açları doyurmak, barınak sağlamak ve ezilenleri korumak bir tercih değildir, aksine insanlığa değer verdiğini iddia eden her vicdan sahibinin, özellikle de bunu yapma gücüne ve yetkisine sahip olan yöneticilerin görevleridir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Ahmed

Devamını oku...

Sudan: Çerçeve Anlaşmanın Karanlıkları Mı Yoksa Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetinden Kaynaklanan Anayasanın Nuru Mu?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan: Çerçeve Anlaşmanın Karanlıkları Mı Yoksa Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetinden Kaynaklanan Anayasanın Nuru Mu?

Sudan'daki siyasi sahneyi takip eden herkesin, bu savaşın ABD tarafından kendi gündemlerini gerçekleştirmek ve özellikle İngilizlerin sivil ajanları olmak üzere Avrupalı rakiplerinin gücünü kırmak için kirli ve kötü niyetli bir şekilde tertip edilip denetlendiğini bilmesi hiç de şaşırtıcı değildir; yani bu savaş ABD'nin sponsorluğunda olup onun lanetli bir oyunudur. Savaşın uzayacağına dair en büyük kanıt ABD Dışişleri Bakanı Blinken'dan gelmiştir. Bu savaşı uzatmak, kesin bir karar vermek, kanları korumak veya ülkeyi ve halkını harap eden yıkımı durdurmakla ilgili değildir; aksine bu savaş, vurkaç şeklinde ülkedeki Amerikan çıkarlarını garanti altına alan ve koruyan bir siyasi vizyonu dayatma girişimleridir.

Barışı dayatmaya ve savaşı sona erdirmeye yönelik son Amerikan açıklamaları, kanları korumak veya kan dökülmesini durdurmak ya da Sudan ve halkının onuruna ve namuslarına duyulan endişe amacıyla yapılmamıştır ki bu, sömürgecinin düşüneceği en son şeydir; aksine bu, şu iki hususu gerçekleştirmek için güçle barışı sağlama kapsamındadır: Birincisi, Amerika'nın hegemonyasını dayatmak ve Amerika'nın kendisini dünyanın süper gücü olarak kanıtlamaktır; bu yüzden istediği zaman savaşı durdurmakta ve istediği zaman da savaşın devam etmesine izin vermektedir. İkincisi: Sudan da dahil olmak üzere tüm dünyada Amerikan çıkarlarını korumak; bu yüzden Avrupalıların nüfuzunu ortadan kaldırmak için alevlendirdiği savaş, Amerika'nın dayattığı siyasi vizyonla bu çıkarların korunmasını sağladığında duracaktır. Her halükârda Sudan yıkılmakta, halkı zorluk çekmekte, kanlar dökülmekte, onurlar ihlal edilmekte ve zenginlikler yağmalanmaktadır.

Bu gerçeklik garip ya da şaşırtıcı değildir; aksine kapitalist sistemin gölgesindeki doğal bir durumdur. Bugün dünyada bu fasit ideolojinin altındaki hangi devlet, halkına rahat bir yaşam sağlayabilmektedir ki?Hangi devletteki bir insan, Amerika veya diğerlerinin servetini yağmalamadan, bunları aralarında bölüşmeden ve hayatını zorlaştırmadan canı, malı, onuru ve dini açısından onurlu ve güvenli bir şekilde yaşayabilmektedir ki? Ancak trajikomik olan, umut hükümeti adına Amerikan politikalarını uygulamak için gelmenizdir ki bu hükümetin başbakanı eski bir Birleşmiş Milletler yetkilisidir!

Hangi umuttan bahsediyorsunuz; zira bu hükümet ve “halk için güvenlik, rahat bir yaşam ve refah sağlamak” şeklindeki mesajı, 1898'de sömürgeci kâfir Kitchener'ın güçlerinin Sudan'a girişinden bugüne kadar uygulanmaya devam eden aynı laik demokratik hükümet sistemi aracılığıyla bu hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır; oysa laik demokratik yönetim, ciddi bir şekilde başarısız olduğu gibi güvenliği gerçekleştirememiş, rahat bir yaşamı garantileyememiş ve halka da bir refah getirememiştir; aksine güneyin ayrılması ve El Beşir döneminde yıllarca süren kanlı savaştan Burhan ile Hemedti arasındaki savaşa, aralarında on binlerce mazlumun bulunduğu Darfur'u bölme girişimlerine, ülke kaynaklarının yağmalanmasına ve altyapının tahrip edilmesine kadar karanlık üzerine karanlık ve zorluk üzerine zorluk olmuştur.

Çatışmanın tarafları arasında, ister teknokrat ister bir başkası olsun karma bir hükümetten pay almak, Amerika'nın diktelerini uygulamaktan başka bir şeye sahip olmayan bir hükümette bir pozisyon veya koltuk kapmak ve marjinallerin hakları veya bakanlık yetkileri konusunda anlaşmazlıklar için birbirleriyle atıştıkları siyasi açıklamalar ve çeşitli sloganlar ortaya çıkıyor… Yani gürleme var ama yağan yok. Tüm bu bakanlar ve Amerika'nın şekillendirdiği siyasi sahneye liderlik etmeye çalışan herkes, sadece kişisel hırslarının ve dünyevi prestijlerinin peşinden koşuyorlar, mazlum halka da umut, rahat bir yaşam ve benzerleri gibi parlak sloganlar sunuyorlar ama onlardan hiçbiri, Sudan'ın kalkınması, onun yeniden inşası ve halkının kanlarının ve onurlarının korunması için net bir plan veya ayrıntılı bir projeye sahip değildir.

Ümmetine asla yalan söylemeyen sadık biri olan, bu ülkenin güzel halkının akidesinden kaynaklanan ve kanlı çatışmaları sona erdirecek ve Sudan'ı açgözlü ülkelerin siyasi çatışmalarından kurtaracak açık ve ayrıntılı bir projeye sahip olan Hizb-ut Tahrir dışında hiçbir siyasi parti göremezsiniz; çünkü Hizb-ut Tahrir, gayesi İslami hayatı yeniden başlatmak olan siyasi bir partidir. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir, apaçık bir şekilde fikrini ve projesini sahaya sunmakta ve içerisinde İslam'ın ve Müslümanların izzetini barındıran bu projeyi benimsemeleri, desteklemeleri ve uygulamaları için ümmete ve onun canlı güçlerine hitap etmektedir.

Ümmete sunulan ve İslam'ı bir fikir ve metot olarak taşıyan adamlar tarafından hazırlanan proje, meçhul değil malum olup şerî hüccet ve delille tartışmaya açıktır; nitekim parti ümmete, Allah'ın Kitabı'ndan ve Rasulü'nün sünnetinden istinbat edilen projesini uygulayarak trajedilerinin sona ereceğini ve Amerika, Avrupa ve diğerlerinin zulmünden kurtulacağını garanti etmektedir. Zira Hizb-ut Tahrir'in içinde, kendi mevkilerinin değil ümmetlerinin kalkınmasının kaygısını taşıyan, ümmeti gözetmesini ve Allah'ın huzurunda kendisinden dolayı hesaba çekileceği bir farz olan Allah'ın şeriatını uygulamayı bilen ve Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi'nde bir onur aramayan adamlar vardır.

Umut Hükümeti ve Amerika'nın Sudan için hazırladığı çerçeve anlaşma tasarısı veya diğer şeyler ile partinin ümmet için hazırladığı anayasa tasarısı arasındaki fark, karanlıklar ile aydınlık arasındaki fark gibidir.

Sudan halkı, ferdin (yiyecek, giyecek ve barınma) gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra (güvenlik, eğitim ve sağlık) ve bunun için gerekli olan temiz su, elektrik ve iletişim ağları, yollar, köprüler ve benzerleri gibi toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını sağlamak yoluyla sorunlarına çözüm getiren ve onların hayatlarını insanca yaşam seviyesine yükselten bir hükümet istiyorlar; tüm bunlar ise, ülkenin servetlerinin yağmalanmasının durdurulmasını ve kamu mülkiyetlerinin paralarının sahiplerine iade edilmesini, tüm bunların başında ise sömürgeci kafirin ülkemizdeki nüfuzunun söküp atılmasını gerektirmektedir. Sudan halkına umut veren işte budur ve bu, Kamil İdris'in hükümetinin gerçekleştiremeyeceği bir şeydir. Çünkü o, basitçe dünya çapında ve her düzeyde başarısız olduğu kanıtlanmış olan laikliği uygulayan bir hükümettir. Dini hayattan ayıran ve yaratıcının yasama hakkını reddeden bir akideyi benimseyen ideoloji, bireyin arzularının ve ihtiyaçlarının tatminini nihai bir hedef ve mutluluğa giden bir yol olarak görmekte ve en güçlü olanın hayatta kalmasını sağlamakta olup ondaki başarının kriteri ise başkalarına zarar verse bile herhangi bir yolla ferdi kazançların artırılmasıdır; oysa kanun aptalları korumaz ve servetleri, zayıfları ve daha az şanslı grupları umursamadan en akıllı ve en yetenekli oldukları için onun sahibi olmayı hak eden küçük bir azınlığın elinde biriktirmez... Ayrıca devletin önemsediği şey, prestijini ve çıkarları olanların hakimiyetini garanti altına alacak uygun bir üretim seviyesi ile yüksek ekonomik seviyeyi korumaktır. Ayrıca o, ferdin üst sınıfın çıkarlarını gerçekleştirdiği ölçüde kıymeti olan bir ideolojidir. Yine halkların kutsallıklarının ihlal edilmesine ve zenginliklerinin yağmalanmasına izin veren ve insan hakları ve özgürlüklerin yayılması adına bu suçu meşrulaştıran bir ideolojidir!

Demokratik sistemler, cezalarının zayıf olması nedeniyle suçluları beslemekte, dahası suç üretmekte ve yozlaşmayı gözetmektedir; dolayısıyla onlar, insanlara yaratıcılarından daha merhametli olduklarını sanıyorlar ama küfürden sonra bir günah yoktur.

Sudan için tek gerçek umuda gelince; Sudan halkının kıyamet gününe kadar bir akide ve kamil hayat sistemleri olarak benimsediği İslam'ın gölgesinde olacaktır. Zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناًBugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3] Hak olan İslam budur ve umut ancak hakkın gölgesinde doğabilir; dolayısıyla Hilafet sistemi kurulduğunda, İslam’ın gölgesinde onurlu bir yaşam için aşağıdaki umutlar doğacaktır:

Birincisi: Hilafet Devleti'nin kurulduğu ilan edilir edilmez Halife, insan yapımı anayasanın yürürlükten kaldırıldığını ilan edecek ve doğrudan Kur'an ve sünnetten istinbat edilmiş İslami anayasayı uygulamaya başlayacak, böylece kafir Batı'nın elini kesecek ve her türlü dış müdahaleyi reddedecektir.

İkincisi: Halife derhal yardımcılarını ve valilerini atamaya başlayacak ve tebaanın sorunlarını, herhangi bir kota olmaksızın derhal çözmeye başlayacaktır; çünkü otorite şer'an, silah taşıyan ve dışarıyla iletişim kuranlara değil, ümmete aittir. Ayrıca Halife, ilim, takva ve hayır ehlini yakınlaştıracak ve böylece ümmetin gerçek kimliğini şekillendirecektir.

Üçüncüsü: Hilafet, dışarıyla olan ekonomik veya siyasi batıl anlaşmaları feshedecek ve Batı'nın ülkenin servetlerini yağmalamasına son verecektir; dolayısıyla ümmetin fikri ve maddi servetini, daha önce olduğu gibi dünyanın birinci ülkesi olmak için kendisiyle ilerleyeceği bir basamak olarak kullanacaktır.

Dördüncüsü: Halife, dışarıdan gelen casusların yuvalarının varlığına son verecek olup büyükelçiliklerin ve diplomatik misyonların çalışmaları, ülkenin siyasi işlerine karışmadan veya ülkede dolaşıp ülkenin servetini yağmalamadan sadece Halife ile dış ülkeler arasındaki mesajları aktarmakla sınırlı olacaktır. İnançları veya ırkları ne olursa olsun zimmet ehlinin haklarını, şeriatın hükümlerine gözetilmesini sağlamak için çalışacak ve böylece marjinalleşme, ırk ayrımcılığı ve mezhepçilik gibi dosyalara son verecektir. Zira İslam, her hak sahibine hakkını vermeyi garanti etmektedir.

Beşincisi: Müslümanların Halifesi, devletin silahlı kuvvetlerini tek bir güç altında birleştirip ona başkanlık edecek ve her yeni şafakla birlikte yeni milislerin türetilmesi, bilakis daha da kötüsü bu milislerin bazılarının dış ülkelerde eğitilmesi gibi bir saçmalığı durduracaktır! İşte bu çok sayıdaki silahlı gücün gölgesinde bir umut ve onurlu bir yaşam arayabiliriz!

Altıncısı: Hilafet, İslam'ın risaletini, adaletini ve doğruluğunu insanlara yaymak, devlet içinde İslam kültürünü yaymak için tüm medya imkanlarını seferber edecektir; dolayısıyla ilmi ve alimleri gözetecek, Allah'ı razı etmeyen yabancı fikir ve kültürlerin her türlü görüntüsünü ortadan kaldırmaya hırs gösterecek, böylece İslam toplumu, kardeşlik, merhamet, iyilik ve takva üzere yardımlaşan bir toplum olarak kalacaktır. Ayrıca Hilafet, bireyin ve toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayacak, kamu mülkiyetlerini ve devlet mülkiyetini tüm sahiplerine geri verecek, paraları Allah'ın vacip kıldığı hak sahiplerine harcayacak, şerî hadleri ve ukubatları tatbik edecektir ki böylece halkının güven ve emniyetin keyfini çıkardığı ve onun, güçlerini bir araya getirip birbirlerini öldürmek ve fitne ve fesat yaymak yerine, inşa, fikri ve siyasi ilerleme ve İslam'ı taşımakla meşgul olduğu güvenli bir toplum garanti edilmiş olsun.

Bu, İslam'ın hükümlerinden buzdağının görünen kısmıdır; işte bu hükümleri ümmet için bir proje olarak sunduğumuzda, ona onurlu bir yaşam için bir umut verilebilir; işte bu hükümler tatbik ve uygulama konumuna getirildiği gün, hayatımız baştan aşığı değişecek ve umut, daha önce olduğu gibi bizi ihtişamın zirvelerine taşıyacak bir eyleme dönüşecektir; bu ise aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.

Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beyan Cemal

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER